NDEKLER Fikir Akmlar Osmanlclk slamclk Trklk Batclk I
İÇİNDEKİLER Fikir Akımları Osmanlıcılık İslamcılık Türkçülük Batıcılık I. Meşrutiyet 23 Aralık 1876 İttihat ve Terakki Partisi II. Meşrutiyet 23 Temmuz 1908
XIX. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ ‘NDE Kİ FİKİR AKIMLARI VE YÖNETİME YANSIMALARI FİKİR AKIMLARI XIX. yy. ‘da programlı ve düzenli olarak yapılan ıslahat hareketleri imparatorluğun iç bünye rahatsızlığı ve dış bünye baskısı sebebiyle başarıya ulaşamamıştır. Toplum hayatı düzene girmemiş, hasta adam iyileşmemiş eski ve yeni mücadelesi bütün şiddetiyle devam etmiştir. XIX. yy. ’dan itibaren Osmanlı Devleti’ni düştüğü durumdan kurtarmak amacıyla Abdülaziz döneminde başlayan fikri akımlar ortaya çıkmıştır.
1. Osmanlıcılık Abdülaziz döneminde bazı Osmanlı aydınları “Genç Osmanlılar” adı altında bir cemiyet kurarak hükümetin faaliyetlerini denetleyecek bir idari sistemin kurulması için harekete geçtiler. Amaçları, meşrutiyet idaresini getirmek ve böylece bir anayasa hazırlayarak Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan tüm ulusları Osmanlıcılık fikri etrafında birleştirmek istediler. Dini, dili, ırkı, mezhebi ne olursa olsun kanun önünde eşit olacak.
Osmanlı Devleti küçük bir uç beyliği iken büyük bir imparatorluk haline gelmesine, büyümesine sebep kurucusunun adındandır. Devlet-i Aliyye-i Osman; ülke Memalik-i Mahrusad; Tarih Tevarih-i Ali Osman, kanun Savan-i Osman olarak adlandırıldı. Birbirlerinden farklı din, dil, tarih değerlerine sahip ulusları egemenliği altına alan Osmanlı Devletinde Müslümanlar tüm kamu hizmetinde görev alırken gayri müslimler bu görevlere getirilmedi. Zamanla bu ayrıcalıklar yavaş ortadan kaldırıldı. Osmanlıcıların amacı; tüm ulusları meşrutiyet idaresi altında Osmanlı egemenliğinde tutmaktı. 1876’da I. Meşrutiyetin ilanından sonra bu fikrin gerçekleşmeyeceği ortaya çıkmış ve bu fikirden vazgeçilmek zorunda kalındı.
2. İslamcılık Bu fikir Osmanlıcılık fikrinin tutmaması üzerine I. Meşrutiyetin ilanından sonra ortaya çıktı. İslamcılara göre toplumun direği dindir. Din ile millet birdir. Irk farkı gözetmeksizin halifenin etrafında Müslümanların birleşmesi gerekir. İslamcılara göre devletin geri kalmasının asıl nedeni şeriattan ayrılmaktır. İslamcılar ikiye ayrılır, 1) aşırı tutucular, 2) ılımlılar. Aşırı tutucular kesinlikle şeriatten taviz vermezler. Ilımlılar ise batının tekniğinin alınacağını savunurlar. Bu fikir akımı I. Dünya savaşına kadar devam etmiştir. I. Dünya savaşında padişah büyük cihat ilan etti. Buna İslam ülkeleri katılmadı ve arkasından da Osmanlı Devleti’ne ihanet ettiler. Böylece bu fikirde sonuçsuz kaldı.
3. Türkçülük 1789 Fransız ihtilalinden sonra Avrupa devletlerinde büyük bir milliyetçilik hareketleri başladı. 1880 yılında Mısır’da yapılan bir protesto gösterisinde “Kahrolsun Türkler, yaşasın Araplar” diye slagonlar atılıyordu. Eğitim amacıyla Avrupa’ya gönderilen Türk öğrencileri buradaki milliyetçilik akımından etkilenmiş ve ülkeye döndüklerinde bu akımı yaymaya başladılar, Genç Osmanlılar (Jön Türkler) bu gruba Rusya’dan gelerek büyük katkılar sağlayan Yusuf AKÇORA, İsmail GASBRALI gibi düşünürler ve yazarlar Türkoloji çalışmalarına başladı.
Bir kültür hareketi olarak başlayan Türkçülük akımı giderek siyasal bir akım oldu. Osmanlı Devleti’nin sorunlarının çözümlerinde Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarının yeterli olmayacağını düşünerek ırk esasına dayanan Türk milliyetçiliğinin genişletilmesi gerekmektedir denildi. Çünkü devlet dili, dini, soyu ve ülküsü bir olan topluma dayanarak ayakta durabildi. Türklerin ulusal bilince ulaştırılması gerekiyordu. Ziya Gökalp Türkçülüğe bilimsel boyut kazandırdı.
Ziya Gökalp’e göre devletin kuruluşu yeni bir hayata bağlıdır. Bu hayat üç direklidir. Birincisi Türkçü olmaktır. İkincisi İslam ümmetinden olmaktır. Üçüncüsü ise batı uygarlığını benimsemektir. Bilimde, felsefede, teknikte tam bir batılı düşünceye hakim olmak gerekir. Ziya Gökalp uygarlıkla kültürü birbirinden ayırmış, Kültürde Türk kalmayı savundu. Bu düşünce sistemi İttihat - Terakki döneminde Pantürkizm ve Turancılık idealleri altında gelişmiş ve siyasi boyut kazandı. Kurtuluş Savaşımızda ise Türk Milliyetçiliği Mustafa Kemal’in Türk milletini birleştirmekte, Türk milletinin yegane taşı oldu.
4. Batıcılık Bu fikir akımı Tanzimat ile birlikte Osmanlı Devleti’ne girmeye başladı. Tanzimat’a kadar Batının üstünlüğünü kabul etmeyen Osmanlı Devleti; Tanzimat ile birlikte Batının üstünlüğünü kabul etmiş, batılılaşma sürecine girildi. Batıcılarda kendi aralarında iki gruba ayrıldılar: Öncülüğünü Cemal Nuri’nin yaptığı birinci grup; batıdan bilim tekniğin alınması gerektiğini kültürün alınmaması gerektiğini savunurlar. Abdullah Cevdet’in öncülüğünü yaptığı ikinci grup; Batının her şeyinin kabul edilmesi gerektiğini savunarak ancak bu şekilde batılılaşmayı gerçekleştirebiliriz dediler.
B. I. MEŞRUTİYET 23 ARALIK 1876 Genç Osmanlılar Cemiyeti'nin ülke içinde, dışında ve yürüttüğü çalışmalar sonucunda Meşrutiyet, düşünce olarak bazı Osmanlı aydınları tarafından benimsendi. Bunlar arasında sivil ve asker kökenliler, en önemli sırayı almışlardır. Bu aydınlar, Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu ekonomik, toplumsal ve siyasi sorunlardan ancak meşrutiyet düzenine geçilmesi ile kurtulabileceklerine karar verdiler. Meşrutiyete geçilirse, Balkan eyaletlerindeki isyanlar son bulacak ve Avrupalı büyük devletlerin ülke yönetimine karışmaları da sona erecekti. yönetimini beğenmeyenlerden Harp Okulu Komutanı Süleyman Paşa, okul öğrencileriyle Sarayı kuşattı. Meşrutiyet yanlısı olan Şeyhülislam Hayrullah Efendi'den alınan bir fetva ile 30 Mayıs 1876'da Padişah Abdülaziz indirilerek yerine, V. Murat tahta çıkarıldı.
Ancak kısa bir süre sonra Abdülaziz'in 4 Haziran'da şüpheli ölümü üzerine, kayınbiraderi Çerkez Hasan, Mithat Paşa'nın konağında toplantı halinde olan Bakanlar Kurulu'nu basarak, aralarında Dışişleri Bakanı Raşit Paşa ve Genelkurmay Başkanı Hüseyin Avni Paşa'nın da bulunduğu bazı kişileri öldürmesi, zaten çok hassas bir kişiliği olan Padişah V. Murat'ın ruhsal yapısının iyice bozulmasına neden oldu. Bunun üzerine, o da bir fetva ile tahtan indirilerek, yerine 31 Ağustos 1876 tarihinde, Devlet Şurası Başkanı Mithat Paşa'ya Meşrutiyeti ilan edeceğine dair söz veren Abdülhamit II tahta çıkarıldı ve bir Anayasa hazırlanması için gerekli çalışmalara başlandı.
Bu çalışmalar iki kurul halinde yürütüldü, bunlardan birine Mithat Paşa ötekine ise Sait Paşa Başkanlık yaptı. Sonunda, Mithat Paşa'nın, daha çok Prusya ve Belçika Anayasalarından yararlanarak hazırladığı Kanun-u Cedit adı ile bilinen bu tasarı için, Kanun-i Esasî adı benimsendi. Osmanlı Anayasası, Padişah'ın haklarını geniş tutmuş ve bu hakları belirtti. Anayasanın 3. maddesine göre; eskiden olduğu gibi, Padişah ve Halifelik makamı, Osmanlı Hanedanı'ndan gelen en büyük erkek evlada ait olacaktı. Dördüncü maddeye göre; Padişah bütün Osmanlıların yöneticisi ve aynı zamanda Halife olması nedeniyle de bütün İslam dünyasının lideri konumunda idi. Bu Anayasa ile Padişah'ın kutsal kimliğinin sorgulanamayacağı kabul edildi.
Ayrıca Padişah'ın Bakanları ataması, görevlerinden alması, orduya komutanlık etmesi, savaşa ve barışa karar vermesi, adına para bastırabilmesi, rütbe ve nişan vermesi, hutbelerde adının okunması, antlaşma yapmaya, yasaları yürütmeye yetkili olduğu; cezaları affetmeye ve hafifletmeye hakkı olduğu, Meclis-i Umuminin toplanması ve dağıtılması konusunda ve soruşturma sonucunda devlet güvenliğini bozduğu öne sürülen kişileri, yargı kararı olmaksızın sürgüne gönderebileceği gibi konulardaki yetkileri kabul olundu. Kanun-i Esasi ile Osmanlı Devleti'nin resmi dini "İslam" olarak, resmi dili de Türkçe olarak belirlenmiştir. Bu Anayasa ile kişisel hak ve özgürlüklerden bir bölümü tanındı.
Bu Anayasada; yasalara aykırı olarak hiç kimsenin cezalandırılamayacağı, bireysel hak ve özgürlüklerin güvence altında olacağı, kişinin din ve mezhebinde özgür olduğu, öğretim serbestliği, bütün Osmanlıların yasalar önünde eşitliği, basının yasalara uymak koşulu ile özgür olduğu, kişinin devlete dilekçe verme hakkına sahip bulunduğu, vergi adaletinin sağlanacağı, mesken dokunulmazlığı, yargı önünde eşitlik, zoralım, angarya, cerime ve işkencenin yasak olduğu, yasa gereği olmadan hiç kimseden para alınamayacağı gibi konular yer aldı. Böylelikle Sultan Abdülhamit II döneminde, Osmanlı tarihinde ilk kez, egemenliğin padişah ve milletin belli bir kesimi arasında paylaşıldığı "Meşrutiyet" düzeni başlatılmış oldu. Bu düzende halkın devlet idaresine katılımı ve idareyi denetlemesi parlamenter sistem ile sağlandı. Parlamento, "Umumi Meclis" (Genel Meclis) adını taşımakta ve biri "Ayan" diğeri de "Mebusan Meclisi" olmak üzere iki ayrı meclisten oluşmaktadır.
Böylelikle Sultan Abdülhamit II döneminde, Osmanlı tarihinde ilk kez, egemenliğin padişah ve milletin belli bir kesimi arasında paylaşıldığı "Meşrutiyet" düzeni başlatılmış oldu. Bu düzende halkın devlet idaresine katılımı ve idareyi denetlemesi parlamenter sistem ile sağlandı. Parlamento, "Umumi Meclis" (Genel Meclis) adını taşımakta ve biri "Ayan" diğeri de "Mebusan Meclisi" olmak üzere iki ayrı meclisten oluşmaktadır.
Mebuslar Osmanlı tarihinde ilk kez bütün etnik gruplardan, erkeklerin katıldığı bir seçimle belirlenirken, Ayan üyelerini de devlete hizmet eden sivil ve askerler arasından padişah kendisi atıyordu. Meşrutiyetle birlikte, geleneksel ve dinsel otoriteye halk ortak edilmiş oldu. Böylece bir ölçüde, çağdaş Türkiye'nin kurulması ile ilgili kanunlaşma, demokratikleşme hareketi gerçek anlamda başlatılmış oldu. Genel Meclis, 20 Mart 1877 'de törenle çalışmalarına başladıysa da, ömrü uzun olamadı.
1877 -78 - Osmanlı Rus Savaşı Osmanlı Devleti 1856 Paris Antlaşması'ndan sonra yirmi yıllık bir barış dönemi yaşadı ancak bu dönem, 1877 OsmanlıRus savaşının patlak vermesiyle sona erdi. Rus orduları iki koldan Osmanlı topraklarına karşı saldırıya geçtiler, birinci kol, Doğu'da Kars, Ardahan, Batum ve Bayezid illerini ele geçirdi. İkinci kol ise; Tuna'da Osman Paşa güçlerini etkisiz hale getirdikten sonra, İstanbul'a doğru ilerledi ve Ayastefanos'a (Yeşilköy) kadar geldi. Abdülhamit, savaşın kötü gidişinden dolayı sorumlu tutulması ve eleştirilmesi üzerine, Meclis-i Mebusan'ı kapatarak, Kanun-i Esasi uygulamasına son verdi. Böylelikle Osmanlı'da I. Meşrutiyet dönemi sona ermiş oldu. Bu durumda Osmanlı yönetimi için tek çözüm yolu kalmıştı. Barış masasına oturmak.
C. İTTİHAT VE TERAKKİ PARTİSİ Jön Türklerin düşünce ortamı sonucunda 1876 yılında anayasa ilan edilmiş, meclis açıldı. Fakat kısa bir süre sonra meclis kapatıldı. II. Abdülhamit ülkeyi kendi iradesiyle yönetmeye başladı. İttihat ve terakkiciler asker ve sivillerden oluşuyordu. Bunlar harekete geçerek II. Abdülhamit’e baskı yaparak Meşrutiyeti tekrar ilan ettirdiler(1908). 31 Mart 1909 yılında ise ayaklanmayı bahane ederek II. Abdülhamit’i tahttan indirdiler. Yönetimde söz sahibi oldular. 1911 yılında bir siyasi parti olarak ortaya çıktılar. Partinin ileri gelenleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa’dır. Osmanlı tarihinin ilk siyasal partisidir. İttihat ve Terakki parolası eşitlik, kardeşlik ve özgürlüktü. Ne yazık ki Balkan savaşları ve I. Dünya Savaşı İttihat ve Terakkicilerin başarılı olmasını engelledi.
II. MEŞRUTİYET 23 TEMMUZ 1908 İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus Çarı II. Nikolay'ın 9 -10 Haziran 1908'de Reval'de bir araya gelip Makedonya'nın Osmanlı yönetiminden ayrılması konusunda antlaşmaları, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin harekete geçmesinde etkili oldu. Cemiyet, Avrupa Devletleri'nin Osmanlı'ya karışmalarını önlemenin tek yolu olarak, meşrutiyetin uygulanmasını görmekte idi. Mecliste bütün etnik grupların nüfusları oranında temsil edilmesiyle ırk, din, mezhep ayrılıklarının getirdiği eşitsizliğin kaldırılacağı ve milliyetçi kökenli ayaklanmaların sona ereceği düşüncesinde idi.
Makedonya’daki II. Ordu subaylarını da örgütüne katan İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu bölgede ayaklanmalar çıkardı. Temmuz 1908 başından itibaren önce Binbaşı Enver harekete geçti, daha sonra da Resne'de Kolağası Niyazi Bey ve Ohri'de Eyüp Sabri Bey, askerleriyle birlikte dağa çıkarak ayaklandılar ve meşrutiyeti ilan ettiklerini bildirdiler. Makedonya'daki ayaklanmaları bastıramayan, ayaklanmaların bütün ülkeye yayılmasından korkan ve gelişmeler karşısında tahtını tehlikede gören II. Abdülhamit, 23 Temmuz 1908'de yayınladığı bir İrade-i Seniye ile "Kanun-i Esasi''yi yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı.
Bu olaya bizim tarihimizde İkinci Meşrutiyet'in ya da Hürriyet'in ilanı adı verilir. Bu olay sırasında İttihatçılar, II. Abdülhamit'i tahttan indiremediler ama anayasalı, parlamentolu, egemenliğin halk ile paylaştırıldığı bir düzene ikinci kez geçilmesini sağladılar. Yeniden yürürlüğe giren anayasa gereğince seçimler yapıldı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin seçimlerde, kendi istediği adayların seçilmesini sağlama çabası içine girmesine karşın, Meclisi Mebusan'da, bütün etnik gruplar temsil edilme olanağı buldu.
17 Aralık 1908'de II. Abdülhamit'in konuşmasıyla açılan bu mecliste 147'si Türk, 60'ı Arap, 27'si Arnavut, 26'sı Rum, 14'ü Ermeni, 10'u Slav ve 4'ü de Musevi kökenli toplam 288 milletvekili vardı. II. Meşrutiyet'in ilanı, Osmanlı Devleti'nin sorunlarını çözmeye yetmedi. XX. yüzyıla gelindiğinde, içte parti çekişmeleri, dışta da devletin hızlı bir parçalanma sürecine girmesi, sorunları artırdı.
İttihatçılar, Türkçülüğü benimsemelerine karşın, ilk yıllarında devletin dağılmasını önlemek için, Osmanlıcılık düşüncesini savundular. Bu düşüncede temel, bütün farklı toplulukları din, ırk ve mezhep farkı gözetmeksizin Osmanlı yönetimine ortak ettirerek, devletin geleceği ile ilgili yeni bir Osmanlı milleti yaratmak ve Devletin siyasal bütünlüğünü devam ettirebilmekti. Böylece, büyük Avrupa devletlerinin, Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmasını önlenebilirdi. Ancak olaylar, düşündükleri bir şekilde gelişmedi.
31 Mart Olayı İttihat ve Terakki'nin yönetime tamamen egemen olamaması, toprak kayıplarının halkta oluşturduğu hoşnutsuzluk ve İttihat Terakki karşıtlarının çeşitli yollarla yürüttüğü şiddetli muhalefet, ülkeyi yeni bir ihtilâl ortamına sürükledi. 8 Nisan 1909'da Serbestî Gazetesi Başyazarı Hasan Fehmi Bey'in güpegündüz sokak ortasında vurulması ve katillerinin yakalanamaması gerginliği iyice arttırdı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin perde arkasından yönlendirdiği baskı yönetimini bahane eden gerici çevreler, Rumi 31 Mart'ta (Miladi takvime göre: 13 Nisan 1909) İstanbul'da ayaklandılar.
İttihat ve Terakki'nin daha önce İstanbul'un güvenliğini sağlamak amacıyla Rumeli'den getirdiği "Avcı Taburları" da bu isyancılara katıldı. İsyancılar, ilk günde bazı subayları ve bir kaç milletvekilini öldürdüler. Başlangıçta İngiltere bile, 31 Mart Olayı'nı, İttihat ve Terakki'yi milli politika izleyeceği ve Almanya'ya kayacağı düşüncesiyle, destekledi. Dini politikaya alet eden İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti'nin öncülüğünde gerçekleşen bu ayaklanma, II. Abdülhamit'in tekrar İslamcı siyasasını uygulaması için fırsat yaratmış oldu.
Ayaklanma, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin merkezi konumundaki Selanik'te duyulunca, buradaki 3. Ordudan "Hareket Ordusu " adı altında birlik oluşturularak, İstanbul'a gönderildi. Mahmut Şevket Paşa'nın komutasındaki bu ordunun Kurmay Başkanlığı'nı, Yüzbaşı Mustafa Kemal yapmaktaydı. Hareket Ordusu'nun İstanbul halkına yayımladığı bildiri de Mustafa Kemal tarafından kaleme alındı. 21 Nisan'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu, iki günde ayaklanmayı tamamen bastırdı. 27 Nisan 1909'da toplanan Meclis-i Mebussan, ilk kez bir padişahı tahttan indirme kararı aldı. II. Abdülhamit ayaklanmada rolü olduğu gerekçesiyle tahttan indirildi. Yerine Meşrutiyet düşüncesine taraftar olan kardeşi V. Mehmet Reşat padişahlığa getirildi.
- Slides: 54