T C BNGL VALL L MLL ETM MDRL
T. C. BİNGÖL VALİLİĞİ İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ 2016 -2017 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI DEĞERLER EĞİTİMİ ÖĞRETMEN KILAVUZ KİTABI Bingöl-2016
Eğitimcinin Dikkatine; Kavram Açıklaması Bu bölümü işlerken öğrencilerinizin düşüncelerine de müracaat ederek diyalog tarzında bir sunum yapabilirsiniz. Bu yazıyı, öylesine okuyup geçmek, yazının etkisini azaltacaktır. Bu bölüm, “eğiticinin öğrencileriyle karşılıklı konuşması” tarzında hazırlanmıştır. Kavram açıklamasında bilgi ve mesaj yoğunluğu olduğu için, bunların anlaşılması ve hazmedilmesi için yer anlatmayı keserek metnin akışına uygun olarak öğrencilerinizin düşüncelerine yer verebilirsiniz. Bunu yapabilmek için de bu yazıyı öğrencilerinizle paylaşmadan önce birkaç kere okumanızı, belirli yerleri işaretleyerek ne yapacağınıza dair küçük notlar almanızı tavsiye ederiz. Bu şekilde bir hazırlık, sizin daha etkili bir eğitim yapabilmenizi ve öğrencilerinizin yazıyı daha rahat anlamalarını sağlayacaktır. Hikâye anlatımı, “Kavram Açıklaması” yazılarına göre biraz daha kolay olacaktır. Çünkü yukarıda anlattığımız uygulamayı hikâye metinlerinde kısmen bizler yapmaya çalıştık. Fakat bizim hazırladığımız kısımlarda yetinmeyip sizlerin de bir takım hazırlıklar yapmanızı tavsiye ederiz. Çünkü kendi yapacağınız basit bir hazırlıkla ilave bilgiler verebilirsiniz. Böylece hikâyeyi daha renkli bir şekilde işleyebiliriniz. Burada bir hususa daha dikkat çekmek istiyoruz. Eğer bir hikâye anlatıcısı değilseniz o zaman hikâye metnini en güzel şekilde okumanız gerekmektedir. Hikâye anlatımında veya okunuşunda şu hususlara dikkat etmeniz, hikâyenin tesirini artıracaktır: 1. Hikâyeyi özümseyinceye kadar birkaç kere okuyunuz. 2. Tonlamaya ve vurgulara özen gösteriniz. 3. Mümkünse hikâye kahramanlarını farklı seslerle seslendirmeye çalışınız. AÇIKLAMA Bu kılavuz; 2016 -2017 Eğitim-Öğretim Bingöl İl Milli Eğitim Müdürlüğü AR-GE Birimi tarafından Değerler Eğitimi Kulübü çalışmalarının il genelinde ortak bir çalışma yapılması ve bu çalışmaların niteliğinin artması için hazırlanmış bir dökümandır. Özellikle 12 -15 yaş gruplarına yönelik hazırlanmıştır. Eğitimlerimizi aşağıdaki tasnife göre yapmamız çalışmalarımızı düzenli hale getirecektir. Kılavuz hazırlanırken Kuran-ı Kerim ve Hadis kitaplarından Bahçevan Yayınlarının kaynaklarından yararlanılmıştır. Bunun haricinde etkinlikler AR-GE birimi tarafından oluşturulmuştur. Görseller ise www. forumalew. org, www. denovopr. com , ergunbicer. com , www. islamask. com , www. superaktif. net , www. igeder. org. tr , www. eokul-meb. com nimetder. org , www. maneviegitim. com sitelerinden alınmıştır. Kapak tasarımını ise İMKB Kaleönü Ortaokulu Resim öğretmeni Osman BAŞÇİ yapmıştır. Her ay; 1. Hafta : Kavram Açıklaması 2. Hafta : Hikâye 3. Hafta : Örnek hayat 4. Hafta : Etkinlik yaparak çalışmalarımızı devam ettirmeliyiz.
İÇİNDEKİLER DEĞERLER Hedef Davranışlar 1 Yardımlaşma ve Dayanışma Kavram açıklaması 2 Hikaye 3 -4 Örnek hayat 5 Etkinlik 6 Hedef Davranışlar 7 Öğretmene Saygı Kavram açıklaması 8 Hikaye 9 -10 Örnek hayat 11 Etkinlik 12 Hedef Davranışlar 13 Kavram açıklaması 14 Kitap ve İlim Sevgisi Hikaye 15 -16 Örnek hayat 17 Etkinlik 18 Hedef Davranışlar 19 Kavram açıklaması 20 Çalışkan Ve Sabırlı Olmak Hikaye 21 -22 Örnek hayat 23 Etkinlik 24
İÇİNDEKİLER DEĞERLER Hedef Davranışlar 25 Kavram açıklaması 26 Görgülü Olmak Hikaye 27 -28 Örnek hayat 29 Etkinlik 30 Hedef Davranışlar 31 Kavram açıklaması 32 Vatan Sevgisi Hikaye 33 Örnek hayat 34 Etkinlik 35 -36 Hedef Davranışlar 37 Anne-Baba Hakkını Gözetmek Kavram açıklaması 38 Hikaye 39 -40 Örnek hayat 41 Etkinlik 42 Hedef Davranışlar 43 Kavram açıklaması 44 Arkadaşlık Hikaye 45 -46 Örnek hayat 47 Etkinlik 48
YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA HEDEF DAVRANIŞLAR Yardımsever Bir İnsan ; q Yardımsever insanların, insanlar arasındaki yerinin yüceleceğini bilir. q Yardım etmenin malı azaltmadığını aksine çoğalttığını bilir. q İnsanlara her zaman ve her yerde yardımda bulunabileceğini unutmaz. q Yardımsever insanların Allah’ın sevgisini kazanacağını bilir. EKİM AYI DEĞERİ 1
KAVRAM AÇIKLAMASI YARDIMSEVERLİK Sevgili öğrenciler! Hayat, iniş çıkışlarla doludur. İnsan; bazen çok mutlu ve huzurlu , bazen de üzüntülerin hiç tükenmeyeceğini zanneder. Bazen herkese yardım için koşturur, bazen yardıma muhtaç hale gelir. Yardıma muhtaç deyince hemen maddi yardımlar gelmesin aklınıza. İnsan hastalanır , bakıma muhtaç olur; dara düşer, zamana ihtiyacı olur; çözümsüz kalır, akıl danışmaya muhtaç olur. İşte böyle, hayatta bir güçlü oluruz, bir zayıf. Yardımlaşma ve yardımseverlik önemli bir toplumsal değerdir. Toplumsal hayatta karşımıza çıkan ve çözümünde zorlanılan problemler, yardımlaşma yoluyla kolaylıkla çözülür. Yardımseverlik ve yardımlaşma dinimizde de önemli bir yere sahiptir. Muhtaçlara yardım etme sevgisi, Rabbimizin içimize koyduğu merhamet duygusundan kaynaklanmaktadır. Allah, yarattığı her canlıya değer vermiş ve Hz. Muhammed (s. a. v. ), şöyle buyurmuştur: “Kendisinde hayat eseri bulunan her canlıya yapılacak iyilik karşısında bir sevap vardır. ” Başka bir hadi-i şerif de şöyledir: ”Müslüman, Müslüman’ı kardeşidir. Ona zulmetmez, onu zalimlerin eline teslim etmez. Kim kardeşinin ihtiyacını karşılarsa Allah da onun ihtiyacını karşılar. Kim bir Müslüman’ın sıkıntısını giderirse Allah da buna karşılık kıyamet gününün sıkıntılarından birini ondan giderir. ” Evet, arkadaşlar! Ülkemizde kardeşliğimizin ve muhabbetimizin artması için; daima bu kardeşliği ayakta tutan kardeşinin dertleriyle dertlenme, sevinciyle mutlu olma eve her konuda yardımlaşma duygularını canlı tutmalıyız. Tüm Milletimizin bir vücut olduğunu düşünün şimdi. Bu vücudun bir başı, elleri, ayakları, gözleri, kalbi vs. vardır. Elin vazifesi ayrıdır, ayağınki ayrı, kulağınki ayrı… Ancak hiç biri tek başına bir işe yaramaz, illa ki bir bedende bulunmalılar. İşte bizler de bir vücudun uzuvları gibi birbirimize destek olmalıyız. Bütün insanlığa yardımcı olup bu işi büyük bir nimet bilmeliyiz. Hz. Ali efendimizin bir sözü var: “Kim bir kalbe sevinç verirse Allah Teala o sevinçten bir lütuf yaratır. O kimseye bir musibet geldiği zaman bu lütuf, o kimsenin kalbine su gibi akar. Suyun kirleri temizlediği gibi lütuf da kalpteki kederleri siler. ” Yardımlaşma; birlikte çalışmak ya da yardım etmektir. Takım çalışması gibi yalnızken yapamayacağımız şeyleri yeteneklerimizi ve enerjimizi birleştirerek çalışmaktır. Bizim yeteneğimiz ya da bilgimiz olmayan konularda yardım alıp, kendimize ait bilgi ve yeteneği başkasınınkiyle birleştirmektir. Bir kent düşleyelim. Bu kentte hastaneler olmasa herkes kendi tedavi olsa… Hasta, yaşlı ve muhtaçlara yardım eden insanlar ve kuruluşlar olmasa. Görme engelliler ve diğer engelliler kendi ihtiyaçlarını karşılamaya kalkışsa… Fakirler kendi hallerine bırakılsa… Hayat ne kadar yavaşlar ve zorlaşır, değil mi? Demek ki yardımsız hayat gerçekten zor oluyormuş. Yardımseverlik ve yardımlaşma milletimizin ruhuna işlemiş bir değerdir. Öyle ki bu değerle alakalı pek çok atasözü vardır. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır. ” “İyilik eden, iyilik bulur. ” “El Eli yıkar iki el de yüzü. ” gibi yardımlaşmayla alakalı birçok atasözümüz bulunmaktadır. Bizler genç nesiller olarak, kimin derdi varsa derman olmaya, kimin yarası varsa yarasına merhem olmaya, kimin de problemi varsa ona çözüm bulmaya gayret etmeliyiz. Çünkü yardıma muhtaç insanlar, bu merhamet elini bekliyorlar… 2
Hikaye ESAS KUVVET Hikayeden Önce Öğrencilerinize Sorun Öğrencilerinize şu soruyu sorarak bugünkü çalışmanıza devam edebilirsiniz: ”İnsanın sahip olduğu en etkili kuvvet hangisidir? Akıl kuvveti midir? Beden kuvveti midir? Merhamet insana güç katar mı? Çok zeki güçlü; ama merhametli olmayan, yarım sevgisinden mahrum bir insan, kaç kişi tarafından sevilir? Bu ve benzeri sorulara cevap aldıktan sonra hikayeyi anlatabilirsiniz. Öğrencilerinize şu soruları sorabilirsiniz: Siz böyle bir teklifle karşılaşırsanız, ne düşünürdünüz? İnsanlardan bir şeyleri meslek edinen kişiler vardır, bilirsiniz. Bu kadın da böyle bir dilenci olabilir mi? Bir dilencinin isteğini yerine getirir misiniz? Yoksa geri mi çevirirsiniz? Dinimize göre hangisi daha uygundur? (Eğer kişinin az da olsa bir şey yemeye imkanı varsa, bu işi meslek haline getiren bir dilenciyi bile geri çevirmek uygun değildir. Çok az da olsa bir şey verilebilir. Çünkü insan, bu şekilde vermemeye alışabilir. Gerçekten ihtiyacı olan bir kişiyi de dilenci zannedebilir. Adam, akşam iş çıkışı eve gitmek üzere yola çıktı. İşyeri ile dolmuş duraklarının arası çok da uzak sayılmazdı. paltosunun cebine soktu ellerini, hava soğuktu ve yürümeye başladı. Bugünkü işleri de her zaman ki gibi yorucuydu. Eve gidip iyi bir duş almayı düşünüyordu. Belki o zaman biraz olsun rahatlayacaktı. Akşam trafiği… Her yer karışık ve sıkışıktı. Kısa bir zaman sonra otobüs duraklarına vardı. Köşede seyyar bir balıkçı bağırıyordu: “Haydi, istavrit beş yüz!” Adam düşündü, akşama balık yemek iyi olurdu. Hem kızı da eşi de çok severdi balığı. Kendi de bayılırı doğrusu evde o sıcacık neşeli ortamda balık ziyafetine. - Kardeş, ver bakalım bir kilo istavrit, dedi. Balıkçı: - Beyim, 1, 5 kilo vereyim olmaz mı? Adam bir an durakladı; ama teyzenin haline acıyarak. “Tabi teyzeciğim!” dedi ve balıkçıya seslendi: “abiciğim, balıklar üç kilo oldu! Bir kilo bana iki kilo da teyzeye tart bakalım. ” Balıkçı balıkları poşetlere koyarken adamın aklına geldi birden, “Teyze ekmeğin var mı senin? ” diye sordu adam. Yaşlı kadın utandı, sessiz kaldı önce, sözler çıkmadı ağzından. Sanki verecek bir cevap bulamıyordu. “Yok evladım!” dedi zor da olsa. Adam biraz daha sevinmişti. Tebessüm ederek, “Dur teyzeciğim, biraz bekleyebilirseniz onu da hallederiz!” dedi. Koştu adam, bir çırpıda o yoğun trafiğin içinden sıyrıldı, markete girdi. Dört tane ekmek aldı. Aynı hızla geri döndü. Ekmeleri, balıkları almış olan yaşlı teyzeye verdi. Başka bir şeye ihtiyacı olabileceğinin düşünmüştü, sormaya karar verdi: Adam gülümsedi - “Belki bir kilodan fazla almaya yetecek param yoktur!” dedi Balıkçı bunun üzerine: - Teyzeciğim, başka bir ihtiyacınız var mı? - “Canın sağ olsun beyim!” dedi, “Canın sağ olsun!” Balıkçı balıkları tartarken tezgahta balıkları bekleyen adamın yanına yaşlı bir teyze geldi. Kadıncağızın üstü başı, halini anlatırcasına eski püsküydü. “Evlat!” dedi. “Bana da balık alır mısın? ” Kadın, elinin yırtılmaya yüz tutmuş kim bilir kaç yıllık olan pardösünün cebine attı. Adamın gözlerine baktı, utanıyordu, eziliyordu ve elinde olmadan bunu belli ediyordu. Adam gülümsedi, - O ne teyzeciğim, bir bakayım!” dedi. 3
Kadın cebinden bir ilaç şişesi çıkardı, - “Evladım, bir de şu göz damlam var. ” dedi. “Alamıyorum , iki ay oldu. ” “Verir misin? ” dedi adam. “Teyzeciğim, sen az daha dur bakalım burada. ” Tüm bunlar gerçekleşirken balıkçı şaşkın gözlerle olan biteni izliyordu. Duygulanıyor, bir garip oluyordu. Tezgahında her zaman ilişik duran tabureyi aldı, - “O aslan parçası gelene kadar otur, biraz dinlen teyze. ” dedi. Kadın, - “Sağol evladım. ” dedi, oturdu. Eczaneye girdi adam, “Bu ilaçtan var mı? ” dedi. Eczacı, “Evet efendim!” dedi rafa uzanıp aynı şişeden bir ilaç alıp verdi. Bu defa acele etmedim adam; çünkü karşı kaldırımdaki teyzenin balıkçının taburesinde oturduğunu görmüş, rahatlamıştı. Kendi kendine, - “Aaah be! Memleketimin insanı bir başka oluyor. ” dedi. Verdi ilacı teyzeye, “ Ne var başka eksiğin? ” diye bu defa sormadı. Elini cebine attı ve ne kadar parası varsa verdi yaşlı kadına. Öptü elini, bindirdi bir dolmuşa ve evine uğurladı. - Haydi ağabeyciğim, bu balıklar benim sana ikramımdır, afiyet olsun! Konuşmaya gerek yoktu; zira durum meydandaydı. Konuşmadan anlaştılar. İyi akşamlar diledi adam. Dolmuşa doğru güleç bir yüzle yürürken birkaç adım daha attı, yine durdu. Cebinde ne dolmuşa girecek ne eve ekmek alacak parası vardı. Düşündü, şükretti haline, zaten şunun şurası evi de en fazla yaya olarak otuz dakika tutardı. Başladı yürümeye. Hafiften bir yağmur çiselemeye başlamıştı. Sakin adımları hızlandı, hızlandı. Köşedeki telefon kulübesinin önünde durdu. Cüzdanından pek fazla kontörü kalmamış telefon kartını çıkardı, çevirdi tuşları, kızı çıktı karşısına , - Haydi babacığım! “Nerdesin? ” diyordu meraklı. Adam, - “Yavrum!” dedi, “Geliyorum. Annene söyle, bu akşam balık yiyeceğiz. ” Kızı, - “Olur babacığım. ” dedi, “Haydi çabuk gel!” Kadın, “ Allah razı olsun evladım!” diye dualar ederken bir yandan da ağlıyordu. Yanağından akan yaşlar o eski pardösünün omuzlarına düşüyordu; ama mutluydu. Adam, tam dolmuşa yönelecekken durdu ve balıkçıyla göze geldiler, “Eyvah!” dedi içinden, “Şimdi yandık!” Adam tekrar eve yöneldi, yağmur da artmıştı. Sıkı sıkı tuttu balık poşetini, bir eliyle rüzgarda uçuşan paltosunun yakasını kavradı ve yürüdü, yürüdü. Durdu, kafasını yine göğe kaldırdı, “Allah’ım! Sana şükürler olsun. Ne olur, bana bu gücü hep ver!” diye dua ederken duygulandı, mahzunlaştı. Yanağından akan yaşlar, caddelerde akıp giden yağmura karıştı. Öğrencilerinize Sorun Hikayeden sonra Adamın neden birden telaşlanmış olduğunu sorabilirsiniz. Bakalım çocuklar tahmin edebilecekler mi? Adamın bütün parasını kadıncağıza verdiğini ve balıkların parasını da henüz ödememiş olduğunu söyleyen öğrenciniz çıkarsa anlattıklarını gerçekten iyi dinliyor demektir. O zaman bu öğrencinize şunu sorabilirsiniz: Bu durumda adam ve balıkçı ne yapabilirler? Hikayeyi anlatmayı bitirdikten sonra öğrencilerinizin duygularını ve düşüncelerini paylaşabilirsiniz. Öğrencilerinize, “Hikayemizin kahramanının ‘ Allah’ım! Sana şükürler olsun. Ne olur bana bu gücü hep ver. ’ diyerek duasında istediği güç, hangi güçtür? ” sorusunu sorabilirisiniz. Yardımlaşma konusuyla ilgili hikaye veya gerçek yaşamdan alıntılar anlatabilecek öğrencileri dinleyebilirsiniz. Bu olaylar olurken balıkların parasını vermeyi unutmuş, dahası tüm parasını yaşlı kadına vermişti. Bunu fark eden balıkçı, adama bakıp gülümsedi. BİTTİ 4
Örnek hayat ADI GÖKLERE YAZILAN HANIM MİHRİMAH SULTAN İstanbul’un es eski muhitlerinden biri Üsküdar’dır. Üsküdar’ın güzelliğine güzellik katan mekanların başında da iskeleye zarif bir hanım edası ile kurulmuş Mihrimah Sultan Cami gelir. Bu cami, Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Cemile Mihrimah Sultan tarafından yapılmıştır. Mihirimah Sultan, 1522 yılında Topkapı Sarayı’nda doğmuştu. Oldukça güzel bir siması vardı. Buna binaen adı “mihr ü mah” konuldu. “Mihr” Güneş, “mah” ise Ay manasına gelir. Mihrimah’ın annesi Hürrem Sultan’dı. Mihriman Sultan, Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Hürrem Sultan’ın tek kızıydı. Sultan Süleyman tek kızı olmasından mıdır bilinmez, Mihirimah’a çok önem verirdi. Mihrimah Sultan, babasının da gayretleri ile çok iyi bir eğitim almıştı. Mihrimah Sultan, Osmanlı Devleti’nin en parlak zamanlarında yaşamıştı. Zirvelerde yaşanan bir zamanda “sultan kızı” idi. Fakat bu imkanlar onu şımartmıştı. Mihrimah Sultan, tevazu ehli ve çok hayır sever biriydi. Servetinin hayır işlerine adamıştı. Mimar Sinan’a Edirnekapı Camii ve Üsküdar’daki Mihrimah Camii’ni yaptırdı. Bu camiler, “Selatin Cami”lerdi. “Selatin cami”, Osmanlı hanedan üyelerinin yaptırdığı camiler verilen isimdir. Bu camiler birden çok minareli olurdu. Fakat hanedan üyesi olmayan kişilerin yaptırdığı camiler ne kadar büyük olursa olsun, “selatin” cami sınıfına girmez ve tek minareli olurdu. Bu adeti Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde görmekle beraber, Edirnekapı Camii’nde görememekteyiz. Edirnekapı’daki Mihirimah Sultan Camii’nin tek minaresi vardır. Bunun sebebi ise tarihi kaynaklarda bulunmamakla birlikte şu şekilde yorumlanmıştır: Üsküdar Mihrimah Sultan Camii yapılırken Mihrimah’ın beyi Rüstem Paşa hayattaydı. Fakat Edirnekapı’daki Cami inşa edildiğinde Rüstem paşa vefat edeli 7 yıl olmuştu. Belki, tek minare onun yalnızlığına işaret ediyordu. Edirnekapı’daki Mihrimah sultan Camii’nin yanında çeşme, hamam ve medrese de yapılmıştı. Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nin yanına ise medrese, kervansaray, sıbyan mektebi ve hastaneden oluşan büyük bir külliye inşa edildi. İstanbul’un iki yakasına kurulan bu güzel camilerin ikisinin de adı Mihrimah olmakla beraber aralarında güzel bir irtibat bulunmaktadır. Şöyle ki; dahi mimar Koca Sinan iki camiyi de öyle yerlere kondurmuştur ki, nisan ayında mehtap; yani mah, Çamlıca sırtlarından; yani Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nin iki minaresi arasından doğar. Bu sırada da Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii’nin kubbesi üstünden de Güneş; yani mihr batar. Yani Mihrimah’ın isimleri yaptırdığı eserle göklere de yazılıyordu. Rivayetlere göre Üsküdar Mihrimah Sultan Camii, yaptırıldığı zamanlarda denize daha da yakındı. Hatta babası Sultan Süleyman, sultan kayığından inip cami merdivenlerine ayak basardı. Daha sonra yapılan düzenlemelerle cami biraz daha iç tarafta kalmıştır. Sultan’ın yaptığı hayırlar bununla sınırlı değildir. Harun Reşit zamanında, Harun Reşit’in Zübeyde Hanım tarafından yaptırılan, Bağdat’tan Arafat’a kadar gelen su kanalları o yıllarda bozulmuştu. Mihrimah sultan, babasının huzuruna çıkarak bu su kanalarını tamir ettirmek istediğini söylemiş ve bu vazife için 50 bin altın göndermişti. Yapılan bu tamirat neticesinde Mekke’ye ve Müzdelife’ye su gelmiş , hacıların ihtiyacı karşılanmıştı. Mihrimah Sultan yaptığı bu hayırlı işin gizli kalmasını talep etmişti. O günlerde Süleymaniye Camii’nin temelini atan Mimar Sinan’ın uzun bir süre ortadan kaybolmasının hikmeti de buydu. Süleymaniye Camii’nin temelleri otururken Koca Sinan, Arafat’a giderek su yollarının tamiri ile meşgul olmuştu. İşte bu, hayır yolunda çabaların, hiç bitmeyen gayretlerin en güzel ispatıydı. Bu su yolları yapıldıktan sonra da isminin “Ayn-ı Zübeyde” kalması, Mihrimah Sultan’ın kendi ismini vermemesi onun hassasiyetinin bir neticesidir. Osmanlı Devleti döneminde hanım sultanların yardımseverliği, yaptırdıkları hayırlar bunlarla sınırlı değildir. Osmanlı’da kurulduğu bilinen 26. 300 vakfın 2. 300 kadarının hanımlar tarafından kurulduğu bilinmektedir. İstanbul’da hanım sultanların yaptırdığı birçok cami bulunmaktadır. Ömrünü, hayır ve yardım işlerine adayan Mihrimah Sultan, 1578 yılında vefat etti. Kabri, Süleymaniye’de babasının türbesinin yanındadır. 5
ETKİNLİKLER 1. Okullarda yardım ekiplerinin kurulması 2. Her okul kendi bünyesinde bulunan yetim veya maddi durumu düşük öğrencilere yardım etmesi 3. Bingöl’de bulunan Suriyeli muhacir kardeşlerimize Ensar olma kampanyasına destek olması 4. Okul çevresinde bulunan yetim, öksüz veya düşkünlere yardım edilmesi. Yardım ekipleri okul idaresi-öğretmen-öğrenci işbirliği içinde kurulmalıdır. Bu yardımlar sadece bu ay içinde değil yıl boyunca da tüm okullarda devam etmelidir. 6
ÖĞRETMENE SAYGI HEDEF DAVRANIŞLAR Öğretmene sevgi besleyen ve saygı duyan öğrenci; q Öğretmenin kendisi için önemli olduğunu bilir. q Hakkıyla alim olanın abid olandan üstün olduğunu bilir. q Öğretmenlere karşı vefa duygusunu akıldan çıkarmamak gerektiğini bilir. q Alimlerin peygamber varisi olduğunu bilir. q Öğretmenin, öğrenci hayatındaki rolünün önemini anlar. “Öğrencilerimizin neden “Fatih”ler olamayışını değil de, kendimizin “Akşemseddin”ler, “Celalettin Ökten”ler, “Mahir İz”ler gibi olup olmadığımızı yahut olamayacağımızı sorgulamamız bugünün gençlerine yapacağımız en büyük katkı için önemli bir başlangıç olacaktır. ” KASIM AYI DEĞERİ 7
KAVRAM AÇIKLAMASI DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİNE O günleri anlatan eserleri okuyunca hayran kalmamak Bilim adamlarının söylediğine göre eğitim elde değil! İşte o zamanlar, hocanın hoca; ilmin ilim; hayatımız, anne karnında başlıyormuş. Yani daha talebenin de hakiki ilim talibi olduğu zamanlar… gözümüz dünyaya açılmadan zihnimiz ve ruhumuz bir Hocasının karşısında edepten başını kaldırmayan, öğrenci gibi yaşamaya başlıyor. Duyduğumuz sesler, hocasının önünde yürümekten hayâ eden, kapısına annemizin yemek zevki, bulunduğu ortamdaki manevi vardığında kapıyı çalmadan hocasının çıkmasını atmosfer… Hepsi ayrı bilinçaltımıza işleniyor ve bekleyen, kitapları satır ezberleyen, abdestsizken biz, bir ön bilgiyle geliyoruz dünyaya. kitaba ve deftere dokunmayan, hocasının özel Doğumumuzla beraber yeni bir serüven başlıyor. hizmetinde bulunmayı büyük bir lütuf gören, hocasının Agulama, emekleme, yürüme, tuvalet alışkanlığı, ilk duasıyla yükseldiğini, kıymetlendiğini bilen talebeleri cümleler… Böylece devam eder serüvenimiz. Sonra görebiliyor musunuz? okul hayatı… Annemizden ayrılmak bir kâbus gibidir; Ama o zamanlarda hocalar da hocaymış, diyenleriniz ama ondan ayrılmamız gerekir. Yeni bir insan giriyor vardır muhakkak. Haklısınız, her şey hafifleşirken hayatımıza. Öyle ki, bu insana hayran olmamak hocaların, öğretmenlerin hafifleşmesi de doğal. Ancak mümkün değil! Her şeyi bilen, her sorumuza cevap hala öğrencisini bir şefkat kucağında yetiştiren, sadece veren, bizi bir mıknatıs gibi kendine çeken bu özel öğreten değil, aynı zamanda eğitimci olmak derdini insan, öğretmenimizdir. taşıyan bir “Bahçevan” misali ektiği tohumu takip eden, Anaokulundaki ya da ilkokuldaki ilk öğretmeninizi bir sözüyle bir çocuğun dünyasını değiştiren hatırlamaya çalışın şimdi. Onu ilk gördüğünüz anı, ilk öğretmenler yok mu? Elbette var! Rabbimiz bizleri böyle tebessüm ettiğindeki halinizi, size kızdıysa sizin ne hakiki öğretmenlere öğrenci seçsin. min! kadar üzüldüğünüzü, hoşuna giden bir davranışında Öğretmenlerimize, nasıl olursa olsunlar, saygı gözünün nasıl parladığını hatırlayın haydi. göstermek bizim için bir boyun borcudur. Önce insan Kendisini hatırlamayanlar kardeşlerini, komşu olduğu için; sonra da emek verdiği, bir harf de olsa çocuklarını izlesinler. Bir anda ne kadar önem kazanır öğretme gayreti içinde olduğu için. Bazen empati bir insan? Anne, abla, ağabey; hepsi cahilleşir, ne yapmalı, kendimizi onların yerine koymalıyız. Durgun varsa hepsini öğretmen doğru bilir. Küçük bir çocuğun olduğu bir zamanda “Emekleriniz için teşekkür ederim dünyasında nasıl bir yer tutar ilk öğretmen, şaşılacak öğretmenim!” ifadesini bir ağızdan duymak ya da bir şeydir doğrusu. gözün ışıltısında okumak ne büyük enerji olur bir Yıllar geçer, biz büyürüz. Farklı farklı öğretmenler öğretmene. Sözlerini dinlemek, verilen ödevi zamanında tanırız. İlkokulda hayran olduğumuz o insan, ilk yapmak, onu küçültücü her türlü hareketten kaçınmak gençlik yıllarında; yani sizin yaşlarınıza geldiğimizde da vazifelerimiz arasındadır. Nihayetinde unutmamalı ki hata yapan bir insandır artık. Onun da haksızlıklar o öğretmen, biz de öğrenciyiz. Her ilişkide bir hukuk yapması mümkündür, bazen o da kızabilir, incinebilir, olduğu gibi bunda da bir hukuk vardır. onun da bilmediği bir şeyler olabilir. Yeni tanıdığımız Seviyorsak sevgimizi, saygı duyuyorsak saygımızı onlarca hocadan kimini çok severiz, kimi öğretmenimize ifade etmek güzeldir. Bir öğretmeni umurumuzda olmaz. Kiminin has talebesi oluruz, kimi mutlu etmek, aslında ne kadar kolay! Bir demet kır için “ Aman, benden uzak olsun! “ temennileri dolanır çiçeğiyle, bir küçük şiirle öğretmenimizi mutlu edelim dilimize. haydi! Onun gözlerindeki mutluluk pırıltılarını gördüğünüzde o zaman bir öğretmen için öğrenci ne Hayat en büyük öğreticidir. O yüzden ifade eder, biraz daha netleşecektir. Şair ne de güzel karşılaştığımız her şeyde ve her olayda biz mutlaka bir söylemiş: şeyler öğrenebiliriz. O anda bize ne öğretildiğini fark Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, edebilmek ve onu hemen öğrenmek, bizi hayat Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım, karşısında iyi bir talebe yapar. Öğretmenlerimiz için Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden, de geçerlidir bu. Birinden ilmin, sevginin, değerli Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden, hissetmenin ve hissettirmenin önemini öğrenirken Ne güller fışkırır çilelerimden, diğerinden asık suratlı olmanın insana ne çok Kandır, hayattır, emektir, benim güllerim, kaybettirdiğini, insanlara değer vermeyenlerin zaaf Korkmadım, korkmuyorum ölümden, sahibi insanlar olduğunu öğreniriz. İki türlüsünü de Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin. severiz, sayarız. Bize bir harf öğretenin kırk yıl kölesi Dünyanın en güzel öğretmenlerine çiçek olup çiçek olmak zor iş, değil mi? Bu mevzuyu konuşurken götürebilmek duasıyla… eskilere dönüp bakmamak mümkün mü? 8
Hikaye HOCALARIN GÖNÜLLERİNİ FETHEDEN SULTAN Uzun Hasan, bu konuşmadan sonra Sultan Fatih’in ilim adamlara hürmetini denemeye karar verdi. O zamanın en büyük âlimlerinden meşhur astronomi ve matematik bilgini Ali Kuşçu’yu Osmanlı ülkesine elçi olarak gönderecekti. Bakalım, ülkesinin en gözde hocası Ali Kuşçu’ya nasıl muamele edecekti. Çünkü uzun Hasan, hocası Ali Kuşçu’ya çok hürmet ederdi. Sultan Mehmet’in ise böyle büyük bir âlim karşısında büyüklük taslayıp Ali Kuşçu’ya saygısızlık yapacağını tahmin ediyordu. Böyle olursa Uzun Hasan, kendisinin Fatih Sultan Mehmet’ten daha büyük bir hükümdar olduğunu, âlimlere karşı daha saygılı olduğunu herkese ispatlamış olacaktı. Ali Kuşçu, yanında kalabalık bir heyetle yola çıktı. Haftalarca yol aldıktan sonra Osmanlı topraklarına vardı. İstanbul’a varması için daha birkaç haftalık yol kat etmesi gerekiyordu. Ali Kuşçu, girdiği İlk Osmanlı şehrinde seyahat ederken İstanbul’da Sultan Fatih’in huzuruna giren bir haberci padişaha durumu haber verdi: “Devletli Sultanım! Orta Asya’nın en büyük âlimlerinden meşhur Ali Kuşçu, Uzun Hasan’ın elçisi olarak İstanbul’a geliyor. Yanında iki yüz kişilik bir ekiple dün Osmanlı hudutlarından giriş yapmış. Bugün de falanca şehir de istirahat etmektedir. ” Bu haber büyük bir sevinçle karşılayan Sultan, derhal şunu emretti: “Girdiği her şehirde Ali Kuşçu’ ya derhal bin altın yol harçlığı verilsin! Kendisine hürmette asla kusur gösterilmesin!” Ali Kuşçu ve ekibi, İstanbul’un Üsküdar vilayetine gelinceye kadar konakladığı her şehirde çok büyük hürmetle karşılanır ve misafir edilirler. Padişahın emri üzerine kendisine her vilayette içinde bin altın bulunan koca bir kese hediye edilir. Üsküdar’a geldiklerinde ise Uzun Hasan’ın ekibi, adeta şok olur kalır. Hikâyeden Önce Hikâyemizi anlatmaya başlamadan önce Fatih Sultan Mehmet ile ilgili bazı bilgiler verebilirsiniz. Sultan Fatih, nerede ve ne zaman doğmuştur? (1431, Edirne) Türbesi nerededir? (İstanbul’da Fatih semtinde, kendi yaptırdığı caminin yanında) Kaç yaşında Osmanlı tahtına geçmiştir? (İlk önce 1 yaşında daha sonra 20 yaşına) İstanbul’u ne zaman fethetti? (2 yaşındayken 29 Mayıs 1453’te 53 günde fethetti. ) Ne zaman vefat etti? (Roma’yı fethe çıktığı sırada Gebze yakınlarında, 3 Mayıs 1481’de 49 yaşında vefat etti. ) İstanbul’u fethederek Doğu Roma İmparatorluğu’na son veren, Peygamber Efendimizin Konstantin’in fethi hakkındaki müjdesine nail olan Sultan Fatih’in namı, kısa süre içerisinde bütün dünyaya yayılmıştı. Doğudaki diğer İslam devletlerinin sultanları da Fatih Sulta Mehmet’in nasıl bir padişah olduğunu çok merak ediyorlardı. İstanbul’un fethedildiğini Karakoyunlu Devleti’nin padişahı Uzun Hasan’a haber veren elçi, Fatih Sultan Mehmet hakkında şunları anlatır: “Sultanım! Bu genç padişah, dünyaya hükmedebilecek bir sultandır. İstilacı, zalim ve kan akıtmaktan başka bir şey bilmeyen Moğol hükümdarlarına hiç benzemiyor. Fethettiği şehirlerdeki insanların gönlünü de fethetmeyi biliyor. ” Uzun Hasan merakla sorar: -Peki, hocalara ve ilim adamlarına tavrı nasıldır? Sultanım! Osmanlı hükümdarı İkinci Mehmet zaferlerinin ilimle süslüyor. Ülkesindeki âlimleri koruyup onlara sürekli destek oluyor. Uzun Hasan, - limlere bizim kadar değer veriyor mu göreceğiz bakalım! dedi. 9
Kalabalık bir ulema ordusu, onları karşılamak için beklemektedir. Başlarında da Sultan Fatih’in çok sevip hürmet ettiği devlet adamlarından ve zamanın ünlü şairlerinden biri olan Ahmet Paşa vardır. Ali Kuşçu ve onu karşılayan Ahmet Paşa, birlikte uzun süre sohbet ederler ve kısa sürede çok samimi bir dost oluverirler. Akşam vakti ikisi birden Sultan Fatih’in huzuruna çıkarlar. Fatih Sultan Mehmet, ikisini de hürmetle karşılayarak ikramlarda bulunur. Sohbet sırasında padişah, Ali Kuşçu’ya sorar: Genç sultan almış olduğu bu cevabı da çok takdir etti. Çünkü görevini yarım bırakıp İstanbul’ da kalsaydı bu, Ali Kuşçu için büyük kusur sayılırdı. Padişahın bu büyük alime olan itimadı ve sevgisi daha da arttı. Ali Kuşçu daha ülkesine dönmeden onun Osmanlı ülkesinde gördüğü hürmet ve itibar, çoktan kendi ülkesinde anlatılmaya başlanmıştı bile. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Fatih Sultan Mehmet ile olan ilk mücadelesini işte bu şekilde kaybetmiş oluyordu. “Kıymetli hocam Ahmet Paşa’yı nasıl buldunuz? ” Ali Kuşçu, kendi ülkesini istisna ederek şu Hikâyemizi anlattıktan sonra Fatih Sultan diplomatik cevabı verir. Mehmet’in yapmış olduğu işleri kısaca özetleyebilirsiniz. Otuz senelik padişahlığı -“İran ülkesinde ve Arap memleketlerinde bir süresince 200 kale ve şehir, 14 devlet ve 2 benzerini bulmak mümkün değildir. ” imparatorluk fethetmiştir. Bizans zamanında çok bakımsız kalan İstanbul, fetihten sonra adeta Verilen cevaptaki siyasi nükteyi anlayan Fatih yeniden kurulmuştur: Saray, camiler, Sultan Mehmet, tebessüm eder ve karşısındaki medreseler ile hamamlardan başka şehrin çeşitli büyük ilim adamını incitmeden ona şu cevabı verir: yerlerinde 4000 dükkân yaptırıp Allah rızası için vakfetmiştir. Fatih Medresesi’ nden başka 24 -Ahmet Paşa gibi kıymetli bir hoca, sizin ülkeniz medrese, 12 han, 40 çeşme ile iki gemi tersanesi olan Moğol memleketinde de bulunmaz. Çünkü sizin ve kışla yaptırmıştır. Bu devirde Bura’ da 37, gibi kıymetli bir âlim de şu an bizim ülkemizde ve Edirne’ de 28 ve başka şehirlerde 60 cami sarayımızda bulunuyor. yapılmıştır. Fatih Sultan Mehmet; Latince, Rumca, Sırpça, Arapça, Farsça’ yı çok iyi bilirdi. Peygamber Efendimiz’ in iltifatına mazhar olmuş Çok güzel şiirler yazacak kadar şiire meraklıydı. Sultan Fatih gibi büyük bir padişahın bu iltifat dolu Şimdi bu bilgileri verdikten sonra şu soruyu ince cevabı, Ali Kuşçu’yu çok memnun eder. Fatih öğrencilerinize sorabilirsiniz: “Fatih Sultan Mehmet, sözüne şöyle devam eder: “Kıymetli Mehmet, bu büyük işleri nasıl yapabilmiştir? ” hocam! Bilmenizi isterim ki konakladığınız vilayetlerde size sunulan hediyeler, şahsınıza olan hürmetimizi değil, ilminize olan hürmetimizi göstermek içindi. Zat-ı âlilerinizin şahsına olan hürmetimi nasıl göstereceğimi bilemiyorum! Kusura bakmayınız! Almış olduğunuz akçelerin helalliğinden emin olabilirsiniz. O gün çok kıymetli bir ilmi sohbet yaptılar. Ali Kuşçu, Sultan Fatih’in bilgisine hayran kaldı. Fatih Sultan Mehmet, Ali Kuşçu’ dan İstanbul ‘ da kalmasın isteyip Fatih Medresesi ‘ nde hocalık yapmasını teklif etti. Ali Kuşçu ise özür diledi: ” Beni bağışlayın sultanım! Şu anda huzurunuzda Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın elçisi olarak bulunuyorum. Bu görevi tamamlamadan teklifinizi kabul etmem mümkün değil!” 10 Hikâyeden Sonra
Örnek Hayat “Bir eğitim sisteminin kalitesi, öğretmenin kalitesini geçemez…” İnsanları bir şeye inandırmak yahut bir gerçeği, düşünceyi, inancı, değeri, kısaca soyut olanı insanlara daha anlaşılır bir şekilde anlatabilmek, somutlaştırmak için kullanılan en etkili yöntemlerden birisi de biri hikâyelerdir. Hikâyeler, insanların duygu ve düşüncelerini harekete geçirebilecek önemli bir materyaldir. Bir de bu hikâyeler, yaşanmış başarı hikâyeleri olursa şüphesiz daha etkili hâle gelir. İşte Mahir İz Hoca’nın öğretmenlik hayatı, günümüz öğretmenini motive edecek, bulunduğu konumu yeniden gözden geçirmesini sağlayacak önemli bir başarı hikâyesidir. Şunu iyi biliyoruz ki, bir eğitim sisteminin kalitesi, öğretmenin kalitesini geçemez. Yani sistem ne kadar mükemmel olursa olsun, eğer öğretmen nitelikli değilse verim elde etmek kolay olmaz. Yahut sistem ne kadar kötü olursa olsun, eğer öğretmen nitelikli ise oradan başarılı bir netice almak mümkündür. İşte Mahir Hoca, bu ikinci hususta önemli bir isimdir. Öğretmenlik yaptığı yıllar içerisindeki her türlü, ekonomik, siyasî, sosyal ve ilmî problemlere rağmen mesleğine odaklanıp gerekli özveri ve gayreti göstererek iyi bir başarı hikâyesi oluşturmuştur. Biz bu kısa yazımızda, Mahir Hoca’mızın hayat hikâyesinde onu başarıya götüren uygulama ve yaklaşımlarının bir kısmını sizinle paylaşacağız. Zira Mahir Hoca ve onun öğretmenlik hayatını anlatmak bu mütevazı yazının sınırlarını fazlasıyla aşmaktadır. Mahir Hoca’nın iz bırakan yaklaşım ve uygulamalarını şu beş madde de özetlemeye çalıştık. 1) Adanmış Bir Öğretmen Olmak Mahir Hoca’nın başarı hikâyesinin arkasındaki birinci unsur, onun mesleği ile ilgili yaklaşımıdır. Hoca, öğretmenliğe büyük bir idealle yaklaşmıştır. Yani Mahir Hoca’nın iyi bir “niçin”i vardır ve bu “niçin” ona “nasıl” yapacağını buldurmuştur. 2)Cömert ve Paylaşan Bir Öğretmen Olması 11 3) Kendini Sürekli Yetiştirmek Mahir Hoca, babası ve çok kıymetli hocaları sayesinde Arapça, Türkçe ve Farsça’ya vâkıf olmanın yanında, sağlam bir dinî alt yapı ve edebiyat bilgisine sahip olmuştur. Hatta o, dönemindeki edebiyatçılar arasında en mühim simalardan birisidir. Nitekim İbnülemin Mahmud Kemal Bey, “Son Asır Türk Şairleri” kitabına koymak üzere onun şiirlerinden örnekler istemişti; fakat Mahir Hoca tevazuundan bu isteğe cevap vermemiştir. 4)Mazeret Tanımamak Mahir Hoca, Milli Eğitim’den emekli olduktan sonra kendisine Yüksek İslam Enstitüsü’nde hocalık teklif edilmiş ve o da bu teklifi kabul etmiştir. Görev yaptığı yıllarda 12 Mart 1971 Muhtırası gerçekleşmiş ve 12 Mart 1971 Muhtırası’nda emekli olan; fakat yine de fakültelerde derslere giren hocalara tebligat yapılarak, derslerini ücretsiz devam ettireceklerse derslere girmeleri, aksi takdirde evlerine dönmeleri gerektiği bildirilmiştir. Bu karar enstitü idarecileri tarafından Mahir Hoca’ya ulaştırılınca hoca, dönemin yarısında olduklarını, müfredatı tamamlamaları gerektiğini, bu yüzden derslerini yarıda bırakamayacağını beyan ederek yaz tatiline kadar göreve devam edeceğini bildirmiştir. Ve bir dönem boyunca hiçbir ücret almadan derslere devam etmiştir. Bu fedakârlığı yaptığı yıllarda Mahir Hoca 76 yaşındadır ve evden okula gitmek için 3 vasıta değiştirmesi gerekmektedir. 5) Mezun Etmeyen Öğretmen Olması. Mahir Hoca’nın talebesi olmuşsanız, ya Mahir Hoca ölene kadar ya da siz ölene kadar Mahir Hoca’nın talebesi olmaya devam edersiniz. Hoca, devrindeki iletişim vasıtalarını başarılı bir şekilde kullanarak mezun olan öğrencileriyle sürekli haberleşmiştir. Mektupları ile onları yalnız bırakmamıştır. Bu mektuplarla öğrencilerini sürekli takip etmiş, onları bulundukları yerlerde daha faydalı olmaları noktasında gayretlendirmiştir. Mektuplarını da bir eğitim vasıtasına dönüştürmüş ve mektuplarında Osmanlı Türkçesi yazısını kullanmıştır.
ETKİNLİKLER Ben Öğretmen Olsaydım… AMAÇ: “Nasıl bir öğretmen ve öğrenci olmalıyız” meselesini anlar HAZIRLIK: Bir hafta öncesinden öğrencilere bu çalışmayı duyurun. Bir ders boyunca farklı zamanlarda farklı öğrencilerle bu çalışmayı yapacağınızı söyleyin. Onlar da hazırlanarak gelmelidirler. UYGULAMA: İstekli öğrencilerinizle başlayabilirsiniz. Siz de bu aşamada o öğrencinin yerine geçebilirsiniz. v Dersi öğrencinize bırakın. Bu, gözlem için iyi bir fırsattır. v Dersin sonunda öğrencilerden öğretmen olarak neler hissettiklerini anlatmalarını isteyin. v “Bir öğretmene nasıl davranılmalı? ” veya “Öğrencilere nasıl davranılmalı? ” konulu beyin fırtınası yapınız. 12
KİTAP VE İLİM SEVGİSİ HEDEF DAVRANIŞLAR Kitapları ve ilmi seven bir öğrenci; v Allah’ın ilk emrinin “Oku!” olduğunu bilir. v Okumanın, en güzel bilgi edinme yollarından biri olduğunu bilir. v Okudukça bilgi ve kültür seviyesinin arttığını fark eder. v Okuyan kişilerin, çevresine de faydalı olduğunu unutmaz. v Öğrendiği bilgileri doğru şekilde hayatına aktarmaya çalışır. ARALIK AYI DEĞERİ 13
KAVRAM AÇIKLAMASI İLMİN KAPISI KİTAPLAR “Elmas bile işlenmezse Gösteremez cevherinin İnsan da böyledir Ancak okursa gösterebilir Gerçek değerini” Japon Şarkısı Bir öğrenci olarak hepiniz bilirsiniz ki, okulda başarının tek şartı gününe ders çalışmaktır. Bunu hemen her öğrenci bilir. Fakat bunu bilen her öğrenci değil, bu bilgiyi okul hayatına uygulayan öğrenciler başarılı olur. Gerçek hayat da aynı bunun gibidir. Okul kitaplarını düzenli bir şekilde takip eden, okulda öğrenmesi gereken bilgileri öğrenen öğrenciler nasıl yüksek notlarla başarı dereceleriyle okullarını bitirirlerse… Hayatta da kendisine lazım olacak kitapları takip ederek sürekli okuyan, öğrendiği bilgilerle bilgi seviyesini yükselten insanlar daha başarılı olurlar. Bu örneği kat ve kat büyütürsek, işte o zaman gerçek bilgili ile bilgisiz arasındaki fark iyice netleşir. Zaten Rabbimiz de öyle buyurmuyor mu? “ Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? ” (Zümer suresi 9. ayet) İşte bilenlerle bilmeyenler arasındaki bu önemli arkı besleyen de kitaplardır. İlim hazinesinin kapısı kitaplar… “Okuduğumuz ders kitapları bize yeter!” diye üşünmeyin arkadaşlar. Emin olun ki , ders kitaplarından daha zevkli ve eğitici kitaplar da vardır. Onlarla vakit geçirmek son derece güzeldir. Odamızın bir köşesinde bu kitaplardan oluşan küçük bir kütüphanemiz olsa çok güzel olmaz mıydı? Evet, okumak insana keyif verir. Çünkü yeni bilgiler, okurken kendinizi ahengine kaptıracağınız güzel cümleler sizi bambaşka alemlerde nefeslendirir. Ne demiş bir kitap dostu, “ Kitapsız yaşamak; kör, sağır ve dilsiz yaşamaktır. ” Sevgili arkadaşlar! Bu güzel ve anlamlı Japon şarkısının sözleriyle başlayalım. Hiç ham elmas gördünüz mü? Yani daha tabiatın bağrından yeni çıkarılmış halini? O haliyle elmas; hafif, parlayan, şekilsiz, sert bir kaya gibidir. Fakat usta ellerde kesilir, şekil verilir ve işlenirse o göz alıcı haline bürünür. Daha sonra da pahalı fiyatlara alıcısını bekler. Şarkı, elmasın işlenmesini ile insanın okumasını birbirine benzetiyor. Gerçekten de öyle değil midir? İnsan okuyup yeni bilgiler öğrendikçe kendi eksikliklerini fark eder. Bu fark edişle beraber yavaş onların telafi edilmesi başlamış olur. Kişi okudukça yeni bilgiler öğreneceği için daha güzel bir hale girer. İnsan okudukça beslenir, aklını kullanma kabiliyeti artar. Öğrendiği yeni bilgileri özümsedikçe de düşünce ve duygu seviyesi yükselir, davranışları güzelleşir. Okuyan insanın kelime hazinesi genişler. Kelime hazinemiz arttıkça duygu ve düşünce zenginliğimiz de artacaktır. Bunu şöyle bir örnekle anlatabiliriz: Cebinizde yirmi liranız varken mi rahat bir alışveriş yaparsınız; yoksa üç yüz liranız varken mi? Kelime hazineniz de aynen bunun gibidir. Üç yüz kelime ile konuşuyorsanız insanlarla iletişiminiz sınırlı olur; ancak bin kelime ile konuştuğunuzda daha rahat iletişim kurabilirsiniz. Kendinizi daha rahat ifade eder, duygularınızı daha güzel dile getirirsiniz. O zaman da insanlarla anlaşamamak gibi bir probleminiz olmaz. O bilginin hayata yansıması gerekir. Evde buzdolabını ve kileri yiyecekle doldursanız; fakat onlarla beslenmeseniz ne olurdu? Size bir faydası olmadığı gibi yiyecekler bir süre sonra bozulurdu, değil mi? 14
Hikaye HAYAT KURTARAN KİTAPLAR elindeki kitaptan, “kitapların başarıya götüren bir anahtar olduğuna” dair bir hikaye bulacaksın. Çocuklar “Ama öğretmenim!” diyerek somurtsalar da arkadaşları biraz öncekinden daha neşeli kahkahalarla onlara gülerler. Son olarak öğretmenleri sınıfa şunu söyler: “Unutmayın çocuklar! “Son gülen iyi güler!” Aradan bir hafta geçer. Tekrar aynı dersin öğretmeni sınıfa geldiğinde Sedat ve Nedim, ödevlerini yapmış bir öğrenci rahatlığıyla sıralarında oturmaktadırlar. Öğretmen önce Sedat’ı tahtaya kaldırdığında Sedat, öğretmenine der ki: - Öğretmenim, bu kitapta okuduğum bir hikayeye göre gerçekten kitaplar insan hayatını kurtarabiliyormuş. Şimdi bu güzel hikayeyi arkadaşlarıma anlatmak istiyorum. Öğretmen , Sedat’ı dikkatli bir şekilde dinlemeleri için öğrencileri ikaz eder. Sedat başlar anlatmaya: “Bir uluslar arası ilişkiler profesörü, Uganda’nın Türk elçiliğine atanmış. Orada birkaç yıl kalması gerekiyormuş. Hiçbir bilgiye sahip olmadığı bu ülke hakkında arkadaşlarına sorular sormuş. Amacı, etraflı bilgiler edinmekmiş. Nitekim çok önemli bilgiler öğrenmiş. Mesela gideceği ülke fakir bir ülkeymiş. O ülkede kalacağı yer çok lüks bir yer değilmiş. Aldığı bilgilerin en önemlisi bu ülkede vahşi hayvanlar yaşarmış ve bunlar; çoğu zaman şehre, insanları yaşadığı yerlere kadar gelirlermiş. Ancak o ülkenin halkı bu vahşi hayvanların hangilerinin tehlikeli olduğunu ve bu hayvanlardan nasıl korunabileceklerini biliyorlarmış. Fakat hem kendisi hem de arkadaşları bu konuda herhangi bir bilgiye sahip değillermiş. Bu konu, profesörün kafasına takılmış. Ülkedeki vahşi hayvanlar ve onlardan korunma yollarına dair bilgi edinmek için bir kütüphaneye gitmeye karar vermiş. Kütüphanede Uganda hakkında bulduğu kitapları okumaya başlamış. Kitaplarda Uganda hakkında detaylı bilgi varmış. Hatta hangi tür hayvanların yaşadığı da yazıyormuş. Ancak bu temel kitaplarda adı geçen hayvanların zararları ve koruma yolları yazmıyormuş. Bunun içinde bir çare bulmuş. Hayvanları tek ansiklopediden bulup onları bütün ayrıntılarıyla öğrenmiş. Hikayeden Önce Hikayeyi öğrencilerinizle paylaşmadan önce onlara şu soruları sorabilirsiniz : q Sizce kitap okumanın ne gibi faydaları olabilir? q Kitaplardan öğrendiğiniz bilgileri uyguladığınız oldu mu? q İyi okuduğum dediniz bir kitap oldu mu? Türkçe öğretmeni, öğrencilerine kitap okumanın önemini anlatmaktadır. Çocukların bu konuya ilgisiz kaldıklarını görünce öğrencilerine bir soru sorar: “Söyleyin bakalım çocuklar kitap okumanın faydaları nelerdir? ” Derse karşı en ilgisiz öğrencilerden Sedat, hemen elini kaldırıp cevap vermek ister. Öğretmen Sedat’ın ilgisine çok şaşırır, - “Söyle bakalım Sedat!” der. - Öğretmenim, kitap okuyan insanlar sayesinde yayın evleri ve kitapçılar çok para kazanır, zengin olurlar. Sınıftaki bütün öğrencilerle birlikte öğretmeni de Sedat’ın verdiği cevaba çok güldü. Öğretmenin yumuşak ve hoşgörülü tavrından cesaret alan Nedim de parmak kaldırarak cevap vermek ister. Öğretmen, “Söyle bakalım Nedim!” deyince ayağa kalkan Nedim cevap verir: - Kitaplar iyi birer uyku ilacıdır, öğretmenim. Ben yatağa yatınca bir türlü uyuyamam. Güzel bir hikaye kitabı alırım ve başladığım hikayeyi daha yarısına kadar bile okuyamadan uyur kalırım! Bu cevap da bütün sınıfın çok hoşuna gider. Fakat öğretmen bu iki şakacıya da ders vermek ister. - “Bu iki arkadaşınızı tebrik ediyorum çocuklar!” der, “Ama kitaplar hakkındaki bilgilerinizde biraz eksiklik var sanki! Bu hatalarını düzeltme fırsatı vereceğim arkadaşlarınıza! Dedikten sonra Sedat’ın önüne bir kitap koyar. Elindeki diğer kitabı da Nedim’e verir. Der ki onlara: - Sedatçığım! Sana verdiğim kitaptan, “kitapların insan hayatına kurtardığına” dair bir hikaye bulmasını istiyorum. Sevgili Nedim! Sen de 15
“Son gülen iyi güler demiştim, değil mi? Kitap okumanın bir faydası da öğrencilerin yüksek not almalarını sağlar. Bu iki arkadaşınız da bunun en güzel örneğidir. Şimdi onlara sözlü notu olarak güzel bir 100 vereceğim. ” Öğrendiği bilgilerin en önemlisi ise bu ülkede yaşayan iki çeşit yılan hakkındaki bilgilermiş. Uganda’da iki çeşit Kara Yılan varmış. Bunlardan biri zehirli , biri ise zararsızmış. Zehirli olan yılanın göz bebekleri yataymış. Şehirde en çok karşılaşan vahşi hayvanlardan biri de buymuş. Bütün hayvanlar hakkında buna benzer bilgi ve belgeleri okuyan profesör, görevlendirildiği ülkeye kitapların da yardımıyla gönül rahatlığıyla gitmiş ve görevini aksatmadan yerine getirip yurduna dönmüş. Döndüğünde oradaki hayatının nasıl geçtiğine soranlara da ‘ Kitaplar sayesinde önemli bir problemle karşılaşmadım!’ cevabını vermiş. ” Sedat, hikayesini bitirdikten sonra sınıftaki öğrencilere şunları söyledi: Hikayeden Sonra Hikaye anlatımını tamamladıktan sonra öğrencilerinize şu soruları sorarak hikayede anlatılmak istenen konunun iyice anlaşılmasını sağlayabilirsiniz: q Sedat’ın ve Nedim’in kitap okuma hakkındaki düşünceleri değişmiş midir? q Hikayelerdeki kahramanlar, o kitapları okumasalardı hayatlarında ne gibi değişiklikler olurdu? “ Kitaplardan öğrendiğimiz bilgilerin bir kısmının faydasını hemen görebiliriz. Ama çoğu bilgi bize gereksizmiş gibi gelebilir. Oysa ki bazen o bilgiler bizim hayatımızı kurtaracak kadar önemlidir. ” “Örnek kısa hikaye” Daha sonra da Nedim, kendi bulduğu hikayeyi anlatmaya başladı: “Bir zamanlar Mein Balıkçısı diye talihli ile meşhur bir adam varmış . Hocamın Ordusu Mein kıyılarında balık pek az tutulduğu halde bu adam ne zaman balığa çıksa boş dönmez, sepetler dolusu balıkla gelirmiş. Adam, bu sayede para kazanırken talihi de dillere destan olmuş. O kadar ki, birinin fazla talihli olduğunu anlatmak için ‘Mein Balıkçısı gibi talihli’ demek adet haline gelmiş. Günün birinde bu meşhur balıkçı ölmüş. Cenaze için evine gelenler, Mein Balıkçısı’nın evinde balık ve su üzerine zengin bir kütüphane olduğunu hayretle görmüşler. Adamın balık avından neden boş dönmediği işte o zaman anlaşılmış. ” Büyük Selçuklu Devleti’nin unutulmaz sultanlarından Melikşah, hayatı boyunca hocası Nizamü’l Mülk’e çok önem göstermiştir. Ona vezirlik görevi vererek devlet işlerinde sürekli fikrini almış, onun verdiği tavsiyeleri mutlaka yerine getirmiştir. Hocasının isteği ve tavsiyeleri üzerine günümüzün üniversiteleri seviyesinde eğitim veren büyük bir medrese kurmuş ve o medreseye hocasının adını vermiştir. Nizamiye Medresesi’nde okuyan öğrencilere devlet bütçesinden her yıl 600 bin dinar harcanmasına bazı vezirler karşı çıkarlar. Derler ki: - Sultanım! Bu kadar büyük bir parayla büyük bir ordu kurulur! Sultan Melikşah, bu itiraz üzerine şu harika cevabı verir: - Hocamın yaptığı hizmetlere kimse karışmasın! Onun kurduğu ilim ordusu, bin ordudan daha hayırlıdır. Hikayeyi bitiren Nedim, öğretmenine dönerek şunları söyledi: “ Hikayeyi okuyunca balıkçının başarısının, okuduğu kitaplara bağlı olduğunu anladım öğretmenim. Böylece kitaplarınbizim için her türlü başarıda kilitli kapıları açan birer anahtar olduğunu öğrendim. ” Öğretmen, ödevlerini hakkıyla yapan bu iki öğrenciden yerlerine oturmalarını isterken sınıftaki diğer çocuklara hitaben şöyle dedi: 16
Örnek Hayat ASHAB-I SUFFE Peygamber Efendimiz’in ilme verdiği değeri göteren en güzel örnek, Suffe Mektebi ve Ashab-ı Suffe’dir. Peygamberimiz (s. a. v. ), Medine’ye hicret edince ilk olarak Mescid-i Nebevi’yi inşa etmiş ve mescidin etrafına odalar yaptırmıştı. Bu odaların bir kısmı ilim öğrenmek isteyen sahabeler için ayrılmıştı. Bu odaları “suffe” denilirdi. Efendimiz (s. a. v. ) , suffeyi hem eğitim hem de ibadet yeri haline getirmiştir. Gündüzleri Peygamber Efendimiz’den dinimizi öğrenirler, gece de burada kalırlardı. Suffeyi, bu açıdan bakınca ilk yatılı okul sayabiliriz. Burada kalarak Peygamber Efendimiz’den ve birbirlerinden İslami öğrenen sahabelere “Ashab-ı Suffe” adı verilmiştir. Ashab-ı Suffe hayatlarını Peygamber okulundan ilim ve irfan öğrenmeye adanmış seçkin kimselerdir. Bunlar, genellikle Mescidi Nebevi’de bulunur, kendilerini ilim ve ibadete verirler, Kuran öğrenirler, Rasulullah (s. a. v. )’ ın sohbetini dinlerlerdi. Gerektiğinde onunla beraber savaşa da katılırlardı. Ashab-ı Suffe geçimlerini sağlamak için fırsat buldukça Medine çevresinde odun toplayıp satıyorlar, Medineli zenginlerin bağ ve bahçesinde çalışıyorlardı. Ancak çoğu zaman ilimle meşgul oldukları için çalışmıyorlardı. Son derece ihtiyaç içinde olsalar bile iffetlerinden ve hayâlarından dolayı başkalarından bir şey istemiyorlardı. Bu nedenden Rasulullah (s. a. v), Suffe’de bulunan sahabelerin ihtiyaçlarıyla yakından ilgilenir, diğer sahabeleri onlara yardım etmek için teşvik ederdi. Aynı şekilde ashabına Suffe’de kalanları evlerine götürerek misafir etmelerini tavsiye ederdi. Devlet hazinesine ve kendisine gelen malların büyük kısmını Suffe’de kalanların ihtiyaçlarını karşılamak için ayırırdı. Rasulullah (s. a. v), evinin ihtiyaçlarından daha çok Ashab-ı Suffe’nin ihtiyaçlarıyla daha çok ilgilenirdi. Bir defasında ev işlerinden yorgun düştüğü için hizmetçi isteyen kızı Fatıma’ya (r. anha) Rasulullah (s. a. v), “Kızım! Sen ne diyorsun? Ben, daha Ehl-i Suffe’nin ihtiyaçlarını temin edebilmiş değilim. ” demişti. Canı gibi sevdiği kızının bu isteğini yerine getirmemişti. Efendimiz’in (s. a. v) ilme verdiği büyük önemi tam da bu örnek kanıtlıyor. Suffe mektebinde Peygamber’den (s. a. v) ders alara yetişen bu sahabeler, İslam’ın yayılmasında ve doğru öğrenilmesinde büyük hizmetler yapmışlardır. Allah (c. c) onlardan razı olsun. 17
ETKİNLİKLER “KİTAP VE İLİM SEVGİSİ UYGULAMALI ETKİNLİK” AMAÇ “Her kitabın ayrı bir değeri, bilgi ve eğlence aracı olduğunun farkına varmalarını sağlamak” Uygulama Değerler eğitimi temsilcisi, çocuklara okul kütüphanesinden almak şartıyla, istedikleri herhangi bir eseri okuyabileceklerini (Şiir, roman, hikaye, çizgi roman vb. ) söyler. Her çocuk, istediği bir kitabı okur. Çocuklar, tek sıra halinde dizilir. Öğretmen hangisine dokunursa o çocuk, bir adım öne çıkar ve ne tür bir kitap okuduğunu , içinde neler yazdığını anlatmaya başlar. Anlatımlarda bedenini de kullanır. Öğretmen böylelikle kulüpteki her çocuğa dokunur ve onları dinler. Oyun sona erdiğinde halka şekli oluşturulup (İmkan varsa yere oturularak yapılmalıdır) birbirlerinin anlattıkları hakkında yorum yaparlar. 18
ÇALIŞKAN VE SABIRLI OLMAK HEDEF DAVRANIŞLAR Çalışkan ve sabırlı bir insan; q Her insanın, emeğinin karşılığıyla geçindiğini bilir. q Helal olan her işte çalışmaktan lezzet duyar. q Az da olsa devamlı çalışmanın en faydalı çalışma olduğunu bilir. q Mutluluğun kutsal yolunun sabırla çalışmaktan geçtiğini bilir. q Hedefi olanların çalışacak gücünün de olduğunu düşünür. OCAK AYI DEĞERİ 19
KAVRAM AÇIKLAMASI “ACİZLİKTEN VE TEMBELLİKTEN SANA SIĞINIRIM!” (Peygamber Efendimiz ‘in Bir Duası) Rivayet edilir ki Hz. İsa, bir gün yol kenarında hiç meyve vermeyen bir ağaç gördü. O ağaca dokundu ve ağaç birden kurudu. Bunun sebebi üzerine düşünmemizi kolaylaştıracak bir olay da Efendimiz’ in hayatında var. Çoğunuz biliyorsunuz: Peygamberimiz bir gün ashabıyla beraber yürürken yol kenarında boş oturan bir adam gördü. Selam bile vermeden geçip gitti. Bir müddet sonra gittikleri yerden dönerken yine aynı adamı gördü ve bu kez selam verdi. Adam, o esnada elinde bir çubukla yere bir şeyler çiziyordu. İki olay arasındaki bağlantıyı kuralım mı şimdi? Her iki peygamber de, bizlere bir şeyler öğretmeye çalışıyor. İsa peygamber, meyve vermesi gerektiği halde öylece yaşayıp giden bir ağacı kurutuyor. Bu, bir anlamda ürün vermezsen “kütük” olmaya mahkûmsun demektir. Yani yaşamaya devam etmen, senin içinde bütün varlık alemi için de ziyandır. Allah Resulü ise, “ Aranızda selamı yayınız. ” tavsiyesinde bulunduğu halde boş oturan birini selama layık görmüyor. Boş durma, yeter ki bir şey yap, eline bir çubuk alıp bir şeyler çiz, yeter ki boş durma demektir bu. Sevgili arkadaşlar! Allah, her varlığa ayrı birer ömür tayin etmiş. Bir kelebek bir hafta yaşarken, bizler yıllarca yaşayabiliyoruz. Ama birimiz 40 yaşında bir diğerimiz 85 yaşında dünya hayatına veda edebiliyor. Ömrümüz ne kadar olursa olsun, ne kadar yaşadığımızdan çok nasıl yaşadığımız önemlidir, değil mi? Öyle insanlar görürüz ki, yaptıkları işleri bizler yüz sene, iki yüz sene yaşasak yine yapamayabiliriz. Peki, o insanları bizden farklı kılan nedir? Çalışmak ve sabır. “Doğrusu insana, çalışmasından başka bir şey yoktur. (Necm süresi, 39. ayet)” Böyle buyuruyor Rabbimiz. Demek ki, tembellik bizim en büyük düşmanımızdır, arkadaşlar. Çünkü bizler, birer Müslüman olarak hedef sahibi insanlarız. Kimimiz dünyada güzellikler hedefleriz; belki bir meslek sahibi olmak, belki anne yada baba olmak… Ama temelde hepimiz, Cennet’e ulaşmayı gaye edinmişizdir. O yüzden, tembellik etmek bizim için kayıpların başlangıcıdır. Biliriz ki, yürümeyen kişi yolda kalır. 20 Çalışkan olmaya karar veren insanların karşısına çıkan sorunlara bakalım biraz da. Öncelikle netice alamamanın verdiği yılgınlık… İnsan bazen günlerce, aylarca çalışır yine de başarısız olabilir. Buna rağmen iradeli olup sabırla çalışmaya devam etmelidir. “Sabreden zafere kavuşur. “ buyuruyor Peygamberimiz. Vazgeçmeden, aynı tempoyla devam etmeliyiz yürümeye, koşmaya. Yorgunluk…Bu da başka bir sorundur. Yorulmak, belki de dinlenmeyi bilmemekten kaynaklanır arkadaşlar. “ Bir işten yorulduğunda hemen başka bir işe yönel, başka bir işle dinlen. (inşirah süresi, 7. Ayet)” ayetini duymuşsunuzdur muhakkak. O halde, ders çalışmaktan yorulduysak bulaşık yıkayalım, çöp dökelim; okumaktan yorulduysak, yıldızları seyrederek tefekkür edelim, böylece dinlenmeyi öğrenelim. İradesizlik… Her şeyden önce kendimizi disipline etmeyi öğrenmeliyiz arkadaşlar. Peygamber Efendimiz, acizlikten Allah’ a sığınmıştır. Bunun için sabırlı olmalı, hiçbir işi yarım bırakmamayı alışkanlık haline getirmeliyiz. Öyle ki, bizi tanıyanlar şöyle demeli: “ Bu çocuk, elini attığı işi tamamlamadan dönmez!” Erteleme hastalığı… “ Sonra yaparım. ” anlayışı. Bu da, yine bizim düşmanlarımızdan biri! Ertelemeyi unutmalıyız. Bugünün; hatta yarının işini bile bugün yapmalıyız ki, başka işlere; hatta başkalarının işlerine de zamanımız kalsın. Arkadaşlar bütün bunlar zor olabilir; ama hangi zorluk, güzel bir Müslüman’ı durdurabilir? Yavaş yavaş da olsa yılmadan, sabrederek, geri dönmeden çalışmalıyız. Başarmanın tadını alırken, “ Elhamdülillahi Rabbi’l- alemin (Alemlerin Rabbi ‘ ne hamdolsun )” demeyi unutmamalıyız.
Hikaye TEK HAREKET Hikayeden Önce Ertesi gün çocuk, sabah erkenden babasıyla birlikte okula geldi. Isınma hareketlerinden sonra hocası ona bir hareket gösterdi ve dedi ki: ” Bütün gün boyunca bu hareketi çalışacaksın. ” Çocuk, bütün gün değil, bütün bir hafta boyunca aynı hareketi çalıştı durdu. Hem de hiç itiraz etmeden. Sonra hocasının yanına gidip merakla sordu: “ Hocam, bütün bir hafta boyunca aynı hareketi çalışıp öğrendim. Başka bir harekete geçebilir miyiz artık? ” Hocanın cevabı ise gayet kısa ve netti: “ Sen çalışmaya devam et!” İkinci hafta, ikinci ay, altıncı ay, derken aradan koskoca bir yıl geçti ve çocuk bütün bir yıl boyunca aynı hareketi çalışıp durdu. Zaman zaman gidip “ Efendim, başka bir hareket öğrenmeyecek miyiz? ” diye sorsa da cevap aynı olmuştu: “ Sen çalışmaya devam et!” Bir yılın sonunda çocuk dedi ki: “Hocam, sıkıldım! Artık başka harekete geçsek olmaz mı? ” Hocası ona şu cevabı verdi: “Dünyada bu hareketi yapan en hızlı kişi sen olmadıkça bu dersi bitirmeyeceğiz. ” Sonraki aylarda da çocuk aynı hareketi çalışmaya devam etti bıkıp usanmadan. Bir gün hocası dersten sonra onu karşısına alıp dedi ki: ”Hazır ol! Seni ülke çapında yapılan milli judo turnuvasına yazdırdım. Yarın ilk maçına çıkacaksın!” Delikanlı, kulaklarına inanamamış, adeta şok olmuştu. Hem bir kolu yoktu hem de judoda bildiği sadece tek bir hareket vardı. “Ünlü judocuların katılacağı ülke çapındaki bu turnuvada hiçbir şansımın olmayacağını anlamam için çok zeki olmama gerek yok!” diye düşünmüştü. Fakat hocasına duyduğu derin saygı sebebiyle itiraz edemedi. Turnuvanın ilk günü delikanlı, sıra kendisine gelince büyük bir heyecan içinde mindere çıkar. Rakibi karşısında tek kollu bir sporcu görünce onu küçümser. Fakat delikanlı süratle bildiği tek hareketi yapıverir ve ilk rakibi, daha ne olduğunu anlayamadan kendini yerde bulur. Çocuk, ilk müsabakasını kazanmıştır. İkinci rakibini de yenmesi zor olmaz. Üçüncüyü de… Delikanlı hayret etmektedir. Müsabakaya katılan diğer yarışmacılar da… Hikayeyi anlatmaya başlamadan önce öğrencilerinizle büyük işler başarmanın, çok çalışmayla ve sabırla olacağına dair konuşabilirsiniz. Bir iş ne kadar zor; hatta imkânsız gibi görünürse görünsün, yeterince çalışıldıktan sonra kesinlikle başarılı olunacaktır. Fatih Sultan Mehmet, kendinden önce pek çok kumandanın deneyip fethedemediği İstanbul’ u almıştır. Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi’ nde o zamana kadar kimsenin geçmeye cesaret edemediği Sina Çölü’ nü geçmiştir. Edison, yüzlerce defa başarısızlıkla sonuçlanan deneylerinden sonra ampulü keşfetmiştir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Aşağıdaki hikâyede de büyük bir gayretle ve sabırla çalışan bir çocuğun hayalini gerçekleştirmesi anlatılmıştır. Japonya’ da bir çocuk, on yaşlarındayken ciddi bir trafik kazası geçirmiş ve sol kolunu kaybetmişti. Oysa çocuğun büyük bir ideali vardı. Judo sporunu çok seven çocuk, büyüdüğünde iyi bir judo ustası olmak istiyordu. Sol kolunu kaybedince bütün hayalleri suya düştü küçük çocuğun. Adeta küçük çocuğun dünyası başına yıkılmış ve çocuk hayata küsmüştü. Çocuğunun günden güne büyük bir depresyona girdiğini gören ailesi, bütün bu olanlara çok üzüldü. Babası, Japonya’ nın en iyi judo ustalarından birine gidip meseleyi anlattı. Ondan ne yapabileceklerine dair bir fikir almak istemişti. Hoca; dertli babaya dedi ki: “ Oğlunuzu yarın bizim okula bir getirin siz! Delikanlıyı bir görelim bakalım!” Akşam eve geldiğinde oğlunu karşısına alan baba, hocayla görüşmesini anlattı. Çocuk, dudaklarını büküp başladı ağlamaya. “ Bu tek kolumla ne yapabileceğimi zannediyorsun baba! dedi. Fakat ertesi gün babası, oğlunu zorla ikna edip vardılar hocanın yanına. Hoca, çocuğa şöyle tepeden tırnağa bir baktı ve babasına dedi ki: “ Tamam, ben bu delikanlıyı öğrenci olarak kabul ediyorum. Yarın eşyalarını getir, hemen çalışmalara başlayalım. ” Çocuk, “ Ama efendim!” deyip itiraz edecek oldu. “Aması maması yok! Yarın saat sekizde derste eşyalarınla beraber hazır olacaksın. ” Diye kızdı hoca. 21
Derken delikanlı, çeyrek finalin ardından yarı finale ve finale kadar çıkmıştır. Final müsabakasında ise delikanlının karşısına son yıllarda yapılan hiçbir müsabakayı kaybetmeyen en iyi judocu çıkar. Genç, dayanamayıp hocasının yanına koşar. -Hocam, hasbelkader buraya kadar geldik; ama rakibime bir bakın hele! Bende ise bir kol eksik ve bildiğim tek bir hareket var. Bu kadarı bana yeter! Bari çıkıp da rezil olmayayım! Müsaade ederseniz turnuvadan çekileyim! -Olmaz! dedi hocası. Kendine güven, çık ve dövüş! Yenilirsen de haysiyetinle yenil; ama kaçma!” Delikanlı çaresiz bir şekilde mindere çıktı. Maç başladı. Delikanlı güçlü rakibinin karşısında heyecanla yapabileceği tek hamle için fırsat kollarken birden rakibinin açığını yakaladı ve yine bildiği o tek hareketi yaptı ve “Tak!” O, çok güçlü rakibini yenmiş ve şampiyon olmuştu. Kupayı alır almaz hemen hocasının yanına koştu: “Hocam, nasıl oldu bu iş? Benim bir kolum yok ve bildiğim tek bir hareket var. Nasıl oldu da ben kazandım? ” Hocası ona şu cevabı verdi: “ Bak oğlum! Aylardır o ‘tek hareket’ i çalışıyordun. O kadar çok çalıştın ki, artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse kalmadı. Bu, kazanmanın birinci sebebidir. İkincisi de o harekete karşı yapılacak tek bir savunma hareketi vardır. O da, rakibinin senin sol kolundan tutmasıdır!” Hocası judo dersinin ardından ona unutamayacağı bir hayat dersi veren şu sözleri ekledi: ” İnsanların eksikleri bazen onların en güçlü tarafları olabilir. Yeter ki bu eksiklik, kafalarında olmasın!” 22 Hikâyeden Sonra Hikâye üzerine öğrencilerinizin duygularını ve düşüncelerini paylaşmak için onlara şu soruları sorabilirsiniz. ØJapon çocuğu, kolunu kaybettikten sonra judo çalışmaktan vazgeçse ne olurdu? Ø“İnsanların eksiklikleri, bazen onların en güçlü tarafları olabilir!” sözünden ne anlıyorsunuz? ØBir insan, kolunu kaybederse mi, yoksa çalışma azmini kaybederse mi daha çok şey kaybetmiş olur?
Örnek Hayat KOCA SİNAN Aynı zamanda çağın usta mimarlarının yanında çalışarak kendini devamlı geliştirme fırsatı buluyordu. Çok kuvvetli bir hafızası vardı ve her şeyi çok çabuk öğreniyordu. Yapı ve inşaat işlerinde çalışırken ustalarını dikkatle seyrediyor, onları kendine örnek alıyordu. Osmanlı Devleti’nin en ihtişamlı dönemlerinde yaşayan Sinan, orduyla birlikte birçok sefere katılmıştır. Bu seferlerde köprü, kale gibi askeri tesislerin yapımında çalışarak bilgisini ve tecrübesini artırmıştır. Sinan’ın gittiği yerlerde değişik yapılar görmesi, onun eğitiminin bir parçası oldu. Gördüğü bütün eserleri büyük bir dikkatle inceleyerek sanatını devamlı geliştirdi ve yeniledi. Anadolu’da ve dünyanın birçok yerinde cami, mescit, medrese, han, hamam, köprü gibi yüzlerce eşsiz eser bırakarak Osmanlı medeniyetine büyük katkılar yapan Mimar Sinan, tarihimize adını altın harflerle yazdırmıştır. Meslektaşları ona saygı ile “Koca Sinan” diye hitap ederlerdi. Mimar Sinan’ın en meşhur eserleri, kendisinin “kalfalık” eserim dediği Süleymaniye ve “ustalık” eserim dediği Selimiye Cami’leridir. Mimar Sinan, dolu geçen 99 yıllık bir ömürden sonra bu dünyadan göçtü. Türbesi Süleymaniye Cami’nin hemen yanındadır. Arkasında birbirinden kıymetli yüzlerce eser bıraktı. Bu kadar büyük eserlerin bir ömre nasıl sığdığının sırrı hala çözülebilmiş değildir. Bu güzel insanın hayatında azimle ve sabırla çalışarak hangi güzel işlere imza attığını öğrenmek ister miydiniz? 84 cami-i şerif, 51 mescid, 57 medrese, 22 türbe, 7 Kuran Eğitim Merkezi, 17 aşevi, 3 hastane, 7 su yolu, 18 kervansaray, 35 saray, 8 mahzen, 8 köprü, 46 hamam inşa etmiştir. Arkadaşlar, bugün size Türk tarihinin en büyük mimarlarından biri olan Mimar Sinan’ı anlatmak istiyorum. Çünkü onun hayatından çalışkanlık ve mesleğe saygı konularında alacağımız çok fazla ders var. Mimar Sinan, 1489 yılında Kayseri’de dünyaya gelmiştir. Çocukluğunda yaşıtları, bilinen oyunları oynarken o; topraktan, kerpiçten evler yapardı. Çok meraklıydı ve gördüğü her eseri dikkatle incelerdi. çocukluğunda kafasına koymuştu. Bu amaçla İstanbul’a gelerek Yeniçeri Ocağı’na kaydoldu. Burada kendisine zanaat olarak marangozluğu seçti. 23
ETKİNLİKLER DAVRANIŞ ve TUTUM ÖLÇEĞİ (Çalışkan ve Sabırlı Olmak) Bu ay; Sıklıkla Ara sıra Nadiren 1. Her gün bir saat kitap okurum. 2. Günlük düzenli ders çalışırım. 3. Odamı kendim toplarım. 4. Okulda arkadaşlarımı görünce tebessüm ederim. 5. Öğretmenlerime saygı gösteririm. 6. Aile bireyleriyle iyi geçinirim. 7. Anne ve babama ev işlerinde yardımcı olurum. 8. Akraba ve arkadaş ziyareti yaparım. 9. Kişisel bakımıma özen gösteririm. 10. Sosyal medyayı bilinçli kullanırım. Bu testi uygulamadan önce testin yapılacağını ve testin kriterlerini öğrencilerinize duyurunuz. Bu ölçeği değerlendirirken öğretmenin de gözlemlerimden sonra 7 sıklıkla 3 diğer davranış ve tutum ölçeğini işaretleyen öğrenci başarılı sayılıp 10 sıklıkla işaretleyen öğrenci ise ödüllendiriniz. NOT: Bu ölçekte belirtilen davranış ve tutumlar yıl boyunca değerler eğitimi temsilcileri tarafından gözlemlenip başarılı öğrenciler okul idaresi tarafından her ay ödüllendirilmelidir. Bu ölçeği kulüp öğrencilerinize yatığınız gibi sınıf rehber öğretmenleriyle görüşüp tüm sınıflara da uygulayınız. 24
GÖRGÜLÜ OLMAK HEDEF DAVRANIŞLAR Görgülü bir insan; v İnsanlar arasında ne zaman neyin söyleneceğinin bilir ve onu söyler. v Kibarlığın ve nezaketin insanların güzel hasletlerinden olduğunu unutmaz. v Yaşlısından gencine, hastasından sağlamına kime nasıl davranacağını bilir ve gereği gibi davranır. v Görgü kurallarını bilmiyorsa öğrenip gereğini yapar. v Görgülü olmanın bir Müslümanın farik vasıflarından biri olduğunu bilir. ŞUBAT AYI DEĞERİ 25
KAVRAM AÇIKLAMASI EN GÜZELİ YAŞAMAK Sevgili arkadaşlar! İnsanoğlu toplum içerisinde yaşamaya programlanmıştır. Hani hep duyarız ya, “Yalnızlık Allah’a mahsustur. ” derler. Bizler; bir ailede, bir mahallede, bir okulda, bir şehirde, bir ülkede pek çok insanla paylaşıyoruz zamanımızı. Bunun doğal sonucu olarak da ilişkilerimizde geçerli olan bazı kurallar ve bunlar olmalı da. Bu kurallara eski tabirle “adab-ı muaşeret” denir. “Adab” kelimesi “edeb” kelimesinin çoğuludur. Adab-ı muaşeret, şimdiki tabirle “görgü kuralları” demektir. Her toplumun kendi kültürüne göre geliştirdiği, yüzyıllar boyunca devam ettirdiği kurallar vardır. Aralarında bazı farklar buluşa da insani değerler bakımından bu kurallar çok değişmez. Mesela günlük hayatta uygulamak zorunda olduğumuz kuralları sayalım: Herkese nazik ve saygılı davranmak, hal ve hatır sormak; doğum, düğün ve ölüm hadiselerinde sevinçleri ve acıları paylaşmak, yaşlılara saygı gösterip yer vermek, selam vermek, özür dilemek, teşekkür edip duada bulunmak… Böylece başlayıp gider görgü kuralları. Yemekte ayrı, yürürken ayrı, aksırırken ayrı, konuşurken ayrı kurallar sıralanır. Her bir görgü kuralı, karşımızdaki insanlara verdiğimiz önemin işaretidir. Kaba davranışlar ise, insanları ve duygularını hiçe saymaktır. Görgü kurallarına uyanlar, yani görgülü insanlar bir yere girdiklerinde insanların yüzü güler, görgüden nasibi olmayanlar ise toplumda hor görülürler. Bir söz vardır: “ İnsanlarla ilişkilerin öyle güzel olsun ki, bir tarafa gittiğinde seni arzulasınlar. ” İşte bu, tam da bir mü’min vasfıdır. Zira bizim Peygamberimiz, mü’mini tarif ederken şöyle buyurmuştur: ” İnsanlarla iyi geçinen ve kendisi ile iyi geçinilebilen bir kişi. ” O haldeiş, yine dönüp dolaşıp bize, kendimize geliyor. “İslam, zarif insan işidir. ” Sözünü önümüze koyarak devam edelim şimdi. Bir büyüğümüz şöyle demişti: ”Mü’min, şahsiyeti ve davranışları itibariyle ‘ ahsen, ecmel ve ekmel‘ kıvamında olmalıdır. ” 26 Bu da ne demek diyerek hemen geri durmak yok! Anlamaya çalışalım haydi! Ahsen; yani her işi en güzel olmalı, etrafına daima güzellik yaymalı. Ecmel; yani gönüllere huzur verecek zarafet ve letafette olmalı. Ekmel ; yani en mükemmel olmalı, Hasılı şöyle karşıdan gelirken bizi görenler, bir çiçek bahçesi görmüşçesine huzur ve neşe duymalıdır. Hedefimiz, ideal insan budur. Peki, bu çiçek bahçesinin en güzel örneği kimdir diye sorsam, kolaylıkla cevap vereceksiniz. Her güzelliğin, her rengin göz bebeği Efendimiz (s. a. v). İslam, insan hayatında hiçbir boşluk bırakmamıştır. Peygamberimiz bize insanın, sabah kalkışından ertesi günkü sabaha kadar geçirdiği her vakitte ne yapmalı, nasıl davranmalı ise hepsini öğretmiştir. Zaten uyacağımız görgü kuralları temelde İslam ahlakıdır. Görgü kuralları konusunda dikkat etmemiz gereken en önemli husus, işte budur. Başta da söylemiştik. Her toplumun ve kültürün kendince belirlediği kurallar vardır. Bizim benimseyeceğimiz kurallar, Allah Resulü’ nün sünnetidir. Çok bariz bir örnek vereyim: Batı kültüründe yemek yerken çatal ve bıçak kullanılır ve çatal sol eldedir. Oysa Peygamberimiz sol elle yemenin şeytan adeti olduğunu söyler ve bundan şiddetle men eder. Madem gerçek zarafet O’ na (s. a. v) aittir, o halde bizim basit özentilerde kaybolmamız, “ahsen, ecmel ve ekmel” olması gereken şahsiyetimizden büyük bir parça kopartıp gitmez mi? Görgü kurallarına uymak, çevremizdekilere saygı göstermek, onların duygularına ve düşüncelerine önem verdiğimizi göstermektir. Görgünün temeli ise her zaman, her yerde, herkese karşı güler yüzlü, tatlı dilli olmak, haddini bilmek, eliyle ve diliyle kimseyi incitmemektir. Bütün bunlar da Müslümanlar ’ ın vasıflarıdır. Rabbimiz, hepimizi Peygamberimiz’ in zarafetiyle, nezaketiyle kuşatsın, süslesin. Amin!
Hikaye BİR ZAMANLAR ve ŞİMDİKİ ZAMANLAR -Gençler! Bakın, yaşlı bir amca ve teyze var! Ayakta bekliyorlar, yer verirseniz rahat ederler. Gençlerden biri, özelliklede en hazır cevaplı olmakla övünen en zıpırı, şu cevabı verir: -Madem o kadar rahat etmelerini istiyorsunuz, taksi tutuverseniz ya garibanlara! Ekipteki genç kızlardan biri yılışıverir: -Rahat ve huzur arıyorlarsa huzur evine gitsinler. Hah haa! Zavallı gençler ne yapsınlar ki! Eğri cetvelden doğru çizgi mi çıkar? Onlar da almadıkları terbiye ile ancak bu kadar görgülü ve nazik olabiliyorlar! Bir Zamanlar Vapurdayız… Vapur, iskeleye yanaşmaktadır. Halatı atan görevliler, yolcuların rahat bir şekilde inebilmeleri için tekerlekli iskeleyi vapura uzatırlar. Ondan sonra da kenara çekilip başlarlar keyifle seyre. Bir nezaket yarışıdır başlar şimdi. -Buyurun efendim! -Aman efendim, siz buyurun! -Efendim ne demek! Olur mu öyle şey? -Tabi ki olmaz efendim! Siz varken ben önce geçemem! -Lütfen, rica ederim, kırmayınız beni! -İstirham ederim! Merhamet buyurunuz, bir gören olsa ne der sonra? En sonunda vapurun kaptanı yukarıdan seslenip rica edermiş: -“Efendim! Ne olur, biriniz keremen önden buyuruversin! Yoksa geç kalacağız! Şimdiki Zamanlar Vapur iskeleye yanaşmaktadır. Vapurun halatını bağlamakla görevli adam, bir yandan halatı yakalamaya çalışırken bir yandan da yanındaki yardımcısını uyarır: -Necati, dikkat et! Vapur yanaşırken kendini kolla! 2 -3 metre kala yolcular iskeleye atlamaya başlarlar, kendini korumazsan altlarında kalırsın. Vapurun halatını bağlayıp kenara çekilirler. Yüzlerce insan bir saniye bile bekleyemedikleri için hareketli iskeleyi vapura uzatmanın imkânı yoktur. Zaten onlarında böyle bir şeye ihtiyaçları yoktur. Dağdaki geyikler gibi hoplaya zıplaya vapurdan iskeleye boşalıverirler. Kavga, patırtı, kütürtü; ne ararsan! Hikâyeden önce Aşağıdaki yazımızı okumadan önce öğrencilerinize “görgülü olmak” ifadesinden ne anladıklarını sorabilirsiniz. Nezaket ne demektir? Bildiğiniz belli başlı görgü ve nezaket kuralları nelerdir? Nezaket kurallarını çiğneyen bir insan, nasıl karşılanır? Bu sorularınızın cevaplarını aldıktan sonra öğrencilerinizden yazıyı dikkatle takip etmelerini isteyiniz. Okuma parçasında dikkatlerini çeken en güzel nezaket ve görgü kuralının ne olduğunu söylemelerini isteyebilirsiniz. Bir Zamanlar Tramvaydayız. Yaşlı bir bey ve onunla aynı yaşlarda olan bir hanımefendi tramvaya binerler. Daha on saniye geçmemiştir ki, tramvayda beş altı kişi birden bu yaşlı insana vermek için ayağa kalkmışlardır. Zira aldıkları terbiye ve görgüleri bunu gerektirmektedir. Biri adeta yalvarırcasına: “Lütfen, böyle buyurunuz beybaba!” Bir diğeri de yaşlı hanımefendiye yer gösterir: “Hanım anneciğim, siz de böyle buyurmaz mıydınız? ” O iki insan teşekkür ederler. Çünkü onların aldıkları terbiye de bunu gerektirir. Bunun mukabilinde de sanki suç işlemişçesine mahcup olan iki genç delikanlı adeta özür diler: “ Aman efendim, estağfurullah! Teşekkür edilecek bir şey yapmadık. Yaptığımız şey, boynumuzun borcudur, vazifemizdir. ” Bu da onların aldıkları terbiye icabı verebilecekleri en uygun cevaptır. Şimdiki Zamanlar Bir otobüsteyiz. Yaşlı bir çift, duraktan otobüse binerler. Üstelik ellerinde de paketler vardır. Bu, onların işini daha da güçleştirmektedir. ” Otobüste acaba bize bir yer veren olur mu ki? ” diye etrafa bakınırlar. Kimsenin umurunda bile değildir. Özellikle otobüste yer kapabilmiş olmakla iftihar eden liseli gençler, hiç oralı değildir. Durumdan rahatsız olan orta yaşlı bayanlardan biri, gençleri ikaz etmek ister: 27
Bir ara vapurdan iskeleye atlayan bayanlardan birinin ayağı halata takılır ve paldır küldür yere düşer. Zavallı kadın kolunu incitir. Bu durumu gören vapur görevlilerinden biri kahkahalarla gülerken kadıncağıza şunları söyler: “Hanım abla, kafanı kırmadığına dua et! Kehkehkeh!” Ne yapsın görevli; görgüsü, terbiyesi bu kadar! Zaten kolunu inciten kadın da kendi terbiyesinin ve nezaketinin ne kadarcık olduğunu vereceği cevapla göstermekte gecikmez. oradan kaçarsınız. Zaten içerideki adamların görevleri size yakışanı satmak değil, herhangi bir ürünü size yakıştırıp paketleyip elinize yapıştırıvermektir. Mağazadaki en nezaketli ifade şudur: “ Lütfen veresiye teklif etmeyiniz!” Bir zamanlar Bir kumaş tüccarının ticarethanesindeyiz. Dükkâna gelen her müşteri, sanki yolu çok gözlenmiş hatırlı bir misafir gibi karşılanır. İster alışveriş yapsın isterse şöyle içerideki satılan mallara bir bakıp çıkacak olsun. Kısacası müşteri, kim olursa olsun velinimet olarak karşılanıyor. -Hoş geldiniz efendim, ne arzu ederdiniz? -Şöyle bir bakacaktım kumaşlarınıza. -Tabi efendim, tezgâhtarlar hemen hizmetinizi görürler, şöyle buyurun. Müşteri, almak istediği kumaşları incelerken arzusu üzerine çay veya ikram edilir, beğendiği ürünler özenle paketlenir, sıra para ödemeye gelince karşılıklı menfaatler gözetilerek uygun bir fiyat ve ödeme seçenekleri sunulurdu. Veresiye defteri vardı, parası yoksa bile ödemeyi sonraki bir zamana erteleyebilirdi. Böylece herkes kendi kesesine göre ihtiyaçlarını satın alabilirdi. Şimdiki Zamanlar Şimdilerde aynı tüccarın kumaş ticarethanesini birkaç nesil sonraki torununu işletmektedir. Şimdi dışarıdan bakıldığında son derece güzel görünen güzel bir hazır giyim mağazası olmuştur. Adam tam bir çakal, tezgâhtarlar ise adeta sırtlan kesilip müşterinin üzerine atılırlar. Kendinizi müşteri gibi değil, sanki bir kurban gibi hissedersiniz. Şöyle gönlünüzce bir alışveriş yaptırmamak için sanki el ele vermişlerdir. Mağazanın kapısından içeri girer girmez size öyle bir bakarlar ki, sanki şöyle der bu bakışlar size: “Kardeşim, bu mağazadan alışveriş yapmayacaksan bizi boşuna uğraştırma!” Tedirgin olursunuz. Bu tedirginlikle normalde hiç almayacağınız bir elbiseyi, sırf tezgâhtarlarla daha fazla uğraşmamak için alıp Bu da bir başka şarkının sözüdür: “Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey Mehtaba dalıp yar ile sohbet ne güzel şey Dünyamızın üstünde bütün ruhlar uyurken Dünyada senin aşığın olmak ne saadet Bir bitmeyecek aşk u muhabbet ne güzel şey Yıldızların altında ibadet ne güzel şey Bir Zamanlar Bir zamanlar dinlenilen müziklerden bazılarının sözleri şöyledir: “Sana ey canımın canı efendim Darıldım küstüm incindim gücendim” Şimdiki Zamanlar Öyle rezil şarkılar var ki, örneklerini buraya yazmaktan utanıyoruz. İnsanlar, baştan sona hakaret, küfür, sarkıntılık ifade eden kaba ve çirkin kelimelerin bir araya gelip oluşturduğu cümleleri müzik diye, sanat diye dinliyorlar. Bu adi şarkıların sanatçıları kim peki? Onların da söyledikleri şarkılardan pek bir farkı yok! Hikâyeden sonra Bu yazımızı okuduktan sonra öğrencilerinizle müzik konusu üzerinde konuşabilirsiniz. Şu söz son derece dikkat çekicidir. “Bir insanı tanımak isterseniz şu üç şeye dikkat ediniz: okuduğu kitaba, güldüğü şakalara ve dinlediği müziğe. ” Görgülü ve nezaket sahibi kişilikli bir insanın; seviyesiz, bayağı şarkılar dinlememesi gerektiğini anlatabilirsiniz. 28
Örnek Hayat ŞAİR NABİ Şair Nabi hakkında kısa bilgi 1642 senesinde, Şanlıurfa'da doğan Yusuf Nâbi yokluk ve sefalet içinde yaşayarak büyümüş, 24 yaşındayken de İstanbul'a gitmiştir. Burada eğitimine devam eder, şiirleri ile tanınmaya başlar. Paşa vefat edince ise Halep'e gider. İstanbul'da geçirdiği dönemde birçok önemli isimle arkadaşlıkları olmuş, sarayla da bazı ilişkiler kurmuştur. İşte o kaside; Şair Nâbî, Sultan 4. Mehmed döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanıyla birlikte yola çıkar. Kafile Medine-i Münevvere’ye yaklaşmıştır. Vakit gecedir. Resûlullah (sas) Efendimiz’e bir an önce ulaşma özlemiyle Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat kafiledeki bir paşa, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır. Hz. Peygamber’in (sas) beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet hâlini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen söyleyiverir. Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’nın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar. Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. Hemen minarenin kapısına koşar. Müezzine, “Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nereden öğrendin? ” der. Müezzin şöyle cevap verir: “Bu gece rüyamda Efendimiz’i (sas) gördüm, bana dedi ki: ‘Ya müezzin kalk yatma. Benim ümmetimden bana âşık bir zât benim kabrimi ziyarete geliyor. Muhabbetinden benim için şu kasideyi söylemiştir. İşte bu cümlelerle minareden onu istikbal et. ’ dedi. Ben de hemen kalktım. Abdest aldım. Peygamberimiz’in iltifatına mazhar olan âşık acaba kimdir diye düşünerek minareye koştum. Öğretildiği gibi okudum. ” Nâbî, “Ümmetimden mi dedi? ” diyerek sevincinden oracığa bayılıp düşer. Sakın terki edebden kûy-ı Mahbûb-i Hudâ’dır bu Nazargâh-i ilâhidir, Makam-ı Mustafâ’dır bu Felekde mâh-i nev, Bâbüsselâm’ın sîne-çâkıdır Bunun kandili Cevzâ, matla’-i ziyâdır Habib-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu. Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil Amâdan açdı mevcûdât düş çeşmin tûtiyâdır bu. Muraât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha Metâf-ı Kudsiyandır cilvegâh-ı enbiyâdır bu Yani derki Burası Allah’ın sevgilisinin beldesidir. Cenâb-ı Hakk’ın nazar buyurduğu, Ravza-i Nebî’dir. Bu gökteki yeni ay, Bâbüsselâm kapısının yüreği yanık âşığıdır. Ayın kandili Cevzâ yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır. Burası, Allah (cc)’ın sevgilisinin ebedî istirahat gâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir. Bu toprağın ziyâsından, yokluğun karanlıkları ortadan kalktı. Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı, çünkü bu toprak, gözlere şifa veren sürmedir. Bu dergaha edep ölçülerini gözeterek gir; çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir. Öğrencilerinize ; Manevi mekanlarda edep ve hürmetin nasıl olması gerektiğini anlatıp sadece ibadethanelerde değil hayatın her alanında edebe riayet etmenin önemini konuşarak dersi bitiriniz. 29
GÖRGÜLÜ OLMAK ETKİNLİKLER Öğrencilerinize görgülü olmak ile ilgili çalışma kağıdını dağıtınız. Görgülü olmak kavramını açıkladıktan sonra çalışma kağıdının görgülü insan kısmına, tanıdıkları görgülü birisinin ismini yazmalarını, tanımlama kısmına ise bu insanı neden görgülü olarak tanımladıklarını yazmalarını isteyin. Öğrencilerin düşünmelerini kolaylaştırmak için şöyle bir örnek verebilirsiniz: Sevgili halam, bana her zaman görgülü olma gerektiğini söyler. Ceza alacaksam bile. Çünkü görgülü olmak çok önemlidir. Öğrencilerin , yazdıklarını sınıfla paylaşmaları için ortam oluşturabilirsiniz. Her öğrenciye bu tabloyu fotokopi çelip dağıtabilirsiniz. Yazılanlardan hareketle görgülü olmakla ilgili bir konuşma yapabilirsiniz. GÖRGÜLÜ İNSAN Görgülü insan Tanımlama Görgülü insan Tanımlama 30
VATAN SEVGİSİ HEDEF DAVRANIŞLAR Vatansever Bir İnsan; Ø Dinin ve namusun vatan olmaksızın korunamayacağını bilir. Ø Vatanı sevmenin ona hizmet etmekle eşdeğer olduğunu bilir. ØGerektiğinde vatan için can, mal ve evladın feda edilebileceğini bilir. Ø Vatan sevgisini en derin duygu olarak yaşar. MART AYI DEĞERİ 31
KAVRAM AÇIKLAMASI VATAN BİZE EMANET Her gün uyanıyoruz, kahvaltımızı yapıyoruz, sonra gündelik telaşlarımız başlıyor. Okul, ev, iş, arkadaşlar, ailemiz… Böyle sürüp giderken hayatımız, bazı şeylerin kıyısına uğramadan geçiyor. Soluduğumuz hava, üzerinde yürüdüğümüz toprak… İnsan bazen durup düşünmeli; ” Nereden geldim? Bugünlere nasıl geldim? Bu toprak benim neyim olur? ” demeli. Evet, bu toprak, deyip düşünmeli. Düşünün ki ecdadımız, yıllar önce bir toprak parçası için canlarını vermiş! Oysa İstanbul’ daki de toprak, Meksika’ daki de, Avustralya’ daki de. Elbette ki uğruna kan döktükleri, can verdikleri şey; basit bir toprak parçası değil, vatanlarıydı. Peki, nedir bir toprağı “ vatan” kılan? Vatan; dinimizi, kültürümüzü rahatça yaşayabildiğimiz; bize ait, bizden olan mekânımızdır. Kendimizi rahat ve huzurlu bulduğumuz, yabancılık hissetmediğimiz yerdir. Dedelerimizin üzerinde yaşayıp bize miras bıraktığı, bizim de torunlarımıza miras bırakacağımız topraktır vatan. Vatan müdafaasından maksat, ecdadımızın emaneti ve milletimizin haysiyeti olan toprakları korumaktır. Dini, imanı, canı, malı, namusu; yani vatan toprağı üzerinde yaşadığımız bütün güzellikleri muhafaza etmektir. Neticede tüm bunları temsil eden bayrağı müdafaa etmektir. Biliyorsunuz, bizim bayrağa bakış açımız, başka milletlerinkine benzemez. Bize gör bayrak, bir bez parçası değil, bir milletin maddi ve manevi şerefidir. Yani bayrağımız yerlerde ezilirse, ayaklar altına alınırsa, biz millet olarak huzursuz oluruz. Bayrak; vatanımızın, bağımsızlığımızın sembolüdür. İşte bu yüzden kıymetlidir. Bu yüzden, olur da bir düşman elimizde almaya çalışırsa her şeyimizle karşı koyarız. , canımız pahasına da olsa! Çünkü bir milletin topraklarını, bayrağını kaybetmesi, onun esaretidir. Tekasür suresinde Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz. ” En büyük nimet; dinimiz, imanımızı hür bir vatanda yaşayabilmektir. Bunu düşünmeden çiğnenen toprakların akıbeti ne yazık ki düşman ayağı altında ezilmektedir. Vatanımızı kaybedersek esir oluruz. O zaman, ezan sesi duyulur mu minarelerden? O zaman bayramlarımız olur mu? Bayrağımız dalgalanabilir mi göklerde? Güzel Türkçemizi konuşabilir miyiz? Okullarımızda tarih dersinde Çanakkale Harbi’ni öğrenmişizdir mutlaka! Bir ülke işgal altındayken yaşamak ne kadar ağır gelir bir millete? İşte bu yüzden mühimdir vatan! Vatanımıza bir de Filistinli bir çocuğun Mescid-i Aksa’ya baktığı gibi bakalım. Nasıl bir özgürlük hasreti yakar yüreğimizi? Bunları düşününce asırlar boyu vatanını vermemek için can veren “Mehmetçik” e olan borcumuzu daha iyi anlıyoruz. Ya vazgeçselerdi. Ya “daha yaşım küçük!” ya da “ailemi bırakıp nereye gideyim? ” deyip de cepheye gitmeselerdi? Sevmek, fedakarlığı gerektirir. Vatanı sevenlerin en büyük fedakarlıkları ise gerektiğinde canlarını ortaya koymalarıdır. Bu büyük fedakarlığın adına Rabbimiz, şehitlik adını vermiştir. Vatan için canlarını verenleri Rabbimiz ebedi Cennet’iyle müjdelemiştir. Zira “ Vatan sevgisi imandandır”. Biz bu candan geçme fedakarlığı karşısında daha çok sarılmalıyız vatanımıza ve bizi millet yapan değerlerimize. Geçmişimizi hiç unutmadan, elimizdeki her şeyi bizden sonrakilere bırakıp gidecekmişiz gibi. Tıpkı bir emanetçi gibi yaşamalıyız. Vatan için ölmek güzel; ancak öncelik yaşamakta, güzel yaşamaktadır. Vatanımızı, milli ve manevi değerlerimiz yükseltmek için çabalamalı, çok ama çok çalışmalıyız. Son sözümüz duamız olsun; bu duayı da bu milletin çocukları hep beraber seslendirelim: Bizi Sen sevgisiz, susuz, havasız Ve vatansız bırakma Allah’ım! (Arif Nihat ASYA) 32
Hikayeden Önce Çanakkale Savaşı hakkında öğrencilerinizin bilgilerinin kontrol amaçlı şu soruları sorabilirsiniz. Çanakkale Savaşı ne zaman başlamıştır? ( 18 Mart 1915) Hangi ülkeler arasında olmuştur? (Osmanlı Devleti ve müttefiklerine karşı İngiltere, Fransa, Yeni Zelanda, Avustralya, İngiliz sömürgesinden gelen Senegalli askerler) Bu savaşta bizim vermiş olduğumuz şehit sayısı kaçtır? (Yaklaşık 250. 000) Cepheye gönüllü katılmış yedek subay öğretmen Hasan Ethem’in, şehit olmadan az önce annesine yazdığı ve oradaki askerlin manevi hallerini yansıtan mektubun bir parçası : Anneciğim! Dört asker doğurmakla iftihar eden şanlı Türk annesi! Nasihatlerle dolu mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovanın ortasından geçen derenin kenarında, armut ağacının gölgesinde otururken aldım. Mektubun, tabiat güzellikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha memnun etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve kutlu bir görevin içinde bulunduğuma sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgarın karşısında dik duramayarak eğilmesi bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyordu. Gözlerimi biraz sağa çevirdim. Güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları, kendilerine özgü bir şekilde beni müjdeliyordu. Bakışlarımı sola çevirdim. Çağıl çağıl akan dere, bana annemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu. Başımı kaldırdım, gölgesinden dinleneceğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi dans ederek benim sevincime eşlik etmek istediklerini anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sesiyle beni müjedeliyor ve hissiyatıma eşlik ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu. Sanki bülbül, bu güzel ötüşü ile benim duygularımı aksettiriyordu: “Annen kaderine küssün, ne yapalım! O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin akışını seyredecek ve çıkardığı derin nağmeleri dinleyecekti. “Şu anda bu güzel çayırın koyu yeşil bir 33 tarafında çamaşır yıkayan askerlerim saf dizilmiştir. Güzel sesli yiğit bir er, ezan okuyor. Aman Ya Rabbi! Bu ovada bu güzel ses, sanki başka bir alemden geliyor; ne kadar güzel! Bülbüller bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyor. Herkes, her şey onu, o kutsal sesi dinliyor. Ezan bitti, o dereden ben e bir abdest aldım. Cemaatle namaz kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Dünyanın bütün karmaşasını ve telaşını unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve, “Ey yerlerin ve göklerin Rabbi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunu, şu secde eden yeşil ekinin ve otların, şu heybetli dağların yaratanı! Sen bütün bunları bize verdin. Yine bizlerde bırak! Böyle güzel yerler ve şu nimetler, Sen’in gücün ve Sen’in yüceliğini kabul eden bizlere ait olsun! Ey benim ulu Allah’ım! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, Sen’in ismini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği kabl eyle ve huzurunda titreyerek böyle güzel ve sakin yerde Sana dua eden bu askerlerin süngülerini keskin eyle! Düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün mahveyle!” diyerek dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mutlu, benim kadar sevinmiş bir kimse düşünülemezdi. Anneciğim diğer oğlun Halit de benim gibi güzel yerlerdedir! İnşallah düşman askerinin kahreder de zaferle yanına döner ve düğünümüzü yaparız, olmaz mı? Anneciğim, dua etmeyi unutma! Allah senden razı olsun! Oğlun Hasan Ethem, 17 Nisan 1915 Hikayeden Sonra Öncelikle öğrencilerinizi, bütün Çanakkale şehitlerinin aziz ruhları için 1 Fatiha ve 3 İhlas-ı şerif okumaya davet ediniz Şu soruyu sorabilirsiniz : Çanakkale şehitlerinden birini rüyamızda görsek ve bize ülkemizin durumunu sorsa, ona ne şekilde cevap verirdik? Ardından da öğrencilerinizden kendilerini Çanakkale Savaşı’na katılmış birer asker olarak hayal etmelerini isteyiniz. Bir saat sonra büyük bir taarruz başlayacaktır. Ellerinde bir dosya kağıdı vardır. En çok sevdikleri bir kişiye mektup yazmalarını isteyiniz.
Örnek Hayat ŞEHİT ÖMER HALİSDEMİR GÖZYAŞLARI İÇİNDE ANLATTI Niğde Çukurkuyu Köyü’nde yaşayan bir ailenin oğlu olan Ömer Halisdemir 42 yaşında Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda kıdemli başçavuş olarak vazifeli bir askerdi. 15 Temmuz darbe gecesi teröristlerin yanında yer almadığı gibi, onlara karşı koymuş ve 30 kurşunla şehit olmuştur. Milli ve manevi değerlerine sahip çıkan Halisdemir, beden olarak toprağa gitse de ruhunu ölümsüzleştirdi. O artık sadece bir anne ve babanın evladı değil tüm vatanın evladı haline geldi. Vatanperver bir ruhla darbecilere karşı çıkan Halisdemir Rabbimiz (c. c. )’in şu müjdesine nail oldu. Allah yolunda öldürülenlere "ölüler"" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız. (Bakara 154) Her ne kadar biz onu gözümüzle görmesek de artık milletimizin kalbinde büyük bir yere sahipti. Şehit Ömer Halisdemir’in verdiği bu büyük mücadeleyi bir de komutanından dinleyelim: 34 İşte o andan itibaren yaşananları Zekai Paşa gözyaşları içinde şöyle anlattı: “Başçavuş Ömer Halisdemir’i aradım, Ömer benim koruma astsubayımdır. Ömer’e, “Sana, vatanımız ve milletimiz adına tarihi bir görev veriyorum. Tuğgeneral Terzi vatan hainidir, isyancıdır. Onu, karargâha girmeden öldür! Bunun sonunda şahadet var. Biliyorsun seninle 20 yıllık beraberliğimiz var. Hakkını helal et” dedim. Ömer Başçavuş, sonu ölüme varan emir üzerine vakur bir sesle Zekai Paşa’ya hitaben, “Baş üstüne komutanım, hakkım helal olsun. Siz de helal edin” dedi. 30 KURŞUNLA ŞEHİT OLDU Bu sırada darbeci general Terzi helikopter pistinden karargaha yürüyordu. 10 kişilik koruma ekibi etrafındaydı. Tam karargah binasının girişinde ÖKK Koruma Astsubayı Başçavuş Ömer Halisdemir tarafından durduruldu. Terzi ve korumaları “Karargâha giremezsiniz. Zekai Paşa’nın emri” demeye kalmadan kendisi etkisiz hale getirmeye çalışan özel time rağmen namlusuna mermiyi sürdüğü tabancasını çekti darbeci Terzi’yi alnından vurdu. Halisdemir ise 10 koruma tarafından ateş edilerek, başına ve vücuduna isabet eden 30 kurşunla şehit düştü. Şehit düştü ama Şehit Ömerlerin ve diğer şehitlerimizin vesilesiyle 15 Temmuz darbe girişimi engellenmiştir. Kendileri son nefeslerini verirken 80 milyona nefes olmuşlardır. Mertliği, yiğitliği ve vatanseverliği genç nesillerimize miras bırakıp vatana göz diken hainlerin de ümitlerini boşa çıkarmışlardır. Bu yiğitler, tıpkı ataları Alparslan, Fatih ve Yavuz gibi milletimizin gelecek yaşantısında büyük rol oynamışlardır. Yüce Allah (c. c. ) Şehit Ömer HALİSDEMİR ve onun gibi nice kahramanların sayısını artırıp vatanımıza ve milletimize böyle yiğitleri yetiştirmeyi bizlere nasip etsin. Amin…
ETKİNLİKLER 1) 18 Mart Çanakkale Şehitleri Günü Anma Etkinlikleri Yapılması Okullarımızda Çanakkale Şehitlerimizi anma programı için şiir, makale, konuyla alakalı hikaye, tiyatro …vs etkinliklerin yapılması 2) 15 Temmuz Milli İradenin Zaferi İle İlgili Etkinliklerin Yapılması Okullarımızda 15 Temmuz Milli İradenin kazandığı zaferi, darbe sırasında yaşanan olayları, kısa videolarla izletip konu hakkında konuşulması 35
ETKİNLİKLER 3) Foto Yorum Aşağıdaki fotoğrafları öğrencilerinize inceleterek neler hissettiklerini sorunuz. 4) Mikrofon Sende M. Cemal KUNTAY’IN bu sözünü ve İstiklal Marşı’nın anlatmak istediği mesajı öğrencilerinizi tahtaya çıkartarak dinleyiniz. 36
ANNE ve BABA HAKKINI GÖZETMEK HEDEF DAVRANIŞLAR Anne-baba hakkını gözeten Müslüman ; v Annesinin ve babasının dünyaya gönderilme vesilesi olduğunu bilir. v Allah’ın emirlerine aykırı olmamak şartıyla annesinin ve babasının bütün emirlerini yerine getirir. v Kendi üzerinde en çok annesinin, sonra da babasının hakkı olduğunu bilir. v Annesine ve babasına karşı çıkmaz, onlara “Öf!” bile demez. v Annesi ve babası yaşlanınca onlara bakması gerektiğini bilir. NİSAN AYI DEĞERİ 37
KAVRAM AÇIKLAMASI CENNET’E GİDEN YOLUMUZ Sevgili arkadaşlar! Hepimiz birer insanız. Bazen sinirlenir, bazen endişeleniriz. Bazen üzülür, bazen dertleniriz. Böyle zamanlarda yanımızda kim varsa sözle, tavırla tepki gösteririz. Bütün bunları yaşarken, her ne olursa olsun, hayatımızda sesimizi bile yükseltemeyeceğimiz birilerinin olduğunu biliyor muyuz? “Onlara, Öf! Bile deme, onlara güzel söz söyle. (İsra suresi, 23. Ayet)” Onlar, annemiz ve babamızdır arkadaşlar! Onlar; dünyaya gelişimizin vesilesi, küçüklüğümüzden itibaren sığınağımız ve korunağımız, şefkat ve merhamet kucağımız, ilk öğretmenlerimizdir. Arkadaşlar! Hiç yeni doğmuş bir kuzu ya da tay gördünüz mü? Doğduklarında ayağa kalkma çabalarına şahit oldunuz mu hiç? Biraz uğraştıktan sonra yürümeye başlar koyun ve at yavruları. Kısa bir süre sonra da kendine yetmeye başlar. Ya biz insanoğulları? Bizler, doğumumuzla bir acziyete açarız gözlerimizi. Öyle savunmasız ve korunmasız başlarız ki hayata… Rabbimiz, bizleri bir çift insana emanet etmiştir; annemize ve babamıza! Onlar, bizim ismimizi koymaktan ilk adımımıza, beden sağlığımızdan ruh sağlığımızdan her meselemiz için sevgiyle, usanmadan çaba gösterirler, kaygılanırlar. Dualarında, gözyaşlarında, şefkat dolu bakışlarında, geleceğe dair hayallerinde hep biz varız. Peki , her şeylerini biz çocukları uğruna gözlerini kırpmadan feda edebilen annelerimiz ve babalarımız için neler yapmalıyız? “Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: ‘ Ey Rabbim! Onlar, beni küçükken nasıl besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur. ’(İsra suresi, 23. Ayet) “ Demek ki onların merhametini hatırlayacağız her zaman. Onlar yanımızdayken de, uzağımızdayken de, yaşarken de, öldükten sonra da onlara hep dua edeceğiz. Hem dilimizle dua edeceğiz hem de yaptığımız iyilikleri, verdiğimiz sadakaları onların ruhaniyetlerine hediye edeceğiz. Rabbimiz, kazandığımız sevaplardan onlara da bir pay versin diye. “Allah’ın rızası, annenin ve babanın rızasından geçer. Allah’ın memnuniyetsizliği de annenin ve babanın memnuniyetsizliğinden geçer. ” deniyor hadis-i şerifte. Demek ki, annemizi ve babamızı her halükarda razı etmeye mecburuz. Onlar günahkâr; hatta kâfir olsalar bile onlara iyi davranıp onların rızalarını almak zorundayız. Tabii, eğer yaratıcımızın bizden memnun olmasını istiyorsak. Bazen kavga gürültü bitmez evimizde. Ne annemiz anlar bizi, ne babamız. O zaman unutmayalım bunları, “İmtihan oluyorum!” diyelim kendimize. “Rabbim, benim annemle ve babamla hukukumu imtihan ediyor. ” diyerek uyanık olmalıyız. Başka bir hadiste de “ Onlar senin ya Cennet’in ya da Cehennem’ indir. ” buyurmuş Peygamberimiz. Bir gün yaşlanacaklar. Belki elden ayaktan düşecekler. O zaman da bize yine bir kazanç vesilesi olacak annemiz ve babamız. Sevgiyle bizi saran kucaklar, o zaman bizim kucağımıza muhtaç olacak. Bu da Rabbimiz’ in hikmetlerinden biri. “Annesi ve babası yanında yaşlandığı halde onların gönlünü kazanıp Cennet’ i hak edemeyenin burnu sürtülsün. ” diyor Efendimiz. Demek ki bu, büyük bir avantaj! O halde, huzur evlerinde ölüp gidenlerin çocukları için ne hazin bir tablo sergileniyor gözlerimizin önünde, değil mi? Arkadaşlar! Her namaz sonunda okumamız için öğretilen bir duamız var, onunla bitirelim konumuzu: “ Ey Rabbimiz! İnsanların hesaba çekileceği kıyamet gününde beni, annemi, babamı ve bütün mü’ minleri bağışla!” min. 38
Örnek Hayat ANNENİN BEDDUASI Hikayeden Önce Öğrencilerinize sorun Hikâyemizi anlatmaya başlamadan önce annenin ve babanın duasının ve bedduasının kesinlikle geri çevrilmeyeceğine dair öğrencilerinize kısa bir bilgi verebilirsiniz. Burada Hasan’ın tercihinin doğru olup olmadığını sorabilirsiniz. Öğrencilerin merakını artırmak için burada onlara hikâyenin sonuna dair sorular sorabilirsiniz: Acaba annenin bedduası nasıl gerçekleşecek ve Hasan’ ın başına neler gelecektir? Soruların cevabını aldıktan sonra kısa bir açıklama yapabilirsiniz: Hasan, annesinin yanında kalıp onun hayır duasını almalı, bedduasından sakınmalıydı. Annesi de hayır duasının ve bedduasının geri çevrilmeyeceğini bilip oğluna beddua etmemeliydi. Vaktiyle Bağdat’ ta Hasan adında bir çiftçiyle ihtiyar annesi huzur içinde yaşayıp giderlermiş. Hasan, annesini çok sever; ona hizmette kusur etmemeye çalışırmış. Ama inatçılığı yüzünden zaman onun sözünü dinlemediği de olurmuş. Köyündeki arkadaşlarından birkaçı hacca gitmeye niyetlenmiş, Hasan da hacca gitmeyi, o mübarek yerleri ziyaret etmeyi çok arzu etmiş. Niyetini annesine açmış. Annesi demiş ki: ” Oğul! Hacca gitmeni bende isterim. Lakin bu sene kendimi iyi hissetmiyorum. Yanımda kalmanı, ölecek olursam beni ahiret yurduma uğurlamanı istiyorum. ” Hasan, hemen itiraz etmiş bu sözlere: “ Senin bir şeyin yok ana! Allah ‘ a şükür sapasağlamsın! Ben hacca gitmeye kesin karar verdim, gideceğim. ” Annesi ne kadar itiraz ettiyse de Hasan onu dinlememiş. Hacca gitmeyi kafasına koydu ya! Niyetinden vazgeçmemiş. O zamanlar hacca gitmek, bugün olduğu gibi kolay değilmiş. Hac mevsiminden aylar önce yola çıkılır, kah bir hayvanın sırtında kah yaya olarak toza toprağa bata çıka gidilirmiş. Nihayet ayrılık günü gelip çatmış. Zavallı kadıncağız iki gözü iki çeşme “ Gitme oğlum! Sonra sana hakkımı helal etmem!” diye yalvardıysa da Hasan annesini dinlememiş. Kafileyle birlikte yola çıkmış. O kadar yalvarmasına rağmen oğlunun kulak asmadığını gören dertli anne çok üzülmüş ve el açıp Allah’ a, “Allah’ım, oğluma yol verme! Ben onun ayrılığına dayanamam. Ona hafif bir ceza verip aklını başına getir. Sonra da benim yanıma gönder!” diye dua etmiş. Hasan ve arkadaşları günler sonra büyük bir şehre varmışlar. Geceyi bu şehirde geçirelim demişler. Yol arkadaşları, o zamanın oteli demek olan hanlarda gecelemek istediği halde Hasan, biraz cimriliği sebebiyle hana neden para vereyim diye düşünerek, “ Ben camide yatarım!” diye diretmiş. Öyle de yapmış. Meğer şehirde azılı bir hırsız varmış. Soymadığı ev, yakmadığı can kalmamış. Koca şehrin ahalisi, hiçbir iz bırakmadan kaçan bu hırsızdan “ İllallah!” demiş. Hatta onu yakalayanlara büyük mükâfatlar vaat etmişler. İşte o gece meşhur hırsız, yine birinin evine girmiş; fakat ev sahibi, onu fark edip peşine düşmüş. Ev sahibinin feryadını duyanlar bağırıp çığırarak hırsızı kovalamaya başlamışlar. Hırsız, kendini Hasan’ın yattığı camiye zor atmış. Sonra da kuytu bir yere saklanmış. Camiye girenler içeride Hasan’ı görünce onu hırsız sanıp üzerine atılmışlar, yakalayıp padişahın karşısına çıkarmışlar ve “İşte padişahım, aylardır bizi perişan eden hırsız budur! Bütün bir şehrin canını bu adama en ağır cezayı vermenizi bekliyoruz. ” demişler. Padişah, Hasan’ a, “Bugüne kadar çaldın çırptın. Nice insanı perişan ettin. Sen Allahtan korkmaz, kuldan utanmaz mısın? ” diye bağırıp kızmış. Hasan iki gözü iki çeşme ağlayarak, “ Padişahım, ben şehrinize daha dün geldim. Buranın yabancısıyım. 39
zavallı oğlunu perişan bir vaziyette görünce baygınlık geçirmiş. Kendine gelince, “Yavrum!” diye haykırmış. “Bu haller başına nasıl geldi bir tanem!” diye hüngür ağlayarak oğluna sarılmış. “Aaah anam!” diye inlemiş Hasan. “Senin bedduanı aldığım için başıma bu haller geldi. Keşke sözünü dinleseydim de yanında kalsaydım. Beni affet anam! Hakkını helal et!” “Yavrum!” demiş annesi, Ben sana böyle olsun diye beddua etmedim ki! Sadece hafif bir ceza ile aklını başına getirmesini ve seni bana döndürmesini istemiştim Allah’ tan. Bir anne, yavrusunun bu hallere düşmesini ister mi hiç? Keşke dillerim kopaydı da sana beddua etmeseydim. Böyle konuşa dertleşe geç saatlere kadar oturmuşlar. O gece Hasan’ın annesi rüyasında bembeyaz sakallı, nur yüzlü bir ihtiyar görmüş. Dertli ananın karşısında durup gözlerini ona dikmiş ve ağır konuşmuş, “ Annesine karşı gelenlere Allah Teâlâ’ nın pek çeşitli cezaları vardır. Oğlunun uğradığı ceza bunların en hafifidir. O hafif cezayı da sen istedin, unutma!” demiş ve gözden kaybolmuş. Anne korkuyla uyanmış. İçi hüzünle dolmuş. Ellerini kaldırıp ağlayarak dua etmeye başlamış: ” Rabbim! Sen’ den bir niyazım daha var. İlk duamı kabul ettin, bunu da kabul eyle Allah’ım! Oğluma bütün haklarımı helal ediyorum. Bu büyük acıya dayanacak dermanım yok. Zaten oğlumun derdi dayanılacak gibi değil. Bu gece her ikimizi de ebedi yurdumuza yolcu eyle! Dünyanın bitip tükenmeyen sıkıntılarından ikimizi de kurtar. ” Ertesi gün Hasan’a geçmiş olsun demeye gelen komşular, ana ile oğlunun ruhlarını teslim ettiklerini görmüşler. Ben garip bir hac yolcusuyum. ” diye kendini savunmaya çalışmış. Bu sözleri duyan padişah, daha çok kızmış. “ Bu herif sadece bir hırsız değil, aynı zamanda büyük bir yalanıdır. Camiyi kötüye kullandığı yetmiyormuş gibi bir de mübarek hac ibadetinin arkasına sığınmak istiyor. Bunun hem gözünü hem de elini ve ayağını çapraz olarak kesin. Sonra da halka ibret olması için bütün şehri dolaştırın. ” diye adamlarına emretmiş. Hasan ‘ı padişahın huzurundan sürükleyerek çıkarmışlar. Verilen cezayı hemen uygulamışlar. Ertesi sabah da onu bir arabaya bindirerek, “ Ey ahali! Aylardır evlerinizi soyan, canınızı yakan cani hırsız, işte bu adamdır. Kendisine en ağır ceza verilmiştir. Canları yakanın canı işte böyle yakılır!” diye şehri dolaştırmaya başlamışlar. Hasan, gözünden kanlı yaşlar dökülürken tellala şöyle yalvarıyormuş: “Beni hırsız diye ilan edersen yanılırsın! Öyle diyeceğine, ‘Anasından izinsiz Kabe’ye gidenin hali budur!’ de ki anasına karşı gelenler benim başıma gelenlerden ibret alsınlar. ” Hasan’ın arkadaşlar bir kenara bıraktıkları zaman arkadaşları yanına gidip teselli etmişler. Sonra da Bağdat’a gitmekte olan bir kervan ile anlaşarak Hasan’ı tekrar köyüne yollamışlar. Kervancılar zavallı Hasan’ı köyüne getirip kapılarının önüne bırakmışlar. Hasan, sağlam eliyle kapıya vurup seslenmiş: ” “Kapıyı açar mısın ana? ” Öğrencilerinize anlatın Burada dilenmek konusuyla ilgili de şu bilgiler verilmelidir: Peygamber efendimiz, ihtiyacı olan şeyleri kendi kazanabilecek bir insanın, başka bir kişiden bir şeyler istemesini hoş görmemiştir. İnsanın kendi el emeği ile geçinmesinin daha doğru bir davranış olduğunu söylemiştir. Ama gelip bir şeyler isteyen dilencinin de azarlanıp hor görülmesine dinimiz müsaade etmemektedir. Azıcık da olsa bir şeyler vermek en uygun davranıştır Hikayeden Önce Hikayeyi dinleyen öğrencilerinizin duygularını ve düşüncelerini paylaşabilirsiniz. Anne duasının mutlaka kabul edileceği üzerinde durabilirsiniz. Bu maksatla şu iki hadis-i şerifi onlarla paylaşabilirsiniz: “Üç kimse vardır ki, dualarının kabul olup olmadığına dair şüphe yoktur: 1. Mazlumun duası 2. Misafirin duası 3. Babanın ve annenin evladı için yaptıkları dualar. “Babanın evladı için yaptığı dua, anında Allah Teala’ ya vasıl olur. ” Hasan, “ Benim elim, ayağım yok! Zavallı bir kötürümüm ben! diye inlemiş. Bu sözleri duyan annesi içeriden, ‘ Bekle öyleyse! Sana yemek getirip yedireyim. ” diye seslenmiş. Sonra da kendine “Sesi de Hasan’ımınkine pek benziyor!” diye söylenmiş. Dertli anne, dilenciye yemek yedirmek üzere dışarı çıkıp da 40
ÖRNEK HAYAT “ANNEMDEN SONRA ANNEM” “Ey annem! Allah, sana rahmet eylesin. Sen, Ben’im öz annemden sonra annemdin. Kendin aç kalır, Ben’i doyururdun; kendin giymez, Ben’i giydirirdin; kendini güzel yiyeceklerden mahrum bırakarak Bana yedirirdin ve bunları yaparken Allah’ın rızasını ve ahiret yurdunu arzu ederdin. ” Vefanın zirvesi olan Peygamberimiz, cenazenin üç kere yıkanmasını emir buyurdu. Sıra, içinde kâfur denen güzel kokunun bulunduğu suya gelince Resulullah Efendimiz, bu suyu onun üzerine kendi eliyle döktü. Sonra kendi gömleğini çıkarıp ona giydirdi. Cenaze bu gömlek üzerinden kefenlendi. Kabir açılıp sıra cenazenin konacağı lahdin (yani mezarın dip kenarındaki oyuğun) hazırlanmasına gelince Peygamberimiz, onu bizzat kendisi kazdı ve toprağını kendi elleriyle çıkardı. Bu işi bitirdikten sonra orada bir müddet yan üstü uzandı ve şöyle buyurdu: “Dirilten ve öldüren, Allah’tır. O, hiç ölmeyen diridir. ( Ey Allah’ım!) Annem Fatıma binti. Esed’e mağfiret eyle! Ona hüccetini (kelime-i tevhidi) telkin eyle ve girdiği yeri (kabrini ) ona genişlet. Peygamberi ‘nin ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için (duamı kabul eyle). Şüphe yok ki Sen, merhametlilerin en merhametlisisin. ” Peygamberimiz, gözyaşları içerisinde kabirden çıktı. Yaşlar kabri ıslatmıştı. Sonra Resulullah (s. a. v), cenaze için dört tekbir getirdi, ardından da Hz. Abbas ve Hz. Ebu Bekir ile birlikte bizzat kendisi cenazeyi kabre koydular. Hiçbir sahabe o güne kadar böyle bir şey görmemişti. Merakla Efendimiz’ e, “Ya Resulallah ! Sizin bu kadına yaptığınızı başka hiçbir kimseye yaparken görmedik. ” dediler. Fahr-i kâinat Efendimiz, ashabının merakını gidermek üzere şöyle cevap verdi: “O, benim annemden sonra annemdi. Amcam Ebu Talip’ten sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bir kimse olmamıştır. Ona Cennet elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim. Kabir hayatı kendisine rahat ve kolay gelsin diye de bir müddet kabrinde uzandım. ” Sevgili Peygamberimiz annem dediği Hz. Fatıma binti. Esed’ e (r. a) son vazifelerini yaptıktan sonra tebessüm etmeye başladı. Orada bulunanlara şu müjdeyi verdi: “ Cebrail aleyhisselam geldi ve ‘Bu kadın Cennetliklerdendir. ’ Diye bana haber getirdi. Ayrıca Allah Teâlâ meleklerinden yetmiş binine bu kadının cenaze namazını kıldılar. ” Rabbimiz, Hz. Fatıma binti Esed’ e ve bütün sahabe annelerimize rahmet eylesin, bizleri de onların o hayran kaldığımız faziletlerine erdirsin. Amin. Fatıma Binti Esed, Peygamberimiz’ in amcası olan Ebu Talip’ in hanımı, Hz. Ali’ nin de annesidir. Hz. Hatice’ den sonra Müslüman olan ikinci hanımdır. Allah Resulü, sekiz yaşındayken dedesi vefat edince amcası Ebu Talip, mübarek yeğenini evine aldı. Artık “Muhammed (s. a. v)” onların çocuğu gibiydi. Yirmi beş yaşına kadar onlarla beraber olacaktı. Fatıma, O’na karşı öyle bir muhabbet besliyordu ki, kendi çocukları aç olsa da önce O’nu doyuruyor, önce O’nu yıkıyor, saçlarını şefkatle tarıyordu. Sofraya oturduklarında Ebu Talip de, o da Muhammed (s. a. v) başlamadan yemeğe başlamıyorlardı. Sevgili Peygamberimiz kırk yaşına geldiğinde, ilk vahiyle birlikte peygamberlikle şereflenmişti. Üç sene boyunca gizlice yaptığı davetin sonucunda açıktan davet emri gelmiş ve ilk olarak yakın akrabasından başlaması istenmişti. Bu davete icabet edenlerden biri de Fatıma binti Esed’ di. Kocası Ebu Talip iman etmese de o, iman etmişti. Öz oğullarından fazla sevdiği Muhammed’indeki farklı hali, çocukluğundan beri görüyordu. O’nun karakterini inşa eden büyük bir kudret olduğunun da farkındaydı. Bir ün oğlu Ali’ nin Hz. Muhammed’le beraber Mekke sokaklarında namaz kıldığını duyunca telaşa kapılmış ve hemen kocası Ebu Talip’ e durumu haber vermişti. Ebu Talip, iman etmemiş olsa da durumu sükûnetle karşılamış ve “ Muhammed’ e bu zor günlerinde amcaoğlu Ali yardım etmeyecek de kim yardım edecek? Telaşlanma, olması gereken budur!” diyerek hanımını sakinleştirmişti. Allah Resulü, en büyük destekçilerinden olan yengesinin evine gelir, orada istirahat ederdi. Fatıma binti. Esed, Ebu Talip’ in ölümünün ardından imanını açığa vurmuş ve hicret eden Müslümanlar’ la beraber o da Medine yollarına koyulmuştu. Medine’ de başka bir güzellikle daha şereflenecekti. Oğlu Ali ile Allah Resulü ‘nün kıymetli kızı Fatıma evlenecekti. Artık, Allah Resulü’ nün kızıyla beraber aynı evde yaşayacaktı. Oğlu gibi kıymetli olan Hz. Muhammed’in kızı, şimdi onun da kızı olmuştu. Yüzünden tebessüm hiç eksik olmuyordu. Huzur ile geçen günler, hem Hz. Fatıma ve Hz. Ali’ye hem de babaları ve peygamberleri Hz. Muhammed’ e mutluluk veriyordu. Medine’ de geçen dört senenin ardından bir gün Allah Resulü, yengesi Fatıma binti Esed’ in ölüm haberini aldı. Öylesine üzülmüştü ki, “ İşte bugün annem öldü. ” buyurdu, sonra cenazenin yanına geldi, başucuna oturdu ve onun fedakârane hizmetine Hak katında şahitlik ederek şöyle buyurdu: 41
ETKİNLİKLER Şiir ve etkinlik Sıra sende Anne v Yandaki şiiri okuduktan sonra Yunus Emre’nin aşağıda sözleri verilen ilahisini öğrencilerinize dinletiniz. Ardından öğrencilerinizle birlikte anne ve baba hakkı ile ilgili sohbet ediniz. İlk kundağım Ben oldum, yavrum; İlk oyuncağın ben oldum. Acı nedir Tatlı nedir… bilmezdin Dilin damağın Ben oldum. Elinin ermediği Dilinin dönmediği Çağlarda, yavrum Kolun kanadın Ben oldum. VEYSEL KARANİ Resul-i Ekrem’in kıymetli yari Yemen ellerinde Veysel Karani Söyleme yalanı yemez haramı Yemen ellerinde Veysel Karani Belki kıskanırlar diye Gördüklerini Sakladım gözlerden Gülücüklerini… Tülün duvağın Ben oldum! Seher vakti kalkıp yola giderdi Mevla’nın ismini çok zikrederdi Develeri bir akçaya güderdi Yemen ellerinde Veysel Karani Elinde asası hurma dalından Sırtında hırkası deve yününden Hiç kötü söz çıkmaz dilinden Yemen ellerinde Veysel Karani Artık isterlerse adımı Söylemesinler bana “Onun Annesi” diyorlar… Bu yeter sevgilim bu yeter bana! Anasından izin aldı durmadı Mekke’ye geldi mescide varmadı Eve geldi Resul’ü bulamadı Yemen ellerinde Veysel Karani Bir dediğini iki Etmeyeyim diye öyle çırpındım ki Ve seni öyle sevdim sana O kadar ısındım ki Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim Gün oldu kırdın… İncinmedim; İlk oyuncağın Ben oldum… Yavrum Son oyuncağın Ben oldum… Üveys der mescide gideydim O Resul’ün cemalini göreydim Ayağın tozuna yüzüm süreydim Yemen ellerinde Veysel Karani Layık değildim Layık gördüler Annen oldum yavrum Annen oldum! Arif Nihat ASYA v Yukarıdaki ilahi yerine “Veysel Karani” filmini izleyebilir ve etkinliği Veysel Karani hakkında bilgi vererek bitirebilirsiniz. 42
ARKADAŞLIK HEDEF DAVRANIŞLAR İyi bir insan ; v Arkadaşını Allah için seçer ve sever. v Arkadaşına her anında yardımcı olur. v Arkadaşına iyiliği gösterir ve onu kötülüğe düşmemesi için çabalar. v Arkadaşını sadece dünya için değil ahiret için de sever. v İnsanın, arkadaşlık yaptığı kişiye benzeyeceğinin bilir. MAYIS AYI DEĞERİ 43
KAVRAM AÇIKLAMASI ARKADAŞLIK AYNASI İnsanların karakterlerini tanımanın birçok yöntemi vardır. Bu yöntemlerden biri, çok ilginç; ama çok da isabetlidir. Eski bir sözdür: “ Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. ” Şeyh Sadi, Gülistan adlı eserinde şöyle bir hikâye anlatır: Bir kişi hamama gider. Hamam da dostlarından biri kendisine temizlenmesi için güzel kokulu bir kil verir. Kilden, ruhu okşayan enfes bir rayiha yayılır. Adam kile sorar: -A mübarek! Haydi, söyle, sen misk misin, amber misin? Kil ona cevaben şöyle der: -Ben, bildiğiniz alelade bir toprağım. Lakin bir gül fidanının altında bulunuyor, gül goncalarından süzülen şebnemlerle her gün ıslanıyordum. İşte gönüllere ferahlık veren ve hissettiğiniz bu rayiha, o güllere aittir. İşte bu örnek, kastettiğimiz manayı çok güzel anlatıyor bize. İnsan; arkadaşına, dostuna benzer. Kendine yakın hissettiği kimsenin iyi ve kötü halleri bir ona yansır. En sonunda, beraber geçirilen vakiler, aynı ideallere sahip iki ruh oluşturur. Hüzünde de sevinçte de ortak iki şahsiyet… “Kişi arkadaşından sorulur. ” der büyükler. Bu yüzden arkadaşını seçerken çok dikkat etmeli insan. Bir kil parçası, yanında durduğu gülün kokusunu alıyorken pisliklerle çevrili bir alandan kötü kokularla çıkmaz mı? Ya bizler? Bizler de en çok kendimize dost seçtiklerimize benzeriz. Ya da onlarla ortak bir şahsiyette buluşuruz. Böylece birbirine ayna olan iki insan oluruz. Dostlarımız kimlerdir? Bunu tespit etmek için iç dünyamıza doğru bir yolculuk yapalım. Dostumuz; en yakın arkadaşımız, yanımızda olduğunda huzurlu olduğumuz insanlardır. Üzüldüğümüzde, bunaldığımızda “ Keşke burada olsa!” dediğimiz, uzakta da olsa sıkıntısını hissettiğimiz, kaybetmekten korktuğumuz, bizim için gerçekten değerli olan insandır dostumuz. Hayatıma yön verir dostlarımız, yanlışlarımızı gösterir, güzellikleri destekler. Hakiki dostlar böyleyken bir de kötü arkadaşlar vardır. Belki tecrübesizlikten, belki hissettiğimiz yalnızlıktan dolayı seçtiğimiz yanlış kişilerdir bunlar. Onlar, hem dünya hem de ahiretimiz için ziyandan başka bir şey olmazlar bize. Böyle arkadaşları olanlar, hesap gününde pişmanlıklarını şöyle ifade edecekler: “ Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı. Ne kötü arkadaşmışsın sen. ( Zuhruf süresi, 38. ayet )” Bizi pişmanlığa sürükleyecek, “ keşke” ler arasında bizi boğacak arkadaşlar nasıl kimselerdir peki? Bunun cevabını Cafer-i Sadık hazretleri veriyor: “Beş kişiyle arkadaşlık etme!” 1. Yalancıyla. Çünkü o, seraba benzer. Uzağı yakın, yakını uzak gösterir. 2. Ahmakla. Çünkü sana fayda vereceğim derken zarar verir. 3. Cimriyle. Çünkü ciddi şekilde ihtiyacın olduğunda yardımını senden esirger. 4. Korkakla. Çünkü seni ele verir. Bir tehlike anında seni bırakıp kaçar. 5. Günahkârla. Çünkü seni bir lokmaya; hatta daha azına bile feda edebilir. Rabbimiz hepimizi bu tarz arkadaşlardan muhafaza buyursun! Sahabe efendilerimiz arkadaşlık konusunda da en güzel numunelerimizdir. Yine onlardan bir hatıra: Uhud savaşından sonra şehitler tek defnedilmektedir. Savaşın sonrasında ashab-ı kiramdan tam yetmiş iki şehit vardır. Peygamber Efendimiz (s. a. v), Amr bin Cemruh ile Abdullah bin Amr’ ın cenazelerinin başına gelir, durur. Hüzünle dalar gider. Sonra yanındakilere şöyle der: “ Bu ikisini aynı mezara koyun. Çünkü onlar, dünyada da birbirlerini çok severlerdi. ” Bir hadis-i şerif var, duymuşsunuzdur mutlaka: “Kişi, sevdiği ile beraberdir. ” Kalbimiz, dünyada her kimle ise ahirette de yolumuz, onunla beraber ya Cennet’ e ya da Cehennem’ e açılacak. Sahabe efendilerimiz gibi belki de aynı kabri paylaşmak düşecek kaderimize, kim bilir? Dileyelim, birbirini yıkayan iki el gibi olsun arkadaşlıklarımız. İki cihanda bize huzur versin sevdiklerimiz ve Allah Resulü ‘ nün huzurunda dostlarımızla beraber selam vermek nasip olsun inşallah! 44
Hikaye GÜZEL VE ÇİRKİN ARKADAŞ Hikayeden Önce Öğrencilerinize anlatın Hikâyemizi anlatmaya başlamadan önce öğrencilerinize şu soruları sorabilirsiniz. q. Arkadaşlarınızı seçerken nelere dikkat edersiniz? q. Arkadaşınızın fiziki görünüşüne mi dikkat edersiniz, yoksa kişiliğine mi önem verirsiniz? Neden? q. Arkadaşlarınızın arkasından onların istemeyeceği şekilde konuşur musunuz? Neden? q. Bir arkadaşınız hakkında size kötü bir şey anlatılsa tavrınız ne olur? Hemen inanır mısınız? Neden? Burada insanın kendi görünüşüne, kılık kıyafetine dikkat etmesi gerektiğine dair bir açıklama yapmak yerinde olur. Bir söz vardır: “ Bir yere gittiğinizde kılık kıyafetinize göre karşılanır, fikirlerinize ve düşüncelerinize göre uğurlanırsınız. ” Bu sebeple insan; üstüne başına, temizliğine dikkat etmelidir. Belki düşüncelerinizin kalitesini gösterme imkânınız olmayabilir. Hakkınızdaki ilk izlenimlere göre karar verilebilir. Burada padişah, aldığı köle hakkında ilk izlenimleriyle onu biraz uzaklaştırmış, daha sonra onun diğer özelliklerini görebilmek için konuşmasına müsaade etmiştir. Çünkü bir insan hakkında daha sağlıklı bilgiler edinmenin en sağlam yolu, onu konuşturmaktır. “ İnsan, dilinin altında gizlidir. ” derler. Bir padişah, iki köle satın almıştı. Onların kişiliklerini anlayabilmek için ilk önce birinci köle ile sohbete başladı. Padişahın sorularına köle öyle cevaplar veriyordu ki, başkaları bu cevapları ancak uzun düşündükten sonra verebilirdi. Padişah; bu hizmetkârın anlayışlı, zeki ve tatlı dilli olduğunu anlayınca memnun oldu. Diğer köleyi de yanına çağırdı. İkinci köle, padişahın huzuruna geldi. Kölenin ağzındaki bir rahatsızlık sebebiyle ağzı kokuyordu. Dişleri de bakımsızlıktan kapkaraydı. Padişah, bu kölenin görünüşünden pek hoşlanmadı; ama yine de onu tanıyabilmek için kendisiyle sohbete başladı: “Ağzın koktuğu için biraz uzakta dur; fakat pek de uzağa gitme. Önce ağzının derdine bir şifa bulalım. Sen sevimli bir insana benziyorsun! Seni hor görmek ve gözden düşürmek bize yakışmaz. Şöyle otur, bir iki hikâye anlat da dinleyelim bakalım. ” İkinci köle bu sözler üzerine padişaha şöyle cevap verdi: “ İyi düşünen, doğru söyleyen o arkadaşa eğri diyemem. Bilakis onun sözleri sebebiyle kendimde böyle kusurların olabileceğini düşünüp halimi düzeltmeye çalışırım. Padişahım! Belki de o, bende birçok ayıplar görmüştür de ben, onların farkında bile değilimdir! Padişah köleye, “ O senin kusurlarını anlattığı gibi sen de onun kusurlarını anlatsana!” deyince köle, padişaha şunları söyledi: “Padişahım! O benim gerçekten hoş bir arkadaşımdır. Ben onun hiçbir kusurunu bilmiyorum. Ben onun için ancak şunları söyleyebilirim: O, son derece faziletli bir insandır. Sevgi, vefa ve insanlık örneğidir. Onun bir sıfatı da cömertliktir, düşkünlere yardımda bulunur. O, öyle cömerttir ki gerekirse canını bile verir. O, kendini beğenen biri değildir. Herkesle iyi geçinir. ” Padişah, bu cevap karşısında köleye şöyle der: “ Arkadaşını methetmede pek ileri gitme! Çünkü ben onu imtihana çekerim de sonra sen utanırsın!” Köle bunun üzerine şunu söyler: “Hayır! Onu övmekte ileri gitmedim. O dostumun güzel huyları, söylediklerimden daha fazladır aslında. Ben onun hakkında bildiklerimi söyledim sadece. ” Padişah, konuştuğu ilk köleyi yıkanması için hamama gönderdi. Arkadaşı gittikten sonra ikinci köleyi denemek için ona dedi ki: “ Senden önce sohbet ettiğim arkadaşın, senin hakkında kötü şeyler söyledi. Görüyorum ki sen, onun söylediği gibi değilsin. O hasetçi, neredeyse bizi senden soğutuyordu. Arkadaşın senin hakkında, “ O; hırsızdır, doğru adam değildir, kötülerle düşer kalkar, iffetsizdir!” dedi. Peki, sen onun hakkında ne dersin? ” 45
Arkadaşının kendisi hakkındaki kötü sözlerini padişahtan dinleyen köle, öfkeden deliye döndü, ağzı köpürdü, yüzü kızardı. Köle başladı konuşmaya: “ O önceden bana dosttu; fakat ağzı bozuktu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi pek çok zaman nefesi kokardı. Ben ona sahip çıkmasaydım açlıktan geberip gidecekti. ” Arkadaşı hakkında ileri geri o kadar kötü sözler söyledi ki, iç âlemindeki çirkinlikleri saklayamayıp ortaya dökmeye başladı. Bunun üzerine padişah, “ Artık bu kadar yeter!” diyerek elini onun ağzına götürdü ve ona şunları söyledi: “Bu imtihan sayesinde ikinizin arasındaki farkı görmüş oldum. Onun sadece maddi bir rahatsızlıktan dolayı ağzı kokuyor. Fakat senin ruhun kokmuş! Ey ruhu kokmuş kişi, sen uzakta dur! Arkadaşın senin amirin olacak, sen de onun emrinde bulunacaksın. Ondan edebi, insanlığı ve konuşmayı öğreneceksin!” Öbür köle hamamdan dönünce padişah, onu huzuruna çağırttı. Ona, “ Sıhhatler olsun, eksilmeyen nimetlere erişesin! Fakat arkadaşının söylediği kötü huylar sende olmasaydı ne güzel olurdu? O zaman güzel yüzünü gören sevinir, neşelenirdi. Seni görmek, bütün dünya mülküne değerdi. ” dedi. Köle dedi ki: “Padişahım! O densiz benim hakkımda size neler dedi? Lütfen söyler misiniz? “Padişah, “Sen, çok ikiyüzlü biriymişsin. Görünüşte deva; ama hakikatte belaymışsın!” Öğrencilerinize sorun Burada bir ara vererek hikâyemizin başında sorduğumuz sorulara ilave olarak şu soruları da sorabilirsiniz: 1) Arkadaşlık ilişkilerinde haset nelere sebep olur? 2) Arkadaşınız hakkında ön yargılı olmak, nasıl sonuçlar ortaya çıkarır? 3) Size anlatılan her şeye kolaylıkla inanır mısınız? Yoksa hakkında araştırma yapar mısınız? 4) Burada ikinci kölenin göstereceği doğru tavır ne olabilir? Hikayeden Sonra Hikâyeden çıkarılacak dersler: Arkadaşlarımız hakkında her zaman hayırlı şeyler düşünmeliyiz. Arkadaşlarımızı; onların görünüşlerine göre değil, şahsiyetlerine göre seçmeliyiz. Elbisesi temiz, fiziği güzel olmasından daha çok, ahlakı temiz ve özü güzel insanlarla arkadaşlık kurmalıyız. Çünkü gerçek güzellik, huy ve karakter güzelliğidir. 46
Hikaye HIZIR BEY İnsan fıtratı, yalnızlığa tahammülsüzdür. Kendi karakterine, meyline, şahsiyetine uygun olan kişileri nerede olsa bulur, onunla arkadaş olur. Arkadaşlığın kemali, yolları hayırlardan geçen insanlarla irtibatlı olabilmektir. Hayırlı dostluk, arkadaşının hatalı davranışlarını görmezden gelerek yanında olan değil, onun hatalarını düzeltmesine yardım edip onu selamete erdirmektir. Hayırlı arkadaşlığa güzel bir misal, Hızır Bey’dir. Hepimiz onu Fatih Sultan Mehmet ile olan arkadaşlığı ve meşhur davadaki adil tavrıyla tanırız. Hızır Bey, 1407 yılında Sivrihisar’ da doğmuştu. Babası Sivrihisar Kadısı Emir Celaleddin Arif’ tir. Rivayetlere göre Hızır Bey, Nasreddin Hoca’nın beşinci kuşaktan torunudur. Hızır Bey’in asıl şöhreti, Sultan Mehmet döneminde olmuştu. Günlerden bir gün Arap ülkelerinden birinden gelen bir alim, padişahın huzurunda tertip edilen meclise gelip sorular sordu. Alimin sorularına tatminkar cevaplar verecek biri bulunamadı. Sultan, bu duruma çok içerledi. Hızır Bey’in namını bilen Sultan Mehmet haber gönderdi, “ Hızır Bey geniş bilgi sahibi bir adammış, bir de o getirilsin. ” dedi. Devlet erkanı derhal harekete geçti, Sivrihisar’ dan Hızır Bey getirildi. Hızır Bey, o zamanlar 38 yaşındaydı. Sultanın tahta yeni çıktığı zamanlardı. Yani sultan, o sırada on üç yaşındaydı. Yeniden bir toplantı düzenlendi. Arap alim, meydana bir muhatap istedi. Sultan Mehmet, askerlerine göz gezdirdi. Güya, gözüne kestirdiği ilk kişiyi huzura çağırdı. Bu, Hızır Bey’den başkası değildi. Hızır Bey, Arap alimin tüm sorularına tatmin edici cevaplar verdi. Sıra kendisine geldiğinde 16 ilme dair bilgileri ihtiva eden sorularını yöneltti; ancak tatmin edici cevaplar alamadı. Hızır Bey’in bu başarısından memnun olan padişah, sırtındaki cübbeyi çıkardı ve ona verdi. Elli akçe ile Bursa’ daki Sultaniye Medresesi’ ne müderris tayin etti. Hızır Bey, Bursa’dan sonra o dönemde Osmanlı Devletinin başşehri olan Edirne’ deki Üç Şerefeli Camii’ne müderris olarak gönderildi. Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul fethi için çalışmalarına Hızır Bey bizzat iştirak etti. Hızır Bey, Fatih’in devlet meselelerini istişare ettiği sırdaşı, arkadaşı; kritik meselelerde onun yoldaşı oldu. İstanbul’ un fethi ile birlikte şehre kadı olarak atandı. Yani İstanbul’un ilk belediye başkanı Hızır Bey oldu. Müslümanlar’ ın eline geçen bu kutlu şehri imar etme görevi artık Hızır Bey’ deydi. Görevdeyken İstanbul ‘ da birçok düzenlemeler yaptı. Surların durumunun tespiti ve tamiri, fiyat düzenlemeleri, tartıların ayarı ve kontrolü, belediye kapsamına giren suçlar için bağımsız mahkeme kurulması bunlardan birkaçıdır. Hızır Bey, Fatih Medresesi’nde de hocalık yapmıştı. Önce hastane olarak kullanılan ve daha sonra terk edilmiş olan ve Zeyrek’te bulunan Pantokrator Kilisesi’nin elli odasını tamir ettirerek burada da dersler vermişti. Hızır Bey, şehrin imarında olduğu kadar her meselede çok hassastı. Adalete çok dikkat ederdi. Bir gün Hristiyan bir mimar, padişahı şikâyet için Hızır Bey’ e geldi. Mimar, padişahın isteğinin aksine bir iş yaptığı için haksız yere cezalandırıldığını söyleyip adalet istedi. Bunun üzerine Hızır Bey, padişaha haber gönderip onu mahkemeye çağırdı. Fatih Sultan Mehmet, davanın görüleceği gün mahkemeye geldi. Fatih’in sırdaşı, arkadaşı Hızır Bey; vazifesi gereği sultana şu uyarıda bulundu: “ Beyim! Mürafaa-i şer’iyyede (dini kanunlara göre bir duruşmada) bulunuyorsunuz. Başköşede değil sanık sandalyesinde oturmalısınız. ” Hızır Bey’in adil tavrı bununla da bitmemiştir. Mahkemede oturmakta olan Fatih’ e seslendi: “Hakim huzurundasın, ayağa kalk!” Mahkeme neticesinde Kadı Hızır Bey, Fatih Sultan Mehmet’i suçlu buldu. Kısas yapılması gerektiğine hükmetti. Mimar, olanları hayretle izliyordu. Kadının gösterdiği adalet karşısında hayranlığını gizleyemedi. Gözyaşları içerisinde, “Hakkımdan vazgeçiyorum. ” dedi. Fatih Sultan Mehmet’in kendi şahsına ait bir ev, kendisine bağışlandı. Böylece mahkeme sonuçlandı. Mimar, bu adaleti görünce, “ Dünyada bunun eşi yoktur. Artık bu andan itibaren Müslüman’ım. ” diyerek kelime-i şahadet getirdi. Hızır Bey, İstanbul kadılığını altı sene boyunca başarı ile sürdürdü. Bu süre içerisinde kendisine verilen geniş arazi dolayısıyla oraya “ Kadı’nın Köyü” ismi verildi. İstanbul’ da Kadıköy diye bilinen semtin ismi de o günden kalmıştır. Hızır Bey, 1458 yılında İstanbul ‘ da vefat etti. Kabri, İstanbul’da Unkapanı’nda İMÇ bloklarının içindedir. 47
ETKİNLİKLER KOMPOZİSYON Öğrencilerinize aşağıda yazan Hz. Muhammed (s. a. v. ) ‘in bir hadisi ve Hz. Ali (r. a. )’nin özlü sözü ile alakalı bir kompozisyon yazdırınız. Yazılan kompozisyonlar içinden dereceye giren öğrencileri ödüllendiriniz. "Arkadaşlık ettiğin en hayırlı kimse ilim ve hilim sahibi olanlardır. " "Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!" 48
- Slides: 52