ONDOKUZ MAYIS NVERSTES MHENDSLK FAKLTES EVRE MHENDSL BLM
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ ÇMB 219 TEKNİK SEÇMELİ DERS-I SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM VE ÇEVRE Arş. Gör. Dr. Hülya AYKAÇ ÖZEN SAMSUN-2020
1. Bölüm • Çevre Tanımı • Çevresel Sorunlar ve Nedenleri
ÇEVRENİN TANIMI Çevre, insanların ve diğer canlıların hayatları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır. Bir ilişkiler sistemi olan çevrenin bozulması ve çevre sorunlarının ortaya çıkması, genellikle insan kaynaklı etkenlerin doğal dengeyi bozmasıyla başlamıştır.
ÇEVRESEL SORUNLAR VE NEDENLERİ İnsanoğlu varoluşundan itibaren çevreyle uyumlu bir yaşam sürdürmüştür. Ancak teknolojinin gelişmesiyle birlikte hızlı nüfus artışı, kentleşme ve sanayileşme gibi faktörler çevre kirliliğini de beraberinde getirmiştir. Çevre kirliliği, dünyanın her köşesini etkileyen küresel bir tehdittir. Her tür yaşam formu bir şekilde kirliliğin etkisinden etkilenir. İnsanların yaşamadığı kutuplarda veya denizin derinliklerinde yaşayan organizmalar da kirlilikten etkilenir. Son birkaç on yılda, ekosistemleri olumsuz etkileyen antropojenik faaliyetler nedeniyle çeşitli kirleticiler ortaya çıkmıştır. Çevre sorunları, dünyadaki tüm hükümetlerin ve araştırmacıların en önemli önceliklerinden biridir.
İnsanoğlu varoluşundan itibaren çevreyle doğrudan etkileşim içinde bulunmuştur. Refah Seviyesini yükseltmek için onu kullanmış ve gelişen teknolojinin de yardımıyla yaşadığı çevreyi sürekli değiştirmiştir. Refah artışı için doğal kaynakların sürekli kullanımı ve çevrenin değiştirilmesi, insanlığın ve diğer canlıların geleceğini tehdit eder boyutta kaynakların tükenmesine, çevresel bozulmalara ve kirlenmelere neden olmuştur. İnsan refahının artırılması devamlı olacaksa çevrenin ve doğal kaynaklarında devamlılığının sağlanması gerekmektedir. Bu bağlamda çevresel sürdürülebilirlik ön plana çıkmakta ve doğal kaynakların sürekliliğinin sağlanması anlamına gelmektedir. Kaynakların kullanım düzeyinin, bu kaynakların kendini yenileme hızını; salınan kirleticilerin oranının, doğal kaynakların bu kirleticileri işleme tabii tutma hızını aşmaması gerekmektedir. Biyo-çeşitliliğin, insan sağlığının, hava, su ve toprak kalitesinin, hayvan ve bitki yaşamlarının korunması da çevresel sürdürülebilirlik içinde yer almaktadır.
• 18. yüzyılda siyasi ve ekonomik bir kavram olarak kullanıldığı belirtilen sürdürülebilirlik, 1992 Rio Konferansında “kaynakların sürdürülebilir kullanımı” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımla kendini yenileyemeyen doğal kaynakların azaldığında ciddi sorunlara yol açacağına dikkat çekilmektedir. Çevre açısından sürdürülebilirlik, çevre ile etkileşimde çevreyi en doğal halinde tutabilecek davranışlar sergilemek ve insan faaliyetleri sonucu zarar gören veya yok olan çevreyi geri kazanma faaliyetinde bulunmaktır. Bu durum ise toplumların tüketim toplumu olmaktan sıyrılarak çevreye duyarlı, çevre dostu, bilinçli tüketim yapan toplumlara dönüştüğünü ifade etmektedir.
• Çevre ve onun sürdürülebilirliğini etkileyen üç önemli faktör bulunmaktadır. Bunlar; sanayileşme, kentleşme ve hızlı nüfus artışıdır. Nüfusun hızla artışı 18. yüzyılda başlamış ve beraberinde çevre sorunlarını getirmiştir. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte de doğal kaynakların kullanımı artmıştır. Önceleri sınırsız ve bedava kabul edilen doğa, çağdaş toplumlarda artan üretim faaliyetleri ile sınırlı bir sermayeye dönüşmüştür. Çevre, özellikle sanayi devriminden sonra gelişen ekonomik temelli saldırı olarak tabir edilen sömürüden büyük oranda etkilenmiştir. Bu dönemden 1960’lara kadar doğal çevreye verilen zarar ciddi anlamda göz ardı edilmiştir. Çevrenin ve ekosistemin sürdürülebilirliği açısından yenilenebilir kaynaklar çerçevesinde; kaynakların kullanım seviyesi, kaynakların yeniden oluşum seviyesini hiçbir zaman aşmamalıdır. Doğal sermayenin korunmasında temel kural, kaynak stokları zaman içerisinde sürekli var olmalıdır. Yenilenebilir kaynak stoğu zaman içerisinde azalmamalı, tükenebilir kaynakların bitmesi durumunda yenilenebilir kaynaklar ve insan yapımı sermaye miktarı artırılmalı, bu şekilde tükenen kaynaklar telafi edilmelidir. Bu açıdan ekonomik kalkınmanın devamının sağlanması için ekolojik sisteminde korunması ve devamının sağlanması gerekliliği ortaya çıkmaktadır
Sanayileşme, kentleşme ve hızlı nüfus artışı ile birlikte artan çevre sorunları, bu sorunların Çözümünde insanlığı birlikte düşünmeye ve birlikte hareket etmeye zorlamıştır. Çevrenin sağladığı kaynakların sınırsızlığına inanılması ve onun hoyratça kullanılması, sanayileşmenin de etkisiyle kaynakların tükenme noktasına gelmesine ve çevrenin yüksek oranda kirlenmesine sebep olmuştur. Kirlenmenin artması insan ve ekosistem üzerinde etkilere yol açarak toplumsal tepkilerin doğmasın sağlamıştır. Özellikle 1970’lerde artan çevre kirliliği mevcut kalkınma politikalarının gözden geçirilmesine ve çevre duyarlı kalkınma politikaların tartışılmasına neden olmuştur. 1972 yılında Stocholm’de düzenlenen İnsani Çevre Konferansından sonra, 5 Haziran tarihi bundan sonra Dünya Çevre Günü olarak kutlanmaya başlanmış, çevre konusunda önceden beri uygulanan “tepki ve tedavi” stratejisi yerini “tahmin ve önleme” stratejisine bırakmıştır. Buna göre çevre sorunları önceden tahmin edilmeli ve önlenmeye çalışılmalıdır.
1980’lere gelindiğinde küresel çevre sorunlarının artması karşısında kalkınma ve çevre konuları birlikte anılmaya ve tartışılmaya başlamıştır. Artık insan refahının artırılması için sağlanacak kalkınmada, doğal kaynakların dengeli ve bilinçli kullanılmasını, çevreyle uyumu ve birlikteliği sağlayacak bir kalkınma modelinin geliştirilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. İşte bu noktada, kalkınma ve sanayileşme hedeflerinin ve yöntemlerinin yerkürenin fiziksel imkanlarıyla bağdaşması ve aşırı kaynak israfının önlenerek, gerek bu günün dünyasında tüm insanların hakça kalkınma temposuna kavuşması, gerekse gelecek kuşakların dünyasında da kalkınmaya imkan tanıyacak kaynakların var olmasını güvence altına alacak bir sürdürülebilir kalkınma ilkesi benimsenmiştir. Bu kalkınma modeli hem sürdürülebilir bir kalkınmayı hem de çevrenin sürdürülebilirliğini sağlamayı taahhüt etmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde, yaygın sanayileşme, yüksek ormansızlaşma oranı ve kentleşme ekosistemleri bozduğu için koşulları daha da zayıflatmaktadır. Kirliliğe bağlı ölümlerin yaklaşık% 92'si gelişmekte olan ülkelerden bildirilmektedir. Kentsel yerler de; hava, su ve toprağın hareketliliği sonucu çevre kalitesini tehlikeye atan sıkışık noktalar haline gelmiştir. BM raporuna göre, kentsel nüfusun 2030'a kadar ikiye katlanması beklenmektedir.
• Her yıl endüstriyel emisyonlar yoluyla çevreye çok çeşitli kirleticiler salınır. Veriler, 1950'den bu yana 1. 400. 000'den fazla yeni kimyasal ve böcek ilacının sentezlendiğini (Landrigan ve diğerleri, 2017) ve bunlardan sadece birkaçı; Poliklorlu bifeniller (PCB'ler), diklorodifeniltrikloroetan (DDT), polietilen, hidrokloroflorokarbonlar (HCFC'ler) ve kloroflorokarbonlar (CFC'ler) toksisite açısından kritik olarak değerlendirilmiştir.
• CFC'lerin ozon tabakasının incelmesindeki rolü çok iyi bilinmektedir. Bununla birlikte, son birkaç yılda, ozon incelmesi üzerine yapılan araştırmalar, polar olmayan alanlara göre alt • stratosferde Gelişmekte olan olduğunu ülkelerde, yaygın sanayileşme, yüksek incelme ortaya çıkarmıştır. Araştırmacılar ormansızlaşma oranı kullanılan ve kentleşme ekosistemleri artık boya endüstrilerinde kimyasalların kutupsal olmayan bölgelerde incelmesinden sorumlu olabileceğinden bozduğu ozon için tabakasının koşulları daha da zayıflatmaktadır. Kirliliğe şüphelenmektedirler. bağlı ölümlerin yaklaşık% 92'si gelişmekte olan • Dünyanın enerji ihtiyacının karşılanması içinyerlerde fosil yakıtise, tüketimi çok ülkelerden bildirilmektedir Kentsel hava, yüksektir hava kirliliği ve küresel ısınmanın en önemli su ve toprağın hareketliliği sonucu, çevre kalitesini nedenlerinden biridir. tehlikeye atan sıkışık noktalar haline gelmiştir. BM raporuna göre, kentsel nüfusun 2030'a kadar ikiye katlanması bekleniyor (BM 2014).
• • Plastikler, yeryüzünde hasara neden olan insan yapımı ksenobiyotik ve inatçı kirleticilere bir başka örnektir. Plastikler, dünyadaki ekosistemler üzerindeki zararlı etkileri nedeniyle ekolojik ve çevresel bir sıkıntıdır. Sadece Pasifik Okyanusu'na her yıl yaklaşık 79. 000 ton plastik atılmaktadır. Pasifik Okyanusu'nda yüzen 'büyük Pasifik çöp yaması', Fransa'nın üç katı büyüklüğündedir. Çok yakın tarihli bir raporda Wieczorek ve ark. (2018), Kuzeybatı Atlantik Okyanusu'nda yakalanan mezopelajik balıkların% 73'ünün bağırsaklarında mikroplastik bulunduğunu açıklamıştır. Mezopelajik balıklar çeşitli deniz hayvanları için besin olduğundan, ekosistemdeki besin zinciri boyunca mikroplastiklerin dolaşım şansı oldukça yüksektir. Borrelle ve ark. tarafından da benzer bir çalışma yapılmıştır(2017). Okyanuslardaki filtre besleyicilerde plastiklerin risklerine dikkat çekmektedir. Plastiklerin korkunç sonuçlarına rağmen, bu tehlikeli kimyasalların üretimi her geçen dakika artmakta ve dünya, bu bozunmaz varlıkların çöplük alanı haline gelmektedir.
ÇÖP ADA
• • • Başlıca antropojenik faaliyetler arasında yeralan petrol sızıntıları da deniz ekosistemlerine büyük zarar vermektedir. Açık denizdeki petrol platformları, hasarlı tankerler ve boru hatları veya kazalar nedeniyle her yıl milyonlarca varil petrol okyanuslara dökülmektedir. Okyanusların üzerine dökülen petrol, oksijen kaynağını keser, güneş ışığının su kütlesine girmesini engeller ve flora ve faunanın ölümüne neden olan toksik bileşenlerin birikmesine ve dağılmasına neden olur, yararlı mikrop popülasyonunu azaltır ve hatta temel türlerin yok olmasına neden olur. Petrol sızıntıları, kısa ve uzun vadeli yıkım etkileri ile yerel, bölgesel ve küresel ölçekte çevreyi etkiler (Liu ve Kujawinski 2015). Dökülen petrol, bir bütün olarak flora, fauna ve ekosistem üzerinde çeşitli etkilere sahip olan kutupsal ve kutupsal olmayan, uçucu ve uçucu olmayan gibi çeşitli bileşenlere sahiptir.
• Hızlı kentleşme, sanayileşme ve ilgili antropojenik faaliyetler, ağır metaller gibi zehirli maddelerle toprağı ve suyu kirletmektedir Ağır metallerin eklenmesi doğal olmasına rağmen antropojenik faaliyetler, konsantrasyonlarını aşan seviyelere çıkarmaktadır Endüstriyel ve tarımsal atık su, evsel kanalizasyon, petrol hidrokarbon dökülmeleri, madencilik, rafineriler dahil endüstriyel işlemler, metal işleme, fosil yakıt yakma, nükleer güç istasyonları, metal korozyon, plastik, tekstil, kurşun bazlı boyalar, elektronik atıklar, eritme, ilaç kullanımı, tarım kimyasalları, atık yakma ve araç egzozları topraktaki ağır metallerin ana kaynaklarıdır.
• Ağır metallerin kirlenmesi, dünya çapında hem toprak hem de su ekosistemlerinde bulunmuştur. 2014 yılında Kuzey Amerika'daki Flint (Michigan) 'da, gölde bildirilen kurşun kirliliği nedeniyle su kaynağı Huron Gölü'nden Flint Nehri'ne değiştirildi. Sorun su kaynağını daha da kirletti ve Ocak 2016'da ABD Başkanı içme suyunun ciddi kurşun kirliliği nedeniyle acil durum ilan etti. • Pakistan'ın Karaçi kentinde, örnek alınan içme suyunun yaklaşık% 89'unun, Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) tavsiye ettiği 10 μg / l'lik sınırı aşan kurşunla kontamine olduğu bulundu.
• Hindistan'da yaklaşık kırk iki nehrin, izin verilen sınırları aşan toksik ağır metallerle kirlendiği tespit edildi (https: //weather. com/ en-IN / india / dirty / news / 2018 -05 -16 -heavy -metal – toxicity). • Çin'in toplam arazisinin yaklaşık% 10'u ağır metallerle aşırı derecede kirlendiği bildirildi (https: // phys. org/news/2011 -11 -excess-heavy -metalschina. html). • Latin Amerika, dünyanın en kirli şehirleri ve ağır metal madenciliğinin kötü yürütülmesinin nedeni ile işaretlenmiştir (https: //www. conservationins titute. org/10 - en kirli -dünya /). • Kuzey Kutbu'nun yüzey topraklarında civa (Hg) ve diğer eser elementlerin kontaminasyonu rapor edilmiştir. Svalbard, Pechenga-Nikkeli bölgesi ve Sibirya da dahil olmak üzere Kuzey Kutbu'nun bazı kısımları, toprakların ağır metallerle kirlenmesine yol açan madencilik faaliyetlerine sahiptir (http: //www. npola r. no/en/themes / pollutants / the-arctic / sources. html)
• Everest Dağı'nda, ABD Çevre Koruma Yasası (USEPA) tarafından karar verilen kabul edilebilir sınırlardan daha yüksek seviyelerde As ve Cd varlığı gösteren örneklerle ağır metallerle kirlendiğini gösteren yeni rapor yer almaktadır. Yeo ve Langley-Turnbaugh (2010), 5334 ile 7772 m arasında toplanan toprak ve kar örneklerinin yüksek düzeyde kirlilik gösterdiğini ve beklenen nedenin troposferdeki (çoğunlukla antropojenik kaynaklardan) iz elementlerin Everest’e taşınmasından kaynaklandığını ispatlamışlardır.
SANAYİLEŞME ÇEVRESEL SORUNLAR KENTLEŞME NÜFUS
NÜFUS ARTIŞI İnsan nüfusunun hızla artması çevremiz üzerinde inanılmaz bir baskı oluşturmaktadır. Gelişmiş ülkeler çevreyi kirletmeye ve kaynaklarını tüketmeye devam ederken, gelişmekte olan ülkeler ekonomik olarak rekabet etme baskısı altında ve endüstriyel ilerlemeleri ile çevreye zarar vermektedir. İnsan nüfus artışının en büyük çevresel etkilerinden biri küresel ısınma sorunudur. Bazı bilim adamları, küresel ısınmanın gelecekte deniz seviyelerinin yükselmesine ve aşırı hava koşullarına yol açacağından korkmaktadır. Artan nüfusu desteklemek için ormanlar endişe verici bir hızla yok edilmektedir. Yakıt ve enerjinin sınırsız kullanımı nedeniyle yenilenemeyen kaynakların çoğu tükenmektedir. Dünyanın birçok yerinde de yiyecek ve su kıtlığı baş göstermiştir. Nüfus artışı, zaten sınırlı olan kaynaklarımıza daha büyük talepler getirmektedir. Kaynakların ve biyolojik çeşitliliğin tükenmesi, atık üretimi ve doğal yaşam alanlarının yok edilmesi, gelecek yüzyıl boyunca dünyadaki yaşamın sürdürülebilir olmasını sağlamak için ele alınması gereken ciddi sorunlardır.
1800 yılında dünyanın nüfusu 1 milyar iken sadece 2 yüzyıl sonra, küresel nüfus 6 milyara ulaşmıştır ve bu rakamın yarısı şehirlerde yaşamaktadır. Bu popülasyon patlamasının çevre üzerindeki etkisi, sera gazı emisyonlarındaki değişiklikler, toprak erozyonu oranları ve türlerin neslinin tükenmesi gibi etkiler ortaya çıkarmıştır. İnsan nüfusunun artması nedeniyle fiziksel kaynakların kullanımı, aşırı kullanımı ve kötüye kullanılması artış göstermiştir. Daha fazla nüfus, daha fazla tarımsal üretim gerektiren yiyeceklerin elde edilmesi anlamına gelmektedir. Gelişmiş tarım ise, daha fazla su, daha fazla gübre ve daha fazla pestisit kullanımını gerektirir. Gübre ve zirai ilaç uygulaması da toprağı kısırlaştırır. Daha fazla nüfus, evler inşa etmek için daha fazla alan ve daha fazla tüketim malının bulunması demektir. Aynı zamanda daha fazla ulaşım aracı, daha fazla fosil yakıt tüketimi ve daha fazla hava, toprak ve su kirliliği gerektirir. Böylece nüfus artışı hava, toprak ve su kirliliğine yol açar. Farklı kirlilik türleri, fiziksel ortamda biyolojik çevreyi daha da ciddi şekilde etkileyen bir dizi soruna neden olmaktadır.
NÜFUS ARTIŞININ ÇEVRE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Su ve hava kirliliği Nüfus büyüdükçe, giderek daha fazla orman alanı tahrip edilmektedir. Ormansızlaşmanın en yaygın iki nedeni, artan sayıda insanın yaşayacağı evler yapmak ve endüstrilerde yakıt olarak odunu kullanmaktır. Sonuç olarak, fotosentez süreciyle hava kirliliğini azaltmamıza yardımcı olan ağaçlar artık bunu yapamaz ve son zamanlarda tüm dünyada en önemli sorunlardan biri küresel ısınmanın ortaya çıkmasına neden olurlar. Günümüzde su kirliliği de nüfus patlaması nedeniyle artan sorunlardan biridir. Su, hayatın özü olarak kabul edilir. Hava kirliliğinde olduğu gibi, artan nüfus, artan sayıda fabrikayı gerektirmektedir. Bu fabrikalar, su kirliliği de dahil olmak üzere çeşitli kirliliklere yol açmaktadır.
NÜFUS ARTIŞININ ÇEVRE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Orman tahribatı Ormanlar, sellere karşı orta derecede etkiye sahiptirler ve bu nedenle toprak erozyonunu korurlar. Ormanlar ayrıca ekolojik dengeyi ve yaşam destek sistemini (toprak erozyonunu kontrol etme, toprak verimliliğini koruma, suyu koruma, su döngülerini ve taşkınları düzenleme, atmosferdeki karbondioksit ve oksijen içeriğini dengeleme vb. ) Etkileyerek çevrenin kalitesini artırmada önemli bir rol oynamaktadır. .
NÜFUS ARTIŞININ ÇEVRE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Ozon tabakası delinmesi Ozon tabakası, Dünya'yı güneşin gönderdiği ultraviyole ışınlarından korur. Ozon tabakası, CFC'lerin etkisiyle kademeli olarak tahrip olmuştur. Bu CFC'ler çözücüler, soğutucular, aerosol itici gazlar olarak ve köpük plastikleri üflemek için kullanılmaktadır. Bu nedenle, CFC'lerin aerosollerde kullanılması her yerde yasaklanmıştır. Brom halokarbonları gibi diğer kimyasallar ve gübrelerden gelen azotlu oksitler de ozon tabakasını etkileyebilir. Nitrojen oksitler ve metan da stratosferin ozonunu olumsuz etkileyen bileşiklerdir.
NÜFUS ARTIŞININ ÇEVRE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Türlerin yok olması Günümüzde insan faaliyetleri, türlerin büyük ölçüde yok olmasına neden oluyor. Koruma uzmanlarının insan dışı türler açısından en zengin ve insan faaliyetlerinin en çok tehdit altında olduğunu düşündüğü bölgelerde 1, 1 milyardan fazla insan yaşıyor. Bu alanlar gezegenin kara yüzeyinin yaklaşık yüzde 12'sini oluştururken, insan nüfusunun yaklaşık yüzde 20'sini barındırıyorlar. Bu biyolojik çeşitlilik sıcak noktalarındaki nüfus, dünya nüfusunun yıllık yüzde 1, 3'lük büyüme oranına kıyasla, yıllık yüzde 1, 8'lik toplu bir oranda büyüyor. Modern tarım uygulamaları, su ve rüzgar erozyonu yoluyla yeryüzünü ince üst toprak katmanından ayırarak, yüzyıllar süren ve karadaki tüm yaşamı destekleyen bu değerli mikro ekosistemi yok ediyor. Birçok tür, insanlar için gıda, ilaç, yakıt ve yapı malzemesi kaynağı olarak çok büyük değerdedir. Dünya çapında ilaçlarda 10. 000 ila 20. 000 bitki türü kullanılmaktadır. Doğanın çeşitliliği, İnsanların rekreasyonel, duygusal, kültürel, manevi ve estetik ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olmaktadır.
NÜFUS ARTIŞININ ÇEVRE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Arazi / toprak bozulması Arazi, bitkiler ve diğer canlı mikro-makro organizmalar için gerekli olan su ve besinler için depo Görevi görür. Gıda, enerji ve diğer insan gereksinimlerine olan talep, toprağın üretkenliğinin korunmasına ve iyileştirilmesine bağlıdır. Ekilebilir arazi kaybına, çoğu insani gelişmeye bağlı olan bir dizi faktör neden olmuştur. Birincil nedenler ormansızlaşma, yakacak odun için aşırı kullanım, aşırı otlatma, tarımsal faaliyetler ve sanayileşmedir. Küresel bazda, toprak bozulması temel olarak aşırı otlatma (% 35), tarımsal faaliyetler (% 28), ormansızlaşma (% 30), yakacak odun üretmek için arazinin aşırı kullanımı (% 7) ve sanayileşmeden (% 4) kaynaklanmaktadır. Arazi bozulumuyla mücadele etmek için, izleme ve veri toplama metodolojileri geliştirmek ve uygun politikaları, programları ve projeleri formüle etmek için ulusal ve bölgesel düzeylerde çeşitli çabalar sarf edilmiştir. Ulusal düzeyde, bu tür önlemler arasında su havzası yönetimi, toprak ve su koruma, suya doymuş ve tuzlu arazilerin ıslahı, orman ve mera yönetimi ve yeşil gübre kullanımı ve uygun mahsullerin ekimi yoluyla ekilebilir alanlarda toprak verimliliğinin yenilenmesi yer almaktadır.
KENTLEŞME • • Kentleşme, Dünya üzerindeki en güçlü ve en görünür antropojenik güçlerden biridir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünyada, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kentleşme hızlı bir şekilde yaşanmıştır. 1957'de küresel nüfusun % 30'u kentsel alanlarda yaşıyorken, 2008'de % 50'ye ulaşmıştır ve % 70'inin 2050'ye kadar şehirlerde yaşayacağı tahmin edilmektedir. Bugün dünyada nüfusu 1 milyonun üzerinde olan 400'den fazla şehir vardır. Bu nedenle, kentleşme, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasında ve modernleşmesinde önemli bir rol oynamıştır ve son birkaç on yılda bilim adamları ve politikacılar tarafından şehirlere ve kentleşmeye artan ilgi gösterilmektedir.
• Hızlı kentleşme, ekonomik ve sosyal kalkınmayı büyük ölçüde hızlandırmıştır ve küresel şehirler, küresel ekonomi ve ekonomik büyümenin lokomotifi ve inovasyon merkezleridir, ancak şehirleşme aynı zamanda çok sayıda yerelden küresel ölçeğe kadar “artan hava ve su kirliliği ve azalan su kaynağı, yerel iklim değişikliği ve artan enerji talepleri, yetersiz barınma, trafik sıkışıklığı ve doğal bitki örtüsünde büyük bir azalma” gibi çevresel sorunlara neden olmuştur. • Böylelikle, modern kentleşmenin bir sonucu olarak çevresel etkilerin belirlenmesi ve değerlendirilmesi birinci öncelik haline gelmiş ve kentleşmeyle ilgili etki ve sorunları daha iyi anlamak amacıyla birçok çalışma yapılmıştır.
SANAYİLEŞME Sanayileşme ekonomik refah getirmiş ancak buna ek olarak artan nüfus artışına neden olmuş ve çevresel etkileri toleransın eşik sınırlarına yaklaştırmıştır. Endüstriyel büyüme, çevreyi ciddi sorunlarla etkilemeye başlamış, su, hava, toprak, çevre ekosistemi de dahil olmak üzere biyoçeşitlilik gibi doğal sistem bileşenleri üzerinde muazzam olumsuz etki yaratmaktadır.
Sanayileşme, çevresel bozulmanın başlıca nedenlerinden biridir. Kentleşme, ormansızlaşma ve benzeri diğer nedenler, hızlı sanayileşmenin yalnızca bir yan ürünüdür. Su, üretim sürecinde ihtiyaç duyulan en önemli endüstriyel malzemelerden biridir, bu nedenle su kütlelerinin etrafında birçok endüstri kurulur. Bu endüstriler, canlılar için sağlık tehlikelerine neden olan toksik atık suları boşaltarak su kaynaklarını kirletmektedir. Tehlikeli maddelerin kullanımı ve tahliyesi havayı, suyu ve toprağı kirletmiş, çevreyi endüstriyel tesis içinde ve dışında sağlıklı yaşam için giderek daha elverişsiz hale getirmiştir.
• Büyüyen teknolojik gelişme ölçeği, su kalitesine de yeni tehditler oluşturmaktadır. Suya yönelik büyük bir tehdit, artan sayıda kimyasalın üretiminden kaynaklanmaktadır. Bu endüstriyel kimyasallar alıcı sulara evler, tarımsal faaliyetler, drenaj, atmosfer ve endüstriyel kimyasal kanallar yoluyla dolaylı olarak ulaşır. Ek olarak, bu kimyasalları ve diğer toksik maddeleri içeren büyük miktarlarda endüstriyel atık, düzenli depolama sahalarında biriktir. • Bu maddelerin bazıları biyolojik olarak parçalanamaz ve sızıntı yoluyla su ekosistemlerinde birikmeye devam eder. .
Hızlı sanayileşme ve nüfus artışı, kentsel iklimi olumsuz etkilemiş ve hava kalitesinde dengesizliklere neden olmuştur. Tarım, düzensiz yağış dağılımı, kuraklık ve sel sıklığı üzerindeki etkiler giderek daha belirgin hale gelmektedir. Özellikle ulaşım sektöründe (trafik sıkışıklığı, kalitesiz yakıt, verimsiz motorlar ve motorlu taşıtların kötü bakımı nedeniyle) fosil yakıt (kömür ve petrol) tüketimindeki artışlarla birlikte hava kalitesi orta ila kritik seviyelere gelmiştir.
Kükürt dioksit, azot dioksit ve ozon, göllerin asitleşmesine, insan yapımı malzemelerde hasara vb. neden olur. Örneğin, SOX ve NOX, zayıf nitrik ve sülfürik asitler oluşturmak için havada bulunan su buharı ile birleşir. Balıkçılığa zarar veren asit yağmurları deniz ekosisteminde de yosun patlamalarına neden olur) ve bina ve anıtları etkiler. Şehirlerdeki havanın kalitesi önemli bir çevresel sorundur ve dolaylı olarak iklim koşullarını etkiler ve doğrudan toplumun sağlığını etkiler
SANAYİLEŞME Su üzerindeki etkileri Endüstri, en büyük su kullanıcısıdır. Endüstriyel Atık Suların arıtımı, çözücüler, yağlar, plastik, metalik atıklar, fenoller ve birçoğu biyobozunmaya hemen duyarlı olmayan imalat işlemlerinin çeşitli kimyasal türevleri gibi çeşitli inorganik ve sentetik organik kirleticileri içerir. Endüstriyel atıkların gelişigüzel deşarjı ve belediye katı atık bertarafı, yüzey suyu kirliliğinin ana kaynağıdır. Kimyasal üretim, metal işleme ve kağıt üretimi endüstrilerinden gelen ağır metaller, tuzlar ve florür atıkları da çevredeki yeraltı sularını kirletmekte, bu kirli yeraltı suyu içme suyu temini için ana kuyulara taşınmaktadır. Yeraltı sularındaki kirleticilerin durumu, pestisitlerin ve ağır metallerin varlığını vurgulamaktadır ve bu metallerin gıda zincirinde birikmesi çok büyük bir çevresel tehlike haline gelmektedir.
Hava üzerindeki etkileri SANAYİLEŞME Damarlarda kan dolaşımı kadar saf hava da yaşam için gereklidir. Kirli hava, en tehlikeli ve yaygın çevre kirliliği türlerinden biridir. Hava kirliliği bitki örtüsünü, hayvanları, insan sağlığını etkiler ve baş ağrısı, gözlerde tahriş, burun, boğaz ve mide bulantısı sorunları, genel rahatsızlıklar, stres ve gerginlik gibi çeşitli hastalıklara neden olur. Ayrıca tarihi anıtlara zarar verir. Başlıca hava kirleticileri karbon monoksit, karbondioksit, kükürt oksit, toz parçacıkları, kükürt dioksit (SO 2), nitrojen dioksitler (NOx), fosil yakıtların yakılması ile salınan demir alaşımları ve kalsiyum karbür olarak sıralanabilir.
SANAYİLEŞME Ekosistem üzerindeki etkileri İnsanın doğaya müdahalesinin artması, ekosistemin tüm canlı organizmaları için zararlı olacak kirliliğe ve çevresel bozulmaya neden olmuştur. Endüstriler; oluşturdukları duman, endüstriyel atık ve kanalizasyon gibi farklı atık suları herhangi bir işlem yapılmadan tahliye eder ve bu endüstriyel atıkların düzenli girişi ekolojik dengeyi bozar. Sonuç olarak, daha önce evsel ve tarımsal amaçlarla kullanılabilen su, endüstriyel atıkların boşaltılması sonucu son derece kullanılamaz hale gelmektedir. .
Tarımda kullanılan ağır metaller, gübre, zararlı ot öldürücü fungisitler ve böcek öldürücüler dahil pestisitlerin yavaş ve sürekli kirlenmesi, çevre için oldukça tehlikeli olan suya sızmaktadır. Su ortamına ulaşır ve bozunmaz, suda askıda kalır veya kısmen çözülür ve ardından organizmalarda birikir. Sanayileşme, habitatları bozan ve flora ve faunayı tehdit eden büyük miktarlarda arıtılmamış kanalizasyon ve katı atıklar üreterek flora ve fauna üzerinde etkilidir. Ayrıca, orman örtüsünün olmamasına yol açarak, nadir ve nesli tükenmekte olan vahşi hayvan popülasyonu türlerinin hayatta kalması için büyük risk oluşturmaktadır
İletişim Bilgileri hulya. aykac@omu. edu. tr Dahili: 1206 Ofis Danışma Saati: Pazartesi 13: 00 -15: 00
- Slides: 40