SSTEMATK KELAM I VARLIK ONTOLOJ SINIFLAMASI Ontolojiyi metafiziksel

  • Slides: 40
Download presentation
SİSTEMATİK KELAM I VARLIK

SİSTEMATİK KELAM I VARLIK

ONTOLOJİ SINIFLAMASI � Ontolojiyi metafiziksel ontoloji ve fiziksel ontoloji olarak ikiye ayrılır. Metafiziksel ontoloji

ONTOLOJİ SINIFLAMASI � Ontolojiyi metafiziksel ontoloji ve fiziksel ontoloji olarak ikiye ayrılır. Metafiziksel ontoloji görünmeyen varlık alanıyla ilgilidir. Bu alanı keşfeden insani yeti akıldır. Fiziksel ontoloji ise, görünür alemle ilgilenir. Bu alan ise insanın beş duyusuna konu olur.

TANRI HAKKINDA BİLGİ SAĞLAYAN VARLIK ALANI � Tanrı’ya inanan bir mümin, Tanrı kendisini dünyaya

TANRI HAKKINDA BİLGİ SAĞLAYAN VARLIK ALANI � Tanrı’ya inanan bir mümin, Tanrı kendisini dünyaya açtığı için, Tanrı hakkında bilginin imkânını kabul eder. Tanrı her zaman yaratıcı ve vahyedici olarak yarattıklarıyla ilişkilidir. Evren O’nun her zaman her yerde oluşuna şahitlik eden simgelerle donatılmıştır.

HİDAYET ve HAK TERİMLERİ � İnsanda varlık alanını keşfedip kavramasını sağlayan yetenek hidayettir. Hidayet,

HİDAYET ve HAK TERİMLERİ � İnsanda varlık alanını keşfedip kavramasını sağlayan yetenek hidayettir. Hidayet, insana verilen bilme yeteneğidir. Bu yeteneğin keşfedeceği varlık alanına yerleştirilen varlıksal nitelik ise hakk’tır. Hidayet genel anlamıyla sezginin, duyuların ve aklın rehberliğini, hakk ise varlıkların gerçeklik niteliğini gösterir. Varlığın yapısına yerleştirilen kurallara ise takdir denir.

VARLIK HÜKÜMLERİ � Varlık hükümleri üç tanedir: � Zorunlu Varlık. Bu Allah’tır. � Varlığı

VARLIK HÜKÜMLERİ � Varlık hükümleri üç tanedir: � Zorunlu Varlık. Bu Allah’tır. � Varlığı kendi dışındaki bir varlığa bağlı olan mümkün varlık. Alem ve içindeki her şey bu kapsamdadır. � Varlığı düşünülemeyen şeydir. Buna, mümteni’ yahut muhal varlık da denir. Üçgen’den daire diye bahsetmek, bu imkânsızlığa örnektir.

VARLIK ve MAHİYET � Henüz mantık terminolojisini kullanmayan Mütekaddimûn kelamcılara göre Allah’ın mahiyetinden bahsedilebilir.

VARLIK ve MAHİYET � Henüz mantık terminolojisini kullanmayan Mütekaddimûn kelamcılara göre Allah’ın mahiyetinden bahsedilebilir. Zira mahiyete ilişkin bir soru sıfatlara ilişkin bir sorudur. Bu da Allah’ın sıfatlarına işaret eder. Mahiyetin mantıksal kullanımını dikkate alan müteahhirûn kelamcıları ise, Allah’ın mahiyetinden bahsetmenin, O’nun hakkında varlık-mahiyet ayrımını akla getireceğini söyleyerek uygun olmadığını ifade ederler. Zira onlara göre, varlık-mahiyet ayrılığı, bu iki unsuru bir araya getiren bir başka varlığa ihtiyacı ortaya çıkarır.

HUDÛS DELİLİ � Sünni kelamcılardan hudûs delilini sistemli bir şekilde ilk inceleyen, Ebu Mansur

HUDÛS DELİLİ � Sünni kelamcılardan hudûs delilini sistemli bir şekilde ilk inceleyen, Ebu Mansur el. Maturidî’dir. O, hudûs delilini Mu’tezilenin kullandığı mantıki formunun ötesine taşımış ve haber, duyu ve istidlal yoluyla hudûsun ispatlanabileceğini belirtmiştir. Onun haberden anladığı, Kur’an’ın, tabiatın aşkın bir güç tarafından yaratılmış olmasına dikkatleri çekmesidir. Bu ise gözlem ve istidlale dayanan bir delildir. Dolayısıya hudûs delili kaynağını hem nasslarda hem de insanda bulmaktadır. Maturidî’ye göre, hiç kimsenin kendini ezeli bir varlık olarak düşünmemesi de hudûs delilinin örneklerindendir.

CEVHER ve ARAZ � � Cevher, kadîm olsun, hâdis olsun kendi başına bulunabilen varlığı

CEVHER ve ARAZ � � Cevher, kadîm olsun, hâdis olsun kendi başına bulunabilen varlığı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Araz ise, cevher ve cismin varlığıyla varolan, bunlarsız varlığa çıkamayan nitelik anlamına gelmektedir. Cevherin aksine, hiçbir arazın varlığı kendi tabiatının gereği değildir. Bu anlamda araz, cevher ve cismin gelip geçici niteliği durumundadır.

FAİL ve İLLET � Kelamcılara göre fail, irade ve bilgi sahibi varlığa verilen isimdir.

FAİL ve İLLET � Kelamcılara göre fail, irade ve bilgi sahibi varlığa verilen isimdir. Bu sebeple sadece canlı varlıklara atfedilebilir. Allah’ın fail olarak adlandırılması yönündeki vurgu, O’nun iradî olarak yarattığını ifade etmek içindir. Zira, ilahi fiillerdeki çeşitlilik bir iradenin varlığını gerektirmektedir.

SİSTEMATİK KELAM ALLAH’IN VARLIĞI

SİSTEMATİK KELAM ALLAH’IN VARLIĞI

HENOTEİZM � Çok sayıda tanrının varlığını kabul etmekle birlikte tek yüce bir tanrıyı da

HENOTEİZM � Çok sayıda tanrının varlığını kabul etmekle birlikte tek yüce bir tanrıyı da kabul edip ona ibadet etmeyi öngören düşünceyi tanımlamaktadır. Politeizm ile Monoteizm karışımı bir düşüncedir ve monoteizm öncesi aşamayı temsil etmektedir. “Sen inkârcılara, “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı yararlanmanıza sunan kimdir? ” diye soracak olsan kesinlikle, “Allah’tır” derler” (‘Ankebût 29: 61) ayetinin ifade ettiği gibi, Araplar yüce bir Tanrıyı kabul etmekle birlikte, başka tanrılara da inanıyorlardı. Bu sebeple İslam öncesi Arap toplumunun inancını politeizm değil, henoteizm olarak tanımlamak gerektir.

AGNOSTİSİZM � Tanrı’nın varlığının ya da yokluğunun şu an için bilinemeyeceğini öngören felsefi bir

AGNOSTİSİZM � Tanrı’nın varlığının ya da yokluğunun şu an için bilinemeyeceğini öngören felsefi bir akımdır. Yunanca agnostos yani bilinemez olan kelimesinden türetilmiştir. Agnostisizm, Allah’ın varlığı, ölüm sonrası yaşam gibi insan tecrübesinin tamamen dışında kalanlarda insan zihninin, bunların varlığına ya da yokluğuna dair eşit derecede deliller üretebildiğini söyleyerek, üretilen delillerin bir anlamı olmadığını, dolayısıyla bu alanların bilinemez olarak kabul edilmesi gerektiğini söyler. Agnostisizmde vurgu Tanrı’ya değil, insanın bilme yeteneğinin sınırlı oluşunadır.

DEİZM � Tanrı’nın alemi yarattığını kabul eden ama onunla sürekli ilişkide bulunmadığını ileri süren

DEİZM � Tanrı’nın alemi yarattığını kabul eden ama onunla sürekli ilişkide bulunmadığını ileri süren görüştür. Aristo, Newton gibi isimler deizmin önemli temsilcileri durumundadırlar. Özellikle Newton’un bu konudaki açıklamaları deizmin daha iyi anlaşılmasına ışık tutacak niteliktedir: Ona göre Tanrı kudretiyle o kadar mükemmel yaratır ki, yarattıklarına bir daha müdahalede bulunmasına gerek kalmaz. Allah sınırsız kudretiyle yarattığı âlemi kurallarla donatmış ve kıyamete kadar işleyecek bir sistem olarak planlamıştır. Deizm, mutlak determinist bir sistem öngörmektedir.

ONTOLOJİK ve KOZMOLOJİK DELİL � � Ontolojik delil, dış gerçekliğe yani aleme dayalı verinin

ONTOLOJİK ve KOZMOLOJİK DELİL � � Ontolojik delil, dış gerçekliğe yani aleme dayalı verinin dışında zihni bir ispat delili olup, en yetkin varlık tasavvuru üzerine kurulmaktadır. Ancak Allah’ın varlığının zihinsel bir kavram üzerine kurulamayacağı, bunun daha nesnel bir alan üzerine temellendirilmesi gerektiği ileri sürülmüş ve kozmolojik delillendirmeye gidilmiştir. Alemden hareket eden ontolojik delilin tersine deney ve tecrübeyle elde edilen verilerden hareket eden kozmolojik delilin birkaç türünden söz etmek mümkündür. Bunlardan bir kısmı ‘havadis’ kavramını, bir kısmı ‘hareket’ ve ‘değişme’ kavramlarını, bazıları da ‘imkân’ kavramını merkeze alarak alemin bir yaratıcı tarafından meydana getirilmiş olduğunu ispatlamaya çalışır.

GAYE/NİZAM DELİLİ � İslam düşüncesinde Gaye ve Nizam, İhtira ve Hikmet, İnayet Delili olarak

GAYE/NİZAM DELİLİ � İslam düşüncesinde Gaye ve Nizam, İhtira ve Hikmet, İnayet Delili olarak bilinen Teleolojik Delil, evrende gözlenen düzenin kendiliğinden meydana gelemeyeceğine, bu varlığın arkasında hikmetiyle buna yön veren bir kudretin varolduğuna dikkat çekmektedir. Bu delil Hudûs Delilindeki gibi yaratmayı değil, âlemdeki ince ayar giden düzeni vurgulamaktadır. Kelamcılara göre inayet, Allah’ın alem üzerinde etkin olması ve onu belirli hedeflere yönlendirmesi gibi genel anlamın yanı sıra, kullara fiillerinde yardım edip onları başarıya ulaştırması anlamını da içerir.

ALLAH’IN, ULÛHİYYETİNİN ve RUBÛBİYYETİNİN DELİLLERİ � Kelam Allah’ın sadece varlığının delilleri üzerinde durmaz. O’nun

ALLAH’IN, ULÛHİYYETİNİN ve RUBÛBİYYETİNİN DELİLLERİ � Kelam Allah’ın sadece varlığının delilleri üzerinde durmaz. O’nun âlemle sürekli ilişkisini dikkate alan bir delillendirme tarzı geliştirir. Örneğin Maturîdî, Allah’ın delilleri’nden illa ki O’nun varlığının delillerini anlamamak gerektiğini, Kur’an’ın Allah’ın delilleri dediklerinin, Allah’ın birliğinin ve rubûbiyetinin yahut mutlak kudretinin ve hükümranlığının delilleri olarak görülebileceğini belirtir. Ayrıca bunların, Allah’ın ilminin, tedbirinin ve hikmetinin ya da insanlara bahşettiği nimetin ve ihsanın delilleri olarak da alınabileceğini söylemektedir.

ALLAH’IN BİRLİĞİNİN DELİLİ � � Allah’ın Birliği’ni temellendirmek için kullanılan delil Temânu’ Delilidir. Temanu’,

ALLAH’IN BİRLİĞİNİN DELİLİ � � Allah’ın Birliği’ni temellendirmek için kullanılan delil Temânu’ Delilidir. Temanu’, ‘men etmek’ anlamındaki m-n-‘a, kökünden türetilmiş ve terim olarak birbirine engel olmak, manasında kullanılmıştır. Bütünüyle Kur’an kaynaklı olan bu delil, aşağıdaki ayete dayanmaktadır: “Eğer dedikleri gibi, Allah’la beraber başka tanrılar da bulunsaydı, o takdirde bu ilahlar arşın sahibi olmaya yol ararlardır” (İsra 17: 42). Maturidî, “Gökten ölçülü bir şekilde suyu indirir ve onu toprağa emdiririz …” (Mü’minûn 23: 18) ve “Aldığı her şeyi geri veren göğe yemin olsun ki” (Târık 86: 11) ayetlerini yorumlarken, gök ile yer arasında bu karşılıklı yararın, sistemi bu şekilde kuran BİR varlığa delil olduğunu söylemektedir.

ALLAH’IN SIFATLARI Tenzihi Sıfatlar � Kelam kitaplarının yaygın sıfat tasnifine göre sıfatlar tenzihi, sübûti

ALLAH’IN SIFATLARI Tenzihi Sıfatlar � Kelam kitaplarının yaygın sıfat tasnifine göre sıfatlar tenzihi, sübûti ve fiili olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır. Tenzihi sıfatlara selbi sıfatlar da denmektedir. Bunlar Allah’tan nefyedilmesi gereken ve O’nun aşkınlığının dışladığı sıfatlardır. Bu sıfatlarla Allah’ın ne olmadığı anlatılır. Kelamda bu sıfatlar muhalefetin li’l-havadis adı altında da sıralanmaktadır.

Subutî Sıfatlar � Sübuti sıfatlar Allah’a nisbet edilmesi gereken ve O’nun yetkinliğini ifade eden

Subutî Sıfatlar � Sübuti sıfatlar Allah’a nisbet edilmesi gereken ve O’nun yetkinliğini ifade eden sıfatlardır. Esmâ-i hüsnâ listesinden seçilerek oluşturulan sübuti sıfatlar şu şekilde tespit edilmiştir: Hayy (diri), Alim (bilen), Semi’ (işiten), Basir (gören), Kadir (güç yetiren), Murid (dileyen) ve Mütekellim (konuşan).

Fiilî Sıfatlar � Allah’ın evrenle olan ilişkisini, yaratmasını ve yaratmanın devamını sağlayan sıfatlarıdır. Bütün

Fiilî Sıfatlar � Allah’ın evrenle olan ilişkisini, yaratmasını ve yaratmanın devamını sağlayan sıfatlarıdır. Bütün fiili sıfatlar, varlığı yokluktan varlığa çıkarma anlamına gelen tekvîn sıfatı altında toplanmaktadır. Maturidî düşünce çizgisi tekvin sıfatı altında topladığı bu sıfatları Allah’la birlikte kadîm saymış, Eş’ariler ise bunu kabul etmemişlerdir. Eş’arilere göre bu fiiller sıfat kapsamında görülmemelidir. Bunlar ilim, irade, kudret gibi ilahi sıfatların fonksiyonları olduğu için, başka bir ifadeyle, nesneleri ile ilgili oldukları için kadîm değil hâdistirler, dolayısıyla da zât ile kâim değildirler.

SUBUTÎ SIFATLAR TARTIŞMASI � Sübuti sıfatların Allah’ın zatı ile nasıl bir ilişkisi bulunduğu, hem

SUBUTÎ SIFATLAR TARTIŞMASI � Sübuti sıfatların Allah’ın zatı ile nasıl bir ilişkisi bulunduğu, hem kelamcılar hem de müslüman filozoflar arasında tartışmalıdır. Sıfatların, Allah’ın tevhidine bir zarar getireceğinden endişe ederek, müslüman filozoflar ve mutezile kelamcıları sıfatları zata indirgemişlerdir. Bu indirgemeyi, sıfatları ortadan kaldırmak şeklinde yorumlamak yanlıştır. Öte yandan kelamcıların fikri bir mücadele içinde oldukları hristiyan gruplar ise, sıfatı zattan ayrı kurgulamak suretiyle, Allah’ın kelamını (kelime) beşer seviyesine indirmekte ve İsa’nın bedeninde maddi bir biçime kavuşturmaktaydılar. Ehl-i Sünnet kelamcıları, bu sıfatlar, ‘zatın ne aynıdır ne de gayrıdır’ derken bu iki duruşu eleştirmektedirler.

ALLAH’IN KELAM SIFATI � Allah’ın kelam sıfatıyla ilgili olarak Maturidî çizgisindeki âlimler kelamı, ‘nefsî’

ALLAH’IN KELAM SIFATI � Allah’ın kelam sıfatıyla ilgili olarak Maturidî çizgisindeki âlimler kelamı, ‘nefsî’ ve ‘lafzî’ olmak üzere ikiye ayırmıştır. Nefsi kelam diğer sıfatlar gibi Allah’ın zatı ile kaim bulunan, harf ve ses gibi beşeri unsurlar taşımayan, başka varlıklar tarafından algılanması mümkün olmayan kadîm kelamdır. Lafzî kelam ise bu nefsî kelamın beşer idrakine uygun olarak ses ve harfle ifade edilmiş biçimidir, yani Kur’an’dır.

SİSTEMATİK KELAM BİLGİ

SİSTEMATİK KELAM BİLGİ

BİLGİ � Bilgi, “test edilmiş, doğrulanmış inanç”; aklın ve duyuların konusuna giren her şeyin

BİLGİ � Bilgi, “test edilmiş, doğrulanmış inanç”; aklın ve duyuların konusuna giren her şeyin tanınmasını sağlayan bir sıfat” ve “zıddına ihtimal verilmeyecek şekilde anlamları, yani duyularla bilinenlerin dışındaki her şeyi birbirinden ayırt etme sıfatı” şeklinde tanımlanır. Bilgi, kişinin zihninde yarattığı etki dikkate alındığında ise şöyle tanımlanmaktadır: “Bilgi öyle bir niteliktir ki, buna sahip olan kişiden cahillik, şüphe ve sanı uzaklaşır. ”

ZORUNLU BİLGİ (Bedihi, a priori, analitik kesin bilgiler) � � İslam literatüründe bedîhî veya

ZORUNLU BİLGİ (Bedihi, a priori, analitik kesin bilgiler) � � İslam literatüründe bedîhî veya zarûrî olarak yer alan bu bilgi çeşidinin Batı felsefesindeki karşılığı a priori bilgidir. Herhangi bir akıl yürütme ya da delillendirmeye gerek bırakmadan zihinde oluşan bilgidir. “Düşünme yoluyla ya da kesbî olarak meydana gelmeyen” bilgi olarak tanımlanan bedîhî ilim, zorunlu bilginin eş anlamlısı olarak da kullanılmaktadır. Zorunlu bilgiye ulaşmak için herhangi bir istidlâl yöntemine başvurulmasına gerek yoktur. Çünkü kişi acıktığını, susadığını, üzüldüğünü ya da sevindiğini bilmek için herhangi bir vasıtaya ihtiyaç duymaz. Bunlar kişide doğrudan ve aracısız olarak ortaya çıkmaktadır.

İstidlali Bilgiler (Nazari, a posteriori, sentetik bilgiler) � � Nazari bilgiler de denilen bu

İstidlali Bilgiler (Nazari, a posteriori, sentetik bilgiler) � � Nazari bilgiler de denilen bu tür bilgide, delil getirme ihtiyacı vardır. Bu bilginin zihinde oluşabilmesi için, kişinin bir takım vasıtalara başvurması gerekir. Bir vasıtaya gereksinim duyulduğu için, kazanılmış bilgi (kesbî) olarak da anılmaktadır. Bu vasıtalar temelde üç çeşittir: 1. Sağlam duyular (havass-ı selime), 2. Doğru haber (haber-i sadık), 3. Akıl.

AKIL � � Bir Kelam terimi olarak akıl, (ratio=reason=logos), etimolojik olarak, insanın akletme, mantıksal

AKIL � � Bir Kelam terimi olarak akıl, (ratio=reason=logos), etimolojik olarak, insanın akletme, mantıksal çıkarımlarda bulunma, deliller toplama ve sonuçlara gitme, böylece hakikati elde etme gücüne işaret etmektedir. Kur’an akıldan değil akletmekten bahsetmektedir. Akletmek de, insanın bütün bilme yetilerinin aynı anda devreye sokulması demektir. Bu bilme yetileri Kur’an’da kalp, fuâd (gönül), sadr, lübb, nühâ (insanı kötülük yapmaktan alıkoyan), hicr (insanın kötü bir konuma düşmekten engelleyen) gibi terimlerle ifade edilmektedir. Bütün bu yetileri bir çarkın dişlileri gibi düşündüğümüzde, akletmek de bu çarkın bir bütün halinde çalıştırılması demektir.

DUYU ORGANLARI � � İnsanın algı mekanizması, duyular yoluyla oluşmaktadır. Bilgimizin temeli durumundaki dış

DUYU ORGANLARI � � İnsanın algı mekanizması, duyular yoluyla oluşmaktadır. Bilgimizin temeli durumundaki dış dünyayı algılamanın ve bunları birer önerme formunda ifade etmenin aracı duyu organlarıdır. ‘Allah sizi annenizin karnından çıkardığı zaman hiç bir şey bilmiyordunuz’ (Nahl 16: 78) ayeti, duyu verilerinin bilgi edinmedeki önemini vurgulamaktadır. Yeryüzüne serpiştirilen Allah’ın varlığının ve birliğinin delilleri, bize duyu organlarımız aracılığıyla ulaşır. O zaman dış gerçeklikle dolaysız iletişimin aracı duyu organlarımızdır. Bununla birlikte, kelamcılar duyu verilerinin görevlerini tam anlamıyla yerine getirebilmelerini, insanın aklıyla bağlantılı olarak çalıştırılmalarına bağlamışlardır. Bu tutum, duyu organlarını, sinirlerle ve beyinle bağlantılı açıklayan modern düşünce ile paralellik taşımaktadır.

HABER � � Kelamcılar haberi iki kısımda değerlendirirler. Bunlardan biri gündelik yaşamda bilgi ve

HABER � � Kelamcılar haberi iki kısımda değerlendirirler. Bunlardan biri gündelik yaşamda bilgi ve yargımıza kaynaklık eden haber, ikincisi ise Peygamberin bildirimine dayanan haberdir. İmam Mâturîdî, haberin bilgi değeri taşımasını akli bir zorunluluk olarak görür. Zira, kişinin haberi inkâr ettiğini söylemesi, kendisine ait bir görüşü başkalarına haber vermesinden başka bir şey değildir. Mâturîdîler, haberin akli bir zorunluluk taşıdığını bir ilke olarak benimsemekle, nübüvvetin de akli bir zorunluluk sonucu bilinebileceği görüşüne ulaşmışlardır.

BİLGİ ve HİKMET � Kur’an, Bilgi, Hikmet ve Kitap kelimelerini, çoğu zaman birlikte kullanmaktadır.

BİLGİ ve HİKMET � Kur’an, Bilgi, Hikmet ve Kitap kelimelerini, çoğu zaman birlikte kullanmaktadır. İlim, öğretileni alabilme yeteneğini, hikmet ise öğretilmeyeni kendine keşfetme gücünü gösterir. Bilgi sadece bir keşif değil, aynı zamanda inşa çabasıdır. Allah insana sadece bilgiyi değil, hikmeti de vermektedir. Hikmet, verilen bilgiyi kullanarak bize verilmeyeni de keşfetme, böylece asırlara yayılan kolektif bir bilgi birikimi inşa etme imkânı demektir. Allah’ın isimlerinden birinin de ‘Hakîm’ olduğunu, hikmeti dilediğine verdiğini de Kur’an’da açıkladığına göre ilmin ve hikmetin kaynağı genişlemekte, bilginin sadece birilerinin tekelinde bulunduğu yahut bilginin ‘doğulu’ yahut ‘batılı’ olması iddiasını dışlamaktadır.

İLHAM � � � İlhamın dinde herhangi bir konunun doğruluğuna delil olarak kullanılamayacağı, dolayısıyla

İLHAM � � � İlhamın dinde herhangi bir konunun doğruluğuna delil olarak kullanılamayacağı, dolayısıyla bilgisel bir değeri olmadığını ilk kez İmam Mâturîdî belirtmiştir. Mâturîdî, insanın akli ve duyusal yetenekleriyle elde edilen bilginin yetersizliğini ileri sürerek ilhamî bilgiye dayanmak gerektiğini söyleyen grupları açıkça eleştirmiştir. İlk dönem sufileri ilhamla ilgili değerlendirmelerini mutlaka Kur’an verilerini dikkate alarak yaparken, sonraları ilham bağımsız bir bilgi kaynağı olarak sufiliğin içine yerleştirilmiştir. İlhamı bilgi kaynağı olarak görmeyenler, Kur’anın bilgi kaynağı olarak duyuları, akıl yürütmeyi ve vahyi temel aldığını, bilgiden ve bilginin nesnesi durumundaki varlık alanlarından bahsederken bu üç alana göndermede bulunduğunu belirtmektedirler.

SİSTEMATİK KELAMDA DELİLLENDİRME YÖNTEMLERİ

SİSTEMATİK KELAMDA DELİLLENDİRME YÖNTEMLERİ

DELİL � ‘Delil, duyuların ötesinde bulunan ve zorunlu olarak, kendiliğinden bilinemeyen hususların bilgisine götüren

DELİL � ‘Delil, duyuların ötesinde bulunan ve zorunlu olarak, kendiliğinden bilinemeyen hususların bilgisine götüren şey’ veya ‘ bir konu hakkında olumlu ya da olumsuz hüküm vermeye götüren şey’ olarak tanımlanmaktadır. Delil, doğrudan algılayamadığımız gayb alanına ilişkin bize ipucu veren şeydir. Beş duyumuzla gözlemlediğimiz bir şeye delil aramayız, zira o zaten apaçıktır.

DELİL ve EM RE � Bilgi kuramı açısından bakılarak, zan ve ilim ayrımı yapıldığında

DELİL ve EM RE � Bilgi kuramı açısından bakılarak, zan ve ilim ayrımı yapıldığında kesin bilgiye götürene delil, zannî bilgiye götürene ise emâre denmiştir. Kelamcılar delil anlamında beyyine, şahid ve hüccet terimlerini de kullanmaktadırlar. Beyyine, iddia sahibinin görüşüne açıklık getiren ilave bilgi anlamında kullanılır. Hüccet ise, tartışmada rakibe üstün gelme amacıyla getirilen kesin delil anlamına gelmektedir.

MÜTEKADDİMÛN KELAMCILARDA DELİL � Delil, mütekaddimûn kelamcılar döneminde mantıki bir formda geliştirilmemiş, aklî zorunluluğa

MÜTEKADDİMÛN KELAMCILARDA DELİL � Delil, mütekaddimûn kelamcılar döneminde mantıki bir formda geliştirilmemiş, aklî zorunluluğa ve insan tecrübesinin sağladığı kesinliğe bağlanmıştır. Bu aklî ve tecrübî zorunluluktan dolayı, Bâkıllânî gibi bazı kelamcılar, kullanılan delilin çürütülmesi halinde kanıtlanmak istenen hususun da çürütülmüş sayılacağına (in‘ikâsü’l-edille) hükmederek, mantık kurallarına aykırı bir ilkeyi benimsemişlerdir.

MÜTEAHHİRÛN KELAMCILARDA DELİL � Delilin tanımlanmasına mantığın işleyiş biçimini yerleştiren Gazali’den sonra ise delilin

MÜTEAHHİRÛN KELAMCILARDA DELİL � Delilin tanımlanmasına mantığın işleyiş biçimini yerleştiren Gazali’den sonra ise delilin tanımı, ‘yeni bir bilgi meydana getiren yani sonuca ulaştıran iki öncülün birleşmesi’ şeklinde daha teknik bir içeriğe kavuşmuştur. Gazalî sonrasında delilin butlanının (delilin yanlışlığının), medlûlün (kendisine delil getirilenin) butlanını gerektirmediği kabul edilmiştir. Başka bir ifadeyle, bir iddiaya ilişkin delilin yanlışlığı veya bir iddianın herhangi bir delille kanıtlanamaması, onun gerçeğe aykırı olduğu anlamına gelmez. Böylece delil, aklî bir zemine çekilmiş ve ta’lîlî kıyasa (tümdengelime) bağlanmıştır. Zira bu kelamcılara göre akli bilgi, tecrübi bilgiden daha güçlüdür.

AKLÎ YA DA NAKLÎ DELİL � � Aklî delilin bütün öncülleri akla dayanır ve

AKLÎ YA DA NAKLÎ DELİL � � Aklî delilin bütün öncülleri akla dayanır ve böyle bir delile bürhân adı verilir. Kelamcılara göre, aklî delile dayalı olarak hiçbir itikadî mesele konulamaz. Aklî delil sadece, nakille sabit olmuş esasların daha iyi anlaşılmasına ve doğruluğunun kanıtlanmasına yardımcı olur. Naklî delil, bütün öncülleri nakle dayanan delildir. Kelamcılar naklî delilin, Kur’an olduğu konusunda aynı görüştedirler. Ancak âhad hadislerin delil olması konusunda tartışma vardır. Mâturîdî ve Eş’arî kelamcıların bir kısmı ayrı bir itikadî ilke tespit etmemesi kaydıyla, Kur’anın ilkelerine uygun hadislere bir değer yüklemiş, bir kısmı ise bunların delil olamayacağını ifade etmiştir. Mu’tezile kelamcıları ise, âhâd hadislerin hiçbir şekilde delil olarak kullanılamayacağını belirtmişlerdir.

YAKÎN YA DA ZAN İFADE EDEN DELİLLER � � � Kesin delil veya zanni

YAKÎN YA DA ZAN İFADE EDEN DELİLLER � � � Kesin delil veya zanni delil, bir delilin ortaya konulmasından sonra taşıdığı değeri tanımlayan iki terimdir. Yakînî/kat’î delil, kanıtlamayı amaçladığı konuya ilişkin karşı ihtimallerin tamamını ortadan kaldıran ve sağduyu sahibi insan için kesinlik ifade eden delildir. Her türlü tartışma ve akıl yürütmeyle temellendirilebilen bu delillere bürhânî deliller denir. Bürhânî delil, gücünü kendi iç tutarlılığından alır. Buna karşılık, hitâbî deliller gücünü, söyleyenden alır. Örneğin “öldükten sonra diriltileceksiniz” sözünün doğruluğu ve kesinliği, tecrübe edilmiş olmasından veya mantıksal iç tutarlılığından ziyade söyleyene duyduğumuz güvene bağlıdır.

İSTİDLAL/NAZAR � İstidlal, bir hüküm veya kavramın doğruluk ya da yanlışlığını kanıtlamak için zihnin

İSTİDLAL/NAZAR � İstidlal, bir hüküm veya kavramın doğruluk ya da yanlışlığını kanıtlamak için zihnin yaptığı akıl yürütme eylemidir. Bu yeni sonuç da başka bir delillendirme için öncül olarak kullanılabilir. Öncüllerden, sonuca ulaşma mantıksal bir süreç takip etmek zorundadır. İstidlale, Eş’ari’nin adlandırmasına dayalı olarak istişhad adı da verilmektedir. Kelamcılara göre istidlal, ağırlıklı olarak, duyularla algılanamayan ve zorunlu olarak da bilinemeyenler konusunda başvurulacak bir yöntemdir.

KIYAS � Kıyas, hem Mantık hem Fıkıh hem de Kelam terimidir. Kelamda kıyas iki

KIYAS � Kıyas, hem Mantık hem Fıkıh hem de Kelam terimidir. Kelamda kıyas iki temel amaca hizmet edecek şekilde kullanılmaktadır. Bunlardan biri kıyasü’ş-şâhid ‘ale’l-gayb yahut istişhad bi’şşahid ‘ale’l-gayb denilen yöntemdir. Bununla, zihinsel bir kurgu ve benzetme yoluyla görünen alemden hareketle görünmeyene gidilmeye çalışılır. Bu benzetme özelliğinden dolayı, analojik kıyas adını almıştır. Bu kıyas, Allah’ı ispat yöntemi olarak kullanılmaktadır.