GLEK HATUN KIZ ANADOLU MAM HATP LSES TEFSR

  • Slides: 74
Download presentation

GÜLÇİÇEK HATUN KIZ ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ TEFSİR DERSLERİ METİN NOTLARI İSRA SÛRESİ 34

GÜLÇİÇEK HATUN KIZ ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ TEFSİR DERSLERİ METİN NOTLARI İSRA SÛRESİ 34 -39 AYETLERİNİN TEFSİRİ

(34) ﺍ ﻭﺍ ﺍ ﺍﺗﻴ ﺍ ﺍﺗﻰ ﻯ ﻭﺍ ﺍ ﺍ (34) Yetimin malına

(34) ﺍ ﻭﺍ ﺍ ﺍﺗﻴ ﺍ ﺍﺗﻰ ﻯ ﻭﺍ ﺍ ﺍ (34) Yetimin malına yaklaşmayın. Ancak rüştüne erişinceye kadar, güzel bir yolla ilgilenebilirsiniz. Ahdinize vefalı olun çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir.

(35) ﻭﺍ ﺍ ﺍ ﻭﺍ ﺍﺍ ﺍﻗﻴ ﺫ ﻭﻳﺍ (35) Ölçtüğünüz zaman tam ve

(35) ﻭﺍ ﺍ ﺍ ﻭﺍ ﺍﺍ ﺍﻗﻴ ﺫ ﻭﻳﺍ (35) Ölçtüğünüz zaman tam ve dürüst ölçün. Hilesiz teraziyle tartın. Bu, hem hayırlı hem de sonuç bakımından güzeldir.

 ﺍ ﺍ ﻩ ﺍﻟ ﺍ ﺍﺍ ﻭﻟ ﺍ ﺍ (36) Hakkında bilgin olmayan

ﺍ ﺍ ﻩ ﺍﻟ ﺍ ﺍﺍ ﻭﻟ ﺍ ﺍ (36) Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. (36)

 ﺍ ﻯ ﺍ ﺍﺍ ﻭﺍ (37) Yeryüzünde kasılıp kabararak yürüme! Çünkü sen, yeri

ﺍ ﻯ ﺍ ﺍﺍ ﻭﺍ (37) Yeryüzünde kasılıp kabararak yürüme! Çünkü sen, yeri asla yırtamazsın, uzunlukça da dağlara ulaşamazsın. (37)

 ﺫ ﺍ ﻭﺍ (38) Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbin katında çirkin görülmüştür.

ﺫ ﺍ ﻭﺍ (38) Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbin katında çirkin görülmüştür. (38)

 ﺫ ﺍ ﺣﻰ ﺍ ﺍ ﺍﻟ ﻟﺍ ﺍ ﻗﻰ ﻓﻰ ﻭﺍ ﻭﺍ (39)

ﺫ ﺍ ﺣﻰ ﺍ ﺍ ﺍﻟ ﻟﺍ ﺍ ﻗﻰ ﻓﻰ ﻭﺍ ﻭﺍ (39) Bunlar, Rabbinin sana, hikmetten vahyetmiş olduklarıdır. Allah'ın yanına başka tanrı koyma ki, kınanmış ve kovulmuş bir halde cehenneme atılmayasın. (39)

(34) Yetimin malına yaklaşmayın. Ancak rüştüne erişinceye kadar, güzel bir yolla ilgilenebilirsiniz. Ahdinize vefalı

(34) Yetimin malına yaklaşmayın. Ancak rüştüne erişinceye kadar, güzel bir yolla ilgilenebilirsiniz. Ahdinize vefalı olun çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir. (35) Ölçtüğünüz zaman tam ve dürüst ölçün. Hilesiz teraziyle tartın. Bu, hem hayırlı hem de sonuç bakımından güzeldir. (36) Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. (37) Yeryüzünde kasılıp kabararak yürüme! Çünkü sen, yeri asla yırtamazsın, uzunlukça da dağlara ulaşamazsın. (38) Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbin katında çirkin görülmüştür. (39) Bunlar, Rabbinin sana, hikmetten vahyetmiş olduklarıdır. Allah'ın yanına başka tanrı koyma ki, kınanmış ve kovulmuş bir halde cehenneme atılmayasın.

YETİM MALINI KORUYUN ﺍ ﻭﺍ ﺍ ﺍﺗﻴ ﺍ ﺍﺗﻰ ﻯ ﻭﺍ ﺍ ﺍ "Yetimin

YETİM MALINI KORUYUN ﺍ ﻭﺍ ﺍ ﺍﺗﻴ ﺍ ﺍﺗﻰ ﻯ ﻭﺍ ﺍ ﺍ "Yetimin malına yaklaşmayın. Ancak rüştüne erişinceye kadar, güzel bir yolla ilgilenebilirsiniz. Ahdinize vefalı olun çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir. " (İsra, 34). BU YETTE GEÇEN KELİMELER ﺍ ﻭﺍ : Yaklaşmayınız; : Güzel bir yolla; ﻯ : Erişinceye kadar; : Rüştüne; ﻭﺍ : Vefalı olun; ﺍ : Ahdinize; ﺍ : Verilen söz; ﺍ ﺍ : sorumluluk gerektirir.

Bil ki bu, Allah Teâlâ'nın bu ayetlerde nehyettiği şeylerin üçüncüsüdür. Bil ki zinanın, neseb

Bil ki bu, Allah Teâlâ'nın bu ayetlerde nehyettiği şeylerin üçüncüsüdür. Bil ki zinanın, neseb karışıklığına sebebiyet verdiğini, bunun da çocukların büyütülüp terbiye edilmesine ihtimam göstermemeye yol açacağını, bu ihtimamsızlığın da soyun kesilmesi neticesine götüreceğini, bunun da yeni insanların dünyaya gelmesini önleyeceğini anlatmıştık. Katillik ise, insanların dünyaya geldikten sonra yok edilmeleri demektir. Dolayısıyla, zinayı ve katilliği nehyetmenin, netice itibarı ile canları telef etmekten nehyetmeye dayandığı sabit olmuş olur.

Bundan dolayı Allah Teâlâ bütün bunları zikredince, bunun peşinden, malları telef etmekten nehyetmiştir. Çünkü

Bundan dolayı Allah Teâlâ bütün bunları zikredince, bunun peşinden, malları telef etmekten nehyetmiştir. Çünkü insanların canlarından sonra, en kıymetli şey, mallarıdır. Malları telef edilmemesi gereken insanlar ise, öncelikle yetimlerdir. Çünkü yetim, küçük, zayıf ve tamamen âciz olduğu için, malının telef edilmesiyle ona büyük zarar verilmiş olur. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, bilhassa yetimlerin mallarını telef etmeyi nehyederek, "Yetimin malına (. . . ) yaklaşmayın. Ancak en iyi bir suretle olması müstesna" buyurmuştur.

Bunun bir benzeri de, ﺍﻟﺍ ﺍﺍﻣﻰ ﻯ ﺍ ﻭﺍ ﺍﻟ ﺍ ﺍﻭﺍ ﺍ ﺍ

Bunun bir benzeri de, ﺍﻟﺍ ﺍﺍﻣﻰ ﻯ ﺍ ﻭﺍ ﺍﻟ ﺍ ﺍﻭﺍ ﺍ ﺍ ﻭﺍ ﺍﺍ ﺍﺍ ﻭﺍ " ﺍ ﺍ ﺍ ﻗﻴﺍ ﺍﻭ ﺍ ﺍ ﻭﺍ ﻓﻰ ﺍﻟ ﺳﻴﺍ Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak da Allah yeter. " (Nisa, 6) ayetidir.

Ayetteki, "Ancak en iyi bir surette olması müstesna" istisnasının manası hususunda, şu iki izah

Ayetteki, "Ancak en iyi bir surette olması müstesna" istisnasının manası hususunda, şu iki izah yapılmıştır: a) Yetimin malını, artırıp çoğaltacak muamelelerde, alışverişlerde bulunmak müstesna. b) O mala ihtiyaç duyduğunda, ondan yemen müstesna. Mücâhid, ibn Abbas (r. a)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir kimse, o maldan yeme ihtiyacı hissederse, onu örfe göre (normal bir ölçüde) yer ve yediğini, eli genişlediğinde öder. Eğer eli hiç genişlemezse, ona bundan dolayı bir mes'ûliyet olmaz. "

Bil ki velinin, yetim üzerindeki velayeti, o yetimin erginlik (nikâh) çağına ulaşmasına kadar sürer.

Bil ki velinin, yetim üzerindeki velayeti, o yetimin erginlik (nikâh) çağına ulaşmasına kadar sürer. Cenâb-ı Allah bu hususu, bir başka ayetinde, "Yetimleri, (nikâh) çağına erdikleri zamana kadar (gözetip) deneyin. Eğer o vakit, onlarda bir akıl ve salah görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin" (Nisa, 6) buyurarak beyân etmiştir. O halde ayette geçen, "eşüdd" kelimesi ile murad edilen, o yetimin aklı ve rüşdü ile malını iyi kullanıp idare edecek bir hale ulaşmasıdır. İşte bu noktada, başkalarının onun üzerindeki velayeti sona erer. Bu çağ, buluğ çağıdır. Ama yetim, aklı kemale ermeksizin buluğ yaşına gelirse, başkasının onun üzerindeki velayeti devam eder. Allah en iyi bilendir. Aklın erginliğe ermesi ise, mükemmelleşmesi ve his ve hareketlerinin kuvvet bulmasıdır. Allah en iyi bilendir.

Cenâb-ı Hak ﺍ ﺍ SÖZÜNÜZDE DURUNUZ " ﻭﺍ ﺍ ﺍ Bir de ahdi yerine

Cenâb-ı Hak ﺍ ﺍ SÖZÜNÜZDE DURUNUZ " ﻭﺍ ﺍ ﺍ Bir de ahdi yerine getirin. Çünkü ahidden sorulur" buyurmuştur. Bil ki Allah Teâlâ, ilk önce beş şeyi emretmiş ve sonra şu üç şeyi nehyetmiştir: a) Zina'yı, b) Haksız yere adam öldürmeyi, c) En iyi bir suretle olması müstesna, yetimin malına yaklaşmayı. Bu nehyin peşisıra da üç emri getirmiştir: 1. "Ahdi yerine getirin" emridir. Bil ki bir işi belgelemek ve onu iyice sağlama almak için, önceden yapılmış olan anlaşma, "ahid"dir. O halde ayetteki, "Ahdi yerine getirin" emri, "Ey iman edenler, bağlandığınız akidleri yerine getirin" (Maide. 1) ayetinin bir benzendir. Bunun için, "Ahidleri yerine getirin" ayetinin muhtevasına, alış-veriş, ortaklık, yemin, nezir (adama), sulh (barış) ve nikâh gibi bütün ahidler girer.

Bu hususta sözün özü şudur: Ayetin muktezasına göre, iki kimse arasında geçen ve yapılan

Bu hususta sözün özü şudur: Ayetin muktezasına göre, iki kimse arasında geçen ve yapılan her akid ve ahde, o iki kişinin, akid ve ahidlerinin gereğine göre, bağlı kalmaları ve gereğini yerine getirmeleri icâb eder. Ahde ve akde bağlı kalmamayı gerektirecek ayrı bir delil (husus) bulunursa, bu durum müstesna. O halde, bu ayetlerin gereği, içinde karşılıklı anlaşma bulunan her alışverişin ve ortaklığın doğru olduğuna hükmetmedir. Bu nass, ahde ve akde vefa göstermek gerektiğine delâlet eden diğer nasslarla da kuvvetlenir. Mesela, "Ahid yaptıktan zaman, (o muttakiler) ahidlerini yerine getirirler" (Bakara, 177); "Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayetkârdırlar. " (Mü’minun, 8), "Allah alış-verişi helal kılmıştır" (Bakara. 275); "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını, karşılıklı rızâ ile yapılan bir ticaret olması müstesna, haram yollarla yemeyin" (Nisa. 29) ve "Alışveriş yaptığınız vakit şahid tutun" (Bakara, 282) ayetleri gibi.

Hz. Peygamber (s. a. v) de, " ﻻ ﺍ ﺍﻳ ﻻ Bir Müslüman’ın malı,

Hz. Peygamber (s. a. v) de, " ﻻ ﺍ ﺍﻳ ﻻ Bir Müslüman’ın malı, ancak kendi gönül rızası ile verilmiş olursa, başkasına) helâl olur!" (Keşfu’l-Hafa, 2/370) ﺍ ﺍ ﺍﺍ ﻭﺍ ﺩ "(Alınıp-satılacak, değiştirilecek malların) cinsi farklı olduğu zaman, onları peşin olarak, istediğiniz gibi, alıpsatabilirsiniz" ve " ﺍﻯ ﺋ ﺍﺍ ﺫ ﻩ Kim, görmeden bir şeyi satın alırsa, onu gördüğü zaman alıp almamakta muhayyerdir" buyurmuştur. (Kenzu’l-Ummâl, 4/9703) Bundan dolayı bütün bu ayet ve haberler, alış-verişlerde, ahidlerde ve akidlerde asıl olanın, bunların geçerli olması ve bunların gereğinin yerine getirilmesinin farz olduğunu gösterirler. Daha sonra Cenâb-ı Hak " ﺍ ﺍ ﺍ Çünkü ahidden sorulur" buyurmuştur.

Bu hususta şu izahlar yapılmıştır: 1) Bununla, ahid yapanın, yaptığı ahidden mes'ûl olacağı murad

Bu hususta şu izahlar yapılmıştır: 1) Bununla, ahid yapanın, yaptığı ahidden mes'ûl olacağı murad edilmiştir. Buna göre, bu demektir ki, muzâf hazfedilmiş, muzâfun ileyh onun yerine geçmiştir. Bu tıpkı, "O beldeye sor" (Yusuf, 82) ayetinde olduğu gibidir. (Yani "o beldenin ahalisine sor" demektir. ) 2) Bu, "Ahd mes'uldür (istenir)" yani, "Bunu yapandan, bu ahdi zâyî etmemesi ve tastamam yerine getirmesi istenir" demektir.

3) Bunun bozulduğu farz edilerek sanki ahidde bulunan, ama ahdini bozan kimseye, "Niçin bozdun,

3) Bunun bozulduğu farz edilerek sanki ahidde bulunan, ama ahdini bozan kimseye, "Niçin bozdun, ahdini yerine getirmeli değil miydin? " diye hesap sorulur. Bu tıpkı, diri gömülen kızçocuğu hakkında, "Bu, hangi günahtan (suçtan) dolayı öldürüldü" (Tekvir, 9) denilmesi, yine Hz. İsa'ya "İnsanlara sen mi, "Beni ve anamı, Allah'dan başka iki ilah edinin" dedin" (Maide, 116) denilmesi gibidir. Burada hitap Hz. İsa'ya yapılmıştır, ama yadırgananlar başkasıdır.

ÖLÇÜ VE TARTIYI DÜZGÜN TUTUNUZ ﻭﺍ ﺍ ﺍ ﻭﺍ ﺍﺍ ﺍﻗﻴ ﻭﻳﺍ (35) Ölçtüğünüz

ÖLÇÜ VE TARTIYI DÜZGÜN TUTUNUZ ﻭﺍ ﺍ ﺍ ﻭﺍ ﺍﺍ ﺍﻗﻴ ﻭﻳﺍ (35) Ölçtüğünüz zaman tam ve dürüst ölçün. Doğru kantarla (terazile) tartın. Bu, hem hayırlı hem de sonuç bakımından güzeldir. (İsra: 35) BU YETTE GEÇEN KELİMELER ﻭﺍ : Tam yapın; ﺍ : Ölçü; ﺍ : Ölçtüğünüz zaman; ﻭﺍ : Tartınız; ﺍﺍ : Kantarla (terazile); ﺍﻗﻴ : Doğru; : Hayırlı; : Güzel; ﻭﻳﺍ : Sonuç bakımından

Bu ayetlerde bahsedilen emirlerden İkincisi de, "Ölçtüğünüz vakit ölçeği tam yapın" emridir. Bundan maksad,

Bu ayetlerde bahsedilen emirlerden İkincisi de, "Ölçtüğünüz vakit ölçeği tam yapın" emridir. Bundan maksad, ölçerken eksiksiz ölçmektir. Cenâb-ı Allah, eksik tartıp ölçenler hakkındaki şiddetli va'îdlerini, "Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline. Ki onlar insanlardan ölçekle aldıkları zaman, tastamam alırlar, onlara ölçekle yahut tartı ile verdiklerinde ise eksik verirler" (Mutaffifîn, 1 -3) ayetlerinde beyan buyurmuştur.

Bu ayetlerde zikredilen emirlerden üçüncüsü "Doğru terazi ile tartın" emri-ilahisidir. Bunda geçen ifade ölçüyü

Bu ayetlerde zikredilen emirlerden üçüncüsü "Doğru terazi ile tartın" emri-ilahisidir. Bunda geçen ifade ölçüyü tam yapma, bu ifade de, tartıyı tam ve eksiksiz yapma hakkındadır. Bunun bir benzeri de, "Tartıda haksızlık etmeyin ve teraziyi adaletle doğrultun, eksik tartmayın " (Rahman, 89) ve "Ölçüde ve tartıda adaleti yerine getirin. İnsanların mallarını (haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde fesatçılar olarak fenalık yapmayın" (Hûd, 85)ayetleridir.

Bil ki eksik tartmak ve noksan ölçmeden dolayı olan farklılık çok azdır. Hâlbuki buna

Bil ki eksik tartmak ve noksan ölçmeden dolayı olan farklılık çok azdır. Hâlbuki buna mukabil olan ilahî tehdid, çok sert ve şiddetlidir. Bunun için insanın bundan çok sakınması gerekir. Bu husustaki ilahî va'id ve tehdid büyüktür. Çünkü bütün insanlar, çeşitli muamelelere ve alış-verişte bulunmaya muhtaçtırlar. Bazen insan, malını koruma hususunda gafil olur. Bunun için Şârî Teâlâ Hazretleri, malları sahiplerinde bırakmaya gayret göstermek ve o önemsiz miktarı çalmak suretiyle insanın hırsızlığa bulaşmasını engellemek için, eksik ölçüp noksan tartmayı alabildiğine menetmiştir. "Kıstas", terazi manasındadır.

Fakat örfen bu, teraziden büyük olur. İşte bundan ötürü, halkın dilinde bu; "kantar" diye

Fakat örfen bu, teraziden büyük olur. İşte bundan ötürü, halkın dilinde bu; "kantar" diye bilinir. "Kıstas" kelimesinin, Rumca veya Süryanice olduğu ileri sürülmüştür. Ama doğru olan, bunun Arapça olup, istikamet ve itidal manasına gelen, "kıst" masdarından müştak olmasıdır. Velhasıl bunun manası, "iki taraftan birisine meyletmeyen, tam ortada (dengede) duran" demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, zalike hayr "Bu daha hayırlıdır" yani, "tam ölçüp tartmak, insanın, sayesinde dünyada kötü nâm ile anılmaktan, âhirette de şiddetli cezadan kurtulacağı için, eksik ölçüp tartmaktan daha hayırlıdır. ” " ﻭﻳﺍ Akıbet itibarıyla daha da güzeldir" buyurmuştur.

Te'vil, işin kendisine varıp dayandığı şey demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak başka ayetlerinde de, "Akıbetçe

Te'vil, işin kendisine varıp dayandığı şey demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak başka ayetlerinde de, "Akıbetçe hayırlıdır" (Meryem, 76) "Netice itibarıyla daha hayırlıdır" (Kehf, 44) ve "Sonuç itibariyle de daha hayırlıdır" (Kehf. 46) buyurmuştur. Hak Teâlâ bunun neticesinin, neticelerin en güzeli olduğunu bildirmiştir. Çünkü o dünyada, eksik ölçüp tartmaktan sakınmakla meşhur olduğunda, bütün insanlar ona güvenir ve kısa zamanda zengin olur. Biz nice fakirler gördük ki, insanlar yanında güvenilir ve hıyanetten sakınır olmakla meşhur oldukları için, kalbler onlara yönelmiş ve kısa zamanda zengin olmuşlardır. Ahirette ise o, büyük bir mükâfat elde edecek ve elem verici bir azaptan kurtulacaktır.

İLME DAYANMANIN ÖNEMİ ﺍ ﺍ ﻩ ﺍﻟ ﺍ ﺍﺍ ﻭﻟ ﺍ ﺍ "Senin için

İLME DAYANMANIN ÖNEMİ ﺍ ﺍ ﻩ ﺍﻟ ﺍ ﺍﺍ ﻭﻟ ﺍ ﺍ "Senin için hakkında bir bilgi olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalb, bunların her biri bundan mesuldür" (İsra, 36). BU YETTE GEÇEN KELİMELER ﺍ : Ardına düşme; ﺍﻟ : Kulak; ﺍ : Göz; ﺍﺍ : Kalb; ﺍ : Mesuldür.

AYETLE İLGİLİ BİRKAÇ MESELE VAR: BİRİNCİ MESELE Bil ki Allah Teâlâ, üç emrini izah

AYETLE İLGİLİ BİRKAÇ MESELE VAR: BİRİNCİ MESELE Bil ki Allah Teâlâ, üç emrini izah edince, daha sonra nehiylerini zikretmeye başlamış ve önce şu üç şeyi yasaklamıştır: Birincisi, " ﺍ ﺍ ﻩ Senin için hakkında bir bilgi olmayan şeyin ardına düşme" nehyidir. Takfu kelimesi, Arapların, birisinin peşine düşüp onu izlediğinde söyledikleri, " ﻻ ؛ ﻭ؛ ﻭ Ben falancanın peşine düştüm" deyiminden alınmıştır. Beytin sonunda geldiği için, peşi sıra olduğu için, şiirin kafiyesine de "kâfiye" denmiştir. Yine meşhur bir kabile "Kâfe" diye adlandırılmıştır.

Çünkü onlar, insanların ayak izlerini takip ederek, ayak izlerine bakarak o insanların halleri hakkında

Çünkü onlar, insanların ayak izlerini takip ederek, ayak izlerine bakarak o insanların halleri hakkında istidlal ederler, (fikir yürütürlerdi). Cenâb-ı Hak da, " ﺍ ﻯ ﺍ ﺍ Sonra bunların izleri üzerinde ardınca peygamberlerimizi yolladık" (Hadid, 27) buyurmuştur. Enseye de, insan bedeninin arkasında olduğu için, "kafa" denmiştir. Çünkü ense, sanki bedeni izleyen ve onu takip eden bir şey gibidir. Bunun için ayetteki la takfu "Hakkında bilgin olmayan şeyi, söz söyleyerek veya fiili olarak takip etme, peşine düşme" manasında olur. Bunun neticesi, bilinmeyen bir şey hakkında hüküm vermekten, konuşmaktan nehyetmeye varıp dayanır.

Bu, altında pek çok türlerin (şeylerin) toplandığı genel bir ifadedir. Bu sebeble müfessirlerin her

Bu, altında pek çok türlerin (şeylerin) toplandığı genel bir ifadedir. Bu sebeble müfessirlerin her birisi bunu, bu türlerden birisine hamletmiştir. Bu hususta şu izahlar yapılmıştır: 1) Bununla, atalarını taklit ettikleri için, ulûhiyyet ve nübüvvet hususunda inandıkları şeylerden, müşrikleri nehyetmek murad edilmiştir. Çünkü Allah Teâlâ o müşriklerin bu inançlarında, hevâ-ü heveslerine uyduklarını bildirerek, "Bu (putlar), sizin ve atalarınızın taktığınız boş adlardan başka bir şey değildir. Allah onların tanrılığı hakkında hiçbir hüccet indirmedi. O müşrikler, kuruntudan ve nefislerinin arzu ettiği hevâ-ü hevesden başkasına tabi olmazlar" (Necm, 23) buyurmuştur. Yine Cenâb-ı Hak, onların, öldükten sonra dirilişi inkâr etmeleri hususunda "Hayır, onların bilgileri, ahireti (anlamaya) yetişmemiştir. Hayır, onlar bundan şüphe ederler. Hayır, onlar bundan kördürler" (Neml, 66) buyurmuştur.

Yine Allah: "Müşrikler: "Biz, sırf bir zan ve tahmin yürütüyoruz. Biz, kat’î inanç ve

Yine Allah: "Müşrikler: "Biz, sırf bir zan ve tahmin yürütüyoruz. Biz, kat’î inanç ve bilgi besleyenler değiliz" dediler. " (Casiye, 32); "Allah'dan dosdoğru bir delil olmaksızın, hevâ-ü hevesine uyandan daha sapık kimdir? " (Kasas, 50); "Dillerinizin yalan yere tavsif ettiği şeyler için, "şu helaldir, şu haramdır" demeyin" (Nahl, 116) ve "De ki: Nezdiniz de, herhangi bir ilim varsa hemen onu bize çıkarın. Siz (kuru) bir zandan başka bir şeye uymuyorsunuz" (En’am, 148) buyurmuştur. 2) Muhammed b. Hanefî'nin, bu ayetten muradın, yalan yere şahitlik etmek olduğunu söylediği nakledilmiştir. İbn Abbas (r. a) da, "Ancak, gözünün gördüğü, kulağının işittiği ve kalbinin iyice anladığı şeyler hususunda şahitlik et" demiştir.

3) Bununla, evli erkek ve kadınlara (zina) iftirasında bulunup, onlar hakkında asılsız şeyleri uydurmak

3) Bununla, evli erkek ve kadınlara (zina) iftirasında bulunup, onlar hakkında asılsız şeyleri uydurmak nehyedilmiştir. Çünkü bu, Arapların âdeti idi. Onlar, hicivlerinde bunu yapar ve çok ileri giderlerdi. 4) Bununla, yalan söyleme nehyedilmiştir. Katâde: "Duymadığım halde "duydum", görmediğim halde "gördüm", ve bilmediğim halde "biliyorum" deme" demiştir. 5) Bu, "iftira etme" manasına olup, aslı yine "kafa" mastarındandır. Buna göre, sanki bu, birisinin arkasından söylenmiş bir söz olur ki, bu da, gıybet etmek demektir. Gıybet de insanı, arkasından, gıyabında hoşlanmayacağı şekilde anmak, yâd etmektir. Bazı haberlerde, "Kim bir Müslüman’ın peşine, onda olmayan bir sıfatla düşer (gıybetini yaparsa), Allah onu cehennemliklerin vücutlarından akan pis kokulu şeylerin içine atar" diye gelmiştir. Bil ki ayetin lafzı umumî olup, bütün izah edilen bu şeyleri içine alır.

ZAN İLE AMEL EDİLEN YERLER Kıyası kabul etmeyenler, bu ayeti delil getirerek şöyle demişlerdir:

ZAN İLE AMEL EDİLEN YERLER Kıyası kabul etmeyenler, bu ayeti delil getirerek şöyle demişlerdir: "Kıyas, ancak zan ifade eder. Zan ise, ilimden farklıdır. O halde, Allah'ın dini hususunda kıyas ile hükmetmek, insanın bilmediği bir hususta hüküm vermesi demektir. ” Bunun için Hak Teâlâ’nın, “Senin için hakkında bir bilgi olmayan şeyin ardına düşme” buyruğundan ötürü, bunun caiz olmaması gerekir.

Buna birkaç yönden cevap verilir: 1) Sırf zanna dayanarak din hususunda pek çok yerde

Buna birkaç yönden cevap verilir: 1) Sırf zanna dayanarak din hususunda pek çok yerde hüküm vermek, icmâ-i ümmet ile caiz görülmüştür: a) Fetvaya göre amel etmek, zan ile amel etmektir ve caizdir. b) Şâhidlerin şahidliğine göre işlem yapmak, zan ile hüküm vermektir ve bu da caizdir. c) Kıbleyi araştırmadaki gayret sadece zanna dayanır, ama caizdir. d) Telef edilen şeylerin kıymetlerini, işlenen suçların denklerini (eşlerini) tayin etmek ancak zanna göre olur, ama caizdir.

e) Damar yardırmak, kan aldırmak ve diğer tıbbî müdahalelerde bulunmak zanna dayanır, ama caizdir.

e) Damar yardırmak, kan aldırmak ve diğer tıbbî müdahalelerde bulunmak zanna dayanır, ama caizdir. f) Bu kesilen hayvanların, Müslüman için kesilmiş şeyler olması da zanna dayanır. Ama buna hüküm bina etmek caizdir. g) Cenâb-ı Hak, "(Eğer karı ile kocanın) aralarının açılmasından endişeye düşerseniz, o vakit (erkeğin) ailesinden bir hakem, (kadının) ailesinden bir hakem gönderin" (Nisa, 35) buyurmuştur. Bu şikâkın (ayrılığın-anlaşmazlığın) mevcut olması, zannedilen bir şeydir, kesin bilinen bir şey değildir.

h) Bir kimsenin mü'min olduğuna hükmetmek de zanna göredir. Ama sonra biz bu zan

h) Bir kimsenin mü'min olduğuna hükmetmek de zanna göredir. Ama sonra biz bu zan üzerine, mirasın olması, Müslüman mezarlığına gömülmesi gibi, birçok hükümler bina ederiz. l)Dünyada muteber olan, yolculuklar, kazanç elde etmeler, belli zamanlar için muamelelerde bulunmak, dostların dostluğuna, düşmanların düşmanlığına güvenmek gibi bütün işlerin hepsi zanna dayanırlar. Ama işleri böyle zanlara dayamak caizdir.

k) Hz. Peygamber (s. a. v) " ﺍﻟ ﺍ ﺍﻟﻠ ﻯ ﺍﻟ ﺍ Biz

k) Hz. Peygamber (s. a. v) " ﺍﻟ ﺍ ﺍﻟﻠ ﻯ ﺍﻟ ﺍ Biz zahire (görünüşe) göre hüküm veririz. Allah Teâlâ ise, içlerde olanı bilir" buyurmuştur. Bu, zannın bu on çeşit şeyde muteber olduğunu açıkça gösterir. Bunun için, "işi zan özerine bina etmek caiz değildir" diyen kimsenin sözü batıldır, yanlıştır. 2) Zan, bazen "ilim" diye isimlendirilir. Bunun delili, "Mü'min kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilendir. Fakat siz de onların mü'min kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz, onları kâfirlere döndürmeyin" (Mümtehine, 10) ayetidir. Malumdur ki, onların mü'min olup olmadıklarını bilmek, ikrarlarına göre mümkündür. Bu ise, ancak zan ifade eder. Bunun için Allah Teâlâ ayette, bu zannı "İlim" diye isimlendirmiştir.

KIYAS İLE ZAN İLİŞKİSİ 3) Kesin deliller, kıyas ile amel edilebileceğine delâlet edince, bu

KIYAS İLE ZAN İLİŞKİSİ 3) Kesin deliller, kıyas ile amel edilebileceğine delâlet edince, bu delil de, Allah'ın bu durumdaki hükmünün, nass mahallindeki hükmüne denk olduğunda (zan yolu ile) delil olunca, sizler de bu zanna göre amel etmekle mükellef olursunuz. Böylelikle de burada da zan, hüküm yerine vaki olmuş olur. Ama bu hüküm malum ve kesindir.

Kıyası kabul etmeyenler birinci soruya şöyle diyerek cevap verirler: "Ayetteki, "Senin için hakkında bir

Kıyası kabul etmeyenler birinci soruya şöyle diyerek cevap verirler: "Ayetteki, "Senin için hakkında bir bilgi olmayan şeyin ardına düşme" buyruğu kendisine yukarıda zikredilen on şekilde "tahsis" dâhil olmuş olan umûmî (genel) bir ifadedir. Bunun için bu umûmî ifade, bu on şeklin dışında, hüccet olarak kalır. Sonra biz diyoruz ki: Bu on şekil ile nizâ mahalli olan husus arasındaki fark şudur: Bu on şekil, bu hükümlerin, muayyen vakitlerde belli şahıslara has hükümler olma bakımından müşterektirler. Muayyen bir kimsenin, muayyen bir manaya ve izaha müracaat edip yöneleceği hal ve durum, bu muayyen şahısla ilgili olarak vâkî olmuştur. Şahitlik, kıblenin tayini ve diğer durumlar hakkında söylenecek söz de bunun gibidir.

Muayyen zamanlarda, muayyen şahıslarla ilgili hadiseler için nass ve delil getirme, nihayeti olmayan hususlarda

Muayyen zamanlarda, muayyen şahıslarla ilgili hadiseler için nass ve delil getirme, nihayeti olmayan hususlarda nass ve delil getirme yerine geçer. Bu ise imkânsızdır. İşte bu zaruretten Ötürü, biz zann-ı gâlib ile yetindik. Kıyaslarla sabit olan hükümlere gelince, bunlarda küllî vak'alarda geçerli olan genel hükümler olup, bunlar da mazbut, belirli ve sayıca az hadiselerdir. Bunlara dâir nass getirmek mümkündür. İşte bundan ötürüdür ki, kıyas yoluyla bu hükümleri çıkaran fakihler, bunları tesbit etmiş ve kitaplarında zikretmişlerdir. Bunu iyice anladığında biz diyoruz ki: Sizin zikrettiğiniz o on duruma dâir hükümler için delil ve nass getirmek mümkün değildir. İşte bundan ölürü, bu hususlarda hüküm koyucunun, zan ile yetinmesi gerekir. Fakat kıyas yoluyla elde edilen hükümlere gelince, bunlara dair delil getirmek mümkün olup, bu hususlarda zan ile yetinmek caiz değildir. Böylece ikisi arasındaki fark ortaya çıkmaktadır. "

ÜÇÜNCÜ MESELE BİLGİ VESİLELERİ Ayetteki " ﺍﻟ ﺍ ﺍﺍ ﻭﻟ ﺍ ﺍ Çünkü kulak,

ÜÇÜNCÜ MESELE BİLGİ VESİLELERİ Ayetteki " ﺍﻟ ﺍ ﺍﺍ ﻭﻟ ﺍ ﺍ Çünkü kulak, göz ve kalb, bunların her biri bundan mesuldür" cümlesi hakkında iki bahis vardır: Birinci Bahis: İlimler, ya duyularla ya da akıl ile elde edilir. Cenâb-ı Hak, birinci kısma kulağı ve gözü zikrederek işaret etmiştir. Çünkü insan bir şeyi duyup gördüğünde, onu anlatır ve haber verir. Akılla elde edilen ikinci kısım ilim de ikiye ayrılır: a) Bedîhî, b) Kesbî Cenâb-ı Hak, aklî ilimlere de, ayette, "kalb" kelimesiyle işaret etmiştir.

İkinci Bahis: Ayetin zahiri, bu uzuvların sorumlu tutulacağını göstermektedir. Bu hususta şu izahlar yapılmıştır:

İkinci Bahis: Ayetin zahiri, bu uzuvların sorumlu tutulacağını göstermektedir. Bu hususta şu izahlar yapılmıştır: 1) Bununla, duyan, gören ve kalbi olan kimsenin mes'ul olacağı manası kastedilmiştir. Çünkü mes'ul tutulma, ancak aklı olan kimseler için söz konusudur. Bu sayılan uzuvlar ise böyle değildir. Aksine aklı ve anlayışı olan, insanın kendisidir. Bunun için bu, "O beldeye sor" (Yusuf, 82) ayetinde olduğu gibidir. Buradaki "belde" ile belde ahalisi murad edilmiştir. Bunun için insana, "niçin dinlenmesi haram olan şeyleri dinledin, bakılması helal olmayan şeylere baktın ve düşünülmesi, karar verilmesi helal olmayan şeyleri, niçin karar verip yaptın? " denilecek.

2) Ayet şöyle de izah edilir: O kimselerin hepsi, kulağından, gözünden ve kalbinden mes'ul

2) Ayet şöyle de izah edilir: O kimselerin hepsi, kulağından, gözünden ve kalbinden mes'ul olacaklardır ve onlara, "Kulağınızı Allah'a taatta mı, yoksa isyanda mı kullandınız? " denilecek. Diğer uzuvlar hakkında da aynı sorgu yapılacak. Çünkü bu duyular, nefsin alet edevatıdır. Nefis de âdetâ onların başkanı, emîri ve onları kendisi için kullanan efendi gibidir. Bunun için, eğer nefis onları hayırlarda kullanırsa mükâfatı, yok eğer şerlerde ve günahlarda kullanırsa cezayı hak eder. 3) Allah Teâlâ’nın, ahirette insanın uzuvlarında hayatı yaratacağı ve onların da insan aleyhine şahitlikte bulunacağı Kur'ân ile sabittir. Bunun delili, "O gün, aleyhlerinde kendi dilleri, kendi elleri, kendi ayakları neler yaptıklarına şahitlik edecektir" (Nûr, 24) ayetidir. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hakk'ın, uzuvlarda hayatı, aklı ve konuşma kabiliyetini yaratıp, sonra onlara soru sorması uzak bir ihtimal, olmaz bir şey değildir.

MAĞRUR BİR ŞEKİLDE YÜRÜME (37) ﺍ ﺍﺍ ﻭﺍ ﺍ ﻯﺍﺍ “Yeryüzünde kibr-ü azametle yürüme.

MAĞRUR BİR ŞEKİLDE YÜRÜME (37) ﺍ ﺍﺍ ﻭﺍ ﺍ ﻯﺍﺍ “Yeryüzünde kibr-ü azametle yürüme. Çünkü yeryüzünü yaramazsın, boyca da asla dağlara eremezsin. (İsra. 37). BU YETLERDE GEÇEN KELİMELER ﺍ : yürüme. ; ﺍ : kibrini ve azametini, çalım satarak ve böbürlenerek; : yaramazsın; : eremezsin; ﻭﺍ : boyca da; ﺍﺍ : dağlar.

(38) ﻭﺍ ﺫﺍ Kötü olan bütün bunlar, Rabbinin indinde sevilmeyen şeylerdir. " (İsra. 38).

(38) ﻭﺍ ﺫﺍ Kötü olan bütün bunlar, Rabbinin indinde sevilmeyen şeylerdir. " (İsra. 38). BU YETLERDE GEÇEN KELİMELER : Kötü olan; ﻭﺍ : sevilmeyen şeylerdir. Bil ki bu, Cenâb-ı Hakk'ın, bu ayetlerdeki nehiylerinden ikincisidir. Bu konu ile ilgili birkaç mesele vardır.

BİRİNCİ MESELE "Merah", aşırı sevinme ve şımarıklık demektir. Nitekim Arapça'da, ؛؛ﺍ؛ denilir. Ayetteki manası,

BİRİNCİ MESELE "Merah", aşırı sevinme ve şımarıklık demektir. Nitekim Arapça'da, ؛؛ﺍ؛ denilir. Ayetteki manası, insanı kibrini ve azametini gösterecek şekilde yürümekten nehyetmektir. Zeccâc, bunun manasının yeryüzünde çalım satarak ve böbürlenerek gezinmek olduğunu söylemiştir. Bunun bir benzeri de, Furkan Sûresi'ndeki, ﺍ ﺍﻟ ﻣ ﺍﺫﻳ ﻭ ﻯ ﺍ ﺍ ﺍﺍﻭ ﺍﻭﺍ ﺍﺍ "Rahmân'ın(has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) "Selam!" derler (geçerler); " (Furkan, 63) ayetidir.

Yine Cenâb-ı Hak, Lokman Sûresi'nde . ﺍ ﻯ ﺍ ﺍﺍ ﺍﻳ "Yürüyüşünde tabiî ol,

Yine Cenâb-ı Hak, Lokman Sûresi'nde . ﺍ ﻯ ﺍ ﺍﺍ ﺍﻳ "Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir. " (Lokman, 19)

ve. ﺍ ﻭ ﻟ ﺍ ﺍ ﻯ ﺍ ﺍ ﺍﻟ ﺍ ﺍ "Küçümseyerek insanlardan

ve. ﺍ ﻭ ﻟ ﺍ ﺍ ﻯ ﺍ ﺍ ﺍﻟ ﺍ ﺍ "Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. " (Lokman, 18) buyurmuştur.

YERİ YARAMAZSIN Cenâb-ı Allah sonra, kibirlenmekten, böbürlenmekten ve şımarmaktan alabildiğine nehyederek, ﻻ ﻱ ﺍﻷ

YERİ YARAMAZSIN Cenâb-ı Allah sonra, kibirlenmekten, böbürlenmekten ve şımarmaktan alabildiğine nehyederek, ﻻ ﻱ ﺍﻷ ﺍ ﻥ ﺍ . ﻥ ﺍﺍ ﻭﻻ "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. ” (İsra: 37) buyurmuştur. Buradaki "yarma"dan murad, yeri delip içeriye nüfuz etmek, işlemek demektir. limler, bunun ne demek olduğu hususunda şu izahları yapmışlardır.

1) Yürümek ancak, yukarı doğru ve aşağı doğru gitmekle tamamlanır. Buna göre sanki "Sen,

1) Yürümek ancak, yukarı doğru ve aşağı doğru gitmekle tamamlanır. Buna göre sanki "Sen, aşağı doğru inerken, yeri yaramaz ve onu delip geçemezsin, yukarı doğru çıkarken de dağların başına ulaşamazsın" denilmek istenmiştir. Bu tabir ile insanın zayıf ve aciz olduğuna, bunun için kibir etmenin, şımarmanın ona uygun düşmeyeceğine dikkat çekilmek istenmiştir.

2) Bununla, "Senin altında delemediğin, yaramadığın yer, üstünde de zirvesine ulaşamayacağın dağlar vardır. Dolayısıyla

2) Bununla, "Senin altında delemediğin, yaramadığın yer, üstünde de zirvesine ulaşamayacağın dağlar vardır. Dolayısıyla sen, üstünden ve artından bu iki tür cansızla kuşatılmışsın. O halde sen onlardan da pek çok zayıfsın. Etrafı kuşatılmış aciz ve zayıf bir varlığın, kibirlenmesi uygun düşmez" manası kastedilmiştir. Buna göre sanki insana, "Mütevazı ol, kibir etme. Çünkü sen, taşla toprak arasında sıkışıp kalmış, âciz bir yaratıksın. Kendine, herşeyi yapar, her şeye gücü yeter havası verme" denilmektedir. Allah Teâlâ sonra, ﻭﺍ " ﺫ ﺍ Kötü olan bütün bunlar, Rabbinin indinde sevilmeyen şeylerdir" (İsra: 38) buyurmuştur. Bu cümle ilgili birkaç mesele vardır:

BİRİNCİ MESELE Ekseri kıraat imamları, bu kelimeyi, hâ'nın ve hemzenin zammesi ile seyyiühu şeklinde;

BİRİNCİ MESELE Ekseri kıraat imamları, bu kelimeyi, hâ'nın ve hemzenin zammesi ile seyyiühu şeklinde; Nâfî, İbn Kesir ve Ebu Amr ise, mansub olarak, seyyiehu şeklinde okumuşlardır. Ekseri kıraat imamlarının bu şekilde okuyuşu, şu iki yönden zahirdir: 1) Hasan el-Basrî şöyle der: "Allah Teâlâ bundan önce, bazı şeyleri emretmiş, bazı şeyleri yasaklamıştır. Bunun için eğer O, her şeyin kötü olduğuna hükmetmiş olsaydı, o zaman emrettiği şeylerin de kötü olması gerekirdi ki, bu caiz değildir. Ama biz bunu izafetle okuduğumuzda, mana, "Bu bahsedilenlerden kötü olanlar, Allah katında sevilmeyen şeylerdir" şeklinde olur ve söz düzelmiş olur. "

2) Eğer biz, daha önce bahsedilen şeylerin hepsinin kötü olduğunu söyleyecek olsak, o zaman

2) Eğer biz, daha önce bahsedilen şeylerin hepsinin kötü olduğunu söyleyecek olsak, o zaman onların "mekruh" (sevilmeyen şeyler) olduklarının söylenilmesi gerekir. Hâlbuki durum böyle değildir. Çünkü Allah Teâlâ, "mekruh" demiştir. Ama biz bu kelimeyi izafetle okuduğumuzda mana, "Bunlardan kötü olanları mekruhtur" şeklinde olur ki bu durumda söz düzelmiş olur.

Nâfî, İbn Kesir ve Ebu Amr'ın kıraatlerine göre de şu izahlar yapılmıştır: 1) Söz

Nâfî, İbn Kesir ve Ebu Amr'ın kıraatlerine göre de şu izahlar yapılmıştır: 1) Söz (cümle), geçen ayetteki, "Bu, hem daha hayırlıdır; hem de akıbet itibarıyla daha güzeldir. " (İsra, 35) ayetinde bitmiş, daha sonra Cenâb-ı Hak söze yeniden başlayarak, "Senin için hakkında bir bilgi olmayan şeyin ardına düşme" (İsra, 36) ve "Yeryüzünde kibr-ü azametle yürüme" (İsra, 37) buyurmuş, daha sonra da, "Kötü olan bütün bunlar, Rabbin indinde sevilmeyen şeylerdir" buyurmuştur. O halde bununla kastedilen Allah'ın yasakladığı bu son şeylerdir.

2) Küllü zalik "bütün bunlar" tabiri ile Allah Teâlâ'nın daha önce nehyettiği şeyler kastedilmiştir.

2) Küllü zalik "bütün bunlar" tabiri ile Allah Teâlâ'nın daha önce nehyettiği şeyler kastedilmiştir. Ama "mekruh" kelimesine gelince, âlimler, bu kıraate göre, bunun böyle okunması hususunda şu izahları yapmışlardır: a) İfadenin takdiri, "Bütün bunlar kötüdür ve mekruhtur" şeklindedir.

b) Keşşaf sahibi şöyle der: "Seyyi'e", tıpkı "zenb" ve "ism" (günah) kelimeleri gibi, isim

b) Keşşaf sahibi şöyle der: "Seyyi'e", tıpkı "zenb" ve "ism" (günah) kelimeleri gibi, isim hükmündedir. Daha sonra bundan sıfat hükmü zail olmuştur. Bunun müennes oluşuna itibar edilmez ve bu kelimeyi seyyie ve seyyiühu şeklinde okuma arasında bir fark olmaz. Baksana sen, "sirkat seyyiedir" de dediğin gibi, "zina seyyiedir" dersin. “Dolayısıyla bunun, müzekker veya müennes kelimeye isnad edilmesi arasında bir fark görmezsin. " c) İfadede bir takdim-tehir söz konusu olup, takdir "Bütün bunlar mekruhtur ve Rabbin katında kötüdür" şeklindedir. d) Bu kelime, manasına göre ele alınır. Çünkü seyyie, "zenb" (günah) manasınadır ve "Zenb" kelimesi müzekkerdir.

İKİNCİ MESELE Kadî şöyle der: "Bu ayet, bu amellerin Allah indinde mekruh (sevilmeyen) şeyler

İKİNCİ MESELE Kadî şöyle der: "Bu ayet, bu amellerin Allah indinde mekruh (sevilmeyen) şeyler olduğuna delalet etmektedir. ” Mekruh olan şeyi ise, Allah irade etmez. O halde, bütün bu ameller, Allah'ın iradesi (ile) değildir. Dolayısıyla, "varlık âlemine giren her şey, Allah'ın muradıdır; Allah istediği için var olmuştur" diyenlerin görüşü batıldır. Bunların, Allah'ın iradesiyle olmadıkları sabit olunca, O'nun tarafından yaratılmış şeyler olmamaları da gerekir. Çünkü eğer bunlar, Allah'ın yarattığı şeyler olsaydı, O'nun murad ettiği şeyler olurlardı. Şu da söylenemez: "Bunların mekruh olmalarından maksad, Allah Teâlâ'nın onları nehyetmiş olmasıdır. "

“Hem onların mekruh olması demek, Allah'ın onların meydana gelmelerini kerih görmesi demektir. Böyle olması

“Hem onların mekruh olması demek, Allah'ın onların meydana gelmelerini kerih görmesi demektir. Böyle olması halinde de, Allah Teâlâ'nın onların var olmalarını istemiş olması imkânsız olmaz. " Böyle söylenemez, çünkü birinci cümleye, "Bu, ayetin zahirine itibar etmemedir" diye cevap verilebilir. Hem bunların Rab katında kötü sayılmaları, nehyedilmiş olduklarına da delalet eder. Bunun için ayetteki "mekrûh"u, "nehyedilmiş şeylerdir" manasına alırsak, lüzumsuz bir tekrar olmuş olur. İkinci hususa da, "Allah Teâlâ bu ayeti, bu tür işleri menetmek için getirmiştir. Bunun için, burada, "Bunların meydana gelmeleri mekruhtur" denilmesi uygun düşmez diye cevap veririz. " Kâdî'nin istidlali işte bu şekildedir. Buna şöyle cevap verilir: Buradaki "mekruh" sözü ile nehyedilen şeyler kastedilmiştir. Te'kîd gayesiyle tekrar etmede bir sakınca yoktur.

ÜÇÜNCÜ MESELE Kâdî şöyle der: "Bu ayet, Allah Teâlâ'nın irade sahibi olduğuna delâlet ettiği

ÜÇÜNCÜ MESELE Kâdî şöyle der: "Bu ayet, Allah Teâlâ'nın irade sahibi olduğuna delâlet ettiği gibi, kârih (kerih gören, hoşlanmayan) olduğuna da delâlet eder. " Ehl-i sünnet âlimlerimiz ise, "Kur'ân'da Allah için kullanılan kerahet (hoşlanmama) ifadesi, ya nehyetmek manasına yahut da yapılmamasını isteme manasına hamledilir" demişlerdir. Allah en iyi bilendir.

BU BÖLÜMDEKİ 25 MÜKELLEFİYET . ﺍ ﺍ ﺍﻟ ﺍ ﻯ ﻯ ﻭﺍ ﻭﺍ ﺍﻯ

BU BÖLÜMDEKİ 25 MÜKELLEFİYET . ﺍ ﺍ ﺍﻟ ﺍ ﻯ ﻯ ﻭﺍ ﻭﺍ ﺍﻯ Bunlar, Rabbinin sana, hikmetten vahyetmiş olduklarıdır. Allah'ın yanına başka tanrı koyma ki, kınanmış ve kovulmuş bir halde cehenneme atılmayasın. (İsra, 39) BU YETTE GEÇEN KELİMELER ﻯ : vahyetmiş; ﺍ : hikmet; ﺍ : koyma, kılma; ﻯ : atılmayasın; ﻭﺍ : kınanmış; ﻭﺍ : kovulmuş.

25 MÜKELLEFİYET ŞUNLARDIR. 1. ''Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme" (İsra, 22) ifadesidir.

25 MÜKELLEFİYET ŞUNLARDIR. 1. ''Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme" (İsra, 22) ifadesidir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Rabbin, kendinden başkasına kulluk etmeyin" diye hükmetti" (İsra, 23) 2. Allah'a ibadeti emretmeyi. 3. Başkasına ibadet etmemeyi, 4. O'nun "Ana babaya iyi muamele etmeyi" (İsra, 23), Cenâb-ı Allah daha sonra, bu iyi muamelenin ne olduğunu anlatmak için şu beş şeyi zikretmiştir: 5. "Onlara "öf" (bile) deme"; 6. "Onları azarlama"; 7. "Onlara güzel söz söyle" (İsra, 23);

8. "Onlara acıyarak tevazu kanadını indir. " 9. "Ey Rabbim. . . Kendilerine merhamet

8. "Onlara acıyarak tevazu kanadını indir. " 9. "Ey Rabbim. . . Kendilerine merhamet et" de" (İsra, 24). 10. "Hısıma, hakkını ver. 11. Yoksula hakkını ver. 12. Yolda kalmışa hakkını ver" (İsra, 26) buyurmuştur. 13. "(malını) israf ile saçıp savurma" (İsra, 26) buyurmuştur. 14. "Şayet Rabbinden umduğun rahmeti arayarak onlardan sarf-ı nazar edersen, kendilerine yumuşak söz söyle" (İsra, 28) buyurmuştur. 15. "Elini, boynuna bağlı olarak asma, onu büsbütün de açıp saçma, yoksa pişman bir vaziyette oturup kalırsın" (İsra, 28) buyurmuştur.

16. "Evlatlarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyiniz" (İsra, 31) buyurmuştur. 17. "Allah'ın haram kıldığı cana, haklı

16. "Evlatlarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyiniz" (İsra, 31) buyurmuştur. 17. "Allah'ın haram kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça kıymayın" (İsra. 33) buyurmuştur. 18. "Kim mazlum olarak öldürülürse, biz onun velisine bir salâhiyet veririz" (İsra, 33) buyurmuştur. 19. "O da katilde israf etmesin" ifadesi, 20. "Ahdi yerine getirin" (İsra, 34) buyurmuştur. 21. "Ölçtüğünüz vakit, ölçeği tam yapın" (İsra, 35) buyurmuştur. 22. "Doğru terazi ile tartın" (İsra, 35) buyurmuştur. 23. "Senin için hakkında bir bilgi olmayan şeyin ardına düşme" (İsra, 36) buyurmuştur.

24. "Yeryüzünde kibr-ü azametle yürüme" (İsra, 37) buyurmuştur. 25. "Allah ile beraber diğer bir

24. "Yeryüzünde kibr-ü azametle yürüme" (İsra, 37) buyurmuştur. 25. "Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme" (İsra, 39) buyurmuştur. Allah Teâlâ bütün bunları, bu ayetlerde birlikte zikretmiş ve "Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme. Sonra kınanmış ve kendi başına (yardımsız) bırakılmış olursun" (İsra, 22) buyurarak başlamış, yine "Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme ki, sonra yerinmiş ve koğulmuş olarak cehenneme atılırsın" (İsra, 39) ifadesi ile hitâma erdirmiştir.

AYETTEKİ BAZI İNCELİKLER Birinci İncelik: Bu ayetin başındaki zâlik "Bunlar" kelimesi, daha önce zikredilmiş

AYETTEKİ BAZI İNCELİKLER Birinci İncelik: Bu ayetin başındaki zâlik "Bunlar" kelimesi, daha önce zikredilmiş ve "hikmet" adı verilmiş olan mükellefiyetlere bir işarettir. Cenâb-ı Hak şu sebeblerden ötürü o mükellefiyetlere "hikmet" demiştir: 1) Bu mükellefiyetlerin neticesi, tevhîdi, taatleri ve hayırları emretme; dünyadan yüz çevirip ahirete yönelmeye müncer olmakta, varmaktadır.

Akıllar da bunun doğruluğuna delâlet eder. Böyle bir şeriatı getiren ise, şeytanın dinine davet

Akıllar da bunun doğruluğuna delâlet eder. Böyle bir şeriatı getiren ise, şeytanın dinine davet eden birisi olamaz. Bilakis, fıtrat-ı asliyye de şehâdet etmektedir ki o, Rahman'ın dinine davet edicidir. Bunun tam olarak anlatılmasını ise, biz Şuarâ Sûresi'ndeki, "Şeytanların kimlerin üzerine indiğini size haber vereyim mi ben? Onlar her günahkâr yalancının tepesine iner" (Şuârâ, 221222)

2) Bu ayetlerde zikredilen hükümler, bütün din ve milletlerde gözetilmesi, vacib olan, neshi ve

2) Bu ayetlerde zikredilen hükümler, bütün din ve milletlerde gözetilmesi, vacib olan, neshi ve ibtâli kabul etmeyen şeriatlar ve yasalardır. İşte bu itibarla da, muhkem ve hikmettir. 3) Hikmet, bizatihi sahib olduğu güzellikten ötürü hakkı, kendisiyle amel etmek için de hayrı bilmekten ibarettir. Bunun için tevhidi emretmek, birinci kısımdan; diğer mükellefiyetleri emretmek de, insanların, kendilerine devam edip de onlardan sapmayacak bir biçimde, hayırları öğretmekten ibarettir. Böylece bu ayetlerde zikredilen şeylerin hikmetin ta kendisi olduğu sabit olur. İbn Abbas (r. a)'dan, bu ayetlerin, Musa (a. s)'ın Levhaları'nda da olduğu rivayet edildi. Bunların birincisi, "Allah ile beraber diğer bir tanrı edinmemek" ayetidir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Biz onun için levhalarda her bir şeyi, mev'ızaya ve (hükümlerin) tafsiline ait her şeyi yazdık" (A'raf. 145) buyurmuştur.

İkinci İncelik: Allah Teâlâ bu mükellefiyetlerden, Önce tevhidi emredip şirki yasaklamakla başladı ve yine

İkinci İncelik: Allah Teâlâ bu mükellefiyetlerden, Önce tevhidi emredip şirki yasaklamakla başladı ve yine aynı biçimde bu mükellefiyetleri bitirdi. Bundan maksat, bütün mükellefiyetlerden maksadın, tevhidi bilmek ve onun içine dalmak olduğuna dikkat çekmek üzere bütün fiil, söz, fikir ve zikrin evvelinin, tevhidi anmak ve zikretmek olması gerektiğine; sonunun da ayni şekilde, tevhidi zikretmek olması gerektiğine tenbihte bulunmaktır. Yapılan bu tekrarın bulunması, bu önemli incelikten dolayı, pek yerinde olmuştur. Sonra Cenâb-ı Hak, birinci ayette, müşrikin mezmûm ve yardımsız bırakılması gerektiğini, son ayette de şirkin, müşriki, kınanmış ve hor hakir olarak cehenneme sürüklediğini zikretmiştir.

MELÛM İLE MEDHÛR ARASINDAKİ FARK Kınanma ve yardımsız bırakılma, dünyada meydana gelir. Cehenneme atılma

MELÛM İLE MEDHÛR ARASINDAKİ FARK Kınanma ve yardımsız bırakılma, dünyada meydana gelir. Cehenneme atılma ise, Kıyamet günü tahakkuk eder. Bizim, kınanmış ile yardımsız bırakılmış; levmedilmiş ile hor hakir kılınmış arasındaki farkı açıklamamız gerekir. Bundan dolayı diyoruz ki: Mezmûm ile melûm (levmedilmiş olan) arasındaki fark şudur: Onun mezmûm olmasının manası, ona, kendisine yöneldiği fiilin, çirkin ve hoşlanılmayan bir şey olduğunun zikredilmesidir. İşte, mezmûm olmasının manası budur.

Ona bu hatırlatıldığında, bunun peşinden, "Böyle bir fiili niçin yaptın? Seni buna zorlayan nedir?

Ona bu hatırlatıldığında, bunun peşinden, "Böyle bir fiili niçin yaptın? Seni buna zorlayan nedir? Bundan, kendine zarar vermekten başka ne fayda elde ettin? " denilir. İşte, levmetme, kınama da budur. Böylece işin başlangıcının, onun mezmûm (zemmedilmiş) olması, sonunun da melûm olması olduğu sabit olur. Ama yardımsız bırakılmış ile hor hakir kılınmış arasındaki farka gelince, bu da şudur.

Mahzûl, aciz ve zayıf kimse, demektir. Arapça'da, "uzuvları güçsüz oldu, zayıfladı" manasında "Tehâzelet adâ'uhû"

Mahzûl, aciz ve zayıf kimse, demektir. Arapça'da, "uzuvları güçsüz oldu, zayıfladı" manasında "Tehâzelet adâ'uhû" denilir. "Medhûr" (hor hakir kılınmış) kelimesi ise, terk edilmiş, kovulmuş anlamındadır. "Tard" ise, hafife almak, hor hakir görmek manasındadır. Nitekim Cenâb-ı Hak "Ve o (azabın) içinde hor ve hakir ebedî bırakılır" (Furkan, 69) buyurmuştur. Onun "mahzûl” oluşu, yardımsız ve kendi haline bırakılmasından ibarettir. "Medhûr" olması da, hor ve hakir kılınıp küçümsenmesinden ibarettir. Böylece, işin başının, onun "mahzûl” olması olduğu; sonunun da "medhûr" olması olduğu sabit olur. Muradını en iyi bilense, Allah'dır.

KAYNAKLAR 1. Fahreddin Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr (Mefâtihu’l -Gayb) 2. Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’ân. 3. Diyanet İşleri

KAYNAKLAR 1. Fahreddin Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr (Mefâtihu’l -Gayb) 2. Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’ân. 3. Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir. 4. Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an-ı Kerim Meâli. 5. Diyanet Vakfı Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli.

HAZIRLIYAN MUSTAFA GÜLEÇ GÜLÇİÇEK HATUN KIZ ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ MESLEK DERSLERİ ÖĞRETMENİ 21.

HAZIRLIYAN MUSTAFA GÜLEÇ GÜLÇİÇEK HATUN KIZ ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ MESLEK DERSLERİ ÖĞRETMENİ 21. 04. 2016