DORU VE ETKL YAZIM Yaz yazmak dnceleri duygular

  • Slides: 42
Download presentation
DOĞRU VE ETKİLİ YAZIM Yazı yazmak; düşünceleri, duyguları, istekleri düzenli bir şekilde anlatmaya çalışmaktır.

DOĞRU VE ETKİLİ YAZIM Yazı yazmak; düşünceleri, duyguları, istekleri düzenli bir şekilde anlatmaya çalışmaktır. Sözcüklerle oluşturan bu kurgu adeta yeni bir dünyanın kurulmasıdır. Yazılar ister düşünsel yazılar olsun isterse de kurgusal öykülemeler olsun mükemmelin oluşturulma sürecidir. Horatius’un işaretlediği gibi bize yazı yazma gücü veren bilgidir. Bilgi; çalışılarak, okunarak ve araştırılarak elde edilir. Ama yazı yazmayı sanat hâline getirmek isteyen insan için sadece bilgi yeterli değildir. Fikir ve duygularını güzel ve doğru şekilde ifade etmesi gerektiğini bilmesinin yanında bunu gidermek için zorunluluk ve sorumluluk duyacak ve zorluklar karşısında yılmayacaktır. Yazının malzemesi dildir. Kendi dilini tüm incelikleriyle bilme, iyi kullanma, iyi ve doğru düşünebilme, duyabilme, gözlemleme ve bol okuma da başarılı yazabilmenin başlıca şartlarındandır. Peyami Safa’nın anlatımıyla “iyi yazının ilk cümlesi konuya girmek için tereddütle atılmış ilk adımdır. Arkasından gelen cümleler ölçülü adımlarla sekmeden, aksamadan, sendelemeden onu takip ederler. Kötü yazının birinci cümlesi, konunun eşiği önünde korku geçirir, ne içeri girebilir ne de oradan uzaklaşabilir. Alevin etrafındaki pervane sarhoşluğu ile dört döner, kendini oradan buraya çarpar, yorulur ve sersemleşir. Bazen konunun içine girer; fakat çok durmayarak kendini dışarıya atar, başka konuların eşiklerine sürünür, bazen de bu yabancı konuların cazibesine yakalanır ve kendini oradan zor kurtarır. ”

İyi yazı, karışık fikirleri sadeleştirir; kötü yazı sade fikirleri karıştırır. İyi yazmak; iyi düşünmek

İyi yazı, karışık fikirleri sadeleştirir; kötü yazı sade fikirleri karıştırır. İyi yazmak; iyi düşünmek ve yeteneğin birleşmesiyle oluşur. Batı dillerinden alınan “kompozisyon” kelimesi çeşitli şeylerin düzenli olarak bir araya getirilmesi anlamını taşır ve resimde, müzikte, mimaride ve edebiyatta kullanılır. Kullanış sahalarına baktığımızda malzemeden çok, onların düzenli olarak bir araya getirilişi önemlidir. Tabiat ile hayat insanoğlunun şekil vererek güzel ve faydalı eserler oluşturabileceği büyük bir malzeme deposudur. Sanatçının doğaya ilave ettiği şey ise yeni bir düzendir. Aslında her insan duyar, düşünür ve etrafında olanları fark eder. Ancak bunlar bireyde karmakarışık olarak bulunur. Sonradan konuşur ve yazarken bunları düzenleyerek ifade eder. İşte ilim, kâinatın nizamını keşfe çalışır. Emil Zola’nın dediği gibi “Ancak yazıya geçmiş düşüncenin değeri vardır, geri kalanlar boş çırpınmalardan, rüzgârın alıp götürdüğü bir saatlik hayallerden başka bir şey değildir”. Yine Steal’in “Yazmak sanatı; hür bir devletin kudret kaynaklarından biri olabilir” ve Amiel Souche’nin “Yazmak sanatı, hayatı incelemekle kazanılır” sözlerinde yazının insanların ve toplumların hayatındaki etkisini, önemini ve vazgeçilmezliğini görmekteyiz.

GÜZEL YAZI YAZMANIN ŞARTLARI 1. GÖZLEM Hayatı, olayları, gerçekleri anlamak için onları incelemek, dikkatlice

GÜZEL YAZI YAZMANIN ŞARTLARI 1. GÖZLEM Hayatı, olayları, gerçekleri anlamak için onları incelemek, dikkatlice bakmak gerekir. Bakmak, bilinçli bir iştir. Dikkatli bir bakışla yeni dünyalar keşfeder; doğayı, insanları tanır; onların ortak yönlerini buluruz. Goethe “Her bakış bir gözlem, her gözlem bir düşünce, her düşünce bağlantı ve ilişki doğurur” der. Kendimizi tanımak da dış dünyayı tanımak kadar önemlidir. İnsanları iç dünyalarıyla tanımak, tahlil edebilmek için hareket noktamız kendi iç dünyamız olmalıdır. Bu da bir iç gözlem gerektirir. Neticesinde gözlemin bize kazandırdıkları sonsuzdur.

 Mutlu Kestane Ağacı Sahaflarda iki üç saati geçen hummalı bir araştırmadan sonra, şakaklarında

Mutlu Kestane Ağacı Sahaflarda iki üç saati geçen hummalı bir araştırmadan sonra, şakaklarında keskin buruk bir ağrı hissediyordu. Beyazıt’ın küçük meydanını yorgun, ağır adımlarla geçti. Merdivenleri çıkıp üniversite ana kapısına yöneldi. Her zamanki gibi, gayriihtiyari kapıdaki görevliye gülümsedi. Hocam gerek yok demeye kalmadan omzunda asılı çantayı cihaza gönderdi, telefonu bırakıp geçti cihazdan. Hareketleri hızlandı. Her zamanki yerine, kestane ağacının altındaki banka yorgun, mahzun oturdu. Çantasını yanına bıraktı. Derin birkaç nefes aldı sararmış ve nemlenmiş yaprak kokularını içene çekerek. Elleri sabırsızca çantaya gitti Leyla’nın yüzündeki nikabı ilk kez aralıyormuşçasına alabildiğine heyecanlı idi hali. “Fuzuli Divanı” “Ali Nihat Tarlan” yazıyordu kapakta. Kapağı naif bir itina ve dikkatle çevirdi. “Gazel, Musammat, Mukatta, Ve Rubai Kısmının Edisyon Kritik ve Transkripsiyonu” başlığı vardı iç kapakta. Sonra eski Osmanlıca alfabe ile “ Aziz Kardeşim Ziya Cemal Bey’e sevgilerimle ifadesi. Altında da “Ali Nihat Tarlan” imzası. Bir kez daha mukaddes bir kitabeyi okurcasına heceledi imzayı. Elleri daha büyük bir heyecanla ikinci kitaba gitti. Bütünüyle sararmış, sayfa uçları limelenmiş, kapağı ve yaprakları şirazesinden çıkmıştı.

Eser bütünüyle eski Osmanlı alfabesi ile yazılmış ve Ahter Matbaası’nda basılmıştı. Tarih yazan bölüme

Eser bütünüyle eski Osmanlı alfabesi ile yazılmış ve Ahter Matbaası’nda basılmıştı. Tarih yazan bölüme bir kez daha baktı, 1904 yazıyordu. Şefkatle, özenle tekrar çantaya koydu, mutlu idi. Hayatının hazinelerine emsalsiz örnekler katmanın gururu, huzuru vardı yorgun yüzünde. Cebini karıştırdı, bir ağrı kesici aradı. Yanından yaz kış eksik olmayan pet şişedeki su ile yuttu. Derin bir nefes aldı. Sonra arkasına yaslandı yüzünü göğe çevirip dallar ve sararmaya yüz tutmuş yapraklar arasından bulutlara baktı. Bembeyaz sakız gibi çarşaftı bulutlar. Doğudan batıya akıyor, bir yüzünü gösterip bir kaybolan, güneşin önünü kapatıp bir gelin duvağı gibi süzülüyorlardı. Sarayburnu tarafından kenarları kurşunileşmiş bir top bulut daha, kestane ağaçlarının üzerinden Veznecilere doğru aktı. Sonra kurşuni bulutlar gittikçe çoğaldı, çoğaldı. Başının ağrısının biraz da olsa dindiğini hissetti şaşırarak. Ayaklarının ucundaki, sararmaya yüz tutmuş gazeller üzerine bir kahverengi nesne düştü. Gözlerini aldı bulutlardan. Dikkatle baktı, bu bir kestane idi. Öyle ya kestaneler artık olgunlaşmış olmalıydı, ekimin sonuydu.

Hava soğumaya yüz tutmuş, kazaklar, montlar çıkarılmıştı gardıroplardan. Tevekkeli karga sesleri de boşuna değilmiş

Hava soğumaya yüz tutmuş, kazaklar, montlar çıkarılmıştı gardıroplardan. Tevekkeli karga sesleri de boşuna değilmiş diye düşündü. . Eğildi kapsülünün bir kısmı hala üzerinde olan kestaneyi eline aldı. Sonra siması değişti. Gözlerinin ta derinliklerinden huzur ve özlem dolu sımsıcak bir gülümseme yayıldı yüzüne. birkaç kestane daha düştü önüne. Az ötede bir zamandır dolaşan pervasız martı yanına iyice yaklaşmış yumuk gözlerle adeta onu süzüyordu. Belli belirsiz bir hayal oturdu gözbebeklerine. Bir koyu dağ sisi dağıldı hafızasının çeperlerinden. Uludağ Sarıalan mevkii kestane ağaçları altında iki insan. Az ötede piknikçilerin mangal dumanları. Ve daha uzakta yorgun yaşlı teleferiğin mekanik sesleri. Beride bir küçük çeşme başında serdikleri hasır kilimler üzerinde oturan aileler. . .

Mustafa bak bir kestane düştü dedi kız. . Çocukça bir çeviklikle kalktı oturduğu banktan.

Mustafa bak bir kestane düştü dedi kız. . Çocukça bir çeviklikle kalktı oturduğu banktan. Aldı, geldi karşısına oturdu tekrar. Kestaneyi kabuğundan maharetle ayırdı. Kabuğu uzattı gencin mahzun gözlerinin arasına yaramazca yapıştırdı. Gözlerin tıpkı bunun rengi biliyor musun? Ama daha açık kocaman bir kestane. Mustafa sadece gülümsüyordu; sükunet içinde hayran, şaşkın. Kızın gözleri boncuk, mutlu, muzip mavi gülüyor. Korkuyordu bu mavilikte yitip gitmekten. Silik bir eski zaman hikayesindeki peri padişahı kızı ve her an sonlanacak bir efsunlu rüya. Kızın gözlerinde kimi zaman alabildiğine pervasızlaşan coşkuya ve coşkunun alt edemediği ahlaklı kişiliğe, fazilete, ağırbaşlılığa hayran. . Çok mutluyum Mustafa. . Niçin mutlusun ki demişti? Çünkü gelecek güzel günlere inanıyorum. Öyle demişti, hep öyle söylemişti…

 Kuşkusuz kestane ağacı, dahası rektörlük bahçesindeki bütün ağaçlar mutlu idi. Örneğin çınarlar, ardıçlar,

Kuşkusuz kestane ağacı, dahası rektörlük bahçesindeki bütün ağaçlar mutlu idi. Örneğin çınarlar, ardıçlar, dişbudaklar, karaçamlar, narin serviler. . Yumuk gözlü martı hepsi. . . Mutlu kestane ağacının altından kalktı arabaya yöneldi dudaklarında belli belirsiz mırıldanma: Adımızı yana Ağaçlara kazımışlar Mahalle allı morlu Duvarlara yazmışlar Çocuklar bile biliyor Ali Ayşe'yi seviyor Salim YALÇIN

1. DÜŞÜNMEK Gözlemden sonra zihnimizin olumlu çalışma pozisyonuna girmesi düşünme ile gerçekleşir. Düşünebilmek insanın

1. DÜŞÜNMEK Gözlemden sonra zihnimizin olumlu çalışma pozisyonuna girmesi düşünme ile gerçekleşir. Düşünebilmek insanın en üstün niteliklerinden biridir. “Düşünüyorum o hâlde varım” sözü bunun en güzel ifadesidir. Düşünmek kudretlerin en üstünüdür. Baskı altına alınamaz, yok edilemez, sınırları sonsuzdur. Düşündükçe bir şeylerin farkına varır, bir şeyler yaratır, gerçekleri yakalarız. En iyi düşünenler, en doğru hareket edenlerdir. Dikson “Güzel yazı yazmak, iyi düşünmek demektir” sözüyle bunu doğrulamaktadır. Düşünce genel olarak aklın kapsadığı alanları gösterir. A. Hamdi Tanpınar “İnsan düşüncesi zaman ve mekânın yaratıcısıdır” diyerek tüm gelişmelerin hareket noktasının düşünce olduğunu belirtir. Andre Gide de duygunun bile ancak düşünceyle var olduğunu belirterek: “Biz ancak nesnelerle düşünürüz. Onun için bireysel düşünüş diye isimlendirilen iç yaşayış dünya ile bağlantılı bir görüş biçimini ve dışarıya açılmış pencereleri gerektirir. Ancak böyle bir özdeyiş yardımıyla anılar uyanır, duygular filiz verir” ifadesini kullanmıştır. Yine J. Paul Sartre “Yazar genel olarak iyi budur, kötü şudur diyecek olursa sorumluluğunu unutmuş olur. Çünkü ondan istenen bu değildir. Genel olarak iyinin ne olduğunu herkes bilir. Ondan istenen iyi niyetli insanları bu sorunlar üzerinde düşündürmektir” diyerek kendi düşüncelerini yaratabilecek, savunabilecek, bağımsız, özgün yazılar yazılmasına teşvikin önemini belirtmiştir.

Düşünmeyi Öğrenmek Her insanda çevresini algılamak konusunda bir merak duygusu bulunur. Dış dünyayı algılamak

Düşünmeyi Öğrenmek Her insanda çevresini algılamak konusunda bir merak duygusu bulunur. Dış dünyayı algılamak sosyal şartlarla bağlantılıdır. Eğitimli insanlar peşin yargılarla hareket etmez, olaylar üzerinde kendi düşünceleriyle hareket ederler. Cahil insanlarda ise hayret, hayranlık gibi durumlar bilinçsiz bir şekilde ortaya çıkar. İnsanın elde ettiği sonuçları hakkıyla değerlendirmesi için birtakım ön bilgilere sahip olması gerekir. Düşünceler yenilerini üretir. Bir düşünceden elde edilen yargı bir başka düşüncenin temeli ya da değer hükmü olur. Herhangi bir yanlışı belirtmemiz için “doğrusu” hakkında bilgi sahibi olmamız gerekmektedir. Karşıt düşünceli insanlarla yaptığımız konuşmalar ve savunmalar da zihnimizde yeni düşünceler oluşmasına yol açar.

Jean Guitten “Gerçek düşünce ancak kendisini düşündüğü zaman vardır. Bir defa bu düşünceyi bulduk

Jean Guitten “Gerçek düşünce ancak kendisini düşündüğü zaman vardır. Bir defa bu düşünceyi bulduk mu sabırlı ve devamlı bir dikkatle daha yukarıya, prensibini buluncaya kadar çıkmak gerekir. Bundan ötesine çıkamayız. Çünkü bu, gerçekten ilk unsurdur. Fakat aynı zamanda hemen bunun arkasından düşüncemizin sonuçlarına ve uygulanmasına, içinde sakladığı unsurlara doğru inmemiz gerekecek. Düşüncemizin ilk işi, birbirine karışmış olan anlamları ayırmak, onları ayrı kullanmak ve birbirine karşı koymak için ayrı isimler vermektir. Hiç kimsenin düşüncesini olduğu gibi kapamaz. Çünkü her düşünce kendisini meydana getiren aklın ürünüdür. Onun denemeleriyle özel bir renk almıştır. Düşüncemizin gelişmesi için konuları, varlıkları ve anlamları karşılaştırırız. Düşünce, insanın kendisine karşı giriştiği muhakemeden ve içinde her zaman meydana gelen birtakım çelişkilerden ayrılmaz. Düşünmek engellere göğüs germeyi, insanın kendine karşı zorluk çıkarmasını, kendisini sıkıntıya ve şüpheye atmasını gerektirir. Fikirlerinize şekil veriniz, belki de onları birer düşünce hâline getirirsiniz”. Atasözleri, özlü sözler üzerinde düşünüp açıklama yapmak güzel yazı yazabilmek konusunda çok yararlıdır. Yine, anılarımızı bizi etkileyen olayları zihnimizde oluşan değişik düşünceleri deftere kaydetmenin de faydası çoktur. İnsan, kalemini düşüncenin emrine verdiği zaman, ilk engelleri rahatlıkla aşabilecektir.

Okumak “Kitapsız yaşamak kör, sağır ve dilsiz yaşamaktır. ” Seneca “ Kurnaz insanlar okumayı

Okumak “Kitapsız yaşamak kör, sağır ve dilsiz yaşamaktır. ” Seneca “ Kurnaz insanlar okumayı küçümserler, basit insanlar ona hayran olurlar; akıllı insanlar ondan yararlanırlar. ” F. Bacon “Kitaplarım bana yetecek kadar büyük bir krallıktır. ” Shakespeare “Ben kitaplarımı yaratmadan, kitaplarım beni yarattı. ” Montaigne “Yabani ulusların dışında her ülke kitaplarla yönetilir. ” Voltaire “Kitapları seviniz; onlar yaşamınızı daha çekilir hâle sokacak, size dostça hizmet edecek, duyguların ve olguların dolaşık, gürültülü karmaşasında yolunuzu bulmanıza yardım ederek kendinize ve başkalarına saygı duymayı öğretecek, yüreği ve aklı dünya ve insanlık sevgisiyle dolduracaktır. İnsanoğlunun yaptığı her şey, var olan her şey, insan ruhunun bir parçasını içerir. Bu katkısız ve soylu ruh, bilimde ve her şeyden çok sanatta yaşar. Ve ruh en açık, en belirgin ve en güzel biçimde yalnız kitaplar aracılığıyla konuşur. ” Maksim Gorki

Yukarıdaki sözlerden de anlaşılıyor ki dünya çapında ünlü, başarılı insanların ortak paydaları kitaplara olan

Yukarıdaki sözlerden de anlaşılıyor ki dünya çapında ünlü, başarılı insanların ortak paydaları kitaplara olan düşkünlükleridir. Okumak düşünce gücünü arttırır, fikir ve hayal dünyasını genişletir, bilinmedik dünyaları keşfettirir, üslubumuzu geliştirir. Ancak burada gelişigüzel sadece gözlerle okumayı değil; dikkatlice üzerinde düşünerek, hayal gücümüzü çalıştırarak okumayı kastediyoruz. Okumanın zevkine varmış olmak, fikren ve ruhen kendimizi yüceltme yolunda en olumlu adımı atmak demektir. Ruhun ve dimağın beslenmesi ancak kitaplarla olur. İyi bir kitap okurken en iyi arkadaşla başayızdır. Yabancı bir hayatın içine dalar, onu yeni baştan yaşarız. Fikrin dolambaçlı yollarında gezinip geniş dünyalara ulaşmak elimizdedir. Bu mutluluğu da ancak onu elde etmek için çabalayan ulaşır. Ve sonunda hayatımız düşüncelerimiz iyiye doğru gelişir.

Sonuçta okumak, haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetimizi artırmaya yarar. Haz duyurmak konusundaki faydası,

Sonuçta okumak, haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetimizi artırmaya yarar. Haz duyurmak konusundaki faydası, insan bir köşeye çekilip tek başına kaldığı zaman kendini gösterir. Konuşurken yetkimizi arttırmasının da bir iş hakkında karar verirken yararı vardır. Tecrübeli kimseler de birtakım işleri iyi yapar, onlar hakkında hüküm verebilirlerse de konuyu her açıdan kapsayan planları yapmak bilgili insanların işidir. Tecrübeyle yetişen kimseler okumayı hor görürler, basit kimseler ona hayrandırlar, bilgeler ise ondan faydalanırlar. Çünkü okuma, sağladığı faydanın ne olduğunu öğretmez. Kitapların üzerinde düşünmek için okumak gerekir. Okumak insana olgunluk, konuşmak canlılık, yazmak da geniş bir ufuk verir. Bu nedenle az yazanın hafızasının kuvvetli, az konuşanın hazır cevap, az okuyanın da bilmediğini bilir gibi göstermesi için kurnaz olması gerekir. Tarih kitapları insanı akıllandırır; şiir nükteci, matematik dikkatli kılar; felsefe eserleri de derinleştirir. Mantık ve hitabet, münakaşalarda ustalaştırır; ahlak da ağırbaşlı yapar. “İnsanın okuduğu her şey benliğine işler. Hatta insan, zekâsına ket vuran her türlü engeli iyi seçilmiş eserler okumakla ortadan kaldırabilir”. Bacon-Denemeler

Zengin Bir Dil Yazı, dile dayanır. Kendi dilini tüm incelikleriyle bilmek, kelimelerin anlamlarını tam

Zengin Bir Dil Yazı, dile dayanır. Kendi dilini tüm incelikleriyle bilmek, kelimelerin anlamlarını tam anlamıyla kavrayabilmek yazı yazanın temel görevidir. Yazında imla kaideleri doğru uygulanmalıdır. Dil yapısı hem ses hem kelime grubu hem de cümle bakımından doğru, güzel, zengin ve açık olmalıdır. Kelimeler titizlikle seçilmeli; taklit, süs ve karmaşık ifadelerden kaçınılmalı, duygular açık şekilde anlatılmalıdır. Duygu ve Hayaller Hayal her alanda “sanat” denilen pırıltının yaratılmasında büyük rol oynar. İnsanın iç zenginliğini yaratan duygu ve hayallerdir. Yerinde ve ayarında kullanılan hayaller anlatıma kuvvet, renk ve ışık katar. Gazali diyor ki “İnsanoğlunun iç dünyasında öyle bir ordu vardır ki bu ordu o iç alem ülkesinin gizli erleridir. ” Bu gücü kullanabilmek için de dengeli ve sağlam bir kafa yapısı, sağlıklı bir ruh gereklidir. Sağlıklı düşünüş ile sağlıklı duyuş arasında sıkı bir bağlantı vardır. Yazı yazmayı alışkanlık hâline getiren insanda bilinç kadar duygular da disiplin altına alınmış olur.

Şiirin çekiciliğinden ve derinliğinden yararlanmak duygu ve hayalleri geliştirmek konusunda büyük etkendir. Charles Baudelaire’nin

Şiirin çekiciliğinden ve derinliğinden yararlanmak duygu ve hayalleri geliştirmek konusunda büyük etkendir. Charles Baudelaire’nin dediği gibi: “Şiir insanın hayallerine renk, hayat veren; ruha kulaktan ve gözden girmeyen mısralardır. Şiir içinde en çok gerçeği taşıyan, ancak bir başka dünyada tümden doğru olan şeydir. Şiirin ilkesi, insanın üstün bir güzelliği özlemesidir. Bu ilke bir coşkunlukta, bir ruh taşkınlığında kendini gösterir. ” Şiir güzelliktir, özgürlük duygusudur, güzelliği arayış ve doruklara tırmanıştır. İçinde güzelliğin heyecanını duymayan bir kimse sanat yaratamaz. De la Mettrie “Duygular olmazsa düşünce yoktur ve ne kadar az duygu varsa o kadar az düşünce vardır. ” Andre Gide ise “Her duygunun bir sonsuzluğu vardır. Kıyıların, kumların hoş olduğunu okumak yetmez bana; çıplak ayaklarım bunu duysun isterim. Bir duygunun ardından gelmemiş bilgi bana yaramaz” diyerek duyguların yazım hayatındaki yerini ve önemini belirtmişlerdir.

Özgünlük Düşüncelerimiz özgürlükle kişilik kazanır. Özgün olmak her sanat dalında olduğu gibi yazıda da

Özgünlük Düşüncelerimiz özgürlükle kişilik kazanır. Özgün olmak her sanat dalında olduğu gibi yazıda da esastır. Taklide yönelmek güvensiz olmaktan kaynaklanır. Yine Andre Gide “Kendi tutumunu ara. Bir başkasının da senin kadar iyi söyleyebileceğini söyleme, senin kadar iyi yazabileceğini yazma. Kendine kendinden başka hiçbir yerde bulunmadığını sezdiğinde bağlan ve kendinden sabırla ya da sabırsızlıkla varlıkların en dokunulmazını yarat!” der. Konu Üzerinde konuşulabilen ve yazılabilen her nesne, olay ve düşünceyi ifade etmektedir. Sözümüzün ve yazımızın ana nedenidir. Yazıda hareket noktamız konudur. Konuyu iyi anladığımız zaman başarıyı yakalamış oluruz. Konuyu iyi anlamak demek ise özünü yakalamak, derinleştirmek, gereksiz düşüncelere yer vermemek demektir. Bryan’ın “Siz konuyu anlamadıkça başkasına anlatamazsınız” sözünde de belirtildiği gibi konunun iyi anlaşılması ilk aşamadır. Ayrıca okuyanların da zevki ve anlayışı göz önüne alınması gereken önemli etkenlerdir.

Konuyu sınırlandırma: Konuya nerede başlayıp neyi anlatacağımızı, nerede bitireceğimizi bilmek çok önemlidir. Bu nedenle

Konuyu sınırlandırma: Konuya nerede başlayıp neyi anlatacağımızı, nerede bitireceğimizi bilmek çok önemlidir. Bu nedenle anlatıma bir ölçü koymamız gereklidir. Bu ölçüye sınırlama deriz. Konu seçme: Yazım çalışmalarında başarılı olmak için konu seçimine çok dikkat edilmelidir. Başarı bilgi, gözlem ve kültür yeteneğiyle doğru orantılıdır. Başlık: Yazıda başlık konuyu yansıtır; ele alınan fikir, düşünce ve olayların izlerini taşır. İyi bir başlık, konu ile bağlantılı kısa, öz, manalı ve çekici olmalıdır.

DEDİKODUCU İLE BİLGİN Adamın biri dedikodu etmeye başlamıştı. Orada bulunan büyük bir bilgin: “Benim

DEDİKODUCU İLE BİLGİN Adamın biri dedikodu etmeye başlamıştı. Orada bulunan büyük bir bilgin: “Benim yanımda onun bunun kötülüklerini sayıp da beni de kendi hakkında kötü düşündürtme. Diyelim ki o adamın değeri eksildi ama bu eksilen şey senin değerine eklenecek değil ki. ” dedi. Sadi/ Bostan Sonuç: “İnsanın cümlelerine hâkim olabilmesi için konusuna hâkim olması gerekir. ” Lloyd George Buluş: Yazının konusu seçildikten sonra yapacağımız şey; bilgilerimizi hatırlama, düşüncelerimizi konu çerçevesinde yoğunlaştırma, duygu ve hayal dünyamızı çalıştırmadır. Valery, “Çalışma kelimesinin anlamı buluştur. ” der. Sanattaki özgünlük buluşlardaki zenginlik ve çeşitlilikten kaynaklanır. Buluşlar zekânın, yaratma yeteneğinin ve kişiliğin belirtisidir; bilgi ve kültürün yansıtmalarıdır. Buluşları yazıda canlandırabilmek için konuyu yaşamak, anlamak, gidermek ve usance bir sure o konuda başka şey düşünmeye gerekir. Yani yazının biçimini kadar tüm benolizimes kendimizi konuya edamame gerekir. Ahmet Hamdi Tanpınar bu Buluş animi “aydınlatmak anı” olarak ifade etmektedir. Yine Max Jacob “Yaratma, ancak ulusların verdiği yerlerdi. ” demektir. Bettini Brenton a “Her gerçek bolus bir ahlak olgunluğudur. ” diyerek buluşun önemini ve değerini belirtmiştir.

Plan: Konu seçildikten ve buluşlar yapıldıktan sonra bunları bir mantık silsilesi içinde düzenlemek gerekir.

Plan: Konu seçildikten ve buluşlar yapıldıktan sonra bunları bir mantık silsilesi içinde düzenlemek gerekir. Plan yapılmadığı zaman zihnimize dolan düşüncelerin nasıl yerleştireceğimizi bilemeyiz. Ancak onları toparlayıp düzene koyunca kolayca ve akıcı bir şekilde anlatabiliriz. O zaman yazmak artık bir zevk hâlini alır, söylenecek şeyleri söylenmiş şeylerle aydınlatır ve onlara güzellik kazandırırız. Plan; konuda birlik sağlamamızı, konunun özünü yakalamamızı, gereksiz ayrıntıları ayıklamamızı, tekrarlardan ve çelişkilerden kurtulmamızı, anlatım disiplini kazanmamızı, kendimize olan güvenimizi sağlamlaştırmamızı, zihnimizi düzenli çalıştırmamızı, hataları bulmamızı ve yazı yazmayı zevk hâline getirmemizi sağlar.

Üç çeşit plan vardır: Harekete dayalı plan: Masal, hikâye, roman gibi özü olayların anlatımına

Üç çeşit plan vardır: Harekete dayalı plan: Masal, hikâye, roman gibi özü olayların anlatımına dayanan türlerde olayların belirli bir düzen içinde sıralandığı plandır. Bu tip planlarda olay veya olaylar konudur. Örnek: KARGA İLE TİLKİ Buradaki plan: Giriş: Olayın geçtiği yer ve kahramanlar tanıtılmıştır. Gelişme: Olay geliştirilmiş, meraklı bir hâl almıştır. Sonuç: Olay çözülüp sonuçlandırılmış, ders çıkarılmıştır.

Düşünceye dayalı plan: Daha çok makale, fıkra, deneme, konferans, münazara gibi düşünsel konularda fikirlerin

Düşünceye dayalı plan: Daha çok makale, fıkra, deneme, konferans, münazara gibi düşünsel konularda fikirlerin açıklanmasında uygulanan plandır. Girişte ele alınan konunun tarifi yapılır, daha sonra konunun tafsilatlı olarak açıklamaları ve örneklerle gelişme kısmı işlenir ve sonuçta da konu hakkında kesin bir yargıya varılır. Duyguya dayalı plan: Daha çok şiirde ve bunun yanında hikâye, roman gibi türlerde uygulanır. Örnek: SENİN İÇİN Sesin işler gibi bir şuh kanat gamlarıma Seni dinlerken olur kalbim uçan kuşlara eş, Gün batarken sanırım gölgeni bir başka güneş; Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma. Cenab Şehabettin

Bu parçada şair duygularına bağlı bir plan uygulamıştır. Burada sevgilisinin sesinin tüm üzüntülerini giderdiğini

Bu parçada şair duygularına bağlı bir plan uygulamıştır. Burada sevgilisinin sesinin tüm üzüntülerini giderdiğini ve onu dinlerken tabiat olaylarının bile bir başka şekle girdiğini, sonuçta tüm algılarının sevgilisine olan duygularıyla değiştiğini anlatmaktadır. Yukarıdaki örneklerde de belirtildiği gibi her yazıda başlıca üç bölüm vardı Giriş bölümü: Konunun ortaya konulduğu bölümdür. Gelişme bölümü: Konunun açıldığı, örneklendiği, ana fikrin yardımcı fikirlerle desteklendiği bölümdür. Sonuç: bölümü: Konuyla ilgili çözüm ve yargı bölümüdür.

Örnek: ŞİİR, DİL VE MİLLET Güzel sanatların en çok millî olanı şiirdir. Bunu en

Örnek: ŞİİR, DİL VE MİLLET Güzel sanatların en çok millî olanı şiirdir. Bunu en iyi yurt dışında bulunduğum zamanlarda anladım. Çeşitli milletlerden bir grup insan bir araya geliyor eğleniyorduk. Aramızda müzisyenler, ressamlar, şairler vardı. Müzik ile uğraşanlar sazlarını keyfince çalıp dinletiyorlar, resim yapanlar yanlarına aldıkları bazı çalışmalarını bol gösteriyorlar, şiir yazanlarsa dertlerini anlatamamanın sıkıntısı içinde bunalıp kalıyorlardı. Musikinin de resmin de hiç değişikliğe uğramadan başka milletlerin sanatseverlerine sunulması onlarda takdir ve heyecan uyandırması mümkündür. Ama şair sadece kendi dilini konuşanlara, dolayısıyla kendi milletine seslenir. Hemen aklınıza eserleri başka dillere çevrilmiş, milletler arası şöhrete ulaşmış şairler gelecek ve yukarıdaki sözüme itiraz edeceksiniz. Tercüme şiirlerin hiçbirisinden, bügüne kadar, gerçek bir şiir tadı alamadım. En başarılı tercümede bile bize verilen, aslının suyunun suyudur. Çünkü şiir kelimelerle yazılır. Kelimenin anlamından çok; ses yapısı, öteki kelimelerle uyuşması önemlidir. Tercüme yalnızca anlamı verir. Hatta onu bile tam veremez. Türkçedeki bir kelimeyi, her türlü kullanışıyla, hatıra getirdiği her çeşit maddi ve ruhi durumlarla karşılayabilecek bir yabancı kelime bulmak hemen imkânsızdır.

Şair, ancak kendi dili konuşulduğu, kendi milleti var olduğu sürece var olur. Okunmayan, bilinmeyen

Şair, ancak kendi dili konuşulduğu, kendi milleti var olduğu sürece var olur. Okunmayan, bilinmeyen bir dille yazılmış bir şiir parçası, binlerce yıl toprak altında kalmış bir heykel kırığının uyandırdığı tesiri hiçbir zaman uyandırmaz. Gerçek bir şairin diline de milletine de sımsıkı sarılması onları her türlü tehlikeden korumaya çalışması gerekir. Dilinin bozulmasına göz yuman bir şairin boyasına başka maddeler karıştırmasını hoş gören bir ressamdan farkı yoktur. Şiir, yaşayan ve yaşayacak olan bir dille yazılırsa gerçek bir sanat eseri olur ve ölmezliğe hak kazanır. Her gün değişen bir dille şiir yazmaya çabalayanlar, kayan bir arazi parçası üstüne bina yapan mimarlara benzerler. Eserlerinin ömrü, kullandıkları dil kadar kısa sürer. Mehmet Çınarlı Yukarıdaki örnek parçada giriş bölümünde şiirin millî olduğu görüşü savunuluyor. Daha sonra gelişmede konu açıklanıyor, örnekler veriliyor, yardımcı fikirlerle destekleniyor ve sonuçta da kesin bir yargıyla konu çözümleniyor.

 Anlatım (Üslup) Her yazarın veya konuşmacının kendine özgü bir anlatım özelliği vardır. Bu

Anlatım (Üslup) Her yazarın veya konuşmacının kendine özgü bir anlatım özelliği vardır. Bu onun kişiliğinden kaynaklanır. Yazının ruhu, yazarı ölümsüz kılan anlatımındaki gücüdür. Güçlü bir anlatım özelliği zamana, birikimlere ve uzun çalışmalara bağlıdır. Edinilen kültür ve bilgi birikimleri, gözlem ve hayat tecrübeleri, zekâ, dünya görüşü ve dile hâkimiyet sağlam bir üslubun oluşmasına zemin hazırlar. “Üslup yazarın yeteneğini, bilgisini, zevkini yansıtır; bir bakıma onun ruhu demektir. ” Buffon “Uslup iç davranışların ahenginden başka bir şey değildir. ” Suut Kemal Yetkin Anlatımın amacı, karşımızdakini inandırmak ve etkileyebilmektir. Yani onu kendi düşünce ve hayal dünyamıza çekebilmek ve bu yolla onun zevk almasını sağlamaktır. Bunun için de anlatımın duru yani gereksiz sözlerden ayıklanmış, kolay anlaşılır ve Türkçe karşılığı olan yabancı kelimelerden sıyrılmış olması gereklidir. Amacı en iyi şekilde anlatabilecek kısa ve özlü cümleler, kelimeler seçilmelidir.

Yine anlatımın açık yani kolay anlaşılır nitelikte olması gerekir. Kelimelerin anlamlarını incelikle bilerek yerli

Yine anlatımın açık yani kolay anlaşılır nitelikte olması gerekir. Kelimelerin anlamlarını incelikle bilerek yerli yerinde kullanmak, cümlede ögeleri doğru kullanmak ön koşuldur. Gereksiz imalar ve mecazlar anlatımı boğar; karşımızdakini iyi anlayamamaktan dolayı şüpheye düşürür. Anlatımın en önemli özelliklerinden biri de sade olmasıdır. Bu da gereksiz edebiyat yapma yapaylığından, gösteri ve şaşaadan uzak olması demektir. İnandırabilmek içtenlikten kaynaklanır. Bu da kalıplaşmış söz hünerlerinden kaçmak, özü yakalamak ve bunu olduğu gibi vermekle sağlanır. Anlatımın özgünlük kısmı ise, asıl üslup bölümünü oluşturur. Çünkü bu, ele alınan konuyu herkesten ayrı bir tarzda, kendine özgü biçimde ifade etmek bir anlamda yazarın gizli imzası gibidir. Eğer o yazarın eserlerini daha önceden biliyorsak bilmediğimiz bir yazının üslubundan kime ait olduğunu çıkarabiliriz. Yine yazar, kendi duygu ve düşüncelerini, inandığı benimsediği fikirleri yapmacıksız, zorlamasız, samimi olarak anlatmalıdır. Tüm bu anlattıklarımıza örnek olarak Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Okun Ucundan adlı eserinden Yunus Emre’yi görelim.

YUNUS EMRE Bu geniş ve ıssız Sakarya vadilerinde keşke bir derviş olsaydım. Küçük bir

YUNUS EMRE Bu geniş ve ıssız Sakarya vadilerinde keşke bir derviş olsaydım. Küçük bir boz eşek üstünde, dağarcığım bir kıl heybenin gözünde, bugün burada, yarın orada dolaşsaydım. Her türlü dünyevi alakadan sıyrılmış, nerede akşam orada kalsaydım. Hiç şüphesiz eskiden bu topraklar yarı meczup, yarı serseri kimselerin ilahiler söyleyerek, nefesler okuyarak ve “hû” çekerek dolaştığı yerlerdi. Tarih, Yunus Emre’yi bilmem Anadolu’nun ne taraflarında yaşatıyor. Bana göre, o muhakkak bu nehrin suyundan içer, bu sazların arasında oturur ve bu söğütlerin altında düşüncelere dalardı. Zira, Sakarya kenarında oturup dinlendiğim günden beri muhayyelem hep onunla meşguldür, her tarafta onu görüyorum. Ben, ruhların hayatta iken bulundukları yerlerden, asırların maverasından bizi ziyarete geldiklerine inanırım; bunun içindir ki Yunus’la bu derece meşgul oluşumu, kendi muhayyelemin bir icadına atfedemiyorum. Geçen akşam, büsbütün başka şeyler düşündüğüm bir anda onu, başında dilim külahıyla, sırtında yeşil abasıyla, uzun bir asaya dayanmış olarak suyu seyrederken görmedim mi? Gönlümün elemi âdeta uzvî bir ıstırap hâlini aldığı bir gece, karanlıktan onun tatlı ve mûnis sesini işitmedim mi? Bu ses bana pîrin çok sevdiğim bir sözünü tekrar etmiyor muydu? “Yunus miskin, çiğ idim, piştim elhamdülillah”

Nasıl piştin? Hangi ateşte ve hangi alevden geçerek? Ben ki senelerden beri, hiç durmaksızın

Nasıl piştin? Hangi ateşte ve hangi alevden geçerek? Ben ki senelerden beri, hiç durmaksızın yanıyorum; senelerden beri hiç durmaksızın kavruluyorum; lakin hâlâ çiğim, hâlâ kıskançlık, ihtiras, arzu ve şüphe denilen şeylerin fevkine çıkamayacak kadar küçüğüm; hâlâ çamur ve mezbele içinde emekliyorum. O kemal ki, ruhun bir nevi fırtınasızlığa ermesi demektir. Sana nasıl etkili oldu? Benim kadar bulandın, benim kadar dalgalandın mı? Yıllarca aşkını terennüm ettiğin sevgili kimdi? O tatlı ve iyi sevgili ki senin elinden tuttu, “gel” dedi ve seni yemişlerinden bal akan ve dallarında bülbüller öten ağacın altına götürdü; tıpkı güneşe “aziz biraderim”, aya “aziz hemşerim” ve toprağa “sevgili annem” diyen ve tabiatın ortasında kendini en samimi bir aile ocağında zanneden aziz Fransuva’ya olduğu gibi, bu cennette her şey senin içindi ve sen her şey içindin! Güneş seni ısıtmak için çıkıyordu. Ay senin yolunu aydınlatmak için doğuyordu. Ağaçlar meyvelerini senin için veriyor; gölgelerini senin için salıyordu. Sular senin için akıyordu ve sevgilin sende idi; sen de sevdiğinde idin. Bu sebeple değil midir ki hayatın mütemâdî bir neşe, mütemâdî bir cezbe ve bir hayranlık oldu ve gönlünde ibadetle muhabbet birbirine karıştı. Her neye baksan sana gülüyordu ve sen her neye baksan gülümsüyordun; “Elhamdülillah” diyordun. Ben ise ömrümde bir dakika hamdettiğimi hatırlamıyorum. Ben de aynı Allah’ın kulu değil miyim? Ben de aynı Güneş’le, aynı Ay’la, aynı ağaçlarla, aynı sularla yaşamıyor muyum? Gerçi, ben sevgilimde değilim; fakat sevgilim bendedir, heyhat, evet, sevgilim bendedir; lakin kalbimde saklanmış bir hançer gibi. . . Ey pîr, imdât!. .

Anlatım Çeşitleri Tahkiye-Hikâye Ederek Anlatım Bir olayın söz ve yazı ile anlatımıdır. Edebiyatta çok

Anlatım Çeşitleri Tahkiye-Hikâye Ederek Anlatım Bir olayın söz ve yazı ile anlatımıdır. Edebiyatta çok kullanılır. Özellikle roman, hikâye, tiyatro ve konunun gelişine göre otobiyografi, anı, sohbet, deneme gibi türlerde kullanılır. Yazım çalışmalarında çoklukla hikâye etmeye dayanan konular işlenir; yalnız çalışmalarda uzun ve karmaşık cümlelerden kaçınmak ve zaman birliğine özellikle dikkat etmek gerekir. Örnek: Bacon-Denemeler’den Okumak, haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetkimizi arttırmaya yarar. Haz duyurmak hususundaki faydası, insan bir köşeye çekilip tek başına kaldığı zaman kendini gösterir. Zihnimizi süslemesinin, konuşurken yetkimizi arttırmasının da bir iş hakkında hüküm verirken o işi başarırken faydası dokunur. Tecrübeyle yetişmiş kimseler, tek bazı işler yapar; onlar hakkında birer hüküm verebilirse de meseleyi her bakımdan göz önünde tutan öğütler vermek, planlar yapmak, nizamlar kurmak bilhassa bilgi sahibi kimselerin elinden gelir. Okumaya fazla vakit harcamak, uyuşukluktur. Okunan kitaplardan süs olsun diye fazla faydalanmak gösteriş, bir hüküm verirken sade kitaptaki kaidelere uymak da ukalalıktır

Okumak tabiatı tamamlar, tecrübe ile de tamamlanır. İnsanın tabiat vergisi olan kabiliyetleri kendiliğinden çıkan

Okumak tabiatı tamamlar, tecrübe ile de tamamlanır. İnsanın tabiat vergisi olan kabiliyetleri kendiliğinden çıkan bitkilere benzer; okumakla budanmaları lazımdır. Okumak, tecrübeyle sınırlanmaz da başına buyruk bırakılırsa dağınık yönlere yayılmış bir bilgi verir. Tecrübe ile yetişen kimseler, okumayı hor görürler. Basit kimseler ona hayrandırlar. Bilginler ondan faydalanırlar; çünkü okuma, sağladığı faydanın ne olduğunu öğretmez. Bu, insanın göre, tahsile ihtiyaç duymadan onun ötesine varan bir kuvvetle elde ettiği bir bilgeliktir. Kitapları, ne cerh etmek ne yanlış bulmak için ne de zaten ispat edilmiş diye, olduğu gibi kabullenip konuşmalarında sana konu olsun diye oku. Bazı kitaplardan insan yalnız zevk alır; bazılarını olduğu gibi yutar. Bazılarını geveler ve hazmeder. Yani bazı kitaplardan yalnız birtakım parçalar okunur; bazıları baştan başa ama inceden inceye tetkik edilmeden bazıları ise dikkat ve itina ile okunur.

Bazı kitaplar da vardır, insan onları vekil vasıtasıyla yani başkalarının onlardan çıkardıkları parçaları okur.

Bazı kitaplar da vardır, insan onları vekil vasıtasıyla yani başkalarının onlardan çıkardıkları parçaları okur. Bu ancak kitabın değeri ve konunun önemi az olduğu zaman yapılır. Çünkü böyle başkasının süzgecinden geçmiş kitaplar, imbikten süzülmüş âdî su gibi yavan olur. İnsanın okuduğu her şey benliğine işler. Hatta insan, zekâsına ket vuran her türlü engeli, iyi seçilmiş eserler okumakla ortadan kaldırabilir. Bir kimsenin zihni dağınıksa matematikle meşgul olsun; çünkü bir teoremi ispat ederken biraz dalıverse probleme baştan başlaması lazım gelir. Eğer zekâsı farkları görüp ayırmaktan acizse skolastikleri tetkik etsin. Çünkü onlar; kılı kırk yararlar. Bir konuyla diğeri arasında bir münasebet kurmakta ve bir meseleyi ispat edip aydınlatmaya yarayacak delilleri hatırlatmakta güçlük çekiyorsa hukuk davalarını tetkik etsin. Böylece her zekâ hastalığına ilaç olacak birer reçete bulunabilir

Diyalog – Konuşmalı Anlatım Roman, hikâye, açık oturum, röportaj, tiyatro gibi türlerde kullanılan konuşmalı

Diyalog – Konuşmalı Anlatım Roman, hikâye, açık oturum, röportaj, tiyatro gibi türlerde kullanılan konuşmalı anlatım kişilerin bir konu üzerinde karşılıklı olarak konuşmasıyla meydana gelir. Eski Yunan edebiyatında başlı başına bir tür olarak kullanılmıştır. Konuşma anlatıma canlılık, renk ve samimiyet kattığı kadar, ele alınan konuyu daha ilginç hâle getirir. Manzumelerde de kullanılır. Yazılı anlatımda konuşmaların başında çizgi işareti kullanılır. Konuşma hakkında şunlar söylenmiştir: Byron: “İyi konuşabilme yeteneği Tanrı vergisi olmaktan çok, çalışmakla sağlanan bir başarıdır. ” Emerson: “Hayatın en güzel yanı karşılıklı konuşmaktır. ” Ahmet Hamdi Tanpınar: “Konuşmadığı zaman insan yoktur. ” Yapmacıklığa kaçmadan konuşmalarda herkes kendi bilgi ve kültür seviyesine göre konuşturulmalıdır. Dialogda amaç sadece konuyu açmak ve geliştirmek değildir; bunun yanı sıra konuşulanların seviye ve karakterlerini de verebilmektir. Bunların en güzel örneklerini eski filozofların eserlerinde görebiliriz. Bizim edebiyatımızda da Abdülhak Hamit’in eserlerinde seçkin örnekler bulabiliriz.

 Manzum Anlatım “Bazen bir mısra hayatı değiştirir. ” Kafka Manzum anlatım, mısra düzeni

Manzum Anlatım “Bazen bir mısra hayatı değiştirir. ” Kafka Manzum anlatım, mısra düzeni üzerine kurulmuş ölçülü ve kafiyeli anlatımdır. Şiirlerde ve bazen tiyatro, destan, hikâye, masal gibi türlerde manzum anlatım kullanılır. Eski Yunan tiyatrolarında ve klasik Batı edebiyatlarında çok kullanılmıştır. Manzum anlatım ifadeye çeşitlilik ve renk katar. Ahmet Hamdi Tanpınar Hoca’mızın şiiri manzum anlatıma güzel bir örnektir.

Tasvir ve Portre Yoluyla Anlatım Canlı, cansız tüm varlıkları en ince ayrıntılarına kadar tanıtan

Tasvir ve Portre Yoluyla Anlatım Canlı, cansız tüm varlıkları en ince ayrıntılarına kadar tanıtan ve hayalimizde canlandıran yazılara tasvir denir. Bu, ressamların fırça ile yaptığını sözle yapmak anlamına gelir. Hikâye ve roman türlerinin vazgeçilmez anlatımıdır. Bu eserler tasvirlerinin gücü sayesinde yazarlarıyla birlikte ölümsüz olurlar. İyi tasvir yapabilmek için dikkatli, sistemli bir bilinç, zengin bir hayal gücü ve içten, samimi bir anlatım gereklidir. Tasvir yazıları konularına göre çeşitli gruplara ayrılır. En çok kullanılanlar: İnsan Tasviri (Portre): Kişinin iç ve dış özelliklerini anlatan tasvirlere portre denir.

Fiziki Portre: İnsanın dış görünüşünü aynen veren tasvirdir. Fiziki portreler tarafsız veya duygusal görüş

Fiziki Portre: İnsanın dış görünüşünü aynen veren tasvirdir. Fiziki portreler tarafsız veya duygusal görüş açısından yapılır. Yazarlar genellikle tarafsız anlatım yoluyla portre çizmeyi tercih ederler. “Orta boylu, kalın enseli, şişman, çok şişman. . . Göğsüne kadar çıkan; yarım küre şeklinde bir karın. . . Bu muazzam gövdeyi başa bağlayan geniş ve kısa boyun. . . Yuvarlak; buğday renginde kansız bir yüz. . . Ama cildi yaşına göre taze. Ela gözlerinin yanları kırışmamış bile. Seyrek ve kır saçlarını, ortaya yakın yerden ayırıp itina ile taramış. Normal büyüklükteki burnunun üzerinde iyiliğe yüz tutan fakat kabuğu kaldırılmış bir çıban. . İnce, sımsıkı kapanan dudaklar ve seyrek bıyıklar. . Çenesinin altında iri bir gerdan ve yüzünde çocuksu masum bir ifade. . ” Yahya Kemal Ruhi Portre: Kişinin iç özelliklerinin ruhsal durumlarının tasvir edilmesine ruhi portre denir. Ruhi portresini yapacağımız insanın sadece dış özelliklerini değil, karakter özelliklerini, davranışlarını, ruh durumunu çok iyi gözlemlemek ve ona göre anlatmak gerekir.

ÇAMLICA Ta eskiden, Çamlıca demek, bütün Osmanlı devrinin son ihtişamları demekti. Çamlıca demek Sultan

ÇAMLICA Ta eskiden, Çamlıca demek, bütün Osmanlı devrinin son ihtişamları demekti. Çamlıca demek Sultan Aziz devrinin atları, arabaları, köşkleri, debdebesi ve tantanası demekti. Daha Çamlıca demek, bir evliyaya benzeyen ihtiyar Sami Paşa’nın bir dergâha benzeyen kalabalık köşkü, seslerini hâlâ uğultulu rüzgârlar gibi duyduğumuz Namık Kemal–Sezai neslinin bu semte methiyeleriyle verdiği manalar, hürriyet şairi Abdülhak Hamid’in Suphi Paşa korusundaki hayâsı, birçok zarafet hatıraları, atlar, arabalarla gezilen yerler. . Çamlıca demek hâlâ daha böyle aşk hatıralı ve şiirli, güzel ve biraz baş döndürücü bir semt demekti. Bütün bunlar Çamlıca’nın daha unutulmamış mazisini örüyor, dokuyordu. Abdülhak Şinasi Hisar

Ayrıca cansız varlıklar dış görünüşleri yönünden bazı durumlarda da canlılara ait özellikler verilerek (kişileştirilerek)

Ayrıca cansız varlıklar dış görünüşleri yönünden bazı durumlarda da canlılara ait özellikler verilerek (kişileştirilerek) anlatılır. Örnek: Arka sokaklarda dizi birbirine yaslanmış tahta evler görülüyordu. Kişileştirme ile: Arka sokaklarda birbirine yaslanmış evlerde yaşlanmış, acı çeken insan görüntüsü vardı. Hayvan tasvirleri de kuvvetli gözlem isteyen ve edebiyatımızda çokça kullanılan tasvirlerdendir. Sonuç: “Bakmaya ve baktığı şeyleri incelemeye alışmak, yeni bir alem bulmak, yeni hazlar verecek şeylerle karşılaşmak demektir. Çevremize dikkatle bakarsak, incelersek onu daha çok ve anlayarak severiz. ” Mustafa Nihat Özon “Dehanın ölçüsü dikkattir. İnsan dikkatlidir. Dikkati nisbetinde büyüktür, kuvvetlidir. Çünkü dikkat, bize eşyanın ve kendimizin kapılarını açar. ” Ahmet Hamdi Tanpınar

Özlü Anlatım “Bir günü öbürüne eş geçen aldanmıştır. ” Hz. Muhammed “Yerinde söz söylemesini

Özlü Anlatım “Bir günü öbürüne eş geçen aldanmıştır. ” Hz. Muhammed “Yerinde söz söylemesini bilen, özür dilemek zorunda kalmaz. ” Fatih Sultan Mehmet “Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse, hiçbir kimseyi ne bir din ne de bir mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiçbir zaman siyaset aracı olarak kullanılamaz. ” Mustafa Kemal Atatürk “Sorumluluğunu taşıyacağın fikrin adamı ol. ” Ahmet Hamdi Tanpınar “Neden iki kulağımıza karşılık bir dilimiz var? Çok dinleyelim, daha az konuşalım diye. ” Diyojen

Örnek Atasözleri: Hak, doğrunun yardımcısıdır. Pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan kork. Yukarıda

Örnek Atasözleri: Hak, doğrunun yardımcısıdır. Pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan kork. Yukarıda da gördüğümüz gibi özlü sözlerin amacı bizi derinliğine düşünmeye yönlendirmektir.

Açıklama bir konuyu berraklaştırmak, geliştirmek, anlaşılır duruma sokmaktır. Görüşümüzü kuvvetlendirir. Fikirlerimizi çevremizdekilere daha iyi

Açıklama bir konuyu berraklaştırmak, geliştirmek, anlaşılır duruma sokmaktır. Görüşümüzü kuvvetlendirir. Fikirlerimizi çevremizdekilere daha iyi ifade edebilme kolaylığı kazandırır. İyi bir açıklama yapabilmek için konu ile ilgili “Niçin”, “Nasıl” gibi sorulardan çokça yararlanma yoluna gidilmelidir. Örnek: “Denilebilir ki şiir, düzyazıya çevrilmeyen nazımdır. Birkaç ay önce öz şiir hakkında ünlü bir eleştirmenle tartışması bütün uygar düşünce dünyasını ilgilendiren Rahip Bremond’un dediği gibi muhakeme, mantık, belagat, bağıntı, tahlil, teşbih, istiare ve benzeri nitelikleri şafak aydınlığı gibi her dokunduğunda gül pembeliği veren şiirin büyülü etkisiyle nitelik değiştirip başka bir şekle bürünmedikçe ögeleri arasında olan cümle, düzyazıdan ayrı bir şey değildir. Hatta manzume de elektrik akımı türünden olan “şiir akımı” bir kesintiye uğradı mı bütün bu ögeler hemen yaradılışlarındaki çirkinliklere düşerler. Şiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır. Anlam bulmak için şiiri deşmenin, ötüşleri yaz gecelerinin yıldızlarını ürperten kuşu, eti için öldürmekten ayrı yanı olmasa gerek. Et parçacığı, susturulan o büyüleyici sesin yerini tutmaya yeter mi? Şiirde her şeyden önce önemli olan, kelimenin anlamı değil; cümledeki söyleniş değeridir. Şairin amacı, her kelimenin cümledeki yerini, diğer kelimelerle olacak ilişki ve esrarlı bileşimlerden meydana gelecek tatlı, gizli, uçarı ya da sert sese göre beliren ve ayrı kelime uyumlarını mısranın genel gidişine bağlı kılarak dalgalı ve akıcı karanlık ya da birdenbire parlayan duygulara, kelimelerin anlamı üstünde mısranın müzik dalgalanmalarından doğan sınırsız ve etkili bir söyleyiş bulmaktır. ” Ahmet Haşim–Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar