12 Hafta 5 Yeni Dini Hareketler 1950den sonra

  • Slides: 5
Download presentation
12. Hafta 5. Yeni Dini Hareketler 1950’den sonra sanayileşmiş Batılı toplumlarda birçok yeni din

12. Hafta 5. Yeni Dini Hareketler 1950’den sonra sanayileşmiş Batılı toplumlarda birçok yeni din hareketinin (YDH) ortaya çıktığı görülmüş ve bu olgunun ortaya çıkışına paralel söz konusu hareketler konusunda Batıda çok sayıda araştırma yapılmıştır. Günümüzde de bu araştırmaların her geçen gün artmaya devam etmektedir. Bu çalışmalar da, ‘yeni dini hareket’ olgusunun çok yönlü ve karmaşık doğasını ifade edebilmek için ‘’yeni din’’ ya da ‘’yeni dinler’’, ‘’sekt’’, ‘’kült’’, ‘’yeni dindarlık biçimleri’’, ‘’zararlı örgütler/kütler’’, ‘’yeni dini hareketler’’ gibi çok çeşitli nitelemeler yapılmaktadır. Türkiye’de de bu hareketler ‘’kült grupları’’, ‘’tarikatlar’’, ‘’yeni çağın dinleri’’, ‘’milenyum tarikatları’’, ‘’Mesihçi ve millenarist hareketler’’, ‘’yeni dini hareketler’’ gibi kavramlarla ifade edilmektedir. Yukarıda yeni dini hareketlerle ilgili yapılan tanımlar, bu olguyu tam olarak ifade ettikleri söylenemez. Her biri yeni dini hareketlerin bir yönünü açıklamaktadır. Yeni dini hareketlerle ilgili yapılan tanımları, genel olarak dini çevrelerin yaptığı “teolojik tanımlamalar” ile akademisyenlerin yaptığı “bilimsel tanımlamalar” şeklinde iki başlık altında toplamak mümkündür. Din sosyolojisi alanında yeni dini hareket kavramıyla ifade edilen çok sayıda dini oluşumun çoğu zaman ‘’kült’’ olarak nitelendiği bilinmektedir. Bu niteleme daha ziyade, Ortodoks bir din anlayışına sahip Hıristiyanların ve din adamları yapılmış inanç eksenli bir yaklaşım olduğu için literatürde ‘’teolojik tanımlamalar’’ olarak adlandırılmaktadır. Bu tanımlama yeni dini hareketlerin olumsuz yönlerine atıfta bulunmaktadır. Buna göre yeni dini hareketler, gizlilik, dolandırıcılık, otoriter liderlik, beyin yıkama gibi özelliklerle nitelenmektedir. Akademik çevreler iki temel nedenden dolayı bir tanımlayıcı olarak kült terimini kullanmaktan uzun süreden beri vazgeçmiş; bunun yerine ‘’yeni dini hareket’’ kavramını kullanmaya başlamışlardır. Bu nedenlerden birincisi; kült teriminin küçük düşürücü yan anlamlara sahip olması ve bir dini grubun bütünlüğüne ilişkin önemli sorunlar ortaya çıkarmasıdır. İkincisi kült karşıtı hareket teriminin yeni ve sevilmeyen bir dini grup anlamına gelecek şekilde kullanılmasıdır. Akademisyenlerin kullandığı yeni dini hareketler kavramı, söz konusu hareketleri dini duyguların yeni ifade biçimleri olarak nitelemektedir.

DİN, DEVLET VE SİYASET Dinin diğer kurumlarla ilişkisi tartışılırken üzerinde en çok spekülasyonların yapıldığı

DİN, DEVLET VE SİYASET Dinin diğer kurumlarla ilişkisi tartışılırken üzerinde en çok spekülasyonların yapıldığı ala, dinin devletle olan ilişkileri çerçevesindedir. Bunun sebebi, dinin birey ve toplum üzerindeki etkileme gücü ve bu gücün sınırlarının zaman diğer toplumsal kurumların yapısal ve işlevsel alanlarını da içine alıyor olmasının katkısı büyüktür. 1 -Anlam ve İşlev Alanları Bakımından Din, Siyaset ve Devlet Siyaset sözlükte, “devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış”, devlet ise, “Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık. ” olarak tanımlanır. Devleti tüzel ir varlık olarak meydana getirip işleyiş tarzını belirleyen bazı unsurlar vardır. bunlar, toprak, vatan, silahlı güçler, bürokrasi, adli hukuki sistem ve egemenliğin kullanılış biçimi yani meclislerdir. Bu yönüyle devlet bir bütün olmaktan ziyade farklı unsurların ve kurumların oluşturduğu bir aygıttır. Devletin yetki alanını belirlemek ise eskiye nazaran çok daha zordur. Çünkü eski siyasi anlayışa göre devlet, sınırları belli olan ve bir takım resmi yetkileri olan özerk bir yapı olarak anlaşılırken, Marksist kuramcıların da dâhil olduğu bazı bilim insanları tarafından devletin, sivil toplum unsurlarından tamamıyla ayrı düşünülemeyeceği, tam tersine devletin birçok sivil toplum unsuruyla entegre bir görünüm arz ettiği ileri sürülmektedir. Yani devlet birebir sosyal hayatın içinde ve etkin bir rolde olmalıdır. Bu sebeple de devletin yetki sınırlarını çok kesin çizgilerle çizmek mümkün olmamaktadır. Din ise tüm devlet tiplerinin hayatı içerisinde en etkin ve en kudretli birleştirici güçlerden biri olmuştur. Çünkü din güçlü bir bütünleşme meydana getirebilme gücüne sahiptir. Öte yandan dinlerin teşkilatlandırmadaki başarısı, tepe örgütlenme tarafından yok sayılamamaktadır. Din-devlet ilişkileri, işlevsel ve ilişkisel açıdan değerlendirildiğinde, devletin dinden bağımsız olup olmadığı ve aynı şekilde dinin devletten bağımsız bir yerde değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin karmaşık bir hal aldığı görülmektedir. Dinin her ne kadar devlet ile arasında iç içeliği ya da yakınlığı zorunlu kılan durumlar olsa da günümüz artık bu iki kurumu birbirinden bağımsız kurumlar olarak değerlendirmektedir.

Devlet işlerini yürütme sanatı olan siyaset ise güncel gelişmelere dayalı olarak hareket kabiliyeti yüksek

Devlet işlerini yürütme sanatı olan siyaset ise güncel gelişmelere dayalı olarak hareket kabiliyeti yüksek olması gereken bir karakter arz eder. Bu sebeple de din, siyaset ve devlet ilişkilerinin geçmişteki gibi statik bir şekilde ele almak yanlış olacaktır. Çünkü toplumda çok farklı gruplar ve bu grupların farklı talepleri vardır. Bu taleplerin birbirleriyle çatışması veya örtüşmesi çok doğaldır. Burada en önemli görev devlete düşmektedir. Çünkü devlet bu talepleri olabildiğince karşılayarak herhangi bir kaosun çıkmasını önleyebilmelidir. Devlet bu görevini bir nebze de olsa hafifletmek amacıyla eskiden icra ettiği faaliyetlerin bir kısmını sivil toplum örgütlerine bırakmıştır. Toplumun siyasi anlayış ve yönelimlerinin oluşmasında ise bireyin içinde yetiştiği dinsel ve siyasi geleneğin etkisinin bulunduğunu kabul etmek gerekir. Ancak bu tek taraflı bir etkileme değildir. İçinde bulunulan zaman ve sistemlere göre dindar bireyler de bazı değişimlere uğrayabilirler. Yani her iki durumda da din sahibi bireyin siyasete ilişkin düşüncesi ve din ile siyaset arasında kurduğu ilişki tarzında dine verdiği yerin de sosyokültürel değişimle birlikte bir takım farklılaşmalara maruz kalacağı anlaşılmaktadır.

2 -Laikliğin Ortaya Çıkışı ve Farklı Teoriler/Uygulamalar Laiklik sözlük anlamıyla; ”Devlet ile din işlerinin

2 -Laikliğin Ortaya Çıkışı ve Farklı Teoriler/Uygulamalar Laiklik sözlük anlamıyla; ”Devlet ile din işlerinin ayrılığı, devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olması” olarak tanımlansa da uygulama alanı bakımından tanımının yapılması kadar kolay değildir. Çünkü laiklik uygulandığı ülkelerde çok farklı biçimde algılanmış ve o şekilde uygulanmıştır. Örneğin Fransa’daki laiklik uygulaması ile diğer Avrupa ülkelerindeki uygulama birbirinden çok farklıdır. Aslında bu farklılığın olması da olağan bir durumdur. Çünkü en basit şekilde ele aldığımızda Hristiyanlık ve İslamiyet’teki devlet algısının birbirinden çok farklı olduğunu görebiliriz. Bu sebeple de Hristiyan devletlerin laikliği uygulaması ile Müslümanlar devletlerin laikliği uygulamasını birbiriyle karıştırmamak gerekir. Yani evrensel bir din ve vicdan özgürlüğünden bahsedilirkena ynı şekilde evrensel bir laiklik söylemi doğru değildir. Çünkü laiklik çok daha değişken ve farklılıkları içinde barındıran bir kavram olarak kullanılmaktadır. Devletlerin laikliği kabul etmesi bile birbirlerinden bağımsız tarihlerde gerçekleşmiştir. Çünkü burada yaşanan tecrübelerin etkisini görmekteyiz. Örneğin; Reform hareketlerinden sonra Almanlar için din iki büyük mezhebe ayrılmış, ardından farklı mezhepler de serbestçe ortaya çıkmıştır. Fransızlar için ise durum oldukça farklıdır. Fransa’dan dindevlet ilişkilerini kesin hatlarıyla belirleyen hadise 1517 Reform hareketleri değil, 1789 devrimi olmuştur. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi laiklik her devlette aynı tarihte ortaya çıkmamış ve de farklı tecrübeler sonucu kabul edilmeye başlanmıştır. Sosyal bilimler düşünce geleneği açısından durumu değerlendirdiğimizde, dinin birey ve toplumdaki etkinliği konusunda Marx, Durkheim ve Weber gibi sosyologlar laikleşme olgusunun, bilim ve sanayide gelişmiş toplumlarda ortaya çıkacağını dile getirmişlerdir.

Amerika dışındaki bütün sanayileşmiş ülkelerde farklı düzeylerde de olsa dinden uzaklaşma anlamında ortaya konan

Amerika dışındaki bütün sanayileşmiş ülkelerde farklı düzeylerde de olsa dinden uzaklaşma anlamında ortaya konan bu görüşü destekleyen gelişmeler meydana gelmiştir. Ancak bunun sebeplerinden biri kilisenin ciddi bir itibar ve düzey kaybına uğraması olarak gösterilebilir. Çünkü bireysel ve toplumsal anlamda kiliseye duyulan itibar zarar gördüğü için kiliseye gitme oranında da belirgin bir düşüş yaşanmıştır. Ancak yine de bu tespit bizi genelleme yapma hatasına düşürmemelidir. Çünkü Britanya’da yapılan araştırmalar gösteriyor ki insanlar kiliselere eskisi kadar gitmeseler de kendilerini yine de İngiltere Kilisesi’ne bağlı kabul etmektedirler. Öte yandan Britanyalıların önemli bir kesiminin Tanrı inancına sahip olduğu da görülmektedir. 3 -Siyasal Tercihler ve Din/Dindarlık Sosyal bilimlerde din ve dindarlığın siyasetle ilişkileri konusunda en somut verilere, bireylerin siyasi tercihte bulunurken takındıkları tavırlarda bulabilmekteler. Kişilerin siyasi tercihlerini etkileyen birçok etken mevcuttur. Ayrıca bu kişiler dindar bireylerse siyasi tercihlerinde dini etkilerin varlığı da göz ardı edilemez. Ancak dindar bireylerin siyasi tercihlerini sadece din üzerinden açıklamak da çok sağlıklı değildir. Bu konu üzerine bir takım araştırmalar yapılmış ve bazı sonuçlar çıkarılmıştır. Bu araştırmalardan bir tanesi Köktaş’ın yaptığı araştırmadır. Köktaş Avrupa ülkeleri bazında yaptığı araştırmasında din ya da mezhep mensubiyetinin her ne kadar nispeten sonraki dönemlerde rakamsal bir düşüş görülse de parti seçiminde etkili olduğunu gözlemlemiştir. Türkiye’de de buna benzer yapılan araştırmalarda elde edilen veriler seçmenlerin parti tercihlerinde kendi dinine uygun bir seçim yaptıklarını göstermektedir. TESEV tarafından gerçekleştirilen bir araştırmadan elde edilen verilere göre katılımcılara yöneltilen “Seçimlerde bir partiye oy verirken hangi etmenler ne derece rol oynar? ” sorusuna verilen cevap önermelerinde %71 ile %78 arasında bir oranla “İslami değerlere sahip çıkıyor olması. ” seçeneği tercih edilmiştir. Bu ve bunun gibi araştırmaların sonucu bizlere Türkiye’de dinin birey ve toplum üzerinde hala önemli bir konumda olduğunu göstermektedir. Bu konum zaman bazı siyasi, ekonomik çalkantılar vs. gibi olaylar sebebiyle değişse bile, din-toplum-siyaset ilişkileri her zaman üzerinde durulması ve konuşulması gereken önemli bir meseledir. Bu sebeple de parti lider ve yöneticileri seçmenin dini hassasiyetlerine uygun politikalar üretmektedir. Bu çok doğal bir sonuçtur. Fakat burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta ise siyasi çıkarlar uğruna dinin ve dindar insanların istismar edilmemesidir. Ancak bu noktanın çoğu zaman görmezden gelindiğine ve de bu yönde bir istismarın gerçekleştirildiğine de şahit olmaktayız.