NSAN NEDR NSANIN GEREK MAHYETNE ESMA TABANLI BR
İNSAN NEDİR? İNSANIN GERÇEK MAHİYETİNE ESMA TABANLI BİR BAKIŞ Prof. Dr. Yunus Çengel Nevada Üniversitesi Reno, Nevada, ABD
Konu başlıkları • Giriş • Madde ve varlık • Varlıklara madde- ve esma-tabanlı bakış açıları • Beden ve ruh • Hayat, hür irade, karekter, vs • Bitki, hayvan, melek, ve insan (kadın-erkek) • Beş duyu • Kapanış
Varlıklarla ilgili birbirine zıt iki felsefe • Maddeci bakış açısı: ü Varlıklar büyük patlama ile başlayan maddeden (daha doğrusu, madde-enerjiden) ibarettir, ve onları bir arada tutan şey kuvvettir. ü Koruma kanununa tabi olan madde evreni dışında bir varlık yoktur. ü Varlıklarda görülen vasıfların (karekter, hayat, şefkat, beş duyu, şifa, vs) kaynağı maddi etkileşimlerdir. • Maddeci olmayan bakış açısı (Bediüzzaman): ü Varlıkların gerçek mahiyeti Esma’dır (Allah’ın 99 güzel ismi). ü Madde-enerjinin kaynağı ‘Kadir’ ismidir. Madde-enerji koruma kanununa tabidir. ü Maddede yansıyan tüm vasıfların (karekter, hayat, şefkat, beş duyu, şifa, vs) kaynağı diğer esmadır ki koruma kanununa tabi değillerdir (tezahürleri yoktan var olup var iken yok olurlar).
İnsanın mahiyeti hâlâ bir muamma • 20 nci yüzyılda bilimdeki büyük gelişmelere ve içinde bulunduğumuz zaman dilimine bilgi çağı denmesine rağmen insan büyük etapta bir muamma olmaya devam etmektedir. • İnsanların geçmiş davranışlarını anlamak ve gelecek davranışlarını öngörmenin yolu, insanın mahiyetini anlamaktan geçer. • Tıpta nasıl teşhis yanlış veya eksik olunca tedavi bir fayda sağlamıyor ve hastaların dertlerine bir çare bulunamıyorsa, özel ve sosyal hayatta da insanı yeterince tanımadan bireysel ve toplumsal problemleri çözmek mümkün değildir. • O yüzden insan ve toplumların problemlerini çözmek ve onlara kalıcı huzur ve saadet sağlamanın başlangıç noktası insanının mahiyetini doğru anlamak olmalıdır. • Yoksa önerilen tüm çözümler ve yazılan reçeteler faydasız kalacak, ve hayal kırıklığı devam edecektir.
Biyolojik bilimler ve Beşerî bilimler • Geçtiğimiz asır biyolojik bilimlerde büyük gelişmelere sahne oldu, ve biyoteknoloji küresel ekonominin önemli lokomotiflerinden biri haline geldi. • Bunun sonucu olarak artık insan bedenini çok daha iyi tanıyor, ve rahatsızlıklarını çok daha iyi teşhis ve tedavi edebiliyoruz. • Hatta laboratuvarlarda bireylerin kendi genetik yapılarına uygun doku ve organların imal edilebileceği günler pek de uzak değil. • Ama kendini davranışlarla gösteren insan ruhu için aynı parlak tabloyu çizmemiz mümkün değil. • İnsanın madde-dışı varlığı ile ilgili bilimler büyük etapta az gelişmiştir, yetersizdir, ve hatta geçersizdir. • Yapılması gereken ilk şey insanın mahiyetini kemikleşmiş önyargılardan ve ezberlerden arındırarak doğru anlamaya çalışmaktır. • Bunu da pozitif bilimin kaynağı olan dikkatli gözlemlere dayanarak yapmalı, ve Bediüzzaman gibi büyük düşünürlerin fikirlerinden istifade etmelidir.
Darvinist bakışta son nokta: Mutlu hayvan • Çağımızın temel problemi madde bağımlılığıdır, ve temel yanılgısı da herşeyin kaynağının madde olduğu önyargısıdır. • Mevcut bilimsel yaklaşımın da temelini oluşturan bu maddecilik fikri bilimden ziyade bir inanç ve ideolojidir. • İnsanı temelde bir madde külçesi olarak gören ve hal, hareket, ve hislerinin kaynağını maddenin etkileşimlerinin tezahürlerinde arayan bu yaklaşım insanı anlamaktan uzaktır. • Darvinist bakış açısı insanı bir tesadüfler zinciri sonucu evrimleşerek teşekkül eden gelişkin bir hayvan türü olarak görür. • Bu görüşün “bilimsel” bir kisve giydirilerek koruma altına alınması ve alternatif görüşlerin gözlemlere dayanmadığı iddiasıyla reddedilmesi bilim adına talihsizliktir. • İnsanın bir hayvan türü olarak görüldüğü bir platformda insanlığın ulaşabileceği en yüksek nokta, “mutlu hayvan” noktasıdır. Bu da bedenin sağlıklı ve rahat olduğu, tüm ihtiyaçlarının giderildiği, ve arzu edilen herşeye mümkün olduğunca ulaşıldığı bir duruma karşılık gelir. • Bu mutluluk reçetesinin insanlar için ne derece geçerli olduğu tartışmalara açıktır.
İnsan türü, hayvan türlerinin çok üstündedir • Fiziksel beden olarak bakıldığında insan ile hayvan arasında gerçekten de fazla bir fark yoktur. • Hayvana nisbeten insan çok daha zekidir ve ihtiyaçlarını karşılamak için birbirleriyle alış-veriş yaparlar. O yüzden insanlar genellikle “akıllı hayvan, ” “sosyal hayvan, ” ve “ekonomik hayvan” olarak tanımlanmışlardır. • İnsanların hayvanlardan dikkat çekici diğer bir farkı da alet kullanması, ve bir şey yapmaya başlamadan önce gerekli tüm malzemeleri bir araya getirmesidir ki bu da hayal etme gücünü gösterir. • İnsan geçmiş ve gelecek ile yakından ilgilidir, ve anlayış ve algılayışı tüm zamanları kapsıyacak genişliktedir. • Bedenen bir kişi belli bir zamanda ancak belli bir yerde bulunabilir. Ancak hayalen, aklen, ve kalben tüm zaman ve zeminlerde gezebilir, geçmiş ve gelecekten elem ve zevk alabilir, ve adeta ruhen çok geniş bir zaman diliminde yaşayabilir. • O yüzden – hayvandan farklı olarak – bedenen cennet gibi bir hayat yaşıyorken geçmişten gelen elemler ve gelecekten gelen korkularla, ruhen cehennem azabı çekiyor olabilir.
İnsan – hayvan farkı • Empati ile, başka insanların ızdırabı kendisi her bakımdan rahat ve mutlu olan bir kişinin hazır keyfini kaçırtıp ona gözyaşı döktürür. • Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “İnsan, herbir zîhayatla alâkadardır. Bu itibarla insan her zîhayatın saadeti ile saidleşir ve elemleri ile müteessir olur. . Annesiz aç bir çocuğun ağlamasından müteessir ve acıyan bir vicdan sahibi, elbette vâlidelerin çocuklarına olan şefkatlerinden zevk alır, memnun ve mahzuz olur. ” (Şualar). Hayvanlar ise böyle değildir. • Maddesi itibariyle dünya evren içinde ve insan da dünya içinde bir nokta bile değildir. • Ama mânâsı yani ruhu itibariyle ve akıl, hayal, kalp, ve istidat gibi herşeyi kuşatan manevî uzuv ve hisleriyle öyle bir büyüklüğü vardır ki koca dünya hayalinde bir nokta gibi kalır. • İnsanın manevî uzuvlarıyla aldığı lezzetler de elemler de – gelişmişliklerine bağlı olarak – bu büyüklükleriyle orantılıdır. • İnsan ile hayvan arasındaki farkın büyüklüğü de maddede değil mânâdır.
İnsanlar arasındaki fark • Maddî uzuv veya organ olarak insanlar arasında pek bir fark yoktur, ve hepsi adeta birbirinin aynıdır. • Kişilerin boy ve kiloları bir miktar farklılık arzetse de bir insanın kıymeti ve hayattan aldığı lezzet ve elemlerin büyüklüğünün bedeninin büyüklüğü ile pek fazla bir alakası yoktur. “Büyük insan” deyiminin kişinin boy veya kilosuyla bir ilgisi yoktur. • Madde-dışı uzuvlar açısından ise iki insan arasındaki fark dünyalar kadar büyük olabilir. Mesela yavrusu için hayatını tehlikeye atan bir anne şefkat kahramanı olarak göklere çıkarılırken masum bir yavruyu öldüren bir kişi de canavar olarak yerin dibine indirilir. • İki insan arasındaki fark iki hayvan türü arasındaki farktan daha fazla olabilir. • Bediüzzaman’ın ifadesi ile: “İnsanın her ferdi, birer nev' gibidir. Zira nur-u fikir onun âmâline öyle bir vüs'at vermiş ki; bütün ezmanı [zamanlar] yutsa tok olmaz. Sair enva'ın efradlarının mahiyeti, kıymeti, nazarı, kemali, lezzeti, elemi ise cüz'î ve şahsî ve mahdud ve mahsur ve ânidir. Beşerin ise ulvî, küllî, sermedîdir. ” (Muhakemet)
İnsandaki madde-dışı mideler • İnsan ile hayvan arasındaki en çarpıcı fark, sahip oldukları midelerin sayısındadır. Hayvanlarda bir, insanlarda ise çok mide vardır. • Fiziki beden midesi insanlarda da hayvanlarda da esas olarak aynıdır. • İnsanlardaki diğer mideler insan olmakla ilgilidir, ve hepsi madde dışı yani manevîdir. • Mesela akıl bir midedir, ve gıdası bilgidir. Sevme hissi bir midedir, gıdası sevgidir. Cömertlik bir midedir, ve gıdası ikram etmek veya edilmektir. Maddî veya manevî tüm mideler beslendikçe büyür, aç kaldıkça da cılızlaşır. Tüm midelerin açlıkları azap, doymaları ise hazdır. • Maddî uzuvların erişebilecekleri büyüklük sınırlıdır. Ama manevî uzuvlar için böyle bir sınır söz konusu değildir. Bazen hırs veya düşmanlık gibi tek bir his o kadar gelişir ve kök salar ki adeta tüm insana hükmeder. • Bedendeki maddî uzuvların hepsi bir faydaya yöneliktir. İstidat ve kabiliyet tohumları olarak insan fıtratına ekilen manevî uzuvlar için de iyilik esastır. Fakat bunların terbiyesi insanın iradesine tabidir, ve bunlardan hangileri sulanıp beslenirse ancak onlar gelişir.
MADDE VE VARLIK
Sırf-Madde Evren: Bilim mi, önkabul mu? • Bilimde en temel önkabullerden biri milattan öncesine Stoik filozoflara dayanan herşeyin kaynağının madde olduğu fikridir, ve bu fikir modern çağda doğruluğu sorgulanamayan sözde gerçeklerin başında gelir • Hayret verici olan şudur ki bu fikir hiçbir zaman test edilmemiştir, ve o yüzden bilimsel bile degildir. • Büyük patlama teorisi de bilimden ziyade inanç olan bu “sırf madde” evren fikrinin yayılmasına yardımcı oldu. • Pek de sorgulamadan kendimizi içinde bulduğumuz bu önyargı bilimin üzerine kurulduğu platformu oluşturmaktadır, ve bu sorgulanmalıdır. • Bilimsel tezlerde ilk şart, tezin gözlemler ve mevcut bilimsel deliller ile uyumlu olması, ve gerekli testleri geçmesidir. • Fakat herşeyin madde ve sadece maddeden yapılmış olduğu fikri en basit testleri bile geçemez. • Birbirinin aynı olan iki kelebek, birisi ezilip çamur haline getirildikten sonra bile madde olarak birbirinin aynıdır. Ama bu ikisi çok farklıdır, ve güzellik, san’at, ve nizam gibi bütün bu farklar madde olmadığına göre madde dışı yani mânâdır.
Fiziksel olan ve fiziksel olmayan vasıflar • İki şeyi her zaman birlikte görmeye alışan bir insan, zamanla bu iki şeyi birbirinin parçası veya birini diğerinin kaynağı olarak algılar. • Biz genellikle varlığı sırf-madde evren anlayışıyla sınırlarız, ve buna rasyonel yaklaşım olarak bakarız. • Keza maddî şeyleri gerçek varlık, maddesi olmayan şeyleri de adeta hayalî varlıklar veya maddî etkileşimlerin tezahürleri olarak görürüz. • Ancak bu sınırlamaları madde-dışı olan ve korunum kanununa tabi olmayan şeylerden bahsederek devamlı olarak kırarız. • Örneğin mutluluk, paylaştıkça artar. • Ayrıca, madde-dışı şeyler sınırlı miktarda olmadığı için bunlar üzerinde kavga edilmez. • Ralph Emerson: “Neşe veya iyi hal, ne kadar çok harcanırsa, o kadar çok geriye kalır. ” • Insan gibi canlı varlıklar, fizikî özelliklerinden ziyade fizik-dışı özellikleriyle karekterize edilir.
Varlık nedir? • Evrenin başlangıcı ile ilgili olarak genel kabul görmüş olan Büyük Patlama Teorisi, evrenin maddeden ibaret olduğu ve dolayısıyla herşeyin sırf maddeden (daha doğrusu, madde-enerjiden) yapıldığı anlayışını yerleştirmiştir. • Bu düşünce modern bilimsel yaklaşımın temelini oluşturmakta, ve aksini ima eden bir düşünce bilimsel olmadığı gerekçesiyle kale alınmamaktadır. • Fizik, varlığı ölçümlerle teyid edilemiyen şeyleri yok farzeder. Ancak bu varlık için çok dar bir tanımdır, çünkü varlığı göz veya aletlerle görülebilen şeylerle sınırlamaktadır. • Fizik Nobel ödüllü R. Laughlin: “Ideolojiler, yeni keşiflere engel olur. Hepimiz dünyayı olduğu gibi değil, olmasını arzu ettiğimiz gibi görürüz. … Ama şunu akılda tutmalıyız ki bu, insan aklının bir tasarım hatasıdır. … Ideolojilere takılmadan bakmak ve onların aslını ortaya çıkarmak – gerçek bilim bundan ibarettir. ” • Varlıkları görmenin diğer bir yolu, akıl gözü ile bakmak, ve varlıklar üzerindeki etkileri irdelemektir. Burada varılacak sonuç, etkinin kaynağının direk olarak algılanamasa bile var olduğudur. Bir şeyin varlığını bilmek başkadır, mahiyetini bilmek daha başkadır.
Karanlık madde ve Karanlık Enerji • Hesaplar gösteriyor ki galaksilerdeki yıldızları bir arada tutan çekim kuvvetinin görünen kütle ile sağlanması mümkün değildir. • O halde “karanlık madde” denen görünmeyen bir tür madde ilave çekim kuvvetini sağlıyor olmalıdır. Karanlık madde ışığı vermez, soğurmaz, ve yansıtmaz. Elektron, proton ve nötronlardan oluşmaz • 1998’de Hubble Uzay teleskobu gözlemleri gösterdi ki uzayın genişlemesi çekim kuvvetinden dolayı yavaşlamıyor; zannedilenin aksine hızlanıyor. • Astrofizikçiler, bunun ancak hiçkimsenin bilmediği “karanlık enerji” denen esrarengiz bir enerji türünün sebep olabileceği sonucuna vardılar. Çünkü bu ivmelenme etkisinin mevcut evrende hali hazırda var olan bir şeyce sebep olunması mümkün değildir. • Neticede ortaya çıkan manzara, evrenin yaklaşık %70’inin karanlık enerji, %25’inin karanlık madde, ve geri kalan %5’inin de aletlerle gözlemlenebilmiş her şeyi içeren normal evrenden teşekkül ettiğidir. • Bu demektir ki, içinde yaşadığımız evrenin büyük çoğunluğu “fiziksel” bir halde değil “bilgimizde” vardır, ve ancak akıl gözü ile görülmektedir.
Hayal ve Görüntü: Fizik-ötesi varlıklar • Kompleks sayıların sanal kısımlarının gerçek dünyada bir karşılığı yoktur. Ama sanal kısımlı sayılar olmasaydı, fiziksel evren anlayışımız bu kadar kapsamlı olmıyacaktı. • Hayal dünyası, başlı başına bir alemdir, ve hayal çok daha zengin bir varlık şeklidir. Bir kişinin hayal dünyası, o kişiye has bir evren gibidir. • Insanların en mühim ve onları hayvanlardan ayıran özelliği, hayal edebilme kabiliyetidir. Yani eşya ve olayları, daha fiziksel bir yapıya girmeden görebilme ve zaman içinde gezebilme yeteneğidir. • Kişi ancak hayal vasıtasıyla bir parağraf yazabilir. Çünkü parağraf, başkalarının beş duyularıyla algılıyabilmesi için kelimeler yoluyla fiziksel bir kılığa sokulmadan önce manaların hayalde belli bir tarzda dizilmesinden oluşan hayalî bir varlıktır • Alışık olduğumuz aynadaki görüntüler de bir varlık türüdür, çünkü elimizle dokunamasak da görüntü vardır. Varlıkları ayna gibi fiziksel nesnelerle yakından ilişkili olsa da, görüntüler, fizik-ötesi varlıklardır. • Imajlar aleminde, nesneler hiç yoktan var olurlar ve var iken yok olurlar. Imajar madde-dışı oldukları için, koruma prensibine tabi değildirler.
Madde-dışı boyutlar HAYAL HAYAT HÜR İRADE GÖRME ŞEFKAT HIRS ŞİFA KOKU ALMA ŞUUR GÜZELLİK SANAT İLİM SEVGİ
Parçalarında olmayan. . . • Maddenin temel yapıtaşı olan parçacık veya enerji dalgasında kuvvet, irade, hayat, şuur, görme, sevgi, güzellik, vs gibi şeyler yoktur, ve temel yapıtaşlarında olmayan bütününde olamaz. • Eğer varsa, o zaman başka bir yerden geliyor demektir. • Elmasın hakikatı, ancak parıltıların karbon atomlarından değil elmas dışındaki bir ışık kaynağından geldiği farkedilince anlaşılır. • Televizyonun hakikatı, televizyon aletinin yayınların kaynağı değil sadece alıcısı olduğu farkedilince anlaşılır. • Eşyanın da hakikatı, maddedeki kuvvet ve hayat gibi onlarca madde-dışı pırıltıların maddenin parçacıklarından değil madde-dışı katmanlardan geldiği farkedilince anlaşılacaktır. •
Bütünün parçalarının toplamından fazla olması • Hava durumu gibi bazı ilkel organizasyonel fenomenleri irdeledikten sonra Robert Laughlin: “Organizasyon kendine has bir mana ve hayat kazanabilir ve kendisini oluşturan parçalarına nüfuz etmeye başlıyabilir. ” • “Fizik biliminin bize söylemesi gereken şey, bütünün, parçalarının toplamından fazla olmasının sadece bir kavram değil fiziksel bir fenomen (vakıa) olduğudur. ” “Tabiat sadece mikroskobik kurallar tabanı tarafından değil, aynı zamanda güçlü ve genel organizasyon prensipleriyle düzenlenmektedir. ” “Fizik kanunu genellikle yalın düşünceyle öngörülemez, deneysel olarak keşfedilmesi lazımdır. ” • “Eğer basit bir fiziksel hadise efektif olarak kendisinin gelmiş olduğu daha temel kanunlardan bağımsız olabiliyorsa, biz de olabiliriz. “Ben karbonum, ama olmayabilirdim de. Benim, yapılmış olduğum atomlara nüfuz eden bir manam var. ” (Önsöz, s. xv). • Bu sözler, gözlemlere dayalı olarak bütünün maddî parçalarının toplamından büyük olduğunu tesis eden güçlü ifadelerdir. • Bediüzzaman bunu şöyle ifade eder: “Evet, mecmu'da bir hüküm bulunur, ferdde bulunmaz. ” (Muhakemat). • O halde bütündeki “fazlalıklar” madde-dışı veya mânâ olmalı, ve Bediüzzaman’ın esmâ diye isimlendirdiği madde-dışı evrenlerden gelmelidir.
MADDEYE VE ESMAYA DAYALI VARLIK GÖRÜŞLERİ
Evren: Kitap mı yoksa bir tomar mürekkepli kağıt mı? • Materyalist dünya görüşü insan dahil herşeyin büyük patlama ile başlıyan bir tesadüfler zinciri sonunda oluşan ve maddeden ibaret olan manasız varlıklar olduğunu iddia eder. • Bediüzzaman ise maddenin mana alemleri üzerine serpilmiş bir tül olduğunu ifade eder, ve asıl varlığın made-dışı yani mânâ olduğunu söyler. • Kainata bir kitap yerine mürekkepli kağıt yığını olarak bakarak varlık aleminin mahiyetini anlamak mümkün değildir. Bediüzzaman’a göre gerçek marifet, kağıt ve mürekkebi aşıp yazıları anlamaktır. • Bediüzzaman, materyalist felsefe ve Kur’an odaklı felsefenin bakış açılarını 12 nci Söz’de bir san’at harikası olan kainatı mücevherlerle yazılmış bir Kur’an’a benzeterek izah eder. • Bu risalede varlıkların kainat sayfalarında kudret (madde-enerji) kalemiyle yazılmış ayetler olduklarından bahseder ve her bir varlığın o sayfalarda manalı bir harf olduğunu ifade eder. • Varlıklara da mana-yı harfî nazarıyla yani sanatkarları hesabına bakmanın önemine vurgu yapar. Bediüzaman’a göre varlıklara mana-yı ismî nazarıyla yani kendi hesaplarına bakmak manasız şeylerle iştigaldir, ve ilim değil cehildir.
Vasıflar esmâ’nın tezahürleridir • Biz herşeyi – kuvvet, sevgi, ve hatta hayat – ancak etkileri maddede görülünce algılıyabiliyoruz, ve tabii olarak herşeyin kaynağının madde olduğu yanılgısına düşüyoruz. • Pek de sorgulamadan kendimizi içinde bulduğumuz bu önyargı günümüzde de bilimin üzerine kurulduğu ana platformu oluşturmaktadır. • İki şeyi her zaman birlikte görmeye alışan bir insan, zamanla bu iki şeyi birbirinin parçası veya birini diğerinin kaynağı olarak algılar. • Bediüzzaman kainat ve varlıklar hakkındaki maddeden oluşan tek boyutlu görüşe hiç rağbet etmemiş, ve edenleri de eleştirmiştir. • Kendisine yöneltilen "Sen necisin, bu meşâhire karşı meydana çıkıyorsun? Sen, bir sinek gibi olup da kartalların uçmalarına karışıyorsun!" itirazına da “onları gark eden madde ayağımı da ıslatamadı” karşılığını vermiştir. • Bediüzzaman’a göre madde-enerji, sadece Kadir isminin bir tecellisidir. Madde-dışı tüm vasıflar ise diğer kutsal isimlerin yansımalarından ibarettir. (Sözler, 30. Söz). • Mesela canlılık ‘Hay’ isminin, karekter ‘Ferd’ isminin, şefkat ‘Rahim’ isminin, ve faydalılık ve bir gayeye yöneliklik ‘Hakîm’ isminin tecellileridir.
Esmâ: Varlıkların gerçek mahiyeti • Bediüzzaman tüm mevcudatı esma-i ilahiye ve dolayısıyla Allah ile irtibatlandırır: • “Bütün mevcûdâtın hakaikı, bütün kâinatın hakikatı; Esmâ-i İlahiyeye istinad eder. Herbir şeyin hakikatı, bir isme veyahut çok Esmâya istinad eder. Eşyadaki sıfatlar, san'atlar dahi, herbiri birer isme dayanıyor. • Hattâ hakikî fenn-i hikmet, "Hakîm" ismine ve hakikatlı fenn-i tıp "Şâfi" ismine ve fenn-i hendese "Mukaddir" ismine ve hâkezâ herbir fen, bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi, bütün fünun ve kemâlât-ı beşeriye ve tabakat-ı kümmelîn-i insâniyenin hakikatları, Esmâ-i İlahiyeye istinad eder. Hattâ muhakkikîn-i evliyanın bir kısmı demişler: "Hakikî hakaik-i eşya, Esmâ-i İlahiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakaikın gölgeleridir. " • Hattâ birtek zîhayat şeyde, yalnız zâhir olarak 20 kadar Esmâ-i İlahiyenin cilve-i nakşı görünebilir. ” • Bediüzzaman, tüm varlıkların Allah’ın isimlerini yansıtan aynalar olduklarını, ve esmayı en kapsamlı ve en parlak tarzda gösteren aynanın da insan olduğunu söyler, ve insanları kendilerini okumaya davet eder.
İnsan 70’den fazla isme aynalık eder • Bediüzzaman insanları kendilerini okumaya davet eder: “İnsan, üstünde nakışları görünen Esmâ-i İlâhiyyeye âyinedârlık eder. 32. Söz'ün Üçüncü Mevkıfının başında bir nebze izâh edilen insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyade esmâ vardır. • Meselâ: Yaradılışından Sâni', Hâlık ismini ve hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerim, Lâtif isimlerini ve hâkezâ. . . Bütün â'za ve âlâtı ile, cihazat ve cevârihi ile, letâif ve mâneviyatı ile, havas ve hissiyatı ile ayrı esmânın ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmâda bir ism-i âzam var, öyle de o esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki: O da insandır. • Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. . . Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var!” • Bu ifade, bazen yanlış anlamalara sebep olan “Allah insanı Rahman suretinde yaratmıştır” hadisini ve Hırıstiyan alemindeki karşılığı “İnsan Allah’ın imajında yaratılmıştır” sözünü de izah etmektedir. (Sözler, 33. Söz)
Fizik alemi: Gayp alemleri üstüne serpilmiş bir tül • Çevremizi ve varlıkları algılamamızda genellikle hepsi de maddeyle ilişkili olan beş temel duyumuza dayanırız. • Yani maddesi olmayan bir şeyi (akıl ve sevgi gibi) göremeyiz, ve yine maddesi olmayan şeylere dokunamayız. • Aslında madde olarak algıladığımız herşey – atomaltı parçacıklardan galaksilere, mikroplardan insana kadar – madde ve madde dışı olan mânâ karışımıdır. • Herşey adeta cisimleşmiş bir manalı kelime veya madde ve mânâ iplikleriyle dokunmuş bir kumaştır. Ve esas olan madde değil, mânâdır. • Madde sadece mânâların aslında kendileri de mânâ olan beş duyumuz tarafından algılanmasını mümkün kılan kılıf veya elbisedir. • Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “ lem-i cismânî bir tenteneli perde gibi, şu'lefeşân gaybî avalim üzerinde, ” “Mücessem lafz-ı manidardır alemde her mevcut” ve “ lem-i maddiyat ve şehadet ise, âlem-i melekût ve ervah üstünde serpilmiş tenteneli bir perdedir. ” (Sözler Muhakemat). • Yani mânâ öz, madde is kabuktur. Mânâ zaman ve mekân üstü, madde is zaman ve mekâna ve dolayesi ile fizik kanunlarına tabidir.
Kimya’nın alfabesi Periyodik Tablo: Elementler
BEDEN VE RUH
İnsan: Bir torba atom mu? • Materyalist bakış açısı tüm varlıklar gibi insana da bir madde külçesi olarak bakar, ve yaklaşık 100 trilyon hücre dışında hiç bir şeyin varlığını kabul etmez. • Yani temel yapı taşı olarak bir avuç toprak neyse insan da odur. Insan da tüm maddî varlıklar gibi sırf maddeden oluşur, ve fizik kanunlarına tabidir. Ölüm sonrası bu hücrelerin dağılıp toprağa karışması ile de insan yok olur. • Madde olarak, canlı ve ölü bir insan bedeni birbirinin aynıdır. • Ölmüş bir insanla canlısı arasındaki her fark – hayat, görme, işitme, akıl, şuur, bilgi, irade, sevgi, haz alma ve ızdırap çekme, hayal etme, rüya görme, benlik, hırs gösterme, cömertlik, san’at anlayışı, adalet hissi, ve ebedi yaşama arzusu gibi – madde dışıdır. • Madde-dışı ve dolayesi ile zaman ve mekan üstü olan bu vasıfların toplamına mana veya ruh denir. Maddeci bakış açısı bu manayı maddenin etkileşimleri (her ne demekse) sonucu oluşan geçici tezahürler olarak görür.
Bedenin kumanda merkezi: Beyin mi ruh mu? • Ruhun varlığını red edenler ruhun tercih etmek ve emir vermek gibi tüm özelliklerini beyne vermektedirler. • Bunun sonucu olarak da yapısı bir parça etten pek de farklı olmayan beyne idrakte zorlandığımız adeta ilahlık derecesinde bir harikalık vermek zorunda kalmaktadırlar. • Örnek: “Beyin bizi insan yapar. … Bilim insanları yüzyıllardır beyni incelemişlerdir. Ama beynin inceliklerini anlamaktan hala çok uzaktayız. ” (National geographic, http: //science. nationalgeographic. com). • Beyin aslında bedenin kontrol merkezidir – aynen pilot kabininin bir uçağın koca gövdesinin kumanda merkezi olması gibi. • Uçağın tüm parçaları vücuttaki sinir ağı gibi iletkenlerle pilot kabinine bağlıdır, ve tüm komutları oradan alır. Ama uçağı sevk ve idare eden kumanda merkezi değil uçağın cinsinden olmayan ve şuur, görme, işitme, ve irade gibi uçağın malzemesinde bulunmayan özelliklere sahip olan bir pilottur.
İnsan ve robot • Maddeden ibaret bir beden olarak bakıldığında, insanın ulaşabileceği en yüksek seviye gelişmiş bir robotluktur. • Teknoloji harikası bir robot yürür, belli işleri gayet iyi yapar, emir alır, ve gittiği yeri mekanik olarak görür. Hatta mekanik bir sesle kahkaha bile atar. Ama hiçbir şey hissedemez ve yaptığı hiçbir şeyin farkında olamaz. • Kütüphane dolusu bilgi yüklü olsa bile ne bildiğini bilemez. Çünkü harika bir işlemcisi olsa bile şuuru yoktur. • Aklına aniden birşey gelemez. • Başka robotları sevemez veya onlara kızamaz, ve onları imha etme planları yapamaz. • Güzel bir çiçeği seyredip ondan zevk alamaz, yeni yerler görmeyi arzu edemez. • En iyi muziği çalabilir ve bir orkestranın işini görebilir, ama güzel müzik dinlemenin hazzını bilemez. • Başka bir robotla iletişim kurabilir, ama zevkli bir his alışverişi olan sohbet edemez.
Bir robot … • Küçük bir robotu bağrına basıp şefkat gösteremez. • Tükettiği bir yakıt veya enerjinin tadına varamaz. • Başka bir robota acıyıp ona yardım etmeye kalkamaz. • Olup biteni kavrayamaz, ve iyi haberle sevinip kötü haberle üzülemez. • Depresyon nedir bilemez. • Bir gün yaşlanıp robot mezarlığına terkedileceğim diye tedirgin olamaz, ve uzun yaşama arzusu nedir bilemez. • Bir anda yabancı bir dili öğrenebilir, ama yeni şeyler öğrenmekten zevk alamaz, hayrette kalamaz, ve yorum yapamaz. • Yeni bilgi üretemez ve insiyatif kullanıp programında olmayan şeyler yapmayı deneyemez. • Geçmişi düşünemez ve gelecek hakkında telaş edemez. • Hayal kuramaz ve rüya göremez. • Başka robotların komik hareketlerine gülemez.
Maddeye nüfuz eden mânâ • Teknoloji harikası bu robot insanı insan yapan hiçbir özelliğe sahip olamaz. Çünkü bunların hiçbirinin kaynağı madde değildir. • İnsan ile insan bedeni harikalığındaki bir robot arasındaki her fark, madde-dışı yani manadır. • Ve ışığın elmasa yayılması gibi insanın bedenine nüfuz eden bu manaların tamamı ruhtur. • 1998 Fizik Nobel Ödülü sahibi Robert Laughlin bedene nüfuz eden manayı şöyle ifade eder: “Ben karbonum, ama öyle olmaya muhtaç değilim. Benim yapılmış olduğum atomlara nüfuz eden bir manam var. ” • Bediüzzaman: “Ceset ruh ile kaimdir. ” • Ruh madde-dışı ve dolayesiyle zaman ve mekan üstüdür, ve fizik kanunları gibi maddenin tabi olduğu hiç bir kısıtlamaya maruz değildir. • İnsanın gerçek mahiyetini anlamanın başlangıç noktası, içine çakılıp kaldığımız maddeden sıyrılıp nazarları madde ötesine çevirmek olacaktır.
Beden ve ruh üzerine • Bediüzzaman manayı yani ruhu öz ve esas varlık, maddeyi ise kabuk veya elbise olarak görür. • Ölüm, bu gerçek insan varlığının beden kılıfını terketmesidir: • “[Ruh] müddet-i hayatta, tedricî cesed libasını değiştiriyor. Mevtte ise birden soyunur. Gâyet kat'î bir hads ile belki müşahede ile sabittir ki, cesed ruh ile kaimdir. ” (Sözler, 29. Söz).
Varlıklara yeni bir bakış: Madde+mânâ Madde Hayat Şuur Sevgi Görme Bilgi (Enerji) Madde Hayat Şuur Sevgi Görme Bilgi Mevcut görüş (Tek boyutlu) EVREN Madde (Beden, dış varlık) “Zaman ve zemine bağlı” Meaning (Ruh, İç) “Zaman-mekan üstü” Yeni Bakış (Çok boyutlu)
KATMANLARIN KAYNAĞI NE? Büyük patlama (Big Bang) öncesi ilk nokta kütlenin kaynağı ne idiyse odur. POSİTİF BİLİMLER: Üzümünü ye, bağını sorma yaklaşımı. Positif bilimler kaynağı belirsiz şeyleri kabulde zorlanmazlar. Kaynak veya bağ işini felsefe ve teolojiye bırakırlar. YUNAN FELSEFESİ Her katman bir tanrıya dayanır. - Güzellik: Güzellik tanrıçası Aphrodite (Venüs). - Şifa: İyileştirme tanrısı Asclepius (sembolü yılan) - Adalet: Adalet ve Nizam tanrısı Themis - Sevgi: Sevgi tanrısı Eros - Hayat: Hayat tanrısı Dionysus SEMAVİ DİNLER: Katmanlar Allah’ın isimlerinin (Esma) tezahürleridir. - Güzellik: Cemal ismi. - Şifa: Şafi simi. - Adalet: Adil ismi. - Sevgi: Vedud ismi. - Hayat: Hayy ismi.
İnsan: Nedir? İnsan = Madde (beden) + Mana (ruh) (Hayat, şuur, hür irade, sevgi, şefkat, bencillik, güzellik, …) (Zaman-mekan üstü)
KADIN ve ERKEK
Bitkiler, hayvanlar, ve melekler • Canlılar alemine baktığımızda önce ne yaptığını bilmeyen ve kendi varlıklarının bile şuurunda olmayan ama akılları hayrette bırakan işler yapan enaniyetsiz bitkileri görürüz. • Medeniyet harikası makinaları andıran hayvanların bitkilerden farkı, hayatını devam ettirmesini sağlıyan yeme-içme, ve neslinin devamını netice veren karşı cinse meyil gibi lezzetli arzulardan oluşan bir nefisleri olması, ve belki pek şuurunda olmadan bu nefsi arzularının peşinde koşarken belli görevleri yerine getirmeleri ve dünyayı şenlendirmeleridir. • Hayvanların özelliği beden merkezli olmaları, ve temel dürtülerini takip etmeleridir. Hayvanlar bu dünyaya adeta ne yapacaklarını bilerek gelmekte, ve bir kaç ay veya saatlik bir “çocukluk” devresinden sonra yıllarca ihtisas yapmış uzmanlar gibi görevlerinin başına geçmektedirler. • Tüm semavi dinlerin varlığından bahsettiği ama gözle görülmediği için materyalist felsefenin reddettiği ve o yüzden sadece bir kavram olarak baktığı diğer bir varlık türü de meleklerdir. Meleklerin özelliği bedensiz latif varlıklar olması, nefisleri ve dolayesiyle nefsi arzuları olmaması, isyan ve kötülüklerden uzak olması, gıdalarının mânâ ve dolayesiyle lezzetlerinin manevî ve ulvî olmasıdır. Yani hayvanlara nefis, meleklere ise kalp merkezli varlıklar olarak bakılabilir.
İnsan: Hayvan ve melek çamurlarından yoğrulmuş bir hamur • İnsan, hayvan ve melek çamurlarından yoğrulmuş, değişime ve gelişime açık, karmaşık bir varlıktır. • Evet insan, sadece bedenindeki organlara ve nefsindeki arzulara bakılırsa, materyalist felsefenin dediği gibi gelişkin bir hayvandır. O da bir hayvan gibi yer ve içer, ve kendisine menfaat ve maddî haz sağlayan şeylerin peşinde koşar. • Ama sevgi, şefkat, adalet, cömertlik, güzellik, mükemmellik, san’at, ilim, ve ikram gibi herbiri bir mide olan sayısız duygularına ve bunlarla ilgili hazlarına bakılacak olursa, insan adeta maddeye bürünüp görünmüş madde-dışı bir varlık olur. Örneğin bir şefkat madeni olan anneler için melek tabirinin kullanılması ve “Benim annem bir melek” gibi ifadeler ne kadar uygun düşmektedir. • Gülün güzelliğini seyretmekten alınan lezzet, gülü yemekten alınabilecek lezzetten ne kadar nezih ve yüksektir. Aklın ilim ile meşguliyetinden ve ilim ışıklarıyla varlıkların iç yapısını görüp keşfetmesinden doğan lezzetin yerini ne alabilir? Durum böyle iken sırf-madde görüşünde çakılı kalıp inatla madde -ötesine gözleri kapamayı anlamak mümkün değildir.
Kadınlar ve erkekler • İnsanı hayvandan ayıran temel bir özellik değişen bir varlık olmasıdır. • İnsanın çocukluk döneminin neredeyse 20 yıl olduğu ve insanlar arasındaki muhtelif gelişmişlik seviyeleri arasındaki devasa fark dikkate alınırsa, insanın bu dünyaya hayvanlar gibi rahatça monoton bir hayat sürmek için değil mücadele ederek yükselmek ve fıtratına ekilen madde-dışı meyil ve kabiliyet çekirdeklerini geliştirerek bir ağaca çevirmek için geldikleri görülür. • Kadın ile erkek arasındaki fark, fıtrat dediğimiz yaratılış hamuruna ekilen meyil ve istidatlar arasındaki farktır. • Öyle görülüyor ki yaratıcı erkekleri yoğururken hayvan ununu, kadınları yoğururken de melek ununu biraz fazla tutmuştur. Zaten erkeklerin hayvanları andıran sağlam ve kuvvetli bedenleri ve genel kabalığı ile kadınların melekleri anımsatan latif ve nazenin vücutları ile ince zevkleri de bunu göstermektedir. • Ekoloji ile ifade edilen evrendeki mükemmel denge ve uyum ve yerli yerindelik, kadın ve erkeklerin meyil ve istidatlarının bedenlerine uyumlu olmasını gerektirir. Gözlemler de zaten bunu teyid etmekte ve her cinsin ruh ile bedeninin birbirinin aynası olduğunu göstermektedir. Hatta denebilir ki latif kadın bedeni, ince kadın ruhunun cisimleşmiş bir halidir.
Kadınlığın fitrî hali: Cemalî isim ve sıfatlar • Kadın fıtratı melekliğe layık en ince, en nezih, ve en ulvî hislerle donatılmıştır, ve kadının doğal hali mânâ yani kalp odaklı olmasıdır. • Hikmet açısından bakınca, fıtratın kadınlara biçtiği hayat rolü de bu yapıya tam uygundur. • O yüzden kadınlığın gerçek zevki sevgi, güzellik, san’at, temizlik, şefkat, ve ikram gibi en insanî vasıflardadır. • Zaten anneleri kalplerin sultanı ve başların tacı yaptıran da bu üstün özelliklerdir. • Bu vasıfların ilahî karşılıkları ve kaynakları da vedud, cemil, sani, tahir, rahim, ve kerim gibi esma yani yaratıcının cemalî isim ve sıfatlarıdır. • ABD’de araştırmaların gösterdiği gibi, kız öğrencilerin bu vasıfların ön plana çıktığı mesleklere rağbet etmesi ve bu özelliklerin odak noktası olan anneliği tüm mesleklerin önüne koyması buna delildir. • Ev ve iş hayatında bu yüksek vasıflarla temayüz eden bir kadın, fıtratının en mükemmel meyvelerini vermenin haz ve huzuru içinde olur. • Ve bedeni zahmet içinde olsa bile kalbi her zaman bir gül bahçesindedir.
Erkekliğin fitrî hali: Celalî isim ve sıfatlar • Erkek fıtratı ise, hayvanlarda olduğu gibi, görünen madde alemini düzenleme ve maddî ihtiyaçları gidermeye yönelik his ve meyillerle donatılmıştır, ve bir erkeğin doğal hali madde yani nefis odaklı olmasıdır. • Kuvvetli vücudu, dış aleme dönük ve hırslı olması, cesareti, ve yeme içme gibi şehvetlere düşkünlüğü de bunu gösterir. Nefsini ıslah edip gemlemek yerine ona binen bir erkeğin varacağı nihai nokta vahşî bir hayvanlıktır. • İnsanî vasıfları gelişmiş bir erkeğin zevki inşa ve icat, erdem, mükemmellik, cömertlik, koruma, kollama, adalet, ve ihsandır. Bu vasıfların ilahî karşılıkları ve kaynakları da halık, hakim, kamil, cevad, hafiz, rab, adil, ve muhsin gibi esma yani yaratıcının celalî isim ve sıfatlarıdır. • Bunlar erkeklerde ön plana çıkan vasıflardır. Yoksa kadınlardaki vasıflar erkeklerde ve erkeklerdeki vasıflar da kadınlarda vardır, ama daha geri plandadır. Örneğin kadın erkek herkes konuşur, ama duygu yüklü kelimelerle kalpler arasında duygu iletişimi vasıtası olan konuşmanın kalp merkezli olan kadınlar için ayrı bir yeri ve zevki ve dolayesiyle önceliği vardır. • Duygusal insanlar için nezih bir sohbet bir mânâ ziyafetidir, ve bir yemek ziyafetinden daha lezzzetli ve doyurucudur.
Kadın ve erkek: Çok farklı iki varlık • Günümüzün kapılarını sonuna kadar kadınlara açmış olan iş dünyası hâlâ büyük etapta erkeklerin koyduğu erkeklik vasıfları üzerinde işlemektedir, ve vasıflara adapte olmakta zorlananları doku uyuşmazlığından dışarı atmaktadır. • Bu acımasız dünyada duygusallığa ve kalplere gıda olan insanî hislere pek yer yoktur. Nefisler azgın, kalpler ise mahzundur. O yüzden kırana bir rekabet içindeki bu dünyaya giren kadınlar nefisperest erkeklerin kahkahalarına ve onların mutlu hallerine aldanıp onlar gibi olabileceklerini düşünmesinler. • Kadın, erkek gibi değildir. Erkekler iş odaklıdır, başarmayı severler ve takdir edilmeyi beklerler. Araştırmalara göre erkeklerin duymaktan en hoşlandıkları ifade “seninle iftihar ediyorum”dur. • Kadınlar ise insan, ilişki, ve sevgi odaklıdır, ve duymayı en sevdikleri sey sevgi ifadeleridir. Çocukları aç olan bir anne karnını doyurmaktan tam bir zevk alamıyacağı gibi, kalbi mânâ açlığından kıvranan bir kadının açlığını nefis sofraları gideremez. • Sarhoşuk ve eğlence kalpteki hüznü bir süreliğine hissettirmiyebilir, ama fıtrattan gelen sesi susturamaz.
Kurdun mutluluğu kurtlukta, kuzunun ki kuzulukta • Ilerideki çalışma şartlarını bugünkü tercihlerleriyle belirliyecek olan genç hanımlar, kadın ile erkeği aynı gören modernite dellallarını değil, içlerinden gelen sesi dinlemelidirler. Çünkü ömür boyu kendileriyle beraber olacaklardır. • İçten gelen sesini kalp kulağıyla işittiğimiz fıtrat yalan söylemez. • Doğuştan gelen meyil yönünde hareket kolaydır, zevklidir, ve hızla ilerlemeyi sağlar. Aksi yönde hareket ise zahmetlidir. Yokuş yukarı çıkmakla geçen bir hayatın zevki az, ızdırabı çoktur. • Kadın ve erkeklerin yapacağı en akıllı hareket, çocuklar gibi birbirine özenmeyi ve birbiriyle rekabeti bırakıp içlerinden gelen sese kulak vermeleri, ve doğuştan gelen meyillerini keşfedip kabiliyetlerini o yönde geliştirmeleridir. • Dıştan gelen aksi telkinlere de kulaklarını tıkamalarıdır. • Kadının mutluluğu kadınlıkta, erkeğin mutluluğu da erkekliktedir – aynen kurdun mutluluğu kurtlukta, kuzunun da mutluluğu kuzulukta olduğu gibi. • Mutluluğu yanlış kulvarda arıyanları bekliyen son ise hayal kırıklığı ve hüsrandır.
Kadın ve erkek: Anlamlı bir bütünün iki parçası • “Erkekler Mars’tandır Kadınlar Venüs’ten” türü kitap başlıklarının da gösterdiği gibi, kadınlar ve erkekler birbirinden farklıdırlar. • Ama bu farklılık bir çirkinlik ve eksiklik değil, bir güzellik ve zenginliktir. Şüphesi olanlar bir an için dünyada sadece kadınların veya erkeklerin olduğunu farzetsinler, ve hükümlerini ona göre versinler. • Kadın ve erkeğin birbirine eşit olduğunu iddia edip farklılıklara gözünü kapamak, hiç bir gayeye hizmet etmez. Bırakın kadın ve erkeği, eşyumurta ikizleri dahil dünyada birbirine eşit olan iki kişi yoktur. Eşitlik, ancak hukukta ve fırsattadır. • Kadın ve erkek birbirinin eksikliklerini tamamlar mahiyette yaratılmışlardır, ve ancak kadın ve erkek bir araya gelince bir anlam bütünlüğü oluşmaktadır. • Kadın ve erkeğin birlikteliğinden oluşan bütün, parçalarının toplamından daha büyüktür. Bu ikiliyi bir arada tutan tutkal ise karşılıklı sevgi, saygı, ve güvendir. • İnsanları ben merkezli olmaya iten modern hayat kadın ve erkek arasındaki güveni sarsıp ikisini de yalnızlaştırmış ve hayatlarının tadını kaçırmıştır. Sonunda evlilik müessesi büyük etapta çökmüş, ve bundan en büyük zararı da kadınlar görmüştür.
BEŞ DUYU
Beş duyu ve beyin • Çevremizi ve varlıkları algılarken genellikle göz ve kulak gibi 5 temel duyu organımıza ve onların bağlandığı merkez olan beyine dayanırız. • Varlık alemini madde ile sınırlamanın bir sonucu olarak da 5 temel duyuyu maddenin işi, ve adalet, motivasyon, ve hatta mutluluk gibi diğer hisleri de maddî etkileşimlerin tezahürleri olarak görürüz. • Bu bakış açısının sonucu olarak da her maddî varlık gibi kimyasal elementlerden oluşan insan beynine bir harikalık atfederiz, ve beyni anlamaktaki acizliğimizi itiraf ederiz. Aslında bizim anlamadığımız beyin değil, eşyanın hakikatıdır. • Beynin müphemliği maddesinden değil, onun tüm turarsızlıklarımızı ve cahilliğimizi içinde sakladığımız kapalı bir kutu olarak kullanılmasındandır. • Konu 5 duyu olunca, beyin cahilliğimizi örten siyah bir örtü olarak kullanılmaktadır. Mesela beyindeki görme merkezi denen şey, görme sinirinin bittiği noktadan başka bir şey değildir. • Görme merkezi dahil tüm beynin temel yapıtaşı ise elementlerdir. Yani bir odun parçasında ne varsa, beyinde de o vardır. Beyindeki yüklü parçacıkların akışından oluşan elektrik akımları ise bir bilgisayar işlemcisindeki elektrik akımından farklı değildir.
Görme: Göz ve beyin atomları • Göz ve beynin yapıtaşlarında ‘görme’ diye bir unsur yoktur, ve parçalarında olmayan bir şey bütününde de olamaz. Eğer varsa, başka bir yerden geliyor demektir. • Göz ve beyin karbon C, hidrojen H, ve oksijen O gibi atomlardan oluşur. • Aynı atomlardan oluşan bir ekmek parçasının görme kabiliyeti ne kadar ise, göz veya beynin görme kabiliyeti de o kadardır. Göz-sinir-beyin üçlüsünün yapı taşları olan hücrelerde “görme” diye maddî bir unsur yoktur, ve dolayesiyle varlığı tecrübelerle sabit olan görme madde-dışı yani mânâdır. O halde kainatta zaman ve mekan üstü yaygın bir ‘görme’ katmanı vardır, ve manevî bir elmas gibi, bu katmandan gelen görme ışınlarını alıp yansıtabilen varlıklar da gören varlıklardır. • Bediüzzaman’a göre bu görme alemi, ‘Basîr’ isminin bir tecellisidir. • Göz veya görme merkezinde bir arıza olunca görmenin olmaması, görmenin kaynağının bu organlar olduğunu göstermez – aynen gözlük bağımlıları için görmenin kaynağının gözlük olmadığı gibi. • Görme merkezi denen şey, bir mânâ olan görme hasiyetinin beyinde yansıdığı veya tecelli ettiği noktadır. Başka bir tabirle, beden ile ruhun görme hasiyetinin kaynak noktasıdır, ve maddeden mânâya bir geçiş köprüsüdür.
Koklama duyusu • Tüm parfümler ve tüm güzel kokulu çiçekler yine hidrojen H, oksijen O, ve karbon C gibi atomlardan oluşurlar, ve bu atomların hiç birinde ‘koku’ diye bir unsur yoktur. • Suyun yapısındaki hidrojen atomu ile bir çiçeğin yapısındaki hidrojen tamamen aynıdır, ve tüm atomlar elektron, proton, ve nötron parçacıklarından yapılmışlardır. O zaman koku çiçeğin veya parfümün neresindedir? • Hatta pis kokulu şeyler de aynı temel parçacıklardan oluşurlar. Öyle görülüyor ki koku maddede tezahür eder, madde ile taşınır, ama madde değildir. O halde koku madde-dışı yani manadır, ve her molekülün kendine has bir koku alıp yansıtma özelliği vardır. • Ancak kokunun kaynağı atomların dizilişi değildir – aynen elmasta pırıltıların kaynağının karbon atomlarını bir kristal tarzında dizilmeleri değil dışarıdan gelen ışığın olması gibi. • Burada yanılgının kaynağı Bediüzzaman’ın ‘iktiran’ olarak tabir ettiği iki şeyin beraber gelmesi veya bulunması, ve bunların birbirine illet zannedilmesidir. Yani biri gidince ötekinin de gitmesi, ve dolayesi ile birinin diğerinin kaynağı olduğu şeklindeki şartlanmadır.
Tat alma duyusu • Elmadan portakala kadar tüm meyveler aynı atomlardan yapılmışlardır. Ama tatların meyvelerdeki atomlarla hiçbir ilgisi yoktur. • Yani oksijen ve hidrojenin kendine has bir tadı, ve bu iki elementin bileşeni olan suyun da bu karışımı andıran ara bir tadı yoktur. • O yüzden hiç kimse organik bir molekülün yapısındaki atomlara bakıp tadını tahmin edemez. • Hayatında ilk defa tuz gören bir kimyacı tuzun yapısındaki atomlara bakarak tuzun bir çok kimyasal özelliğini doğru olarak tayin edebilir. Ama tuzun yapısındaki sodyum ve klor atomlarına bakarak tadının nasıl olacağı hakkında hiç bir şey söyleyemez. • Belli ki tat da değişik atom dizilimlerinde değişik şekilde yansıyan – ama atomlarla direk bir irtibatı olmayan – bir manadır, ve tat ancak tecrübe ederek bilinebilir.
HAYAT
HAYAT – “Enerji” mi? • Maddeye dayalı bilimsel görüş: Hayat, kimyasal reaksiyonlardır. (Gözlemlere dayalı değildir. Hiç bir kimyasal reaksiyon hayat oluşturmamıştır. ) Bu bir “ideolojik” görüştür. • Karşıt uç görüş: Hayat bilinmesi mümkün olmayan güzel bir şeydir. • Laughlin'nin bütünde ortaya çıkıverme görüşü: Canlı varlıkların bilinemezliği fiziksel bir fenomen (olgu) olabilir. • Gözlem 1: Canlı varlıkları cansızlardan ayıran “hayat” diye bir şey vardır. • Gözlem 2: Canlı hücrelerin temel yapıtaşları proteinler, proteinlerin de yapıtaşları amino asitlerdir (20 tane). • Gözlem 3: Amino asitler H, O, N, C, ve S’den oluşur. • Gözlem 4: H, O, N, C, ve S atomlarında ve kimyasal bağlarda hayat diye bir unsur yoktur. Keza, tüm canlıların ortak özelliği su içermeleridir; ama suda da hayat yoktur. • Mevcut gözlemlere dayanarak çıkarılabilecek sonuç: Hayat maddede parlar; ama hayatın kaynağının madde
Hayatın Kaynağı Arayışları • Bazı bilim insanları: Amino asitler (ve dolayesiyle hayat) yerküreye uzaydan meteor ve kuyruklu yıldızlar aracılığıyla gelmiştir. • Charles Darwin (ve kendisini takip eden diğer doğa bilimcileri): Isı, ışık, ve yıldırım düşmesi sonucu boşalan elektrik etkisiyle sığ ılık su birikintilerinde basit kimyasallar kendilerinden oluşmuş olabilir • 1953’de klasik bir deneyde, Harold Urey and Stanley Miller yerkürenin varolduğu farzolunan ilkel şartlarını laboratuvarda suni olarak oluşturmuş, ve amino asitler dahil bir çok kompleks organic bileşenlerin su içinde oluştuğunu gözlemlemişlerdir. • Gerçek: Canlı bir beden ile ölü bir bedenin kimyasal yapısı (ve maddesi) aynıdır. • Soru: O zaman, hayat nerede? Kaynak: Leslie E. Orgel, http: //www. geocities. com/capecanaveral/lab/2948/orgel. html
Gelecek, hayat konusunda ne gösterecek? “Yer küremizin ilk dönemlerinde meydana gelen cansızdan canlıya sıçrayışın detayları arkasında derin bir sır vardır, ve bu durum uzunca bir sure daha böyle devam edecektir. ” “DNA’nın tek parçalarını yapmak pek bir zorluk arzetmiyebilirdi. Ama DNA’nın proteinlere önemli hayat fonksiyonlarını taşımaları talimatını vermeye başladığı noktaya gelmesi – bu dev adım kahredici gizemini koruyor. ” “İleride torunlarımın oturup hayatın hâlâ büyük bir sır olduğunu konuşuyor olmalarını hayal edebiliyorum. ” Kaynak: PBS, http: //www. pbs. org/wgbh/nova/origins/knoll. html Andrew Knoll, Harward Univ.
Ölü bir sinek ve onun canlı ikizi • Bir sineği dikkate alalım. Diğer canlılar gibi, sineğin de temel yapı taşları hidrojen H, oksijen O, azot N, ve karbon C atomlarıdır. • Yani tüm varlıklar, canlı olsun cansız olsun, atomlarlardan (veya elektron, proton, ve nötronlardan) yapılmışlardır, ve bu temel yapı taşlarını bir arada tutan harç da kuvvetlerdir. • Şimdi yeni ölmüş bir sineği canlı bir ikizi ile yana koyup karşılaştıralım. Ölümle madde kaybı veya kazancı olmadığı için, bu iki sinek madde olarak birbirinin aynıdır. • O halde canlı ve ölü sinek arasındaki her fark – hayat, görme, işitme, nizam, güzellik, şuur, sevgi, vs – madde-dışıdır yani mânâdır. • O zaman evrende yaygın bir “hayat” katmanı vardır, ve bu hayat ışığını alabilen herşey – maddî vücudu olsun olmasın–canlıdır
Hayat Işığı CANLI = SU + HAYAT IŞIGI
HÜR İRADE, KAREKTER, ….
Hür irade – Var mı, Yok mu? • İrade: Fizik kanunlarını aşma, onların mahkumu olmaktan sıyrılma. • Büyük patlama ile öngörülen maddî evrende herşey fizik kanunlarına tabidir, ve dolayısı ile canlı veya cansız herşeyin hangi hareketi yapacağı önceden bellidir. (“Determinizm” olarak bilinen felsefe ekolü). • Maddenin yapıtaşlarında irade diye bir unsur olmadığına göre, sırf-madde ile sınırlı bir varlık anlayışında “hür irade” diye birşeyin yer alamıyacağı açıktır. • Ancak, irade’nin varlığı gözlemlerle sabittir, ispatlanabilir, ve test edilebilir. Dolayesiyle iradenin varlığı bilimsel bir gerçektir. • Cansızlar aleminde fizik kanunları tam hakimdir, ve cansız bir varlığın bir etkiye nasıl tepki vereceği önceden kesin olarak belirlenebilir. • Ama kasıt ve hür irade sahibi canlılar için durum böyle değildir. • Sadece bu gözlem bile tek başına evrenin yalın madde-enerjiden oluştuğu önkabulunu yıkmaya yeterlidir. • Keza, madde-dışı bir irade boyutu olmasaydı, gelecek kesin olarak bilinecekti, ve insanlar şuursuz robotlar gibi olacaktı. • Ve insanlar yaptıklarından sorumlu olmayacaklardı – aynen arızalanan bir robotun sebep olduğu zarardan sorumlu tutulamıyacağı gibi.
Eğer varlık maddeyle sınırlı olsaydı. . . • Einstein fiziğe olan kesin inancı yüzünden katı bir determinist olmuştur, ve insanların bile serbest iradesinin olamıyacağını savunmuştur: • “Bir kişinin hareketleri, bir bilardo topu, gezegen, veya yıldızın hareketleri kadar, önceden belirlenmiştir. . . İnsanların hareketleri, kontrolleri dışında, fizik ve psikolojik kanunlarca belirlenmiştir. . . Herşey, başları gibi sonları da, üzerinde hiç bir kontrolümüzün olmadığı kuvvetler tarafından belirlenmiştir. Bir böcek için de belirlenmiştir, bir yıldız için de. ” • Bu düşünce tarzı, varlık alemini sırf maddeden oluşan büyük patlama evreniyle sınırlı tutmanın doğal bir sonucudur. • Ancak bu fikrin yanlışlığı basit bir deneyle kolayca ispatlanabilir – örneğin fiziken birbirinin aynı olan iki kişiyi yine birbirinin aynı olan iki odaya bırakıp davranış farklılıklarını gözlemliyerek. • Bu yüzden, hür irade fiziksel bir vücuttan kaynaklanmaz; aksine, hür irade fiziksel vücuda nüfuz edip ondan yansır – aynen dış bir kaynaktan gelen ışığın elmas içine yayılıp sonra ondan yansıması gibi. • Elmasın ışık verdiğini düşünmek, açık bir yanılgıdır. Çünkü elmasın kendisinde dışarıya verecek ışığı yoktur; o, ancak aldığını yansıtır.
Karekterin kaynağı proton olabilir mi? 6 pirinç tanesi = 1 fasulye? 6 Proton = 1 Karbon atomu 26 Proton = 1 Demir atomu 79 Proton = 1 Altın atomu • Elementlerin temel farkı çekirdeklerindeki proton sayısıdır. Mesela hidrojen atomunda 1, altında 79 proton vardır. • Ama tüm protonlar birbirinin aynıdır–aynen pirinç taneleri gibi. • Eğer 6 pirinç tanesini sıkı bağlayınca 6’lik bir pirinç dizesi yerine bir mısır tanesi, 26 tanesini bağlayınca bir bakla, ve 79 tanesini bağlayınca bir fındık oluyorsa, acaip bir şeyler oluyor demektir.
Karekter – Değişik bir madde-dışı varlık boyutu • Karbon, demir, ve altının karekterleri birbirinden çok farklıdır, ama belli ki bu karekterler protonların kendilerinden gelmiyor. • Çünkü protonlarda ne karbon karekteri vardır, ne demir, ne de altın. • Hatta karbon veya demiri altına çevirmek gayet mümkün – yapmamız gereken atomları parçalayıp protonları 79’luk guruplar halinde dizmek. • Füzyon ile yeni bir element de yapabiliriz – örneğim 200 protonlu bir element – ama bu yeni elementin karekterini kimse tahmin edemez; çünkü karekterin kaynağı proton değildir. • Benzer şekilde, iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomu bir araya getirilirse, bu bir gaz karışımı olur ve karışım ikisinin özelliklerini taşır. • Ama iki hidrejen ve bir oksijen kimyasal bir bağ ile birbirine bağlanırsa, özellikleri tamamen değişik olan “su” oluşur. • Kimyasal bağları sağlayan kuvvette su veya başka bir bileşik madde karekteri yoktur. • Bu gözlem gösteriyor ki evrende karekterin kaynağı madde-dışı yaygın bir ferdiyyet katmanı vardır, ve bu katman değişik fiziksel yapılarda değişik olarak yansımaktadır.
Sevgi ve şefkat • Kainatta sevgi ve sevginin muhtelif çeşit ve derecelerinin varlığı konusunda herhalde kimsenin bir şüphesi yoktur. • Bediüzzaman, sevgiyi yaratılışın mayası olarak görür: “Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın râbıtasıdır. ” (24. Söz). • Sevgilerin de en halisi ve en yücesi her türlü maddî ve manevî menfaat duygularından arınmış olan şefkattir. Kainatta yaygın bir anne şefkatinin varlığı gözlemlerle sabittir, ve “tabiat ana” tabiri bu gerçeğin bir ifadesidir. • Bediüzzaman, vahşi hayvanlarda bile görülen bu şefkate işaret eder, ve dikkatlleri bu şefkat pırıltılarının kaynağına çevirir: “[Rahmet] hattâ ağacın başındaki yuvada kanatsız, zayıf kuşçuklara annelerini emirber nefer gibi gezdirir, rızıklarını getirttirir. Ve aç bir arslanı yavrusuna müsahhar eder, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna yedirir. ” (15. Şua) • Şefkat hissinin gereği karşılığında bir şey beklemeden vermektir. O yüzden maddî menfaat ve maddî hazlara dayalı materyalist felsefede şefkat diye birşey yoktur ve olamaz. • Neticede en ulvî bir his olan şefkat, en süflî bir his olan maddî cazibe yani şehvet ile karıştırılmıştır, ve bu derin yanılgı bilim diye takdim edilmiştir.
Şefkat: İlahi merhametin bir yansıması • Şefkat en parlak tarzda annelerde tecelli eder, ve onları adeta cisimleşmiş şefkate çevirir. • Ancak insanların temel yapıtaşları olan hücrelerinde “şefkat” diye maddî bir unsur yoktur, ve dolayesiyle varlığı tecrübelerle sabit olan şefkat madde değil mânâdır. • O halde kainatta zaman ve mekan üstü yaygın bir şefkat katmanı vardır, ve en şafkatli varlıklar bu katmandan gelen şefkat ışınlarını bir elmas gibi en yoğun tarzda alıp yansıtabilenlerdir. • Bediüzzaman’a göre varlığı apaçık görülen bu şefkat alemi ‘Rahîm’ isminin bir cilvesidir: • “Kâinatta hadsiz rahmetin mevcudiyeti ve hakikatı, aynen güneşin ziyası gibi görünür. Ve ziyanın güneşe kat'î şehadeti misillü, bu geniş rahmet dahi, perde arkasında bir Rahman-ı Rahîm'e şehadet eder. ” (15. Şua) • “Bütün vâlidelerin şefkatleri, ancak bir lem'a-i tecelli-i rahmettir. ” (7. Söz).
Cömertlik: Bol ve karşılıksız verme • İnsanlarda en sevilen hasletlerden biri cömertlik ve ihsandır. Bu lezzetin hem anlık olan bir maddî boyutu – ki bu hayvanlarda da vardır – hem de zaman üstü olan insanlara has manevî bir boyutu vardır. • Maddî açıdan bakıldığında karşılıksız vermek kişinin menfaatine zıttır, ve dolayesi ile aptallıktır. Bu, hayatın gayesini ‘menfaat sağlamak’ ve ilişkilerin temelini ‘ortak menfaat’ olarak gören materyalist düşünceye tamamen zıttır. • Görünüşte alan kârda, veren ise zarardadır. Ama cömert insanların verdikçe aldığı ve kendini “verme zevki” olarak hissettiren manevî bir haz vardır. • Cömertlik, insanlarda en ulvî hislerden biridir ve bu hissin gıdası vermek yani ikram etmektir. Vererek gıdalanan bu manevî mide verdikçe büyür ve gelişir, ve insan için tükenmez bir lezzet kaynağı olur. • Veren kişinin insanlık hasebiyle aldığı lezzet, alanların memnuniyetlerinin toplamından büyüktür. • Başkalarını memnun etme hisleri yani insanlık mideleri gelişen kişiler için ikram etmek ve bir güzel söz veya bir tebessümle bile olsa başkalarını memnun etmek, daimî bir lezzet ve memnuniyet kaynağıdır.
ELMAS VE TV ÖRNEĞÍ
Elmas: Maddesi ve pırıltıları • Elmasın pırıltılarının kaynağı kendi malzemesi değil, dışarıdan gelen ışıktır. Bu, elması karanlık bir odaya götürerek kolayca isbat edilebilir. • Eğer dünyada karanlık diye bir şey olmasaydı ve güneş vs gibi ışık kaynakları görülmeseydi, yani her tarafta “yaygın” bir aydınlık olsaydı, acaba artık her zaman parıldıyan elmastan gelen ışığı nasıl izah edecektik? • Yine kolayca bu ışığın dışarıdaki görmediğimiz bir kaynaktan geldiğini mi söylüyecektik veya bu parıltıların kaynağının elmasın kendisi olduğunu mu iddia edecektik? • Muhtemelen o göz kamaştırıcı pırıltıların elmasın malzemesinin kendisinden geldiğini iddia edecek, ve bunun nasıl olduğu konusunda hayretimizi ifade edecektik. • Hatta bu olayı büyük sır olarak niteliyecektik ELMAS = CARBON + IŞIK
TV ve YAYIN • TV yayınları 5 hisle algılanamaz. • Ilk defa TV seyreden bir magara adamı, ses ve görüntünün TV’nin parçası olduğunu zannedecektir. Ve TV yayın sinyalleri fikri onun hayaline bile gelmiyecektir. • Televizyonun hakikatı, değişik ses ve görüntü yayınlarının aletin içinden değil dışarıdaki yayın katmanlarından geldiği görülünce anlaşılır - yani televizyon aletinin, yayınların kaynağı değil sadece alıcısı olduğu farkedilince. TV = CIHAZ + YAYIN
MADDE-DIŞI DİĞER BOYUTLAR
GÜL: Madde + mânâ (Güzellik) Çamur • Birbirinin tamamen aynı olan iki gül alalım, ve bunlardan birisini iyice ezerek çamur haline getirelim. • Gül ile onun çamur ikizi bir kimya laboratuvarına gönderilecek olursa, her ikisinin maddece eşdeğer olduğu raporu gelecektır. • Ama bunlar farklıdır, ve aralarındaki fark madde olmadığına göre tamamen mânâdır. • Demek gülün çamurunda olmayan her özellik ve hasiyet mânâ ile alakalıdır, ve mânâsı yanında gülün maddesinin kıymeti neredeyse bir hiçtir. • Yani gülü gül yapan maddesi değil, o maddede tezahür eden mânâdır. • Gül adeta bir mânâ taşıyıcısıdır, ve gülü alan kişi de gülün maddesini değil, gönderilen güzel mânâları alır ve hisleriyle masseder ve zevkeder – tabi inek veya eşek değilse. • İşte insan ile hayvan arasındaki en temel fark, bu tür yüzlerce manevî hisler ve midelerdir. Yani hayvanda bir, insanda ise yüzlerce mide vardır, ve bunların biri hariç hepsi mânâ ile alakalıdır.
GÜL: Güzellik bunun neresinde? • Gülü güzel yapan herhalde atomlarındaki güzellik değildir. Zira canlı bir güldeki bir hidrojen veya azot atomu ile ezilip çamur haline getirilmiş bir güldeki hidrojen veya azot atomu tamamen aynıdır – elmas ile grafitteki karbon atomlarının aynı olması gibi. • Parçalarında olmayan bir şey bütününde olamıyacağına göre (korunum kanunu), gülün güzelliği kendisinden yani maddesinden değil, dışarıdan gelir – aynen elmasın göz kamaştıran pırıltılarının dışarıdaki bir ışık kaynağından geldiği gibi. • Gül ve diğer güzel şeylerin özelliği, bu güzelliği alıp yansıtabilmeleridir – aynen elmasın özelliğinin ışığı alıp büyüleyici bir şekilde yansıtabilmesi olduğu gibi. • Bu da evrende madde (ve zaman) ile ilgisi olmayan yaygın bir güzelliğin, ve dolayesi ile bir güzellik katmanının, olmasını gerektirir. • Eski Yunanlılar bile bu mânâyı hissetmişler ki bu katmanı “güzellik tanrıçası” Venüs veya Aphrodite olarak kutsallaştırmışlardır.
KİTAP: Kâğıt + Mürekkep? • İlk olarak, 99 gram kâğıt ve 1 gram mürekkepten oluşan 100 gramlık bir kitabı göz önüne alalım, ve bunu üzerine rasgele 1 gram mürekkep dökülmüş 99 gram kağıt ile karşılaştıralım. • Madde olarak, 100 gramlık bir kitap ile 100 gramlık mürekkepli kağıt arasında hiçbir fark yoktur. Bunları madde tahlili yapan bir laboratuvara göndersek, her ikisi de aynı tahlille geri gelir. • O halde bunların aralarındaki her fark mânâ ile alakalıdır, ve dolayesi ile manevîdir. İşte kitap için mânâ denen şey, kağıt ve mürekkep dışındaki herşeydir. • Kitap görünüşte mürekkep ve kağıttan oluşan, gözle görülen ve elle tutulan maddî bir varlıktır. Ama kitabı kitap yapan içindeki mânâlardır. Zaten son yıllarda gittikçe yaygınlaşan ve onlarcası bir tek CD’ye sığan elektronik e-Kitapların ne kağıdı vardır, ne de mürekkebi. • Kelimeler adeta ekran sahifelerinde ışığa dönüştürülen elektrik enerjisiyle istenilen renkte yazılıp bozulabilmektedir. Hatta denilebilir ki kitap denen şey mânâların sahifelerde görünmesini sağlayan bir perdedir, bir ekrandır, bir kılıftır, bir dürbündür.
RENK: Işık Dalgası + Süsleme • Işık elektromanyetik dalgadır-aynen TV, radyo, cep telefonu sinyalleri gibi. • Dalgaboyları 0. 40 (mavi) ile 0. 76 mikron (kırmızı) arasında olan elektromanyetik dalgalar gözlerimiz tarafından algılanır ve buna “ışık” denir. Güneş ve diğer ışık kaynaklarından gelen elektromanyetik enerji ısı ve ışık karışımı olarak görülebilir. Işık gözümüz tarafından, ısı ise bedenimiz tarafından hissedilebilir. • Mavi ve kırmızı ışık aslında hammadde ve karekterce birbirinin tamamen aynıdır – ikisi de enerji ve ikisi de elektomanyetik dalga. Dalgaboyları dışında hiçbir farkları yoktur. Ama görünüşleri çok farklı. Peki, bu rengin kaynağı nedir? • Elekrik akımı sadece bir elektron akımıdır, ve elektronların veya elektrik akımının rengi veya içindeki değişık renk miktarları diye bir şey söz konusu değildir. Ama ampulden gelen ışıkta tüm renkler vardır. Demek ki ışığa renkler ışığın hammaddesinden gelmiyor, ve renk ışığın bir parçası değil. O halde herşeyi süsleyen renkler dışarıdan geliyor, ve ışıkta sadece yansıyor – aynen elmasta parıldıyan ışığın elmasın parçası olmayıp dışarıdaki bir ışık kaynağindan geliyor olması gibi. • Demek Evrende yaygın bir renklendirme veya daha genel ifadesiyle “süsleme” yayını vardır, ve varlıklardaki renkler varlıkların aslî parçaları değil, bu renklendirme yayınının bir yansımasıdır.
Renkler Suyun Neresinde? Dıştaki bir ışık kaynağını dikkate almadan, sudaki renklerin kaynağını anlamak mümkün değildir.
İLİM: Farklı bir mânâ boyutu • Varlıklardaki yaygın ilim ışığı, ancak akıl gözü ile görülür. • İlim, olayların daha olmadan nasıl olacağını görmemizi sağlıyan bir ışıktır. Bu da ilmin ve teorinin önemi ve gücünü gösterir. • Varlıkların gayet düzenli ve sanatlı olması, herşeyde hassas bir ölçü olması, ve herşeyin bir faydaya ve gayeye yönelik olması, evrende herşeyin ilimle yapıldığını ve yaygın bir ilmin varlığını gösterir. • İlim de kanun gibi mânâdır, yani kaynağı madde değildir, çünkü maddenin temel yapıtaşı olan parçacık veya dalgalarda ilim diye bir unsur yoktur. • O halde ilim sabittir – yani zaman ve mekanla değişmez, artıp eksilmez. • Evrensel kanun ve prensipler değişimleri kural altına alan genel ilimlerdir, ve varlıklara has ilimler için bir çerçeve oluştururlar. • Bir şey yaparken en iyisini yapmak ilim ile olur, ve kullanılan ilim miktarı arttıkça herşeyin daha iyisi yapılır. • O yüzden modern toplumlarda yüzyıllarca yıllık ilim birikiminin okullarda genç dimağlara aktarılmasına çok önem verilir. • Yeni bir şey yaparken kullanılabilecek en değerli unsur ilimdir.
SÖZ – Zehir veya ziyafet Lafız (Kabuk) Titresim KULAK Mânâ (Öz) Mânâ Nefret, çirkinlik “Zaman ve mekan üstü” KALB Sevgi, güzellik
Çikulata deyip geçmiyelim: PAKETTE DAHA NELER VAR? Madde Mide Mânâ Kalb • Sevgi • Güzellik, incelik • Güzel düşünce “Zaman ve mekan üstü”
KATMANLARIN KAYNAĞI NE? Büyük patlama (Big Bang) öncesi ilk nokta kütlenin kaynağı ne idiyse odur. POSİTİF BİLİMLER: Üzümünü ye, bağını sorma yaklaşımı. Positif bilimler kaynağı belirsiz şeyleri kabulde zorlanmazlar. Kaynak veya bağ işini felsefe ve teolojiye bırakırlar. YUNAN FELSEFESİ Her katman bir tanrıya dayanır. - Güzellik: Güzellik tanrıçası Aphrodite (Venüs). - Şifa: İyileştirme tanrısı Asclepius (sembolü yılan) - Adalet: Adalet ve Nizam tanrısı Themis - Sevgi: Sevgi tanrısı Eros - Hayat: Hayat tanrısı Dionysus SEMAVİ DİNLER: Katmanlar Allah’ın isimlerinin (Esma) tezahürleridir. - Güzellik: Cemal ismi. - Şifa: Şafi simi. - Adalet: Adil ismi. - Sevgi: Vedud ismi. - Hayat: Hayy ismi.
KAPANIŞ
Kısa özet • Mevcut bilimsel yaklaşımın temelini oluşturan her şeyin kaynağının madde olduğu ve madde dışında bir şey olmadığı fikri bilimden ziyade bir inanç ve ideolojidir. • Maddenin temel yapıtaşlarında irade, hayat, şuur, görme, sevgi, güzellik, vs gibi şeyler yoktur, ve temel yapıtaşlarında olmayan bütününde olamaz. Eğer varsa, başka bir yerden geliyor demektir. • Elmasın hakikatı, ancak parıltıların karbon atomlarından veya atomlar arası bağlardan değil de elmas dışındaki bir ışık kaynağından geldiği farkedilince anlaşılır. • Televizyonun hakikatı, değişik ses ve görüntü yayınlarının aletin içinden değil dışarıdaki onlarca yayın katmanından geldiği görülünce, yani televizyon aletinin yayınların kaynağı değil sadece alıcısı olduğu farkedilince anlaşılır. • Eşyanın – bilhassa insanın – da hakikatı, maddedeki hayat, şuur, san’at, ve güzellik gibi onlarca madde-dışı pırıltıların maddenin parçacıklarından değil madde-dışı katmanlardan veya paralel evrenlerden geldiği farkedilince anlaşılacaktır. • İnsanlık için gerçek aydınlanma o zaman başlayacaktır.
Son sözler … Madde kaynak değil, mânânın üzerinde yansıdığı bir perdedir. Beden, ruhun içinde oturup kendini gösterdiği bir yuvadır. Gerçek insanlık madde-dışı vasıflarla ilişkilidir, ve insanlık bu vasıfların esma olan kaynaklarıyla olan bağlantısı görüldüğü zaman önem ve anlam kazanacaktır.
- Slides: 81