NTE 4 TRK DLNN TARH DEVRLER Bir milletin
ÜNİTE 4 TÜRK DİLİNİN TARİHİ DEVİRLERİ
Bir milletin tarihinde sözlü edebiyat, yazılı edebiyata göre daha eskidir. Fakat sözlü edebiyat ürünleri söylendiği zamandan daha sonra yazıya geçirilip kalıcı hale getirildiğinden bu ürünlerin ilk hâlleri tam ve kesin bir biçimde tespit edilemez. Türk dili üzerinde çalışan araştırmacılar, Türkçenin tarihî gelişimini devirlere ayırırken metinlerle takip edilebilen dönem öncesi için farklı ayrımlar ve adlandırmalar yaparlar. Ancak daha kesin bilgilerden hareket edilerek Türk dilinin yazılı metinlerle takip edilebilen döneminin başlangıcı MS V. yüzyıl olarak kabul görür. Bu yüzyıla ait olarak Yenisey Yazıtları adı verilen eserler, daha çok mezar taşları niteliğindedir. V. – VIII. yüzyıllar arasına ait bu eserlerin yüzlerce örneği vardır. Tam bir eser niteliğinde olanlar ise şimdiki Moğolistan sınırları içinde kalan, Orhun nehri civarına dikilmiş olan Orhun Abideleri’dir. Mevcut eserlerden yola çıkılarak, henüz gün ışığına çıkarılamamış, daha eski dönemlere ait çok değerli Türkçe dil malzemelerinin bulunduğu tahmin edilmektedir; çünkü Orhun Abideleri’nde gelişmiş bir dil kullanılmıştır. Bir dilin bu seviyeye gelebilmesi ve Türkçeye uygun bir alfabenin baştan oluşturulabilmesi için, dil bilginlerine göre en az beş yüz yıl geçmelidir. (ATABEY, KOÇ, YENİÇERİ, ÜLKER, YAĞCI, 20007: 27)
Türk dilinin tarihî gelişiminde Ahmet Caferoğlu’nun tasnifi şöyledir: 1 -Altay Devri 2 - En Eski Türkçe Devri 3 - İlk Türkçe Devri 4 - Eski Türkçe Devri 5 - Orta Türkçe Devri 6 - Yeni Türkçe Devri 7 - Modern Türkçe Devri (CAFEROĞLU, 2000: 51 -52)
1. Altay Devri Altay dilleri ailesine giren Türkçe, Moğolca, Mançu-Tunguzca, Korece ve Japoncanın henüz birbirinden tam olarak ayrılmadıklarının varsayıldığı dönemdir. Başlangıcı ve bitişi kesin olarak bilinmemekle birlikte, MÖ 15002000 yıllarına kadar götürmek mümkündür. Bu dönemin varlığı, diller arasında yapılan karşılaştırmalara ve bulunan tarihî dil ürünlerine dayandırılmaktadır. (ATABEY, KOÇ, YENİÇERİ, ÜLKER, YAĞCI, 2007: 27) 2. En Eski Türkçe Devri Türk dilinin Altaycadan ayrılıp bağımsız bir dil olarak geliştiği dönemdir. (YAKICI, YÜCEL, DOĞAN, YELOK, 2011: 50)
3. İlk Türkçe Dönemi Türkçeden daha sonra ayrılarak bağımsız bir dil halinde gelişen Hazar, Bulgar, Avar ve Hun dillerinin henüz Türkçeden ayrılmadığı dönemdir. Bu devrede Türkçe, Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılır. Batı Türkçesi, Bulgar Türkçesi ile başlayıp daha sonra Çuvaşça ile devam eden koldur. Doğu Türkçesi ise ana Türkçeyi oluşturan koldur. Çuvaşça ve Yakutça dışındaki Türk şiveleri bu kola dâhildir. Türk dilinin karanlık çağlarına ait olan dönemler, ana hatlarıyla bu şekildedir. Bunların sonrasında gelen dönemlerle ilgili bilgiler yazılı kaynaklara dayanmakta, Türk diliyle ilgili hükümler daha sağlıklı bir şekilde ortaya konulmaktadır.
4. Eski Türkçe Dönemi (6. – 11. Yüzyıllar Arası) Türkçenin metinlerle takip edilebildiği dönemdir. Bu dönemi Göktürkçe ve Uygurca devirleri teşkil etmektedir. 4. 1. Göktürk Dönemi (6. - 8. Yüzyıllar Arası) Eski Türkçenin ilk aşamasını, MS 690 -740 yılları arasında hüküm süren Göktürklerin resmi dili Göktürk (Orhun) Türkçesi oluşturmaktadır. Bu dönemde Göktürk Yazıtları dikkat çeker. Göktürk kağanlığında özellikle kağanların ya da devletin ileri gelenlerinin ölümünden sonra, onlar adına bir anıt mabet inşa ettirmek, bu mabedin içini, dışını süsletmek, bu mabedin içine bulunduğu bahçeye yazılı taş diktirmek bir gelenek hâlini almıştır. Taşların üzerindeki bu sözlerin ebedî kalacağını, bütün milletin de sonsuza kadar bunlardan ders alacaklarını düşünmüşler, bu nedenle de diktirdikleri bengü taş adını vermişlerdir. (ERCİLASUN, 1995: 56)
Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin olan bu kitabeler, Türk tarih ve edebiyatının ilk yazılı belgeleri olarak büyük önem taşırlar. Türk kültür ve medeniyetinin çok değerli kaynakları olan VIII. yüzyıldan kalmış Orhun Yazıtları’nda devletle milletin karşılıklı olarak görevleri dile getirilir. Bu kitabelerde, Bilge Kağan’ın kardeşi Kül Tigin ile Çinlilere karşı yaptıkları savaş ve Türk milletinin bütünlüğünü sağlamak için verdikleri mücadele anlatılmaktadır. Kuvvetli bir hitabet üslubuna sahip Orhun Yazıtları’nda, Türk halkı milli birlik ve bilinç üzerine uyarılmaktadır. Göktürk Alfabesiyle irili ufaklı taşlara yazılmış olan bu anıtlar, şöyle sıralanabilir: Bugut, Çoyrın, Hoytu Tamir, Ongin, İhe-Huşotu, Nalayha, İhe-Nur, Handigay, Talas, Tonyukuk, Kül Tigin, Bilge Kağan. Orhun Yazıtları, bugün Moğolistan sınırları içinde başkent Ulan Bator’a 400 km uzaklıkta Koşo Çaydam adlı göl yakınlarındadır. Türk dili ve tarihi açısından en önemli ve en uzun metinler de Tonyukuk, Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarıdır.
Göktürk Yazıtları’nın birincisi 725 -726 yılları arasında dikildiği tahmin edilen Tonyukuk Yazıtı’dır. (SERTKAYA, 1995: 115 -116)Türk anı edebiyatının ilk temsilcisi ve ilk Türk tarihçisi olan vezir Bilge Tonyukuk, kendi adına diktirdiği bu taş ile Türk hatıra türünün ilk örneğini vermiştir. Tonyukuk, adını taşıyan yazıtta Çinliler ile yapılan savaşları sade ve sanatsız bir biçimde, halk diliyle anlatır. Yeri geldikçe milletin ders alması için öğütler verir, atasözleri ve deyimlere başvurur. Kül Tigin Yazıtı ise 731’de Bilge Kağan tarafından diktirilmiştir. Bilge Kağan, kardeşinin ölümünden duyduğu üzüntünün bir ifadesi olarak bu abideyi diktirmiştir. (SERTAKAYA, 1995: 323) Bu yazıt Türk edebiyatının sanatkârane üslupla yazılmış ilk eseri olma özelliği taşır. Bilge Kağan Yazıtı ise 734 yılında ölen Bilge Kağan’ın oğlu Tengri Kağan tarafından 735 yılında diktirilmiştir. Kitabede Bilge Kağan’ın Türk milletine iletmek istediği mesajlar dikkat çekicidir. Türk tarihindeki önemli devlet adamlarından biri olan Bilge Kağan, Türk hitabet edebiyatının da ilk ismidir.
Bu kitabelerin Türk ve dünya kültürüne kazandırılması uzun zaman almıştır. Danimarkalı Türkolog Vilhelm Thomsen, Kül Tigin ve Bilge Kağan Yazıtları’nın 1893 yılında dilini çözmüş ve daha sonra yayımlamıştır. Tonyukuk yazıtı daha sonra keşfedilir. Bu yazıtı da ilk olarak Raddloff yayımlar. Radloff Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk Yazıtları da olmak üzere toplam elli altı yazıtı okuyan ve tercüme eden, bu metinlerin sözlüklerini ve gramerini yapan, yeni anıtları çeşitli yönleriyle değerlendiren âlimdir. (YAKICI, YÜCEL, DOĞAN, YELOK, 2011: 55)
4. 2. Uygur Dönemi (8. - 11. Yüzyıllar Arası) Eski Türkçe devresinin ikinci kısmı Uygur devresidir. Göktürk İmparatorluğu yıkılıp tarih sahnesinden çekilince yerine kurulan Uygur Devleti yerleşik hayata geçen Türklerin ilk temsilcilerindendir. Soğdakların bir kısmı Türkler arasında Mani dinini yaymışlardır. Türklerden bir kısmı Mani dinini kabul edince, Soğdak yazısı da resmî olarak Türkler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra Uygurlar, Soğdak yazısının biraz daha değişik şekli olan Uygur yazısını kullanmaya başlamışlardır. (YAKICI, YÜCEL, DOĞAN, YELOK, 2011: 56) Uygur Türkleri bu alfabeyle birçok eser meydana getirmişlerdir. Uygur Türkleri Budizm ve Manihaizm başta olmak üzere Brahmi, Nesturî gibi dinleri kabul etmişler, bu dinlere ait birçok eseri Uygur alfabesi ile yazmışlardır. Uygur yazı dili Uygur Devleti’nden sonra da devam etmiş, Orta Türkçe devresinde de yaklaşık 13. yüzyıla kadar kullanılmıştır. Uygurlar, devlet adamı olarak görev yaptıkları Moğollara da bu yazıyı öğretmişlerdir. Çağataylılarda, İlhanlılarda ve Temürlülerde Uygur yazısı Arap alfabesi ile birlikte kullanılmıştır. Uygur yazısı nasıl ki yeni bir din ile kabul edilip yayılmışsa, yine yeni bir din (İslamiyet) ile yavaş kaybolmuştur.
Uygur devresine ait başlıca eserler şöyledir: Altun Yaruk, Irk Bitig, Sekiz Yükmek, Prens Kalyanamkara ile Papamkara Hikâyesi. Altun Yaruk: Eserde Budizmin esasları, felsefesi, Buda’nın menkıbeleri yer almaktadır. Irk Bitig: Bu eser Göktürk alfabesiyle Mani muhitinde yazılmış bir fal kitabıdır. Sekiz Yükmek: Eserde Budizme ait dinî ve ahlâkî inanışlar ile bazı bilgiler yer almaktadır. Prens Kalyanamkara ile Papamkara Hikâyesi (İyi Prens ile Kötü Prens Hikâyesi): Budizme ait bir menkıbenin hikâyesidir. Eserde iyi kalpli bir prensin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirini öldürmelerine engel olmak amacıyla, çok değerli bir mücevheri ele geçirmek amacıyla çıktığı maceralı yolculuk anlatılır.
5. Orta Türkçe Devri (10/11. – 15. Yüzyıllar Arası) 13. yüzyıla kadar Türkler tek bir yazı dili kullanmışlardır. Göktürk, Uygur ve Karahanlı Türkçeleri arasındaki farklar çok azdır. Temel kelime dağarcığı ise neredeyse aynıdır. Yalnız seçilen din sebebiyle bazı kelimelerde farklılık görülmektedir. Bu sebeple bazı sınıflandırmalarda Karahanlı Türkçesi, Orta Türkçe devresine değil Eski Türkçe devresine dâhil edilmektedir. 5. 1. Karahanlı Dönemi (11. -12. Yüzyıllar Arası) Uygur Devleti, Kırgızların saldırıları ile dağıldıktan sonra yerini Karahanlı hanedanına bırakmıştır. Karahanlılar çok büyük bir imparatorluk kuramasalar da Türk ve dünya tarihini iki açıdan etkilemişlerdir: İlki İslam dinini bütün Türklerin tek ve resmî dini olarak kabul etmeleridir. İkincisi ise Türk devletinin merkezini bugünkü Türkistan’a kaydırarak, Türkleri bir Uzak Doğu kavmi olmaktan çıkarıp tam olarak bir Orta Asya kavmi durumuna getirmeleridir. (YAKICI, YÜCEL, DOĞAN, YELOK, 2011: 59) Karahanlı Dönemi Türk yazı dili için de ayrı bir önem taşır. Karahanlılar Türkçeyi Uygur alfabesi yerine Arap alfabesiyle yazmaya başlamış, böylelikle Türkçenin Arap harfleriyle yazıldığı uzun bir dönemi onlar başlatmıştır. Bu döneme ait eserler Uygur ve Arap harfli Türk yazıları ile yazılmıştır.
Bu kısımdaki en önemli eserler şunlardır: Kutadgu Bilig, Dîvanü Lügati’t-Türk, Atabetü’l. Hakayık, Divan-ı Hikmet. Kutadgu Bilig (Mutluluk Veren Bilgi) : Yusuf Has Hâcib, 1069 -1070 yıllarında 6645 beyit olarak yazdığı bu eserinde devlet, adalet, insan ve aklı temsil eden dört sembolik kişiyi birbiriyle konuşturarak insanlara mutlu olmanın yolunu göstermiştir. Siyasetname niteliğindeki eserde, ideal bireylerden oluşan bir toplum ve devlet göz önünde canlandırılmıştır. Dîvanü Lügati’t-Türk: Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türk dilinin üstünlüğünü göstermek amacıyla Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072’de yazılmaya başlanan 1077’de tamamlanan Türk dilinin ilk ansiklopedik sözlüğüdür. Kaşgarlı Mahmud, Türkçeden Arapça’ya hazırladığı eserinde madde başı kelimeleri açıklarken derlediği deyimlerden, savlardan (atasözleri), koşuklardan örnekler de vermiştir. Böylelikle halk edebiyatının ilk ürünleri de bu eserde derlenmiştir. Ayrıca eserde satır aralarında dilin kuralları ve yapısıyla ilgili bilgiler bulmak mümkündür. Bu özelliğiyle de Türk dilinin ilk gramer kitabı sayılabilir. Ayrıca Kaşgarlı Mahmud bu çalışmada bir de ilk dünya haritası çizimine yer vermiştir.
Atabetü’l-Hakayık (Gerçeklerin Eşiği): Edip Ahmet Yükneki tarafından 12. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen eser dinî ve tasavvufî konuları içerir. Eserde, iyi bir insan olmanın yolları çeşitli hadis ve ayetlerle açıklanmıştır. Bilginin yararı, cahilliğin zararı, dili tutmanın önemi, alçakgönüllülüğün güzelliği, kibrin kötülüğü gibi konulara yer verilmiştir. Divan-ı Hikmet: Hoca Ahmet Yesevî’nin şiirlerine hikmet, bu şiirlerin toplandığı esere de Divan-ı Hikmet denir. Ahmet Yesevi Türklerin İslâmı daha iyi tanımalarına hizmet etmiş, Hacı Bektaş Velilerin, Yunus Emrelerin yetişmesine vesile olmuştur.
5. 2. Harezm Türkçesi(12. -14. Yüzyıllar) Orta Türkçe, Türklerin hayatında önemli geçiş ve ayrılıkların yaşandığı dönemdir. Harezm bölgesinde kurulup gelişmiş olan Harezm Türkçesi, 13. yüzyıla kadar birbirinin devamı olarak tek kol halinde ilerleyen Türk yazı dilinin Çağatay, Oğuz ve Kıpçak temelinde yeni dallanmalarına kaynaklık etmiştir. Bir ayrım noktası görevi üstlenmiştir. (KORKMAZ, ZÜLFİKAR, AKALIN, PARLATIR, BİRİNCİ, ERCİLASUN, GÜLENSOY, 2003: 51) Harezm Türkçesi ile yazılmış önemli eserler şunlardır:
Kısasü’l-Enbiya: Rabguzi tarafından 1310 yılında yazılan eserde Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlere ait kıssaların yanı sıra Hz. Muhammed, dört halife, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e ait menkıbeler de vardır. Muînü’l-Mürid: Arapça bilmeyen Türkmenlere İslâm fıkhını ve tasavvufu öğretmek için İslâm mahlaslı bir şair tarafından 1313 yılında yazılan bir eserdir. Yer yer Oğuz Türkçesinin etkisi göze çarpar. Nehcü’l-Feradis(Cennetlerin Açık Yolu) : Kerderli Mahmut tarafından 1358’de yazılmış, kırk hadis tercümesi niteliğinde dinî, ahlâkî bir eserdir. Doğrudan doğruya Harezm Türkçesinin ürünüdür. Hüsrev ü Şirin: Fars edebiyatının büyük isimlerinden Nizami’nin 12. yüzyılda yazdığı mesnevinin Kutb tarafından 1341 yılında yapılan tercümesidir. Kıpçak Türkçesini temsil eden bir eserdir.
5. 3. Doğu Türkçesi (Çağatay Türkçesi): Çağatayca, Harezm Türkçesinin yeni şartlar altındaki devamı olarak, 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Türkistan ve Altınordu bölgesinde kullanılan edebî Türkçeye verilen addır. Çağatay Türkçesi 15. yüzyıldan başlayarak batıdaki Osmanlı Türkçesine karşı Orta Asya Türk dünyasında 19. yüzyıl sonlarına kadar edebî Türk dilini temsil etmiş ve bu yazı dili ile yüzlerce eser meydana getirilmiştir. 20 yüzyılda Çağatayca yerini Özbekçe ve Yeni Uygurcaya bırakmıştır. (KORKMAZ, ZÜLFİKAR, AKALIN, PARLATIR, BİRİNCİ, ERCİLASUN, GÜLENSOY, 2003: 54 -55) Çağatay döneminin başlıca temsilcileri ve önemli eserleri şunlardır:
Ali Şir Nevayi: Mecalisü’n-Nefâis(Nefis Meclisler), Muhakemetü’l-Lugateyn( İki Dilin Karşılaştırılması) Babür Şah: Babürname/Vekâyi (Babür’ün Hatıraları) Ebulgazi Bahadır Han: Şecere-i Türkî( Türk Şeceresi), Şecere-i Terâkime (Türkmen Şeceresi) Hüseyin Baykara: Divanı
5. 4. Kuzey Türkçesi (Kuzey-Batı Türkçesi, Kıpçak Türkçesi): Kıpçak Türkçesi 13. - 15. yüzyıllar arasında Altınordu, Mısır ve Suriye bölgelerinde kullanılan Türkçedir. Bu kol, hem Doğu Avrupa’da kurulmuş olan Altınorda Devleti’nde, hem de Türklerin paralı asker olarak gitmeleri ve hâkimiyet kurmaları sonucunda Mısır ve Suriye’de kullanılmıştır. Bu bölgedeki Türkçe Memlük Kıpçakçası olarak da adlandırılmıştır. Günümüzde Kıpçak Türkçesinin devamı olarak Kazak, Kırgız ve Tatar Türkçeleri sayılabilir. Bu dönemin eserleri arasında şunlar sayılabilir: Codex Cumanicus (Kodeks Kumanikus): İtalyan tüccarlar ve Alman rahipler tarafından derlendiği tahmin edilen, Hristiyanlığa ait ilahileri, bilmeceleri Türkçe-Almanca-Latince-Farsça sözlük parçalarını içine alan anonim bir eserdir. Kitabü’l-İdrak li-Lisânü’l Etrak: Türkçenin bilinen ilk grameridir. Esirü’d-din Ebû-Hayyan tarafından 1312’de yazılmıştır.
Gülistan Tercümesi: Sadî’nin Farsça eseri Seyf-i Sarayî tarafından 1391’de çevrilmiştir. Hüsrev ü Şirin: Yukarıda Harezm Türkçesi dolayısıyla işaret edildiği gibi, Harezm’in kuzey kesimindeki Altınordu bölgesi, yazı dili geleneği bakımından Harezm’e bağlı olmakla birlikte Kıpçak Türkçesinin yaygın olduğu bölgedir. Bu bakımdan Altınordu bölgesi Kıpçak Türkçesini temsil etmektedir. Bu bölgede yazılan eserlerin en karakteristik örneği de Kutb’un Hüsrev ü Şirin’idir. Fars edebiyatının büyük isimlerinden Nizami’nin 12. yüzyılda yazdığı mesnevinin Kutb tarafından 1341, 1342 yılında yapılan tercümesidir.
5. 5. Batı Türkçesi (Güney-Batı Türkçesi, Oğuz Türkçesi) Batı Türkçesi, Oğuz Türklerinin yer tuttuğu Hazar Denizi’nin batısı ve güneyi, Kuzey ve Güney Azerbaycan, Türkmenistan, Irak, Suriye, Balkanlar, Adalar ve Anadolu coğrafyasında 13. yüzyıldan itibaren oluşan yazı dilidir. Günümüzde Batı Türkçesinin Azeri Türkçesi, Gagavuz Türkçesi, Türkmen Türkçesi ve Türkiye Türkçesi olmak üzere dört kolu vardır. Bu dört kolun oluşmasında hem siyasi hem de coğrafi sebepler etkili olmuştur. Bu kolların her biri yazı dilidir ve aralarında az da olsa farklar vardır. Ancak bu farklar anlaşılabilirliği engelleyecek seviyede değildir.
Türkiye Türkçesi deyimi, geniş anlamı ile, Anadolu ve Rumeli bölgesinde kurulup gelişmiş olan ve 13. yüzyıldan günümüze kadar uzanan tarihî devirleri içine alan Türk yazı dilini; dar anlamıyla ise, yalnız bugünkü Türkiye sınırları içinde konuşma ve yazı dili olarak kullanılan Türkçeyi anlatır. Bunu Çağdaş Türkiye Türkçesi olarak adlandırmak daha uygun düşer. (KORKMAZ, ZÜLFİKAR, AKALIN, PARLATIR, BİRİNCİ, ERCİLASUN, GÜLENSOY, 2003: 57) Türkiye Türkçesi kendi içinde üç döneme ayrılır: 1. Eski Anadolu Türkçesi (13. -15. Yüzyıllar) 2. Osmanlı Türkçesi (15. -20. Yüzyıllar) 3. Çağdaş Türkiye Türkçesi (1911 - … )
1. Eski Anadolu Türkçesi: Anadolu’ya yerleşen Oğuz Türklerinin ilk kez kendi lehçeleri üzerine kurdukları yazı dilidir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan sonra 13. yüzyıl başlarından 15. yüzyıl sonlarına kadar Anadolu ve Rumeli bölgesinde devam eden, Oğuzca temelindeki Türkçedir. Anadolu bölgesinin geçirdiği siyasî ve sosyal gelişmelere paralel olarak, Eski Anadolu Türkçesini kendi içinde üç alt döneme ayırmak mümkündür: a. Selçuklu Dönemi Türkçesi b. Anadolu Beylikleri Dönemi Türkçesi c. Osmanlıcaya Geçiş Dönemi Türkçesi (KORKMAZ, ZÜLFİKAR, AKALIN, PARLATIR, BİRİNCİ, ERCİLASUN, GÜLENSOY, 2003: 58)
Eski Anadolu Türkçesi, Batı Türkçesinin yabancı unsurlar bakımından en sade dönemidir. 13. yüzyıldan 15. yüzyıla doğru gelindikçe Arapça ve Farsça unsurların arttığı görülür. 15. yüzyıldan sonra ise yazı dili konuşma dilinden uzaklaşarak aydın bir zümre dili hâlini alır. (ÖZKAN, 1995: 34) Anadolu Selçukluları döneminde bilim dili Arapça, resmî dil olarak da Farsça kullanılırken, dinî- ahlâkî nitelik taşıyan ve halka seslenen eserlerde Türkçe kullanılmıştır. Bu tür eserlerin Türkçe yazılmasında özellikle beylerin, kendi diline ve kültürüne önem veren bilim adamları ve şairleri destekleyip korumaları önemli rol oynamıştır. Karamanoğlu Mehmet Bey’in 1277’de dellal çağırtarak yaydığı “”Şimden gerü divanda, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır. ” fermanı ayrı bir önem taşımaktadır. (YAKICI, YÜCEL, DOĞAN, YELOK, 2011: 76)
Bu dönemin önemli eserleri şunlardır: - Yunus Emre-Risalet’ün-Nüshiyye Şeyhî –Harname Hoca Mes’ud- Süheyl ü Nevbahar şık Paşa- Garipname Süleyman Çelebi- Vesilet’ün- Necat Dede Korkut Hikâyeleri Kul Mes’ud – Kelile ve Dimne Tercümesi
2 - Osmanlı Türkçesi (Yeni Türkçe Devri): Osmanlı hanedanının Anadolu’da siyasi birliği sağlaması ve hâkim olduğu bölgede yeni bir kültür ve medeniyet merkezi kurulması sonrasında gelişen yazı dilidir. 15. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan bu dönem 20. yüzyılın başlarında “Yeni Lisan” hareketinin ve “Milli Edebiyat” döneminin yarattığı Türkçe ile sona erer. Bu dönemde özellikle İstanbul’un bir kültür merkezi hâline gelmesiyle sarayda Farsçanın, medreselerde Arapçanın önemi arttı. Dolayısıyla şair ve yazarların ilgisi bu dillere yoğunlaştı. Türk şairleri edebî anlayışta İran edebiyatını örnek alarak benzer tarzda eserler yazdılar. Bu gelişmeler doğal bir sonucu olarak Türkçe kelimelerin kullanımı azalırken fazla sayıda Farsça ve Arapça kelime, tamlama ve deyim Türk diline girdi. Diğer taraftan Türkçe, halk arasında kullanılmaya ve halk için yazılan eserlerde tüm canlılığını sürdürmeye devam etmiştir. Konuşma dili ile yazı dili arasında büyük bir farkın olması Osmanlıca olarak adlandırılan yazı dilinin Türkçeden farklı bir dil olduğu anlamına gelmez.
Türk edebiyatının 16. ve 19. yüzyıllar arasındaki dönemi, niteliği bakımından “klasik devir” olarak kabul edildiği için, bu dönemin yazı dili klasik Osmanlı Türkçesi niteliğini taşır. Osmanlı Türkçesinin daha sonraki edebî gelişmelerle ve yazı dili anlayışına göre az çok değişiklik gösteren dönemi 1860 -1911 yılları arasındaki dönemi; kendi içinde Tanzimat dönemi, Servet-i Fünûn dönemi ve Fecr-i Ati dönemi Osmanlıcası olarak alt bölümlere ayrılabilir. (KORKMAZ, ZÜLFİKAR, AKALIN, PARLATIR, BİRİNCİ, ERCİLASUN, GÜLENSOY, 2003: 62)
Başlangıçta daha sade olan Osmanlı Türkçesi, özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda daha ağırlaşmıştır. 19. yüzyılda Tanzimat dönemi ile birlikte dil tekrar sadeleşmeye başlamıştır. Tanzimat hareketi bir yönü ile halka iniş hareketi olduğu için edebiyatta halkın anlayabileceği bir dil üzerinde durulması doğaldır. Servet-i Fünun sanatçıları ise duygu ve düşüncelerini bütün derinliğiyle yansıtabilecek bir üslup arayışına girmiş, bunu gerçekleştirebilmek için de sözlüklerden çıkardıkları terk edilmiş eski kelimelerden yararlanmış, bunlardan yeni tamlamalar yapmışlardır. Böylelikle Arapça ve Farsça kelimeler ve kurallar yeni bir kılıkta ortaya çıkmış, kullandıkları dil “anlaşılmaz” olmakla itham edilmiştir. Osmanlı Türkçesi ile eser verem şair ve yazarlardan bazıları şunlardır: Ahmet Paşa, Necatî, Sinan Paşa, Fuzulî, Bakî, Sehî Bey, Nailî, Nâbî, Evliya Çelebi, Peçevî¸Nedim, Şeyh Galip, Namık Kemal, Abdülhak Hamid, Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Halit Ziya, Ahmet Haşim…
3 - Çağdaş Türkiye Türkçesi(Modern Türkçe Devri) : Batı Türkçesinin içinde bulunduğumuz dönemi, 20. yüzyıl Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dilidir. 1911’de Selanik’te çıkarılan “Genç Kalemler” dergisi etrafında toplanan Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Ali Canip ve arkadaşları Tanzimat’ta güçlenen dilde sadeleşme düşüncesini ilk defa sistemli bir biçimde dile getirmeye başlamışlardır. Onlar millî bir edebiyatın millî bir dille meydana getirilebileceğini öne sürerek “Yeni Lisan “ hareketini başlatmışlardır. Yeni Lisan anlayışına göre millî bir edebiyat, yazı diliyle konuşma dilini birleştirmek ile olacaktı. Millî bir edebiyatı vücuda getirirken de İstanbul Türkçesi esas alınmalıydı. Bunu yapmak için de temel şart, dile Türkçe kurallarının hâkim olmasıydı. Yabancı dillerden halkın benimsediği kelimeler kalsa da yabancı dil kuralları tamamen terk edilmeliydi. Dikkat edildiğinde görülür ki bu ilkeler günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.
Çağdaş Türkiye Türkçesinin gelişimi içinde “Yeni Lisan” hareketinden sonra en geniş çalışma dil inkılabıdır. Dil inkılabı, dil konusunu, önemi ve gelişme şartları bakımından çok yönlü ve sağlam bir zeminde ele alma ve olgunlaştırma hareketidir. 1928’de Latin alfabesinin kabulü, 1932’de Atatürk tarafından kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu) bu hareketin önemli halkalarındandır. ÇağdaşTürkiye. Türkçesiyenikelimelertüretme, eski kaynaklar ve halk dilinden kelime aktarma ve Türkçeleştirme yolarıyla yeni kelimeler kazanmış, böylece de doğal gelişme sürecini devam ettirmiştir.
- Slides: 31