R DLYLE SYER NEB Mekke sokaklar kanl ve
ŞİİR DİLİYLE SİYER-İ NEBİ Mekke sokakları kanlı ve kirli… İnsanlar mutsuz, kız çocukları telaşlı ve tedirgin. Vahşet, diz boyu. Çağları aşan, bir bekleyiş… Çölde, suya hasret bir yakarış.
�Kâinatın Efendisinin, muhteşem dönüşü yaklaşıyor. �Yürekler parçalanacak, gözler sanki yerinden fırlayacak. �Ve vahşet bitiyor. �Nuru’l Huda, dünyayı şereflendiriyor. �Zaman, selama durmuş, mekân itaat içinde. �Tasdik etmeyenler ve hasreti yüreklerinde taşımayanlar, sütün devriliyor.
�Analar; yüreklerini serinletecek bahar serinliğine, kavuşuyorlar. �Babalar; akşam eve döndüğünde, huzuru besteliyor. �Ve çocuklar; ötelere hasret gülücükler dağıtıyorlar, argovanlar gibi umut bahçelerinde… �Sokaklar; selvi endam, levlak-ı levlak insanı bekliyor �Toprak; kum tanesi kadar, öpeceği ayağa hasret…
�Gözler ufukta, Rabiü’l Evvel’in 12. i gecesi , gece bir başka, şafak bir başka. . �Güneş bir başka doğuyor bugün, güller bir başka kokuyor. �Yüreklerde hasret ateşi sönmeye yüz tutuyor, çünkü beklenen sevgililer sevgilisi geliyor. �Övülmüş ve seçilmiş… kimdir bu diyorlar O’na. Gökte melekler, yerde nas, gıptayla bakarlar hiç hilafsız. . �Bindiği deve, pür neşe, doludizgin. En gerideyken en başa geçer, asalet ve gururla.
�Şimdi O, süt annesi Halime’ nin kucağında. . Oturduğu sofra bereketlenir, içtiği süt artar. �Oyunlarında bir başkalık, gülüşünde mavera sevinci vardır. �Gün gün, ay ay büyür hasrete… �Şam diyarında bir Risalet yolcusu… Bahira müjde verir. �Bulut, semada şemsiye olmuştur Kâinatın Efendisine. �Ticarette mahir, ahlaken mütekâmil… �Bir başkalık sezilir, her halinden.
�Yücelerden bir muştu, ötelerden hep umut ve sevinç vardır halinde. �Düşündükçe insanlığın halini, sahralara atar kendini. �Ve bir gün, Cibril ona oku, der. �Kutsal görev ehline verilecek ve büyük bekleyiş sona erecektir. �“Ben okuma bilmem” der, insanlığın her halini okuyan, bu güzeller güzeli insan… �Sonra, “Yaratan Rabbinin” adıyla okumaya başlar. �Şimdi, gök ayaklarının altında, sular halıdır ona…
�Mukaddes görev ve çile yolculuğu, sonsuza kanat çırpar bir kuş misali… �Hatice annemiz “Sen ümmetin seçkinisin; fakiri gözetir, yetimi doyurursun, vallahi sen hak peygambersin. ”teslimiyeti ve müjdesi içinde �O an, sadakat bulutu, Hatice validemizin göz pınarlarından damla akar… �Ana-baba, hasretiyle çatlayan yüreği, vahiy bestesiyle huzur bulur. �Tebliğ başlar, dağ , taş; öksüz, yetim demeden. �Kuzeyden güneye, doğudan batıya, batıldan hakka bir yürüyüştür bu…
�Mazlumlar umutlu, zalimler tedirgin. �Gurur; ayaklar altında, tevazu; şaha kalkmış. �Artık diller ve gönüller, hak diyor. �Biraz isyan, sonra biraz itaat, sonrasında ise tam teslimiyet. . �Hicret Habeşistan’dan önce, gönüllerde başlar; kirden hasetten ve zulümden arınma adına. �Zaman daralınca, mekan sizi korumaz olunca, hicret umut olur, içinize. �Kızıldeniz sahilinden bir başka diyara göç başlar, sevda yüklü develerle.
�Bir kral konuşur, Hak’ dan ve hakikatten. . �“Size ne söyledi ve ne getirdi bu yetim ve öksüz. ” diye sorar usulca. . �Cevap dağları taşları yerinden oynatacak vakarda. �Konuşur Cafer Bin Ebu Talip“- Kan döker, yetim malı yerdik. Yalan, sofralarımızda sular seller gibiydi. Sokaklarımız vahşet yuvası. Zulüm çizmesi, yalnız kimsesizleri ezerdi, O gelmeden önce…” �Ve şimdi çöl, vaha sanki. �Yürekler ise, vuslat koyunda bir şarkı besler, insanlık adına. . �Sözler ise sihirli birer kılıç. Sadece, zulmü ve gururu kesiyor.
� İnanlar teslimiyette sınırsız. “- Anam, babam sana feda olsun, Ya Rasulullah. � Bize insanlığı öğrettin, yaşama sevinci verdin. Evimizde huzurla, sokakta emin adımlarla yürümeyi öğrettin. Daha ne isteriz senden. � Kılıcımız, zulüm damarlarını kesinceye kadar, sözlerimiz hakkı söyleyinceye kadar seninleyiz, seninle olacağız. ”haykırışındalar. . � Ve bir soluklanış. . Taif, bağlık ve bahçelik. . Küçük bir yolculuk başlar oraya. . � Yanında azatlı kölesi Zeyd. Büyük umutlar bir an, küçük inkisarlarla kaybolma endişesinde. � Yollarda ayak takımı, taş atarlar, taşları çatlatacak, haya timsali insana. � Zeyd, etten ve kemikten siper. Zeyd canhıraş, çaresiz göğe bakar, ellerini taşlara tutar.
� “-Ey Yüce Rabbim! Taşını ayağıma , dikenini tenime zinet et de, sevgililer sevgilisini, yetimler yetimini, bu ulvi yolculukta tereddüde salma. ” � Zira O’nda, sabır miğferleri, irade kalkanı ile buluşmuştur, bu yolculukta. . � Ve bir bağ evinde, mola. Addas isminde bir köle, bir salkım üzüm ikram eder. İnsanlık ehramının, en tepe noktasına. � Bismillah der, Kainatın Efendisi öyle başlar, ikramı almaya. Addas şaşkın ve hayrette… � Bir Melek, yanı başlarında hazır, ” Ferman var sana Ya Rasulullah. Emret ! şu iki dağı, Taif’ in üzerine geçirelim” diye. . � ” Gök mahzun, yer mahzun. . Yetim yürek, mahzun ve mükedder. � Ve cevap yetişir, Nebi letafetinde… � “Hayır. Ben Alemlere Rahmet Peygamberi olarak gönderildim. ” cevabı, çağın zulmetten alnına, bir şamar gibi iner. . � “O” biliyordu ki, hak batılı, rahmet zulmeti, hep örter ve örtecekti.
� Zulümden bunalınca, Mekke sahralarında inzivaya çekilir sessiz. � Ve sonra Cibril Emin, O’nun kolunda, yedi kat semayı dolaşmak üzere, kutsal yolculuk, Miraç başlar… � Peygamberlerle karşılaşır semada, selamlaşır, Yaratanın, rahmet nidasıyla. . � Cennet , Cehennem sanki önüne resmedilmiş bir ibret levhası… � “Yetim malı yiyenler, öksüz doyurmayanlar, ana babasına isyan edenler. . � Sihir yapıp, büyü peşinde koşanlar, namazı riya, hakkı inkar gafletindeki � insanların akibeti. . . ” birer gösterilir Kainatın Efendisine.
�Müşrikler, tedirgin; müminler, müjdeli. �Kühafe oğlu Ebu Bekir beklenir, şehrin girişinde. �İnkarcılar bu anlaşılmaz miraç yolculuğunu, ona inkar ettireceklerdir akıllarınca. . . �Çünkü O, gücün ve merhametin öncüsü bir dosttur. Olanları satır anlatırlar. . �Bir an umutlanır müşrikler. Bütün bunları anlatan o mu deyince Hz. Ebu Bekir… �Bunun üzerine, müşrikleri hayal kırıklığına uğratan o söz duyuluyor kulaklarda.
�“Eğer o söylüyorsa, doğrudur. �Bundan böyle tasdik edicidir… �Sıddik sıfatı giydirilir, bir taç gibi Ebu Bekir’e, tüm zamanlarda. �Şiddet artar, vahşet doludizgin bu demde… � Müminler sayıca az, azim ve irade bakımından üstündürler. �Erkam’ın evi, mümin yürekleri zinetlendirir öteler müjdesiyle…
�Sayıları her geçen gün artar inananların. �Birken beş olurlar , beşken elli… �Hz. Ömer katılır bu kervana, Hz. Hamza arkasından hemen yetişir. �Kureyş uluları korku ve panik içindedirler. �Kabe duvarına, güvelere emanet edecekleri bir ahitname asarlar. �Çok sürmez, lime olur sözleşme. �Güveler, yiyip bitirmiştir onları. Sadece ibare olarak “Allah” adı kalır semada…
�Bu oyun da tutmamıştır, müşrik pazarında. . �Başka hesap, başka planlar yapılır gün boyu. . �Sonra her kabileden, bir delikanlının katılacağı, fitnenin katran karası ayak izleri salınıverir Mekke sokaklarında. �Yatakta, kutsal emanetlerle beraber Hz. Ali, kapıda boş yere bekleşir Kureyş delikanlıları. �Gözlerine bir avuç kum, bir ömür basiretsizlik perdesi çekerek, aralarından bir kuş gibi süzülür…
�Medine semalarına hicret yolculuğu başlar, kızgın çöllerde. �Sevir’de bir Mağara, kapısında örümcek ağı ve üç yumurta… � Sıddik lakaplı dost tedirgin. Efendisine namert elleri dokunacak, diye. �Adım adım, nefes bir muin dolaşır mağra etrafında. � Ebu Bekir kızı Esmadır bu. . Süt sağar, azık taşır bu kutsal yolculara ve sonrası Ranuna vadisi… � ilk Cuma ve ilk hutbe… “Ey nâs, ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz, fırsat elde iken, iyi işlere koşunuz “der Kainatın Efendisi.
�Hz. Ali yetişir bu yolculuğa Gülsüm Bin Hidm adındaki şerefli hanede. . . �Medine semasında, hasret öyle dayanılmaz olur ki bir an, bekleyiş üstüne… �Kadınlar ağaç altlarında, çocuklar dallarda , kıpır atan yüreklerle bekleşirler ve bakışırlar, umut çölünün sıcaklığında… �Ve görünür ufukta, Kainatın Efendisi… �“Ay doğdu üzerimize, veda tepelerinden” nidası dalga yayılır, Medine sokaklarında. �Deve üstünde bir kutsal misafir, gönüller sunulur, billur kâsede, haya maverasından. .
� Eller, devenin ipine uzanır. “Bize gel Ya Rasulullah, bize şeref ver” diye, yetimlerin arsasına çöker, deve. � Yanı başında Eyüp El- Ensar’ inin iki katlı evleri. � Aylarca kalacağı bu mekan, şereflerin en büyüğüyle taçlanacaktır, asrı saadette. � Hummalı bir çalışma başlar, Kainatın efendisine istirahat buyuracakları Hane-i Saadet’lerini yapmak için. � Herkes pür neşe, küçük büyük, zayıf güçlü demeden. � Ehl-i Suffe, ilk yatılı mektep… � Ayet ayet inen kutsal mesajlar, satır, hece kaydedilir burada hakkı öğrenmek ve sabrı tavsiye etmek, yetimi doyurmak, öksüzü umutlandırmak adına. . .
�Bedir’e yaklaşır zaman adım. Kervan Şam’dan dönerken, önü kesilir müşriklerce. Havada kasvet, gönüllerde bir burukluk vardır. �Müşrikler kılıçlarını kınından, sözlerini dağarcıklarından çıkartırlar…Kinlerini kusacaklar, kimsesizi ezip, zulmü payidar yapacaklar akıllarınca… �Bedir kuyularında, ordu konaklar. �Tedirgin bir bekleyiş. Müşrikler azamet ve kibir sırtında atılırlar orta yere, soylu sesi susturma adına… �Önce yiğitler çıkar ortaya, Hz Ali, Hz. Hamza ve salınarak gelir Umeyre…Zafer Müslümanlarındır. Hezimet ise müşriklere yakışır Bedir’de…
� Müşriklerin elebaşlarından bir çoğu kılıç darbeleriyle, cansız yığılırlar toprak üstüne. � Mekke uluları şaşkın ve çaresiz, bir avuç insana mağlup mu olacaklardı. � İntikam ateşi yüreklerinde, bir kor gibi yanar. � Kadınları yasta, erkekleri çaresiz, sanki Uhud’u beklerler gibi. � Uhud bize, bir ibretler levhası sunar. . � Dağda okçular yerlerinde. Kainatın efendisi, döne tembihliyor. � “-Sakın yerlerinizden ayrılmayın “diye… Sonra zafer rehaveti ve ganimet sevdasına düşüyor Müslümanlar, bir an müşriklerin kaçıştıklarını görünce… � Dağın arkasını dolaşarak, Müslümanları ateş hattına çeken Halit Bin Velit…
�Yıllar sonra, buradan geçen Rasulullah “-Bundan böyle, Mecusi , Putperest olmazsınız. . Lakin olsa, dünyaperest olursunuz, hatırlatmasıyla, bize ebediyen ders olacak , yürek sızlatan bir vahameti öğütlüyordu. . �Bir bir elçiler gönderilir, yakın uzak diyarlara. Allah’ın adını ve Rasul’unun şanını duyurmak üzere. �Hicri onuncu yılda, hüzün rüzgarları eser Hane-i Saadette. � İlk hamisi, malıyla ve canıyla yardım ve desteklerini gördüğü Hatice annemizi kaybeder. �Ardından Ebu Talip, ruhunu teslim eder fani dünyaya. Hüzün yılını besteler zaman.
�Kainatın Efendisi, Mescid-i Nebevi’de gönülleri yıkıyor, hasret pınarında gece gündüz demeden… �“-Bana dünyanızdan, üç şey sevdirildi. Gözümün nuru namaz, güzel koku ve kadın…” diyor. . �Ve ekliyor, ” -Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini biliniz. Hastalanmadan önce Sağlığın; Meşgul olmadan önce, Boş zamanın; İhtiyarlamadan önce Gençliğin; Ölmeden önce Hayatın ve Fakirlikten önce Zenginliğin. ” buyuruyor. � �Ve Çağları kucaklayan, İlahi mesaj geliyor arkasından; �BENDEN SONRA SİZE İKİ ŞEY BIRAKIYORUM, SAHİB ÇIKARSANIZ MUTLU VE HUZURLU OLURSUNUZ. BUNLARDAN BİRİ, ALLAH’IN YÜCE KİTABI; KU’RAN-I KERİM, DİĞERİDE BENİM SÜNNETLERİMDİR…
ŞİİR TADINDA YAZILMIŞ SİYER-İ NEBİ PAYLAŞTIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER. Ramazan YILDIZ Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni (Ahmet Çokyaşar Ortaokulu/Darende-Malatya)
- Slides: 24