YEM BTKLERNDEK ZARARLI MADDELER Hayvanlarda zehirlenmelere veya beslenme
YEM BİTKİLERİNDEKİ ZARARLI MADDELER Hayvanlarda zehirlenmelere veya beslenme bozukluklarına neden olan anti besinsel maddeler, yem bitkilerinin kendi yaşamsal faaliyetlerini sürdürmek üzere ürettikleri birincil (primer) ya da ikincil (sekonder) metabolitler olabilmektedir. Öte taraftan bu maddeler dışarıdan da bulaşabildiği gibi, olumsuz koşullarda mikroorganizmalar tarafından üretilmekte ya da yemlerin işlenmesi sırasında meydana gelebilmektedirler (Özen ve ark, 1993).
Yemin yapısında bulunan bazı bileşikler, yemi tüketen hayvanın sindirim işlemine bağlı olarak, sindirimi engelleyici bir madde olabildiği gibi, bazen böyle bir etki göstermeyebilir. Örneğin, tripsin engelleyicileri tek midelilerde sindirimi engelleyici oldukları halde, rumende parçalandıkları için geviş getiren hayvanlarda zararlı etkileri yoktur. Benzer şekilde geviş getirenler için toksik etkiye sahip olan nitratın, tek midelilerde böyle bir etkisi görülmemektedir (Kutlu ve Çelik, 2005).
ZARARLI MADDELERİN HAYVANLARDAKİ BELİRTİLERİ Çayır meralarda bulunan çok fazla sayıdaki bitki türü, birbirlerinden farklı zehirli bileşikler kapsadıklarından, hayvanlarda bitki zehirlenmesini kolaylıkla tanımlayabileceğimiz genel ve kesin belirtiler yoktur. Ancak aşağıda belirtilen durumlarda hayvanların zehirlendiklerinden kuşku duyulmalı ve gereken önlemler en kısa sürede yerine getirilmelidir.
Gözle görülür herhangi bir neden olmadan hayvanların aniden rahatsızlanması, Bazı hayvanların sinir sistemi dengesizlikleri, halsizlik ya da hızlı ağırlık kaybı ile birlikte sindirim sistemi düzensizlikleri göstermesi, Hayvanlarda hızlı kalp atışı, mide ve bağırsak tahrişi, genel stres ve sık dışkı çıkarma eğilimlerinin olması, Yukarıdaki belirtileri aşırı halsizlik, koma hali, yere yatma ve güç nefes alma gibi olayların izlemesi (Tükel ve Hatipoğlu, 2001),
Bu maddeler aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir. 1. Alkaloitler 2. Glikozitler 3. Mineral madde zehirlenmeleri ve düzensizlikleri 4. Çayır tetanisi 5. Diğer zararlı maddeler Oksalatlar Fenolik bileşikler Nitrat ve nitritler Amino asitler Bitki estrojenleri Şişme
Alkaloitler Bitkilerde bulunan, genellikle kuvvetli fizyolojik ve farmakodinamik etki gösteren, halka içinde bir veya birden fazla azot taşıyan, az veya çok bazik reaksiyonda maddelerdir. Bitkilerin bazı organlarında (kök, kabuk, yaprak, meyve, tohum gibi) daha fazla alkaloit bulunur. Alkaloitler bitkilerde en fazla bulunan toksik maddelerdir. Sinir sistemi ve karaciğer üzerine etkilidirler. Alkaloit alımıyla birlikte beyin ve omurilik etkilenir, sinir sistemi bozuklukları ve ani ölümler görülebilir.
Yem bitkilerinde çok sayıda alkaloit tespit edilmiştir. Örneğin Avustralya ve Yeni Zelanda'da kanyaş (Phalaris) meralarında otlayan veya bu bitkilerin kuru otunu yiyen koyun ve sığırlarda kanyaş felcine "Phalaris stagger" sık rastlanır. Triptamin alkaloidinin neden olduğu bu zehirlenmelerde, beyin ve omurilik etkilenir, sinir sistemi bozulur ve ani ölümler görülebilir (Mayland ve Cheeke, 1995). Özellikle bol azotlu gübre verilen meraların erken ilkbaharda otlatılması durumunda, birçok buğdaygil bitkisi sorun yaratabilir.
Bazı buğdaygil türlerinin başak ve salkımlarında genel olarak çavdar mahmuzu olarak da adlandırılan Claviceps türlerinin neden olduğu oluşumlar görülebilir. Bu bitkilerin başak veya salkımlarını yiyen hayvanlarda, Claviceps alkaloitlerinden kaynaklanan zehirlenmeler nedeniyle hayvanlarda kulak ve kuyruk düşmeleri ile bazı sinirsel rahatsızlıklar görülür. Claviceps sorunu bulunan yerlerde bitkilerin generatif devreye geçmelerine izin verilmeme lidir (Açıkgöz, 2001).
Gramineae familyasından delice (Lolium temulentum L. ) tohumları içerdiği alkaloitler nedeniyle zehirlenmelere neden olmaktadır (Seçmen ve Leblebici, 1987; Baytop ve ark. , 1989; Gençkan, 1983 ve Balabanlı ve ark. , 2006). Bazı baklagil yem bitkilerinde örneğin; mürdümük bitkisinin olgunlaşmış tohumlarında Lathyrin alkaloidi (B ODAP) olarak bilinen aminoasit türevleri, Lupinus türlerinde ise kipinin, lupinidin ve türevleri hayvanlarda zehirlenmelere neden olabilmektedir (Can ve Çeliktaş, 2009).
Glikozitler, şeker ile karbonhidrat olmayan bir grubun ester bağları ile bağlanmasından oluşmuştur. Su ve alkolde çözünen birçok pigmentleri içerirler. Glikozitlere, siyanogenik glikozitler, glikosinolatlar, saponin ve kumarin glikozitleri en güzel örneklerdir.
Coronilla türlerinde kalp glikozitleri, Lotus corniculatus L. bitkisinde Lutosin, Sorghum halepense L. ve Vicia türlerinde siyanogenik glikozitler hayvanlarda zehirlenmelere neden olmaktadır (Seçmen ve Leblebici, 1987; Baytop ve ark, 1989 ve Balabanlı ve ark, 2006).
Prusik asit veya hidrosiyanik asit (HCN) zehirlemesi sarıçiçekli gazal boyunuzu ve ak üçgül gibi bazı bitkilerde görülürse de, koca darı (Sorghum) türlerinde daha sıklıkla rastlanılan bir sorundur.
Bu türlerde d’hurrin glikoziti bulunur. Bitkideki d’hurrin oranı çeşit, büyüme devresi, uygulanan N'lu gübre miktarı başta olmak üzere yetiştirme koşulları ve iklim faktörlerine bağlı olarak değişim gösterir. Genel olarak aşırı azotlu gübreleme, kurak ve soğuk iklim koşulları, bitkide hidrosiyanik asit oluşumunu hızlandırmaktadır. Ayrıca bitkilerin genç devrelerinde yüksek oranda bulunan hidrosiyanik asidin bitkinin olgunlaşması ile azaldığı bilinmektedir (Açıkgöz, 2001).
Kumarin hayvanlar için tehlikeli bir madde değildir. Ancak iyi kurumamış taşyoncası otlarında Penicillium nigricans ve P. jensi gibi mantarların etkisiyle, kumarin dikumarola dönüşür (Goplen, 1980). Dikumarol kanın akışkanlığını hızlandıran, K vitamini metabolizmasını bozan ve kanın pıhtılaşma özelliğini azaltan bir maddedir (Anticoagulant). Bozulmuş taşyoncası otunu yiyen hayvanlarda iç veya dış kanama sonucu ölümler görülür.
Mineral Madde Düzensizlikleri ve Zehirlenmeler Makro ve mikro mineraller çiftlik hayvanlarının kemik ve diş gelişimi, sinir ve kas fonksiyonlarının normal işlemesi, büyüme, gelişme, üreme, sindirim gibi faaliyetleri ile hücre ozmotik basıncının düzenlenmesi ve dokularda nötr p. H'nın oluşturulması, proteinlerin yapıtaşı olma ya da besin elementlerinin hayvanlar için yarayışlı forma dönüştürülmesi işlemlerinde anahtar olarak yer alırlar. Hayvan vücudunun mineral madde içeriğinin yaklaşık % 70'ini Ca ve P oluşturmaktadır (Kutlu ve Çelik, 2005). Dolayısıyla bu minerallerin eksiklikleri ya da fazla miktarda tüketilmesi önemli sağlık sorunlarına neden olmakta, zararlı veya toksik etki yapabilmektedir.
Sanayi bölgelerinin farklı atıkları, volkanik patlamalar (Rubin ve ark. , 1994) ya da yanlış amenajman uygulamaları sonucu bitkilerde oluşan aşırı P birikimi, otlayan hayvanlarda florosis adı verilen fosfor zehirlenmesine yol açabilmektedir (Cronin ve ark. , 2000). Yem bitkileri içerisinde baklagiller familyası, kalsiyum ve fosfor içeriği açısından zengin kabul edilmektedir. Vücutta Ca/P oranının yaklaşık 2/1 şeklinde olması rasyonda da benzer bir oranın bulunmasının tercih nedenidir (Ergün ve Tuncer, 2001).
Cu yönünden fakir meralarda otlayan hayvanlarda gebelik oranında azalma gözlenirken, fazla miktarda Cu alımında ise hayvanlarda iştahsızlık, ishal ve sarılık gibi belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Hayvanlarda iştahsızlık ve canlı ağırlık kaybı demir (Fe) eksikliğinin ana belirtilerindendir. Hayvanlarda selenyumdan (Se) kaynaklanan sorunlar ve belirtileri dört grupta toplanmaktadır. Se yetersizliği buzağı, koyun ve keçilerde beyaz kas hastalığına (WMD) neden olurken, kümes hayvanlarında “Exudative Diafhes” ve domuzlarda “Mulbery” kalp hastalıklarına yol açmaktadır (Gupta ve Gupta, 2000).
Aşırı miktarda Se biriktiren Astragalus ve Atriplex türlerinin aşırı tüketimi, hayvanlarda kalp ve akciğer yaralanmaları ile solunum bozukluğu ve körlük gibi rahatsızlıklara neden olabilmektedir. Yele ve kuyruk kıllarının dökülmesi en önemli belirti olarak gözlenmektedir (Bailey, 1978; Molyneux ve Ralphs, 1992). Çinko (Zn) vücut ve doku sıvılarında protein bağlanmasında görev alır. Bu nedenle Çinko (Zn) eksikliğine bağlı olarak hayvanlarda büyüme ve gelişme bozuklukları, yem tüketiminde azalma, deri ve epitelde iyileşmesi güç yaralar oluşmaktadır. Kobalt (Co) Vitamin B 12'nin yapısına girmektedir. Kobaltın rasyonda yeterince bulunması durumunda, hayvanın ihtiyacı olan vitamin B 12 rumen mikroorganizmaları tarafından sentezlenebilir (Umucalılar ve Gülsen, 2005). Eksikliği hayvanlarda gelişme bozuklukları, üreme performansının düşmesi ve kansızlığa (anemi) neden olmaktadır (Ergün ve ark, 2002).
Genel olarak, tropik kökenli buğdaygiller N, P, Cu, Co ve Na yönünden fakirdir. İdeal bir hayvan besleme açısından yemlerin K/Na oranları 5/1 olmalıdır. Bu oranın 10/1’i geçtiği yemlerle beslenen hayvanlarda döl verimi düşmektedir (Aydın ve Uzun, 2002). Mineral madde eksikliğinde meraya mineral maddelerce zengin gübreler atılabileceği gibi, mineraller doğrudan yeme de karıştırılabilir. Ancak iyi bir baklagil + buğdaygil karışım merasında mineral madde eksikliği nadiren görülür (Açıkgöz, 2001).
Çayır Tetanisi (Hipomagnezemi) Çayır tetanisi, ruminant hayvanlarda kandaki magnezyum düzeyinin düşük olması ile ortaya çıkan beslenmeye bağlı bir bozukluktur (Umucalılar ve Gülsen, 2005). Genel olarak hava sıcaklığının 5 15 °C arasında değiştiği ilkbahar aylarında saf buğdaygil yem bitkileri veya tahıl meralarında otlayan sığır veya koyunlarda görülür (Açıkgöz, 2001). Bazı zamanlarda kuru kaba yemlerle beslenen hayvanlarda da (kış tetanisi) hastalık meydana gelebilmektedir. Hastalık daha çok olgun sığırlarda ve özellikle de doğum yapan ineklerde buzağılamadan sonraki 10 haftalık dönemde oldukça yaygındır.
Çayır tetanisi ortaya çıkan hayvanlar tedirgin ve aşırı duyarlıdır. Hayvan başını yukarı kaldırdığında omuz ve göğüs çevresinde titremeler, bacaklarda ise kasılma ve sendeleyerek yürüme gözlenir. İlerlemiş tetanide bacaklardaki kasılmalar artmıştır, gözler büyümüş ve ağızdaki köpürmeler yoğunlaşmıştır. Artan kalp çarpıntıları ile birlikte bu süreç ölümle sonlanabilir. Bazen bu klinik belirtiler gözlenmeksizin de hipomagnezemi ortaya çıkabilmektedir.
Laktasyondaki ineklerde süt veriminde azalma ve sinirlilik hali gözlenirken, kuruda otlayan hayvanlarda doğum esnasında süt humması ortaya çıkabilmektedir (Umucalılar ve Gülsen, 2005). Bitki dokularında Mg oranının düşüklüğü yanında, fazla N ve K oranı, düşük karbonhidrat ve yüksek asit oranlarının da tetanide etkili olduğu kabul edilir. Bu nedenle aşırı N ve K'lu gübreler yemlerdeki Mg oranını azalttığı için tetani tehlikesini artırır. Hastalığın görüldüğü hayvanlarda erken dönemde Mg tuzları içeren enjeksiyon uygulaması ilk etapta başarılı olabilmektedir.
Diğer Zararlı Maddeler Oksalatlar:
Fenolik Bileşikler: Fenolik bileşikler böcekler ve diğer zararlılara karşı bitkileri korurlar. Bitkilerde bulunan fenolik bileşikler, genellikle flavinoidler, isoflavinoidler, tokoferoller ve tanenlerdir. Bitkilerde bulunan fenolik bileşikler çinko gibi bazı mineral maddelerin yararlanılabilirliğini azaltmaktadır (Töngel ve Ayan, 2005).
Nitrat ve Nitritler : Nitratlar gerçekte ruminantlar için zehirli olmayıp rumende nitrite dönüştüğünde zehirli etki gösterirler. Nitrit hemoglobindeki demiri ferro halinden ferri duruma okside ederek, kandaki hemoglobini methemoglobine çevirir. Bu durumda oksijen dokulara taşınmaz ve sonuçta titreme, solunum hızının artması, sallanma ve ölüm oluşabilir. Bu olaya nitrat zehirlenmesi denir.
Bitkilerde nitrat birikimi genellikle aşırı N gübrelemesi veya bitkide büyümeyi engelleyen kuraklık ve soğuk hava gibi fizyolojik stres yaratan ortamlarda ortaya çıkar. Bu nedenle kuru ve soğuk dönemlerde aşırı azot gübresi verilen tarlalarda otlayan hayvanlarda nitrat zehirlenmesi sık görülür. Nitrat, bitkinin vejetatif aksamında birikir ve çiçeklenmeden hemen önce en yüksek seviyelere çıkar. Tohumun oluşmaya başlamasıyla birlikte de bitkideki seviyesi hızla düşmektedir.
Amino Asitler: Yem bitkilerinde birçok zehirli amino aside rastlanır. Bazı çivit (Indigofera) türlerinde indospecine, mürdümük ve fiğ türlerinin tohumlarında lahyrogenik amino asitler bulunur. Birçok mürdümük türünde zehirli amino asitler, latirizm adı verilen sinir sistemi rahatsızlıklarına yol açarlar.
Bitki Estrojenleri: Estrojen genel anlamda dişi hayvanların seksüel gelişimini etkileyen bileşiklerdir. Yem bitkilerinde estrojen bileşiklerinin önemi, Avustralya'da yeraltı üçgülü meralarında otlayan koyunlarda üreme bozukluklarının gö rülmesi ile anlaşılmıştır. Avustralya'da yeraltı üçgülü, ABD ve Kanada'da yonca ve üçgül türleri ile yapılan çalışmalarda estrojenlerin üremeyi sekteye uğrattıkları, üreme organlarında bazı değişimler yaptıkları görülmüştür (Bray, 1984; Reid ve Jung, 1982).
Şişme: Baklagil yem bitkileri yetiştiriciliğinde en önemli sorunlardan birisi de, bu bitkilerin yeşil otlarını fazlaca yiyen hayvanlarda görülen şişme olayı dır. Hayvanlarda şişme, işkembede mikrobiyal fermentasyon sonucunda ortaya çıkan gazın işkembede birikmesi olayıdır.
Kanada'da şişme olayının % 84'ünün bazı baklagillerin saf veya dominant olduğu meralarda otlayan hayvanlarda görüldüğü belirlenmiştir (Howarth, 1975). Ancak her baklagil yem bitkisi aynı etkiyi göstermez. Bu yönden baklagil yem bitkileri, iki ana grup altında top lanır. Yonca, çayır üçgülü ve ak üçgül gibi önemli baklagil yem bitkilerinin içinde bulunduğu birinci grup, hayvanlarda şişmeye neden olurlar. Buna karşılık, korunga, sarıçiçekli gazal boynuzu ve nohut geveni gibi bitkiler hayvanlarda şişme yapmazlar (Sencer, 1977).
Bugün genel olarak rumende bitki hücre duvarının hızla parçalanması ve hücre içi eriyebilir proteinler ve fermente olabilir karbon hidratlarınhızla ortaya çıkması şişmenin ana nedeni olarak kabul edilir. Eri yebilir proteinler rumende gaz oluşumuna neden olurken, şekerler de bu gazı üreten mikroorganizmaların çoğalmasına zemin hazırlar. Oluşan gaz rumenin şişmesine ve solunumun zorlaşmasına yol açar. Önlem alınmaması halinde hayvan ölür (Mayland ve Cheeke, 1995).
Yapılan çalışmalarda kondanse tanenlerin; eriyebilir pro teinlerin çözünme hızlarını azalttıkları, proteinleri çökelterek işkembede oluşan köpük miktarını önemli oranda azalttıkları belirlenmiştir (Fay ve ark. , 1980). Tanenlerin bu etkisinin belirlenmesinden sonra hayvanlarda şişmeye ne den olan baklagil yem bitkilerinde tanenli genotiplerin aranmasına başlan mıştır.
Şişmenin önlenebilmesi için; hayvanların çayır meralardan aldıkları baklagil miktarının rasyondaki payının azaltılması ve buna bağlı olarak meralarda şişme yapmayacak baklagil türlerinin artırılması gerekmektedir. Rumende holotriş siliyat grubu mikroorganizmalar şişmenin önlenmesinde rol oynamaktadırlar. Bu nedenle, sözü edilen mikroorganizmaların yoğunluğunun belirli bir düzeyde olması sağlanmalıdır. Glikolipid yapısındaki bitki lipidleri de doğal anti köpük ajanlarıdır. Ayrıca, diğer bazı köpük kırıcı ajanlar (bitkisel yağlar, lesitin, gliserol) kullanılabilir (Aksoy, 1987).
- Slides: 33