Gn Feminizasyonu KISIM 5 VAGHEFI Devlet ve diaspora

  • Slides: 93
Download presentation
Göçün Feminizasyonu KISIM 5

Göçün Feminizasyonu KISIM 5

VAGHEFI: Devlet ve diaspora çıkmazında feminizm: Türkiye'deki İranlı sığınmacı kadınların toplumsal dışlanma ve gündelik

VAGHEFI: Devlet ve diaspora çıkmazında feminizm: Türkiye'deki İranlı sığınmacı kadınların toplumsal dışlanma ve gündelik direniş deneyimleri • Fikirlerine başvurulan sığınmacıların tamamı bu araştırmanın BMMYK ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin göç politikaları üzerinde etkili olabileceği umuduyla çalışmaya yoğun destek vermiş ve kimileri bu konu üzerinde çalışmayı seçtiği için araştırmacıya teşekkür etmişlerdir. Türkçe bilmedikleri için yaşadıklarını Türkiye toplumuna yansıtamayan ve aynı şekilde, İran’da kalan yakınlarına da durumun zorluğunu anlatmakta güçlük çeken siyasi sığınmacılar, yaşam koşullarının sosyolojik bir analize konu olmasını kendilerini ifade etmenin bir yolu olarak görmüşlerdir

 • İranlı sığınmacı kadınların yaşam ve göç deneyimleri hakkında yazılan başlıca sosyolojik makaleler

• İranlı sığınmacı kadınların yaşam ve göç deneyimleri hakkında yazılan başlıca sosyolojik makaleler genelde Avrupa ve Kuzey Amerika’ya, özellikle Hollanda’ya göçen, yani Türkiye’dekilerden farklı olarak kalıcı mültecilik statüsünü kazanan kadınlar üzerinedir. Ancak Sema Buz’un “Göçte Kadınlar: Feminist Yaklaşım Çerçevesinde Bir Çalışma”, Sebnem Koser Akcapar’ın “Re-Thinking Migrants’ Networks and Social Capital: A Case Study of Iranians in Turkey” (Göçmenlerin Ağları ve Sosyal Sermayelerini Yeniden Düşünmek: Türkiye’deki İranlılar Üzerine Bir Vaka Çalışması) ve Nurcan Tüfekçi’nin “İranlı Sığınmacı Kadınların Türkiye’de Çalışma Yaşamları ve Toplumsal Cinsiyet” adlı çalışmaları ülkede transit göçmen olan İranlıların durumunu incelemektedir.

 • Bu çalışmanın amacı Türkiye İç Anadolu Bölgesi şehirlerindeki siyasi sığınmacı İranlı kadınların

• Bu çalışmanın amacı Türkiye İç Anadolu Bölgesi şehirlerindeki siyasi sığınmacı İranlı kadınların sosyal, ekonomik ve hukuki ötekileştirilmesini, özellikle devlet yetkilileriyle ilişkilerine yoğunlaşarak ve kadınların günlük direniş yöntemlerine eleştirel bir bakış sağlayarak incelemektir. Çalışmanın temelini oluşturan araştırma, 2011 -2013 yılları arasında Ankara, Eskişehir ve Çankırı’da yapılan katılımcı gözlem ve geniş kapsamlı mülakatlardır. Katılımcı gözlem çerçevesinde Ankara’da bir buçuk yıl, Eskişehir’de iki ve Çankırı’da üç ay boyunca farklı sığınmacı gruplarıyla toplam beş evde ortak bir yaşam alanı paylaşılmış ve günlük yaşam pratikleri deneyimlenmiştir

 • iran solu ve kadın hareketi konusunda son derece önemli çalışmalara imza atan

• iran solu ve kadın hareketi konusunda son derece önemli çalışmalara imza atan Hammed Shahidian ise “Iranian Exiles and Sexual Politics: Issues of Gender Relations and Identity” (Sürgündeki İranlılar ve Cinsiyet Politikaları: Kimlik ve Cinsiyet İlişkileri Meseleleri” adlı makalesinde sürgündeki İranlılar arasındaki cinsiyet temelli siyasetlerin İran’daki siyasi ortamın sosyal ve kurumsal sınırlamalarında sesi kısılan çatışmaların bir devamı niteliğinde olduğunu savunur. Shahidian’a göre sürgünde cinsiyet temelli siyasetler, bireyler arasındaki ilişkiler ve onların sosyal çevresi üzerinden şekillenir ve cinsiyet temelli güç ilişkileri yeniden kurgulanırken içinde bulunulan yabancı ülke, sürgündeki İranlıları bir yandan bu çatışmaları çözebilecek nispeten özgür bir ortamla, diğer yandan yeni engeller ve kısıtlamalarla karşıya bırakır.

 • Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolüne dayanan uluslararası

• Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolüne dayanan uluslararası yasal çerçevede mülteci, “dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm gören veya göreceği korkusu ve endişesi taşıyan, bu sebeple ülkesinden ayrılan/ayrılmak zorunda bırakılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen ve iltica ettiği ülke tarafından sebepleri haklı bulunan kişi” olarak tanımlanmıştır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Avrupa dışındaki ülkelerden mülteci kabul etmemekte ve mülteci olarak buraya gelen İranlıları geçici sığınma başvurusu sahibi olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla Türkiye, İranlı sığınmacıların Kanada, ABD, Avustralya, Norveç ve Finlandiya gibi mülteci kabul eden üçüncü bir ülkeye Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından gönderilene kadar ikamet ettiği bir transit göç ülkesidir. Bu birkaç yıllık bekleme sürecinde sığınmacılar ne Türkiye'de yaşayacakları şehri, ne de gönderilecekleri üçüncü ülkeyi seçebilirler

 • İranlı siyasi sığınmacı kadınların göç kararını almasında, aynı topluluk ve örgütlerdeki erkeklerin

• İranlı siyasi sığınmacı kadınların göç kararını almasında, aynı topluluk ve örgütlerdeki erkeklerin aksine cinsiyet kimliği önemli bir ağırlık taşımakadır. Ancak hem katılımcı gözlem sürecinde hem de derinlemesine mülakatlarda, göç süreciyle birlikte karma Sol örgütlerde somutlaşan Siyasi kimlik ve Sürgün koşullarının belirginleştirdiği Vatandaşlık ve etnisite kimliklerinin, kadınlar için cinsiyet kimliğinin vurgusunu azalttığı farkedilmişti

 • İranlı kadınlar her ne kadar bağımsız olmak ve güvenli yaşam şartlarına erişmek

• İranlı kadınlar her ne kadar bağımsız olmak ve güvenli yaşam şartlarına erişmek gibi umutlarla Türkiye’ye sığınma başvurusunda bulunsalar da, burada bir sınıfsal statü düşüşü ve kimlik krizi yaşadıklarından söz etmişlerdir. Toplumsal ve sınıfsal statü düşüşü, yoksulluk ve çalışma izninin olmaması ile yasal sınırlamalar nedeniyle doğmaktadır. Kimlik krizi ise toplumdan ayrışmanın bir sonucu olup, dil sorunu nedeniyle Türkiyelilerle, güven sorunu nedeniyle de diğer İranlılarla iletişim kuramayan sol görüşlü siyasi sığınmacıların içe kapanmasına, yalnızlaşmasına ve özgüvenlerini yitirmelerine yol açmaktadır. Bu içe kapanmanın kadın siyasi sığınmacılara olan etkisi, diasporadaki topluluğun dar çerçevesine hapsolarak kendileriyle aynı topluluktaki erkeklerle olan ilişkileri "sorunsuz" bir şekilde sürdürmeyi, feminist tavıra öncelemek şeklinde somutlaşmaktadır

 • Araştırmada gözlemlenen ve mülakat yapılan tüm kadınlar, gündelik hayatlarında yazı yazmak, haber

• Araştırmada gözlemlenen ve mülakat yapılan tüm kadınlar, gündelik hayatlarında yazı yazmak, haber yayınlamak, çeviri yapmak, dergi çıkarmak ve toplantılar yapmak gibi faaliyetler üzerinden İran Feminist siyasetinde aktif rol oynamaktadırlar. Buna rağmen bu aktivizm çerçevesinde, Batılı Feminist Hareket tarafından sorgulanan ve karşı çıkılan "Kişisel" ve "Politik" ayrımını yeniden üretmeleri dikkat çekicidir. Bununla kastedilen, haftada en az bir kez İran, Avrupa, ABD ve Türkiyeli sosyalist feminist İranlılar arasında yapılan ve 4 -5 saat süren "feminist toplantılar"da, kadınların gündelik hayatta karşılaştıkları sorunlardan ve yaşadıkları cinsel tacizlerden bahsetmeme ve yaşananları gizleme çabasıdır

 • Sığınmacı kadınlar bunun yerine toplantılarda İran'ın siyasi gündemini tartışıp teorik okumalar yapmayı

• Sığınmacı kadınlar bunun yerine toplantılarda İran'ın siyasi gündemini tartışıp teorik okumalar yapmayı tercih etmekte, ancak günlük hayat deneyimlerini asla teorize etmemektedirler. Aksine, bu deneyimlerin politik olduğunu düşünen kadınlar, Moghissi'nin "kültürel direniş" örneğinde bahsettiği üzere susturulmaktadırlar: Topluluğun en eski ve siyasi olarak en deneyimli üyesi olan eski erkek arkadaşı tarafından uğradığı tecavüzü politik bir mesele olarak sunup ifşa eden İranlı bir kadın, diğer sığınmacı kadınlar tarafından "kişisel olayları abartarak bunları topluluğa zarar verecek hale getirmek"le suçlanmış ve hem Diaspora'daki topluluktan, hem de sığınmacıların sosyalist feminist teorik yazı alanından dışlanmıştır. Bu anlamda, sığınmacı kadınların "kişisel" sorunlarının konuşulmadığı haftalık siyasi toplantılar ve onların feminist teorik aktiviteleri, Gluckman'ın "Ritüel isyan" kavramıyla birebir örtüşmektedir

Barın: Türkiye’deki Suriyeli Kadınların Toplumsal Bağlamda Yaşadıkları Sorunlar ve Çözüm Öneriler • Son yıllarda

Barın: Türkiye’deki Suriyeli Kadınların Toplumsal Bağlamda Yaşadıkları Sorunlar ve Çözüm Öneriler • Son yıllarda göçün zorluklarına rağmen göç hareketlerindeki çeşitlilik artmakta, Castles ve Miller’e (2008) göre göçler kadınlaşmaktadır. Göçün kadınlaşmasından kast edilen ise ulus aşırı göç sürecine bağımsız katılan kadınların sayılarının artması ve daha bağımsız hareket edebilmeleri sonucu göçmelerin yarısını oluşturur hale gelmesidir. Kadın göçünün artmasından dolayı yirminci yüzyılın dönüm noktası olduğunu kabul etmek gerekmektedir.

 • Bu yüzyılda kadınların ailevi sebepler ve çalışma koşulları nedeniyle göç etmelerinin yanında

• Bu yüzyılda kadınların ailevi sebepler ve çalışma koşulları nedeniyle göç etmelerinin yanında ülkelerinde yaşanan savaş ve sömürü gibi kötü olaylardan dolayı da göç etmek durumunda kaldığı gözlemlenmektedir (Harzig, 2003: 23). Bu durum birinci dünyadan üçüncü dünyaya, özellikle bakım hizmetlerinde istihdam edilmek üzere, göç eden insan sayısında artışa sebep olmakla birlikte göç edenlerin çoğunluğunun kadınlardan oluştuğu gözlemlenmiştir (Pyle & Ward, 2003: 472 -473).

 • Bu bağlamda Avrupa’nın yaşlı nüfusunun bakıma olan ihtiyacı, kadınların iş yaşamına daha

• Bu bağlamda Avrupa’nın yaşlı nüfusunun bakıma olan ihtiyacı, kadınların iş yaşamına daha fazla girmesiyle ev içi ve çocukların bakım hizmetlerinde yardıma ihtiyaç duymaları ve geride kalana para göndermek konusunda kadınlara daha fazla güvenilmesi gibi unsurlar kadınların ulus aşırı göçlerde daha fazla sayıda olmalarını ve bağımsız hareket etmelerini tetiklemişti

 • Sığınmacı kadınların ve kız çocukların; her türlü ayrımcılık, eşitsizlik ve istismardan korunması

• Sığınmacı kadınların ve kız çocukların; her türlü ayrımcılık, eşitsizlik ve istismardan korunması çok elzem bir konudur. Ancak bu konuların birçok ülkede hâlâ ele alınmadığı ve kadınlara yönelik politikaların geliştirilmediği de gözlemlenmektedir (Dartnall & Loots 2009). Bu anlamda kadın göçleri ele alındığında şiddetin yoğun olması, savaş ve bazı devletlerin kadınların haklarını korumada ilgisiz kalması kadın sığınmacı sayısını artırmış ve şiddet tehditlerinin evlerinden ayrılışlarından itibaren başlamasına ve tekrar ülkelerine dönüp evlerine yerleşmelerine kadar devam etmesine neden olmaktadır

 • Göçmenlik sorununun bir parçası olan sığınmacı kadın sorunu, istismara uğrayan sığınmacı kadınlar,

• Göçmenlik sorununun bir parçası olan sığınmacı kadın sorunu, istismara uğrayan sığınmacı kadınlar, sınırlı araştırmalarda konu olmuştur. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet sığınmacı kadınların ruh halini olumsuz bir şekilde etkilemiş ve göçmen kadınların ruh sağlığına ilişkin yapılan araştırmalarda bu kadınlarda göç deneyiminin evini özleme, göç ettiği ülkeye kendini ait hissetmemek gibi nedenlerle depresyon riskini daha fazla artırdığı ileri sürülmüştür

 • 2011 yılının Mart ayında Suriye’de patlak veren olaylar ve iç karışıklıklarla birlikte

• 2011 yılının Mart ayında Suriye’de patlak veren olaylar ve iç karışıklıklarla birlikte alevlenen rejim karşıtı gösteriler dünyanın son yıllardaki en büyük insani krizlerinden birinin yaşanmasına sebep olmuş ve burada yaşayan milyonlarca kişi evlerini, ülkelerini geride bırakarak terk etmek zorunda kalmışlardır.

 • Suriye’de çıkan savaş sonucu ülkelerini terk edip Türkiye’ye göç eden bu mülteciler

• Suriye’de çıkan savaş sonucu ülkelerini terk edip Türkiye’ye göç eden bu mülteciler misafirhanelerde, kamp içinde ve dışında ya da çadır kentlerde yaşamakta ve kalıcı nüfus oluşturmaktadır. Gelen bu sığınmacıların % 53’ünden fazlası 18 yaş altındaki çocuklardan oluşurken, %75’ten fazlası da özel korumaya muhtaç çocuk ve kadınlardır

 • Araştırmada, kamplarda yapılan ziyaretler ve yetkililerle yapılan görüşmeler sonucunda kamp içi hizmetler

• Araştırmada, kamplarda yapılan ziyaretler ve yetkililerle yapılan görüşmeler sonucunda kamp içi hizmetler de değerlendirilmiş; sahada yapılan görüşmeler ışığında, Suriyeli kadınların kamplarda ve kamp dışında maruz kaldıkları şiddet ve ayrımcılıklara, rehabilitasyona ve ev içi emeklerini dönüştürmeye yönelik, toplumsal hayata katılmalarına ilişkin çözüm yolları sunulmuştur

 • Keşfedici araştırmalarda, araştırmaya başlamadan önce konu hakkında fazla bilgi sahibi olunmadığı için

• Keşfedici araştırmalarda, araştırmaya başlamadan önce konu hakkında fazla bilgi sahibi olunmadığı için araştırma problemleri net bir şekilde oluşturulamaz. Bu nedenle bu tip araştırmalar nitel yöntemin uygulanmasını gerektirirler. Keşfedici araştırmalar; literatür taraması, uzmanlarla istişare ve vaka keşfi tekniklerini içerir (Lin, 1976: 137). Bu tür araştırmalarda araştırmacı detaylı bir araştırmadan ziyade yapılacak daha nitelikli bir araştırma için ön bilgi elde etmiş olur. Bu aşamadan sonra daha çok bilgi vermeyi amaçlayan bir araştırma için araştırmacı donanımlı hale gelir

 • Göç olgusunu açıklamak için kullanılan ‘ağ’ kavramı 1990’lı yıllarda sosyolojide kullanılmasıyla birlikte

• Göç olgusunu açıklamak için kullanılan ‘ağ’ kavramı 1990’lı yıllarda sosyolojide kullanılmasıyla birlikte gündeme gelmiştir Göçmen ağının varlığı, yeni gelen göçmenin sosyal uyumunu kolaylaştırabildiği gibi, bazı durumlarda da zorlaştırabilmektedir • Göç ağları kuramı kısaca; göç veren ve göç alan ülkeler arasındaki ilişkilere odaklanırken, zamanla gelişen ve katmanlaşan ağların aldıkları yeni biçimleri de takip etmektedir. Göçmen ağlarında yer alan öncü göçmenler genellikle göç alan ve veren toplumları birbirine bağlarlar ve göç veren toplumlardaki diğer bireyler için örnek oluştururlar

 • Suriye’deki insani ve siyasi kriz nedeniyle Suriyeliler Türkiye, Lübnan, Mısır, Irak ve

• Suriye’deki insani ve siyasi kriz nedeniyle Suriyeliler Türkiye, Lübnan, Mısır, Irak ve Ürdün’e sığınmak zorunda kalmıştır. Suriyeliler Türkiye’ye ilk gelmeye başladığında sınıra yakın kamplarda insani yardımlar verilmeye başlanmış ancak bu kamplar üç yılın sonunda ciddi anlamda artan Suriyeli misafir sayısına yetecek düzeyin altında kalmaya başlamıştır.

 • “Suriye geleneklerine göre kocası vefat eden kadınların üç veya bölgeye göre dört

• “Suriye geleneklerine göre kocası vefat eden kadınların üç veya bölgeye göre dört ay süren bir yas dönemi bulunmaktadır. Geleneklerine göre, bu dönem boyunca erkeklerle görüşmemeleri gerekmekte ve bu durum kadınların çadırlarından çıkamamalarına neden olmaktadır. ”

 • Bir müddet ya da ömür boyu Suriyelilerin Türkiye’de kalacağını düşünürsek kadınların topluma

• Bir müddet ya da ömür boyu Suriyelilerin Türkiye’de kalacağını düşünürsek kadınların topluma kazandırılması muhakkak sağlanması gereken bir durumdur. Eğer Suriyeli kadınlar iyi bir şekilde topluma kazandırılırsa, ekonomik büyüme ve gelişme daha da artabilir ve Türkiye’nin daha fazla gelişmesine yardımcı olabilir.

 • Bu bağlamda politika yapıcı ve uygulayıcılar, kadın göçü konusunda bilgilendirilmeli ve toplumsal

• Bu bağlamda politika yapıcı ve uygulayıcılar, kadın göçü konusunda bilgilendirilmeli ve toplumsal cinsiyet duyarlılığı kazanmaları sağlanmalıdır. Politika yapımı sırasında Suriyeli kadınların da katılımını sağlamak daha kalıcı iş yapmayı sağlayabilmektedir. Türkiye, kadınların korunma ve bakımına dair güçlü bir yasal zemine oturtulmuş ve yapılandırılmış faaliyetlerini uluslararası toplumun da desteğiyle 2016 yılında insani yardım açısından ivme kazandırarak yürütmüştür. Bununla beraber, belirli bir entegrasyon politikası belirlenmesi ve uygulamaya geçilmesi de gerekmektedir

ÖNDER: Türkiye’de Kadın İşgücünün Görünümü • Kadın istihdamının ülkemizin makroekonomik istihdam politikalarından bağımsız değerlendirilmesi

ÖNDER: Türkiye’de Kadın İşgücünün Görünümü • Kadın istihdamının ülkemizin makroekonomik istihdam politikalarından bağımsız değerlendirilmesi mümkün olmamakla beraber, gerek işgücüne katılım gerekse işsizlik oranlarında cinsiyetler arasında gözlenen büyük farklılıklar bu konunun ayrıca incelenmesini gerektirmektedir.

 • Bu çalışmada, Türkiye’de kadınların işgücü piyasasındaki durumları incelenerek işgücüne katılma oranlarındaki düşüklüğün

• Bu çalışmada, Türkiye’de kadınların işgücü piyasasındaki durumları incelenerek işgücüne katılma oranlarındaki düşüklüğün nedenlerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamızın varsayımları, toplumsal cinsiyetin ve eğitim düzeyinin kadının işgücüne katılımı ve karşılaştığı sorunlar açısından belirleyiciliği, kadınların çalışırken karşılaştıkları sorunların aynı zamanda işgücüne katılmalarını engelleyen nedenler olduğu, küreselleşme süreci ile Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde kadın işgücü istihdam etme saiklerinin benzerliği olarak sıralanabilir

 • Osmanlı’da kadınların kırsal alanda ücretsiz olarak üretime katılması haricinde çalışma yaşamına girmesi,

• Osmanlı’da kadınların kırsal alanda ücretsiz olarak üretime katılması haricinde çalışma yaşamına girmesi, kapitalizmin yerleşmesi ile eşzamanlı olarak ilerlemiştir. Tanzimat ile başlayan süreçte kadınlar, toplumsal hayata bir özne olarak katılmaya başlamışlardır. Ancak kadınların bu katılımı, kendi toplumsal-sınıfsal konumu ile doğrudan ilintili olmuştur. Osmanlı kentli ve ekonomik düzeyi iyi olan kadın gayrimüslim okullarda veya evde aldıkları eğitimle çalışma yaşamına katılırken, kentteki düşük gelirli kadınlar kentlerde kurulan atölye tipi sanayide günde 14– 15 saat geçimlik ücretle çalışmak zorunda kalmıştır.

 • Kırsal yörelerdeki kadınlar ya batılı şirketlere halı dokuyarak ilmek başına para almakta,

• Kırsal yörelerdeki kadınlar ya batılı şirketlere halı dokuyarak ilmek başına para almakta, ya da en yoğun olarak aile içi ücretsiz tarım işçiliği yapmaktaydılar. Osmanlı’da kadınlar batıda olduğu gibi ilk olarak özel kesimde çalışma yaşamına girmişlerdir. Farklı tahminler olmakla beraber Osmanlı’daki 1908 yılı itibariyle 250 bin sanayi işçisi bulunmakta, bunların 75 binin kadın olduğu ifade edilmektedir Kadınların kamu kesiminde yer almaları daha geçtir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren öncelikle sağlık ve eğitim alan ve mesleklerinde kamu hizmetine girmişlerdir

 • Cumhuriyet döneminde kadın işçilere yönelik ilk önemli sayısal veriler, 1927 Sanayi Sayımı

• Cumhuriyet döneminde kadın işçilere yönelik ilk önemli sayısal veriler, 1927 Sanayi Sayımı sonuçlarıdır. Bu sayımda daha öncekilerden farklı olarak, ülkedeki tüm sanayi kuruluşları kapsanmış; ancak işgücünün cinsiyet dağılımı sadece dört ve daha fazla işçi çalıştıran işletmeler itibariyle dikkate alınmıştır. Bu sayım sonuçlarına göre çalışan kadın oranı %25. 58’dir. Yani dörtten fazla işçi çalıştıran sanayi kuruluşlarında çalışan her dört işçiden biri kadındır. Bu sonucun oluşmasında ilk neden, istihdam faaliyetlerinin kadınların geleneksel olarak yer aldığı olduğu istihdam sektöründe yoğunlaşması; ikinci neden, savaşlar dolayısıyla erkek işgücünde meydana gelen eksilmedir. Üçüncü neden olarak, eşlerini savaşta kaybeden kadınların çalışma yaşamına girmek durumunda kalması gösterilebili

 • 1963 yılında başlayan planlı kalkınma döneminde kadın-erkek eşitliğini amaçlayan ve kalkınmanın öznesi

• 1963 yılında başlayan planlı kalkınma döneminde kadın-erkek eşitliğini amaçlayan ve kalkınmanın öznesi olarak kadınları hedef alan düzenlemelere fazla rastlanmamaktadır. Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1990– 1994) kadın konusu ilk kez başlı başına bir sektör olarak yer almaktadır. 1990 yılına dek kalkınma planlarında toplumsal cinsiyet eşitliği, daha özelde kadınlarla ilgili politikalar ayrı bir başlık altında ele alınmamıştır.

 • Eğitim sağlık ve istihdam gibi alanlardaki iyileştirmelerin kadınları da etkileyeceği varsayılmıştır. Öte

• Eğitim sağlık ve istihdam gibi alanlardaki iyileştirmelerin kadınları da etkileyeceği varsayılmıştır. Öte yandan 1990 yılından sonra da, kalkınma planlarında kadınlara yönelik düzenlemeler çocuk aile ve özürlüler gibi özel ilgi gruplarıyla ilgili düzenlemelerden biri olmanın ötesine geçememiştir. Yani kadın-erkek eşitliğine yönelik plan ve politikalar sosyal hizmet anlayışı ile ele alınmıştır

 • 2014 -2018 dönemini kapsayan Onuncu Kalkınma Planı’na bakıldığında ise, başta gençler ve

• 2014 -2018 dönemini kapsayan Onuncu Kalkınma Planı’na bakıldığında ise, başta gençler ve kadınlarda olmak üzere işgücüne katılımın ve istihdamın artırılması, işsizliğin azaltılması, iş kazalarının ve kayıt dışı istihdamın önlenmesi, işgücü niteliğinin yükseltilmesi ve kırılgan istihdamın azaltılması hususlarının önemini korumakta olduğu ifade edilmektedir. Buradan yola çıkarak, kadınların karar alma mekanizmalarında daha fazla yer almaları, istihdamının artırılması, eğitim ve beceri düzeylerinin yükseltilmesi ile aile ve iş yaşamının uyumlaştırılmasına yönelik güvenceli esnek çalışma, kreş ve çocuk bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve erişilebilir kılınması ile ebeveyn izni gibi alternatif modellerin uygulanması da 10. Kalkınma planı hedef ve politikaları arasında yer almaktadır (Onuncu Kalkınma Planının onaylandığına ilişkin karar, 2013). Bu planda “Kadınların işgücüne katılım ve istihdam oranlarının Plan dönemi sonunda sırasıyla yüzde 34, 9 ve yüzde 31’e yükseltilmesi” somut olarak belirlenmişti

 • Fordizmin bunalımı 1960’lı yılların ikinci yarısından sonra belirmeye başlamış, 1974 petrol bunalımı

• Fordizmin bunalımı 1960’lı yılların ikinci yarısından sonra belirmeye başlamış, 1974 petrol bunalımı ise bir kırılma noktası olmuştur. Bu süreçte ekonomik daralmanın işsizliği yükseltmesi, sosyal güvenlik harcamalarındaki artış devlet harcamalarını göreli olarak arttırmıştır. Artan devlet harcamaları sermaye tarafından bunalımın nedeni olarak gösterilmiştir. 1970’li yıllarda yeniden yapılanma başlamış, fordist birikim rejiminin yerini “postfordizm” olarak da adlandırılan esnek birikim ve küresel tekelci düzenlemeler almıştır. Böylece, sermaye artık değer oranını ulusal sınırları aşarak, emeğin ucuz olduğu ülke ve bölgelere kaydırarak yükseltmeye başlamıştır. Burada da amaç artı değerin oranını arttırmak olup fordizmden farklı değildir

 • Ülkemizde de hızla gelişen teknoloji ve rekabet ortamı, ister istemez İş Hukuku’nun

• Ülkemizde de hızla gelişen teknoloji ve rekabet ortamı, ister istemez İş Hukuku’nun rekabete uydurulması ihtiyacı doğmuştur. 1971 yılında yürürlüğe giren 1475 sayılı İş Kanununda esnekliğe ilişkin düzenleme bulunmamaktaydı (Tunçay, 1995, s. 22 -45). 10. 06. 2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun 13. maddesinde “İşçinin normal haftalık çalışma süresinin, tam süreli iş sözleşmesiyle çalışan emsal işçiye göre önemli ölçüde daha az belirlenmesi durumunda sözleşme kısmi süreli iş sözleşmesidir” şeklinde kısmi süreli iş sözleşmesinin tanımı yapılarak dolaylı da olsa kısmi süreli çalışma mevzuatımızda ilk defa tanımlanmıştır.

 • Kanun metninde “önemli ölçüde az” olarak tanımlanan kısmi çalışma, kanun maddesinin gerekçesinde

• Kanun metninde “önemli ölçüde az” olarak tanımlanan kısmi çalışma, kanun maddesinin gerekçesinde günlük çalışmanın 2/3’ü yani haftalık en çok 30 saat olarak belirlenmiştir. Düzenleme yeni olduğundan kısmi ücretli çalışanların cinsiyetlere göre dağılımı henüz yapılamamıştır. Ancak daha önce yapılan çalışmalarda çalışma süreleri uzadıkça evli kadınların çalışmasının azaldığı tespit edilmiştir (Tunalı, 2004, s. 49). Bu durumda kısmi süreli çalışmanın en çok evli kadınlar tarafından tercih edileceği tahmini yapılabilecektir

 • Kısmi çalışma, uzaktan çalışma gibi esnek çalışma modelleri günümüz şartlarında hem kayıt

• Kısmi çalışma, uzaktan çalışma gibi esnek çalışma modelleri günümüz şartlarında hem kayıt dışılığı azaltacak hem de kadınların işgücüne katılımlarının önünü açacaktır. Belli dönemlerde esnek çalışma imkanına kavuşabilen kadın iş hayatından uzaklaşmayacak, şartları uygun olduğunda tekrar tam zamanlı çalışma imkanına da kavuşacaktır. Bakım yükümlülüklerinin aile içinde eşit dağılımı ve toplumsal cinsiyetçi bakış açısının değişmesi kısa vadede gerçekleşebilecek konular olmadığından esnek çalışma modelleri kadınları iş hayatına girmelerini kolaylaştıracağı gibi kopmalarını da önleyecektir. Bu konuda yapılacak düzenlemelerin güvenceli esneklik ekseninde konunun sosyal güvenlik dahil tüm boyutları göz önünde bulundurularak yapılması bazı kesimlerin tereddütlerini de giderecektir

 • Göç eden kadınların sayısındaki artış ve kadınların ülkemizde olduğu gibi diğer ülkelerde

• Göç eden kadınların sayısındaki artış ve kadınların ülkemizde olduğu gibi diğer ülkelerde de ev işleri, bakım hizmetinde yani toplumsal cinsiyet anlayışının kadınlara yüklediği alanlarda istihdam edildikleri görülmektedir. Yani gelişmiş ülkelerin kadınları toplumsal cinsiyetçi anlayışın kendilerine yüklediği sorumlulukları daha az gelişmiş ülkelerden gelen göçmen kadınlara yaptırmak suretiyle işgücüne katılmaktadırlar.

 • Bu durum gelişmiş ülke kadınlarının işgücüne katılımını arttırmakla birlikte, küresel anlamda adaletsizlik

• Bu durum gelişmiş ülke kadınlarının işgücüne katılımını arttırmakla birlikte, küresel anlamda adaletsizlik olgusunu ortaya çıkarmaktadır. Nasıl ki küresel bir rekabetten ve buna uygun hareket etmekten bahsediliyorsa küresel adalette aynı şekilde gündeme gelmelidir. Gelişmiş ülkelerdeki kadınların refahını be işgücüne katılımını arttırmanın bedelini daha az gelişmiş ülkelerde göç ederek sosyal güvenceden uzak ve düşük ücretle çalıştırılan kadınlar ödememelidir

 • Kadınların kırsal kesimde işgücüne katılım oranlarında gözlenen düşüşle ilgili açıklamalarda köyden kente

• Kadınların kırsal kesimde işgücüne katılım oranlarında gözlenen düşüşle ilgili açıklamalarda köyden kente göç en çok kullanılan nedenlerden olmuştur. Bu noktada önemli nokta kentli nüfustaki hızlı artışa rağmen kentli kadınların işgücüne katılımlarında neden yeterli oranda yükselme olmadığı, hatta neden düşme olduğudur. Bu düşüşe bakarak kentlerdeki işgücü piyasasının kadınlara istihdam yaratamadığı veya kadınların ev dışında çalışmayı arzu etmediği gibi kaba sonuçlara ulaşmak doğru mudur? 1980 sonrası makroekonomik değişmelerin ve bunların kentli nüfusa yansımalarının olumsuz sonuçlar doğurduğu ve bu olumsuzluklara kentte yaşayan hanelerin daha çok parasal gelir elde etme yolları arayarak karşı koymaya çalıştıkları tartışması bizi doğal olarak kentlerde işgücüne katılım oranlarında artış olacağı beklentisine sokar. Toplamda kadınların işgücüne katılımlarında düşüş olduğunu izlemek bu nedenle ilk bakışta şaşırtıcıdır

 • 1995 yılında istihdam edilen toplam 5. 976. 000 kadının %71, 2’si tarımda,

• 1995 yılında istihdam edilen toplam 5. 976. 000 kadının %71, 2’si tarımda, %13, 2’si sanayide, %19, 2’si hizmet sektöründedir. 2007 yılında ise çalışan kadın sayısı 5. 356. 000’ya düşmüş olup tarımın payı %47’ye düşmüş, hizmetler 37, 9’a, sanayi 14, 2 ‘ye yükselmiştir. Günümüzde ise çalışan kadın sayısında bir artış yaşandığı göze çarpmaktadır.

 • 2012 yılına gelindiğinde istihdam edilen toplam kadın sayısının 7. 309. 000 olduğu

• 2012 yılına gelindiğinde istihdam edilen toplam kadın sayısının 7. 309. 000 olduğu görülmektedir. İstihdam edilen kadınların %39, 2’si tarımda, %45’i hizmetler sektöründe, %14, 8’i de sanayi sektöründe çalışmaktadır. Buna göre istihdamda en büyük paya sahip olan tarımın oranı Türkiye genelinde istikrarlı bir şekilde azalmaktadır. Ancak daha çok kentsel istihdamın göstergesi olan sanayi ve hizmetlerdeki oran kentsel nüfusun hızlı artışına rağmen çok yavaş bir gelişim seyri izlemektedir. Bu durum kentleşme eğiliminin kentlerdeki kadın istihdamını artırmadığı, hatta toplam kadın istihdamın ve katılımını azalttığı şeklinde yorumlanabilir

 • 2012 yılında toplam istihdam içinde ücretli ve yevmiyeli çalışanların %62, 9, ücretsiz

• 2012 yılında toplam istihdam içinde ücretli ve yevmiyeli çalışanların %62, 9, ücretsiz aile işçileri %13, 1, kendi hesabına çalışanlar %18, 9 ve işverenler %4, 9 oranındadır. Çalışanların işteki durumlarına cinsiyet bazında ayrıştırarak bakıldığında kadınların %33, 6’sı, erkeklerin %4, 6’sı ücretsiz aile işçisi, kadınların %54, 2’si, erkeklerin %66, 5’i ücretli veya yevmiyeli, kadınların %10, 7’si erkeklerin %22, 3’ü kendi hesabına, kadınların % 1, 2’si erkeklerin %6, 5’i işveren olarak istihdama katılmaktadır. Ücretsiz aile işçiliği esas itibariyle tarım kesimine özgü olup tarım kesiminde çalışan kadınların %77, 9’u ücretsiz aile işçisidir

 • TÜİK Mart 2013 Hane Halkı İşgücü Anketi (HİA) sonuçlarına göre, Türkiye’de istihdamın

• TÜİK Mart 2013 Hane Halkı İşgücü Anketi (HİA) sonuçlarına göre, Türkiye’de istihdamın %36, 7’si kayıt dışıdır. 2013 Mart ayı verilerine göre kadınlarda kayıt dışılık oranı %51, 6, erkeklerde ise %30, 4’tür. Kadınlar için bu oranın yüksek olmasının nedeni ise, kadınların çoğunlukla kayıt dışının gözlendiği, emek yoğun sektörlerde (tekstil, konfeksiyon, gıda ve hizmet vb. ) istihdam imkanı bulabilmesidir. Tarım dışı sektörlerde erkeklerin kayıt dışı çalışmaları %33, 5 iken, kadınlar da bu oran %36, 6’ya yükselmektedir. Bu durum temel sosyal güvenlik haklarından yoksun olan kadının çalışma hayatına katılmasını engellemektedir.

 • Zorunlu eğitim süresinin sekiz yıla çıkarılması ilköğretimde kızların okullaşma oranlarını olumlu yönde

• Zorunlu eğitim süresinin sekiz yıla çıkarılması ilköğretimde kızların okullaşma oranlarını olumlu yönde etkilemiştir. Buna rağmen, eğitim kademelerinde kız-erkek okullaşma oranındaki eşitsizlik halen devam etmektedir. Öğrencilerini istihdama ve yükseköğrenime hazırlayan mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarında, kız ve erkek öğrencilerin okul türlerine göre dağılımında, cinsiyet ayırımı çok belirgin bir şekilde varlığını sürdürmektedir. 1975’ten bu yana, öğrencileri geleneksel olarak erkek mesleği diye düşünülen mesleklere hazırlayan erkek teknik okullarına, kız öğrenci alınmasına herhangi bir engel bulunmamasına rağmen kız öğrenciler tarafından tercih edilmemektedir. Bu yöndeki kuralların değişmesi geleneksel cinsiyet anlayışını ancak sınırlı bir şekilde etkileyebilmiştir

 • Türkiye’de tarımın Milli Gelir içerisinde ki payının hızla küçülmesi ve kırsal alanda

• Türkiye’de tarımın Milli Gelir içerisinde ki payının hızla küçülmesi ve kırsal alanda iş imkanlarının azalması, köyden kente göç sürecini hızlandırmıştır. Tarım istihdamındaki azalmanın sonuçlarından biri de kırsal alanda ücretsiz aile işçisi olarak çalışma yaşamına katılan kadınların oranının azalmasıdır. Köyden kente göç ise kadını ücretli aile statüsünden çıkarmakta, kayıt dışı sektöre iterek veya ev kadınlığı statüsü verilerek işgücüne katılım oranlarına dahi dâhil edilmemesi sonucunu doğurmaktadır. Kente göç eden kadın hem istihdam dışı kalmakta hem de iktisaden faal nüfusun dışına çıkmaktadır. Ancak göç sonrası geçirilen zamanın uzaması kadınların çalışmasını kolaylaştırmaktadır

 • Bakım kelimesinin bir yandan bakımla ilgili faaliyetler, öte yandan bakımını üstlenilen kişiye

• Bakım kelimesinin bir yandan bakımla ilgili faaliyetler, öte yandan bakımını üstlenilen kişiye (çocuk, anne, baba…) beslenen duygular olmak üzere iki anlamı olduğu söylenir. Bakım emeği ve duygusal emeğin iç içe geçmesi bakım emeğini piyasalaşmış emek kategorilerinden ayırır. Bu bağlamda ev işleri üçüncü bir kişiye kolaylıkla yaptırılabilir ancak ölçülmesi mümkün olmayan duygusal emeğin işin içine girdiği bakım hizmetlerinin yaptırılması ev işleri kadar kolay olmamaktadır.

 • Ev işleri, çocuk ve muhtaç aile büyüklerinin bakımını kadının sorumluluk alanında gören

• Ev işleri, çocuk ve muhtaç aile büyüklerinin bakımını kadının sorumluluk alanında gören zihniyet bu konuları bireysel olarak kadının çözmesini beklenmektedir. Bu durumun duygusal ağırlığını da yaşayan çalışan anneler çocuklarını bakıcı veya kreşlerde büyütürken vicdan azabı çekerler (Özkaplan, 2009, s. 15 -25). Mevcut kreş ve bakımevlerinin yetersiz olmasının yanı sıra mevcut olanların maliyetlerinin yüksekliği de kadınların iş arama aşamasına gelmeden işgücüne katılmaktan vazgeçmesine neden olmaktadı

 • Meslek gruplarına göre istihdama ilişkin kamu sektöründe kesin veriler olmasına karşılık özel

• Meslek gruplarına göre istihdama ilişkin kamu sektöründe kesin veriler olmasına karşılık özel sektöre ait güvenli veriler mevcut değildir. Hane halkı işgücü anketi verilerden hareketle nitelik gerektirmeyen işlerde kadınların oranı erkelerden fazla iken, toplumda erkek işi olarak görülen operatörlük gibi işlerde erkek çalışanların oranı kadın çalışanlardan fazladır. Profesyonel mesleklerde çalışan kadınları oranı erkeklerinkini aşarken, üst düzey yöneticilik konusunda kadınlar erkeklerin oldukça gerisinde görülmektedi

 • Cam tavanın aşılmasına yönelik işyerlerinde çeşitli yaklaşımlar ileri sürülmektedir. Birinci yaklaşımı izleyen

• Cam tavanın aşılmasına yönelik işyerlerinde çeşitli yaklaşımlar ileri sürülmektedir. Birinci yaklaşımı izleyen işyerleri kadınlara erkek gibi davranmayı öğreterek onları işgücüne katmak yoluna giderek, kadınlara erkek işlerinde erkek gibi davranarak görev yapmayı önermektedir. İkinci yaklaşımı izleyen şirketler kadınların özel ihtiyaç ve durumlarına uymaya çaba göstererek kadınlara doğum izni, kreş, esnek çalışma koşulları sunulmaktadırlar. Üçüncü yaklaşımda ise, şirketler özümseme ya da uyarlanma yoluna gitmeyip, bunun yerine kadınların işyerlerine getirdiği farklılıkları vurgulama, kadınları geleneksel faaliyetlerde veya kadın ürünlerinin kadınlara pazarlandığı işlere yönlendirerek çalışmaya katmaya çaba göstermektedirler

 • Türkiye’de bütün kadınlardan daha çok medeni durumları ile ilişkili olarak ev işleri,

• Türkiye’de bütün kadınlardan daha çok medeni durumları ile ilişkili olarak ev işleri, çocuk bakımı ve yaşlı bakımını üstlenmeleri beklenir. Evlenmemiş genç kadınlar ev dışında çalışma kararını daha özgürce alabilmekte iken evlenmeleri halinde eşlerinin onayı olmaması halinde iş hayatını terk ettikleri gözlemlenmektedir. Yani evli olmak işgücü piyasasına katılma kararının etkileyen temel belirleyicilerdendir. Kadınlar çalışma kararını verirken evdeki işlerin nasıl yapılacağını, çocuk ve yaşlılara kimler tarafından bakılacağını düşünmek zorundadır.

 • Çalışan kadınların çalışma yaşamında en sıkıntılı dönemleri çocukların okul yıllarıdır. Bu durum,

• Çalışan kadınların çalışma yaşamında en sıkıntılı dönemleri çocukların okul yıllarıdır. Bu durum, kadınların iş hayatına katılma ve devam etme kararlarını etkileyen önemli bir faktördür. Çocuk bakımının kurumsallaşmasındaki yetersizlik erkeklerden farklı olarak kadınların çalışma yaşamını doğrudan etkilemektedir (Ecevit, 2009, s. 159 -160). Çalışan kadınlar çocuk eğitimi ve bakımı konusunda destek alabilirlerse işten ayrılma gereği duymayabilir, böylece kariyer ve emeklilik imkânlarından yoksun kalmazlar. Kadının iş hayatına atılmadan önce ve çalışırken bütün bu sorunlara çözüm bulması gerekmektedir.

 • Birçok Avrupa Birliği ülkesinde yasal zemine kavuşmuş olan, hatta meslek hastalığı olarak

• Birçok Avrupa Birliği ülkesinde yasal zemine kavuşmuş olan, hatta meslek hastalığı olarak nitelendirilen işyerinde psikolojik taciz (mobbing) kavramının direkt olarak 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun başlıklı 417 nci maddesinde yer aldığı görülmektedir. Söz konusu maddenin birinci fıkrasında “İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. ” ifadesine yer verilmiş, böylece işverene işçinin kişiliğini koruma, kişiliğine saygı gösterme, sağlığını gözetme, işyerinde ahlaka uygun bir düzenin gerçekleşmesini sağlama yükümlülüğü getirilmiştir

 • Ülkemizde kadınların işgücüne katılımı 1988 yılında %34, 8 iken 2004 yılına kadar

• Ülkemizde kadınların işgücüne katılımı 1988 yılında %34, 8 iken 2004 yılına kadar düşüş eğilimine girmiş ve 2004 yılında %23, 3, olarak gerçekleşmiştir. 2004 yılı kırılma noktası olmakla beraber yıllar itibariyle düşüşünün altında sosyal, hukuksal, ekonomik pek çok neden bulunmaktadır. Bu durum ağırlıklı olarak ülkemizde daha çok köyden kente göç olgusu ile birlikte kırsal kesimde ücretsiz aile işçisi olarak işgücü rakamlarına dahil edilen kadınların, kente geldiklerinde ev kadını statüsünde tanımlanarak işgücü hesaplarına dahil edilmemesi olgusundan kaynaklanmaktadır. Kadın işsizliği sorun olmakla beraber, kadının işgücü hesaplamalarına dahi sınırlı olarak katılması istihdam politikalarında dahi yer alamaması sonucunu doğurmaktadır. O halde kırsal kesimde ücretsiz aile işçisi olarak tanımlanan kadınlarla ev kadını olarak tanımlanan kadınlar arasında işgücüne katılım konusunda fark gözetilmemesi ev kadını olarak nitelendirilen kadınların da işgücü hesabına katılması gerekmektedir

 • Kadının işgücüne dahil edilmesi öncelikli adım olarak atılmalı, önce görünmeyen görünür hale

• Kadının işgücüne dahil edilmesi öncelikli adım olarak atılmalı, önce görünmeyen görünür hale getirilmelidir. Böylece işsizlikle kayıt dışı ile mücadele daha gerçekçi hale gelecektir. Bunun dışında fırsat eşitsizlikleri giderilmeli, örgün ve mesleki eğitime kadınlar dahil edilmeli, kırsal kesimdeki ücretsiz aile işçilerinin sosyal güvenliği sağlayan düzenlemeler yapılmalı, çocuk, yaşlı bakımı ve ev işlerinin kadının değil ailenin sorumluluğu olarak görülmesi sağlanmalıdır. Bu konularda yapılan çalışmalar ve atılan adımlar sadece kadının değil toplumun refahını arttıracaktır.

Şeker: GÖÇ SÜRECİNDE KADIN • Göç insanlık tarihi kadar eski, çok boyutlu, karmaşık ve

Şeker: GÖÇ SÜRECİNDE KADIN • Göç insanlık tarihi kadar eski, çok boyutlu, karmaşık ve heterojen bir olgudur. Kavram en geniş anlamıyla “insan hareketliliği” şeklinde tanımlanır; ancak sadece fiziki bir yer değiştirmeyi değil sosyoekonomik ve kültürel bir yapıdan diğerine geçmeyi de ifade eder. Günümüzde yaklaşık 232 milyon insan yaşadıkları göç deneyimi sonrasında kendi ülkesi dışında yaşamaktadır

 • Geçici göçler kısa dönemli bir amacı gerçekleştirmek için yapılan göçlerdir. Ekonomik amaçla

• Geçici göçler kısa dönemli bir amacı gerçekleştirmek için yapılan göçlerdir. Ekonomik amaçla yer değiştiren mevsimlik işçiler, yaşadıkları ülke ya da kent dışında eğitim gören öğrenciler geçici göç kapsamında değerlendirilebilir. Yaşamın geri kalanını göç edilen yerde sürdürmek amacıyla yola çıkılan en azından sürecin başlangıcında geri dönüş düşüncesinin olmadığı göçler ise sürekli göç olarak adlandırılabilir

 • Göç alan ve göç veren gruplar arasındaki ekonomik, sosyal, kültürel ve demografik

• Göç alan ve göç veren gruplar arasındaki ekonomik, sosyal, kültürel ve demografik etkileşim, çok kültürlü sürekli oluşum halindeki bir toplumsal yapıya işaret eder (Castes ve Miller, 2008: 29) ve bu nedenle süreci tam olarak ifade edebilecek genişlikte ve geçerlilikte tam bir tanım ve tasnif yapmak zorlaşır

 • Göç sürecini neden ve sonuçları ile anlaşılır kılmayı amaçlayan bütün kuramsal yaklaşımlar

• Göç sürecini neden ve sonuçları ile anlaşılır kılmayı amaçlayan bütün kuramsal yaklaşımlar bir noktada uzlaşırlar. Göç edenler -sebebi ne olursa olsun- bu süreçten farklı derecelerde etkilenir. Göç ettikleri yerde dil, sosyal ve kültürel çevreye ve yeni statüye uyum sağlama, sosyal destek ağını ve kişilerarası ilişkileri yeniden düzenleme gibi farklı sorunlarla başa çıkmaya çalışırlar. Ülke vatandaşlarına tanınan siyasî, sosyal ve hukukî hakların birçoğundan yararlanamazlar. Özellikle kayıt dışı göçmenler hiçbir yasal hakka sahip değildir ve sıklıkla psikolojik (örneğin taciz), fizikî (kötü çalışma koşulları) ve ekonomik istismara uğrarlar. Oysa göç kararı alan bireylerin, göç etmeden önce yaşadıkları yerin sunduğu imkânlarla çözemedikleri sorunları vardır (Cohen ve Sirkeci, 2011: 110) ve göç süreci onları yeni sorun alanlarında yeni becerilerle donanarak mücadele etmeleri gereken bir duruma getiri

 • Ataerkil toplumlarda toplumsal cinsiyet rolleri, erkeğin kadın üzerindeki iktidarını meşru ve sürekli

• Ataerkil toplumlarda toplumsal cinsiyet rolleri, erkeğin kadın üzerindeki iktidarını meşru ve sürekli kılacak biçimde yapılanmıştır. Erkek özel alandan başlayarak yaşamın tüm alanlarında kadını denetler. Kadınlar da toplumsal yaşamda kendilerini korumak ve gerçekleştirmek adına erkeğe bağımlı davranış tarzını benimsemiş bir görünüm sergilerler, bazen de çocuklarına ve hatta diğer kadınlara bu davranış tarzını öğreterek ataerkil düzenle işbirliği yapmaya meylederler. Ancak hiçbir iktidar sonsuza dek sürmez, ataerkil düzenin maddi temelleri de yeni piyasa güçlerinin etkisi altında çökmektedir. Yeni şartlar giderek daha fazla sayıda kadını işgücü piyasalarına çekerken ev içi bakım sorumluluklarını da piyasa tarafından karşılanacak hizmetler kategorisine dahil etmektedir.

 • Toplumsal değişimin toplumsal cinsiyet rollerine özgü ve farklı etkilerine ikinci dalga feminist

• Toplumsal değişimin toplumsal cinsiyet rollerine özgü ve farklı etkilerine ikinci dalga feminist yaklaşımın etkisi ile 1960’lı yılların ortalarından itibaren ilgi duyulmaya başlanmıştır. Bu tarihten önce göç sürecini ele alan araştırmalar cinsiyet farklılıklarını önemsememiştir, çünkü göçün asıl aktörünün aileyi kamusal alanda temsil eden ve gelir getiren erkek olduğu düşünülmüştür.

 • Kadınların ise erkeğin kararlarına tabi olduğu ve onunla benzer olumsuz sonuçlara katlandığı

• Kadınların ise erkeğin kararlarına tabi olduğu ve onunla benzer olumsuz sonuçlara katlandığı varsayılmış, bir nevi “cinsiyet körlüğü” yaşanmıştır (Ünlütürk Ulutaş ve Kalfa, 2009). 1970’lere kadar göçle ilgili yazılarda göç eden kadınlar, erkek tarafından gerçekleştirilen bir olayın edilgen figüranı olarak ele alınıp incelenmiştir. Göç, ailenin eşitsiz cinsiyetçi ilişkilerinin ön plana çıktığı, çoğunlukla erkek, aile büyükleri veya cemaat tarafından alınan bir karar olarak kavranmıştır

 • 1980’lerden itibaren literatürde ilgi, göç eden kadınların benzer deneyimleri, hedef ülkenin işgücü

• 1980’lerden itibaren literatürde ilgi, göç eden kadınların benzer deneyimleri, hedef ülkenin işgücü piyasasındaki işlevleri gibi başlıklara yönelmiştir. 90’lardan itibaren kadının, göç sürecinin “mağduru” şeklinde kodlanan pasif konumundan “değişimin faili” olarak tanımlandığı aktör konumuna doğru kaydığı görülür. Aynı zamanda göç edenlerin toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlik ve şiddetten korunması gerektiği ve bu amaçla uluslararası göç hukukunun düzenlenmesi gerektiği fikri de ön plana çıkmıştır. Son dönem çalışmalar kadının gelişmiş ülkelerin -örneğin bakım hizmetleri içinartan kadın işgücü ihtiyacı ya da insan ticareti gibi nedenlerle göçün öznesi haline geldiğini göstermektedi

 • Kadınların göç etmesine savaş, çatışma, karmaşa, kıtlık, ekonomik güçlükler, tabii afetler ve

• Kadınların göç etmesine savaş, çatışma, karmaşa, kıtlık, ekonomik güçlükler, tabii afetler ve insan hakları ihlalleri gibi durumlar neden olabilir. Aynı zamanda şiddet, geleneksel kadın rollerinin baskısı gibi sosyal ve kültürel nedenler de kadınları göç etmeye zorlar (Anker, 2002: 6). Kadınlar göç sürecine toplumsal cinsiyet rolleri gereği üstlendikleri sorumluluklar ile katıldıklarından göçün ve kadın olmanın mağduriyetini birarada yaşarlar, bu açıdan çifte dezavantajlı ve hassas grupturlar (Sam, 2006: 408). Göç eden kadınlar hem aile içinde hem de hedef ülkenin işgücü piyasalarında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan olumsuz yaşam koşulu ile mücadele etmek zorunda kalırlar. Yasal açıdan yeterince korunmadıkları için kamusal alanda kendilerini ülke vatandaşı olan hemcinsleri kadar bile ifade edemezler

 • Kadınlar ailenin erkek üyelerinin iş bulması, iş yerlerinin değişmesi (tayin) vb. durumlarda

• Kadınlar ailenin erkek üyelerinin iş bulması, iş yerlerinin değişmesi (tayin) vb. durumlarda onları takip etmek zorunda kalırlar (İlkkaracan ve İlkkaracan, 1998: 38). Aile birleşimi ile bağlantılı göç olarak adlandırılan bu durumda kadınlar erkeği, aileyi, akrabayı takip eden, eş, gelin ya da çocuk olarak göç sürecinin ikincil ve bağımlı öğesi olarak ele alınırlar. Kadınlar aynı zamanda göç hukukunda da evlilikle kazanılan statüye bağlı olarak tanımlanır; aile birleştirme programı ile uluslararası kadının çocuklar gibi bağımlı olduğu düşünülerek göçmen kişiye katılmasına imkân tanınır. Uluslararası hukukta kadının göçmenlik statüsü, eş olarak kocasına göre şekillenmiş ikincil bir durumdur

 • Aile içerisinde kadınlar tarafından yerine getirilen ücretsiz gayrı resmî bakım hizmeti ile

• Aile içerisinde kadınlar tarafından yerine getirilen ücretsiz gayrı resmî bakım hizmeti ile ev içi işler, göç alan gelişmiş ülkelerde kadın göçmenler tarafından üstlenilmektedir. Genellikle toplum hayatında yoğun emek gerektiren çocuk, yaşlı bakımı, ev temizliği ve benzeri ev hizmetleri, evcil hayvan bakımı, hasta bakımı vb. hizmetler kadın istihdamının yoğun olduğu çalışma alanlarıdır

 • Kadınlar farklı göç tiplerinde (insan ticareti, göçmen işçi vb. ) ötelenen, faydalanılan,

• Kadınlar farklı göç tiplerinde (insan ticareti, göçmen işçi vb. ) ötelenen, faydalanılan, erkeğin gölgesinde kalan veya ayrıcalıklı önem atfedilmeyen bir öğe olarak incelenir. Göç sürecinin başlangıcından itibaren kadınların karar alma süreçlerine katılımı - ataerkil toplumsal yapının her alanında olduğu gibi- erkeklere göre sınırlıdır. Toplumsal cinsiyet rolleri ile tutarlı olarak kadınların sorumluluğu ev içi ücretlendirilmeyen işler ile çocuk ve yaşlı bakımından ibarettir.

 • Ailesi ile göç eden kadının sorumluluklarına geleneksel kültürün yaşatılması, yeni kültüre uyum

• Ailesi ile göç eden kadının sorumluluklarına geleneksel kültürün yaşatılması, yeni kültüre uyum sağlanması ve aile bağlarının, akrabalık ilişkilerinin korunması gibi ek görevler de eklenir. Ailenin yaşadığı ekonomik sıkıntılar kadınları düşük ücretli, güvencesiz ve vasıfsız işlere doğru yöneltir. Göç ettikleri ülkenin ekonomik yaşamına katkı sağladıkları halde ülke yasalarınca korunmaz, aile içinde de nadiren ataerkil iktidarın baskısından kurtulurlar

 • Göç deneyimi, kadının zihinsel temsillerinde toplumsal cinsiyet rol ve sorumluluklarına ilişkin değişime

• Göç deneyimi, kadının zihinsel temsillerinde toplumsal cinsiyet rol ve sorumluluklarına ilişkin değişime neden olmaktadır. Kadınların, iyi bir eş ve anne olma çabasının yanı sıra çalışma hayatında var olma mücadelesine karşın sosyal destek imkânlarını yitirmiş olması hayat şartlarını ağırlaştırmaktadır. Ayrıca göç edilen ülkeye uyum sağlamak konusunda kadınlar daha hızlı ve başarılı olmak zorunda bırakılmaktadır

GÜÇ: İslamcı Feminizm: Müslüman Kadınların Birey Olma Çabaları • 19. yüzyıla sistemleşen feminist söylem,

GÜÇ: İslamcı Feminizm: Müslüman Kadınların Birey Olma Çabaları • 19. yüzyıla sistemleşen feminist söylem, oryantalist ve sömürgeci erkeler vasıtasıyla bir yandan da batı-dışı toplumları özellikle de İslam kültür coğrafyasını etkilemiştir. Özellikle, sömürgeci ve oryantalist söylemler ile başlatılan Müslüman kadının konumu tartışması, kısa bir süre içinde İslam ülkelerinin modernleşme/batılılaşma yanlısı aydınları tarafından sürdürülmüştür.

 • Böylece feminist söylemin etkileri devam etmiş, müslüman kadınlar arasında gelişen eleştirel yaklaşımlar

• Böylece feminist söylemin etkileri devam etmiş, müslüman kadınlar arasında gelişen eleştirel yaklaşımlar feminizm başlığı altında değerlendirilmiştir. Öte yandan, kadın sorunu (women question) düşünce hayatındaki gelişmelere koşut olarak milliyetçi hareketlerin ve uluslaşma sürecinin de özel bir önem vermesiyle günümüze kadar tartışıla gelen bir konu olmuştur. Böylece toplumsal değişimin en önemli simgelerinden biri kadın olmuş ve kadının topluma katılımı toplumsal ilerlemenin göstergesi kabul edilmiştir.

 • İslam kültürü içinde gelişen eleştirel kadın bilinçliliğini ilk tetikleyenlerin batılı erkekler olduğunu

• İslam kültürü içinde gelişen eleştirel kadın bilinçliliğini ilk tetikleyenlerin batılı erkekler olduğunu söylebiliriz. Sömürgeci erkekler, Müslüman toplumlardaki kültürel değişmede kadının özel bir yeri olduğuna inanmışlar ve adeta kadın yaşamının çözülmesi ile bu toplumların batı karşısında güçsüzleşeceğine inanmışlardır. Diğer taraftan oryantalistler ise, fikri planda İslam imajının olumsuzlanmasında kadın ve –peçe, örtü, harem gibi- kadınla ilgili konuların işlenmesine özel bir önem vermişlerdir 5.

 • Dıştan gelen, farklı çıkış noktaları olsa da bir öteki olarak Doğu’yu inşa

• Dıştan gelen, farklı çıkış noktaları olsa da bir öteki olarak Doğu’yu inşa etmeye çalışan bu söylemlerin entellektüel müslümanlar üzerinde derin etkileri olmuştur. Leila Ahmed’in de işarettiği gibi, batılı erkekler kendi toplumlarında yükselen feminist eleştirilere soğuk dursalar da İslam ülkeleri söz konusu olduğunda, kadının toplumda geri kalmış olmasını başta eğitim hakkı olmak üzere “haklar”dan mahrum bırakılmalarına bağlamışlardır.

 • Lord Cromer örneğinde olduğu gibi kadınların eğitim hakları için özel gayret gösterirken

• Lord Cromer örneğinde olduğu gibi kadınların eğitim hakları için özel gayret gösterirken kendi ülkelerinde tam tersi bir tavır sergileyen sömürgeci erkeklere rastlanmaktadır 6. İslam ülkelerinin geri kalmış olduğunu “kadının geri kalmışlığı” ile değerlendiren yaklaşımlar, entelektüel müslüman erkeklerde –ve tartışmalara katılabilen kadınlarda- savunmacı bir yaklaşımı doğurmuştur. İslam’ın kadına haklarını verdiği, geleneksel yaklaşımların ve toplumsal adetlerin bu hakların uygulanmasını engellediği yönündeki cevaplar bu süreçlerin ürünüdür.

 • Bu söylemin gelişiminde, oryantalist ve sömürgeci tecrübelere sahip ülkelerdeki tartışmaların bilhassa Mısır’ın

• Bu söylemin gelişiminde, oryantalist ve sömürgeci tecrübelere sahip ülkelerdeki tartışmaların bilhassa Mısır’ın özel bir yeri vardır. 19. yüzyılda Mısır’da başlatılan tartışmalar, uzunca bir süre İslamcı feminist söylem altında birleştirilen yaklaşımları canlı tutmuşlardır. Son yıllarda ise bu sahadaki çalışmalar çoğunlukla Batı’da yaşayan müslüman kadınlar, İran’daki Zanan dergisi çevresi ve Malezya’daki Sisters in Islam (SIS) grubu tarafından üstlenmiştir.

 • Bugün İslamcı feminizm gibi bir olgudan bahsedilmemizi mümkün kılan gelişmenin temeli, kadınların

• Bugün İslamcı feminizm gibi bir olgudan bahsedilmemizi mümkün kılan gelişmenin temeli, kadınların düşüncelerini paylaşabilmelerinde, onları ortak bir zeminde ele almaya imkan sağlayan çalışmaların artışında ve böylece üzerinde çalışılabilecek bir grup oluşturmalarında yatmaktadır. Tıpkı feminist söylemin sistemleşmesinde olduğu gibi anahtar nokta, yazının kullanılıyor oluşudur. Entellektüel müslüman kadınlar, kadının toplumsal konumu ve hakları konusunu dile getirirken İslam dini ve geleneği içinden bir duruş sergilemektedirler. Onları, aynı kültürel arka plana sahip oldukları seküler (müslüman) feministlerden ayıran en temel nokta ise, dini metinleri özellikle ana kaynağı söylemlerinin merkezine yerleştiriyor olmalarıdır.

 • İslamcı feminizmin hem bir kavram olarak kullanımında hem de bir kimlik olarak

• İslamcı feminizmin hem bir kavram olarak kullanımında hem de bir kimlik olarak sahiplenmesinde sorunlar olmakla birlikte, bu kavramın İslam kültürü içinde gelişen yeni bir kadın söylemine işaret ettiği tartışma götürmezdir. Günümüzde kendisini İslamcı feminist olarak görsün ya da görmesin İslamcı kadın yazarların kadın konusundaki görüşleri ve çalışmaları, İslamcı feminist söylemin üretimine katkı olarak değerlendirilmekte ve kendileri İslamcı feminist olarak nitelenmektedir.

 • Biz bu makalede, bu kullanımların yarattığı sorunları paranteze alarak bu yeni söylemi,

• Biz bu makalede, bu kullanımların yarattığı sorunları paranteze alarak bu yeni söylemi, daha net bir ifade ile entellektüel müslüman kadınların din ve gelenek bağlamında kadın sorununu tartıştıkları çalışmalarında öne çıkan temel yaklaşımları ele almayı amaçlıyoruz. Aynı zamanda, ortaya çıkan kimi sorunlara da işaret ederek, batılı feminist söylemin Müslüman kadın bilincine hangi noktalarda etki yaptığını ve İslami bir paradigma içinde ifade edilen bu kadın söyleminin kadın çalışmaları (women studies) sahasına neler katabileceği görmeye çalışacağız.

 • 1980 sonrasında, reform merkezli bir dini feminizm –batıda İslamcı feminizm ya da

• 1980 sonrasında, reform merkezli bir dini feminizm –batıda İslamcı feminizm ya da Müslüman feminizm olarak bilinen- farklı toplumlardaki Müslüman kadınlar arasında gelişmiştir. Bu akım öncelikle şehirlerde, seküler, sosyalist, batı yönelimli Ortadoğu’daki kadın hakları ve feminizmin çok erken öncülerine benzemeyen eğitimli, orta sınıf Müslüman kadınların arasında ortaya çıkmıştır. Bu kadınlar, kendi dini yönelimlerinden uzaklaşmamışlar, İslam’ı etik, kültürel ve ulusal kimliklerinin önemli bir unsuru olarak korumuşlardır 11.

 • Öte yandan modernizmin etkisiyle Müslüman kadınlar, sosyal siyasal eşitlik düşüncelerine ve modern

• Öte yandan modernizmin etkisiyle Müslüman kadınlar, sosyal siyasal eşitlik düşüncelerine ve modern yaşamın, özellikle de aile yapısı ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinin feminist yeniden yorumuna doğru ilerlemişlerdir. Bu sebeple İslamcı feminizm, batılı feminizmden farklı bir alternatif sunmaya çalışmasına rağmen modernliği kabul ederek modernlikle yapılmış bir yüzleşme olarak da ele alınabilir.

 • Bu söylem kimilerine göre ise, batılı bir ithal mal olarak atmaktan kaçınıldığı

• Bu söylem kimilerine göre ise, batılı bir ithal mal olarak atmaktan kaçınıldığı için feminist taleplerin yerlileştirilmesi ya da meşrulaştırılması teşebbüsüdür 12. Bu akım başarılı olsun veya olmasın, batılı kolonyalizmin mirasıyla, oryantalist söylem ve bağımsız bir ulusal kimlikle yakından ilgilidir.

 • İslam ülkelerinde kadın konusunun genellikle toplumsal değişim tartışmaları bağlamında ele alınıp tartışıldığı

• İslam ülkelerinde kadın konusunun genellikle toplumsal değişim tartışmaları bağlamında ele alınıp tartışıldığı bilinen bir husustur. Ancak, uzun bir süre sömürgeci tecrübenin ve oryantalist söylemin etkisiyle daha çok savunmacı bir yaklaşımla Müslüman kadının hakları ve toplumsal konumu üzerinde durulduğuna dikkat edilmelidir. Bu ilk süreçte kadınların söylem üretmede daha pasif kaldığı söylenebilir. Bununla birlikte, 1980’lerden itibaren yeni bir sürece girilmiş ve 1990’lı yıllarda gündeme gelen İslamcı feminizm, kadınların bizzat kendilerinin ürettiği daha özgün bir söylem olmuştur. Bu dönemden itibaren İslamcı feminizm genel olarak, Müslüman kimliğe sahip ülkelerdeki –seküler feminizmden ayrı olanfeminist yaklaşımları ifade etmek için kullanılmıştır.

 • Biz de bir adım daha ileri giderek, İslamcı olarak nitelendirilen kadın hareketlerine

• Biz de bir adım daha ileri giderek, İslamcı olarak nitelendirilen kadın hareketlerine düşünsel zemini hazırlayan entellektüel çabaları, özellikle teoloji, felsefe, sosyoloji, antropoloji ve kültür çalışmalarından beslenen düşünce çizgisini İslamcı feminist söylem olarak ele almayı teklif ediyoruz. Zira bu söylem, birbirinden kopuk, farklı ülke tecrübelerine sahip kadınlar için ancak bu şekilde ortak bir zemin hazırlayabilir. Ayrıca, farklı şekillerde ifadesini bulsa da ortak bir din ve gelenekten beslenen müslüman kadınların en önemli çabaları, hem içinde bulundukları dini çevrelere hem de seküler gruplara karşı birey olduklarını ilan etmektir.

 • Bunun için de dini kaynaklara olduğu kadar sosyal bilimlere derinlemesine nüfuz etmiş

• Bunun için de dini kaynaklara olduğu kadar sosyal bilimlere derinlemesine nüfuz etmiş çözümlemelere gereksinim duyulmaktadır. İşte bu sebeple Amina Wadud, Rıfat Hassan, Aziza el-Hıbri, Asma Barlas, Hidayet Şefkatli Tuksal gibi kadın düşünürler ile Zanan dergisi çevresi ile Sisters in Islam (SIS) gibi kadın gruplarının başlattığı tartışmalar, İslamcı feminist söylem üzerinde konuşabilmemize imkan tanımaktadır. Öte yandan, aşağıda da zikredeceğimiz gibi, müslüman toplumlardaki her din ve kadın eksenli tartışmayı bu söyleme dahil eden ve bu sebeple ele aldığımız olguyu değerlendirmemizi zorlaştıran yaklaşımlar da mevcuttur

 • Bir söylem olarak ele almak istediğimiz yaklaşımlarda, kadın bakış açısı ile İslami

• Bir söylem olarak ele almak istediğimiz yaklaşımlarda, kadın bakış açısı ile İslami kaynakların yeniden gözden geçirilmesi ve yorumlanması ön plandadır. Moghadam’a göre İslamcı feministler Kur’an’ı yeniden yorumlayarak, şeriat hükümlerini yapıbozumuna uğratmışlardır 17. Kur’an’ın yeniden yorumunda ise içtihat söylemi ön plana çıkmıştır 18. Bu söylemdeki tartışmalarda ilk başvurulan kaynak şüphesiz Kur’an’dır. İslam hukukunun ataerkil söylemden etkilenmiş olması ve hadislerin de ataerkil düşünce ve uygulamaları destekleyecek şekilde yorumlanabilir olması nedeniyle sosyal ve siyasal eşitliği savunduğu düşünülen Kur’an’a daha fazla müracaat edilmektedir. Bu bağlamda, İslamcı feminist söylemin temel argümanının Kur’an’ın bütün insanların eşitliği prensibine (Hucurat 13) dayandığını 19 söyleyebiliriz.

 • Ancak İslamcı feministler, bu eşitlik prensibinin ataerkil düşünce ve uygulamalarla engellendiğini ve

• Ancak İslamcı feministler, bu eşitlik prensibinin ataerkil düşünce ve uygulamalarla engellendiğini ve bu sebeple de Kur’an’ın kadın-dostu bir bakış açısıyla yeniden yorumlanması gerektiğini savunmaktadırlar. Örneğin, Malezya’da faaliyet gösteren Sisters in Islam (SIS) grubu, feminist terminolojiyi kullanarak tefsir çalışmaları yapmaktadır. Kur’an okumalarına kadınlık tecrübelerini katan kadınların bu tür çalışmaları, erkeklerin tecrübelerine ve erkek merkezli sorunlara dayanan, dönemlerinin ataerkil bakış açılarının derin etkisini barındıran klasik ve klasik sonrası yorumları gün yüzüne çıkarmışlardır. Öte yandan İslamcı feminist söylemin dini metinlerin çözümlenmesi ile sınırlı olmadığının altını çizmemiz gerekir. Zira, Batılı feministlerin üzerinde önemle durdukları kadının toplumsal konumu ve hakları, toplumsal cinsiyet, kadına karşı şiddet gibi konular da ele alınmaktadır. Sisters in Islam grubu örneğinde olduğu gibi Kur’an ve hadisleri yeniden gözden geçiren İslamcı feministler, kadınlara karşı şiddetin gerçekte İslam dışı olduğu fikrini savunmuşlardır.

 • Yeni toplumsal cinsiyet duyarlı feminist yorumlarda, Kur’an’daki toplumsal cinsel eşitliğe (gender equality)

• Yeni toplumsal cinsiyet duyarlı feminist yorumlarda, Kur’an’daki toplumsal cinsel eşitliğe (gender equality) vurgu yapılmaktadır. İslamcı feministlere göre Kur’an’daki bu toplumsal cinsel eşitlik, yaygın ataerkil kültürlerin etkisini yansıtan tefsir külliyatlarında görünürlülüğünü yitirmiştir 21. Bu sebeple, Kur’an’daki kadın-erkek eşitliğini açıkladığı varsayılan ayetler bağlamında toplumsal cinsiyet (gender) konusu ele alınmaktadır. Nisa Sûresi 1. ayette yer alan “Sizi bir tek canlıdan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren…” ifadesi ile Hucurât Sûresi 13. ayetteki “biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık…” ifadesi dikkate alınarak kadın ve erkek arasında ontolojik açıdan bir fark olmadığının altı çizilmektedir. İslami prensipler ışığında erkeklik ve kadınlık kimliklerinin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde de duran entellektüel müslüman kadınlar, hem kendilerine biçilen Müslüman anne/eş rolünü hem de erkeklerin ailede bir eş, baba, kardeş, oğul olarak İslami rollerini oynayıp oynamadıklarını sorgulamışlardır. Pek çok ayet açıkça erkeklerin kadınlar üzerinde haksız güç kullanımına karşı uyarı ve öğütlerde bulunurken Kur’an’ın yorumlarıyla erkeklik ve erkek rolleri nasıl anlaşılmalıdır sorusu sorulmuş, erkeklik nosyonunun ciddi olarak araştırılması gerektiğine işaret edilmişt

 • islamcı feminist söylemin dile getirilişinde kadın gruplarının ve dergilerinin önemli bir yeri

• islamcı feminist söylemin dile getirilişinde kadın gruplarının ve dergilerinin önemli bir yeri vardır. Bu hususu, tarihi tecrübeleri ile İslamcı feminist söylemin gelişimine katkı sağlamış olan Mısır ve İran örneklerinde görmemiz mümkündür. İran’daki Payam-e Hajar, Zanan ve Farzaneh: Journal of Women’s Studies and Research gibi dergiler İslami bir perspektiften kadın haklarını desteklemektedir 29. Bu dergilerin İslamcı feminist söyleme yaptıkları katkılar çeşitli çalışmalarda ele alınıp çözümlenmiştir

 • Entellektüel müslüman kadınların düşüncelerini İslamcı feminizm başlığı altında toplamak bir dizi sorunu

• Entellektüel müslüman kadınların düşüncelerini İslamcı feminizm başlığı altında toplamak bir dizi sorunu da beraberinde getirmiştir. Bilhassa, bu kadın düşünürler tarafından üretilmiş olan kadın yazını ile ilgili yapılmış olan tanımlamalar, beklentilerin yönünü değiştirmiş ve bu yazının özgünlüğünü de gölgelemiştir. Zira feminist bir perspektiften dile getirilmesi beklenen kimi yaklaşımlar bu söylemde kırılmaya uğramıştır. Yapılan eleştirilerdeki hakim hava, bu yeni söylemin bir feminizm olup olmadığı konusunda kuşkuları yansıtmaktadır. Ancak bu tavır oldukça paradoksal bir yöne işaret etmesi bakımından önemlidir. Kendilerini ve çalışmalarını tanımlama fırsatı verilmemiş olan entellektüel müslüman kadınlardan yine kendilerine ait olmayan yaklaşımları beklemek, müslüman kadın sözkonusu olduğunda belirginleşen sağlıksız bir tutuma işaret etmektedir. Bu tutumu yansıtan değerlendirmelere kısa bir bakış, sisler arkasında kalan özgün bir kadın yazınını da daha net görebilmemize imkan tanıyacaktır.

 • Öte yandan, batılı feminist çabalarla karşılaştırıldığında, İslamcı feminist proje hem teori hem

• Öte yandan, batılı feminist çabalarla karşılaştırıldığında, İslamcı feminist proje hem teori hem de pratikte oldukça sınırlıdır. Mojab’a göre teorik bir çerçeveye ihtiyaç duyan bu feminist söylemler ve uygulamalar liberalizm ve legal pozitivizmin bir kopyası gibi görünmektedir. Batı liberalizminden farklı olarak İslamcı feminizmin evrensel formal eşitliği arzulamada yeterince hırslı, arzulu olduğu söylenemez 47. İslamcı feminist söyleme yöneltilen eleştiriler sadece teorik bir çerçeveden yoksun oluşuyla sınırlı değildir. İslamcı feministlerin sosyo-ekonomik ve politik sorunlardan daha çok teolojik tartışmalara vurgu yapmaları da eleştirilmekte ve bu şekilde İslami sistemin meşrulaştırıldığı ve yeniden üretildiği iddia edilmektedir. Bazılarına göre İslamcı feminizm patriarkiye karşı ciddi bir meydan okuma değildir ve bağımsızlıktan, sekülerizm ve demokrasiden hala uzaktır. Bu yaklaşıma göre İslamcı feminist hareket, gerçek bir kadın kurtuluşu hareketi olmaktan çok patriarki ile uzlaşan bir harekettir 4

 • Son olarak İslamcı feminizmin, feminist bir teoloji olma imkânından bahsedilmelidir. İslamcı feminizmin

• Son olarak İslamcı feminizmin, feminist bir teoloji olma imkânından bahsedilmelidir. İslamcı feminizmin kimi destekçileri, onu batıdaki liberal teoloji ile eşit saymaktadır. Bu yaklaşıma göre Elizabeth Candy Stanton gibi Hıristiyan feministler, İslamcı feminizminkine benzer bir çabayı üstlenmişlerdir 62. Ancak İslamcı feminist söylem batıdaki feminist teolojinin tam karşılığı değildir. İslamcı feministler ile Hıristiyan feministlerin teolojik projeleri arasında paralellikler mevcutsa da bu iki söylem arasında ciddi farklılıklar vardır.

 • Sosyal bilimciler, batı-dışı toplumlarda görülen kadın bilinçliliği örneklerini feminizm başlığı altına dahil

• Sosyal bilimciler, batı-dışı toplumlarda görülen kadın bilinçliliği örneklerini feminizm başlığı altına dahil etmekte oldukça aceleci davranmaktadırlar. Bu tanımlama, yapılmak istenen çalışmalar için kolaylaştırıcı bir faktör olmakla birlikte farklı toplumsal yapılarda görülen olguları oldukları gibi değil olmaları beklenildiği gibi görmeye neden olabilmektedir. Feminist düşünce, sıkıya bağlı olduğu Batı düşünce geleneği, felsefesi ve yaşam biçiminden ayrı düşünülemez. Dolayısıyla yeni bir feminizm olarak adlandırılan olgu, bu tanımlama ile belki de analiz edilme ihtimalini yitirmektedir. Zira daha önceden içi doldurulmuş olan bir düşünce sistemi ile adlandırılmış olmak Müslüman kadın aydınların hem kendilerine bakışlarında hem de kendilerini ifade edişlerinde bir farklılık yaratabilir. Diğer yandan İslamcı feminizm üzerindeki tartışmaların çoğunda bu kullanımın doğru olup olmadığı, kimin tarafından ortaya atıldığı ele alınmıştır. Bu tarz yaklaşımlar ise İslam ülkelerinde ve kültüründe gelişmekte olan yeni söylemin varlığını ortaya koymayı güçleştirmektedir. Her ne şekilde tanımlanıyor olursa olsun pek çok açıdan farklı dinamikleri içinde barındıran yeni bir kadın yazını gelişmektedir.

 • Herşeyden önce, Hıristiyan ve Yahudi feminist yaklaşımlar, feminist hareketler içinde daha uzun

• Herşeyden önce, Hıristiyan ve Yahudi feminist yaklaşımlar, feminist hareketler içinde daha uzun ve daha yerleşmiş bir yere sahip iken Müslüman feminizm yeni, hala akıcı, tanımlanmamış, daha tartışmalı ve daha politik bir akımdır 63. Aynı zamanda, Rosemary Reuther, Phyllis Bird, Elisabeth Shussler Fiorenzagibi Hıristiyan teologlar 64, Hıristiyan teolojisi içindeki yerleşik bilimsel geleneğin birer parçası olarak, Kutsal metinleri tarihsel-eleştirel metotla ele alıp metin tenkidi yapmaktadır.

 • Üstelik Bird gibi Hıristiyan teologlar bu metodu kullanarak Kutsal Kitabın insanlar özellikle

• Üstelik Bird gibi Hıristiyan teologlar bu metodu kullanarak Kutsal Kitabın insanlar özellikle de erkekler tarafından yazıldığını ifade edebilmektedirler 65. Ancak bu tür bir yaklaşımı İslam teologlarından beklemek, İslam teolojisini kendi bütünlüğü içinde görememekten kaynaklanmaktadır. Wadud, Barlas gibi entellektüel müslüman kadınlar, dini geleneklerine uygun bir şekilde çoğunlukla metin tenkidi değil analizi üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bu sebeple Moghadam’ın, bu metodu kullanamadıkları için İslamcı feministlerin dini yeniden yorumlama çabalarını sınırlı görmesi kendi içinde çelişkili olmaktadır 66. Bilindiği gibi metin tenkidi, Allah’ın sözlerini ihtiva eden İslam’ın ana kaynağı Kur’an’a değil ikinci ana kaynak olan hadislere uygulanmaktadır 67. Diğer yandan Müslüman ve Hıristiyan feministlerin içinde bulunduğu pek çok dindar feminist reformcu, doğru bir şekilde anlaşıldığında dinlerin kadınların itaatini (subordination) desteklemediği görüşüne sahiptir.