Mzik Aria 3 Metamorphosis Paul Schwartz Veri ve

  • Slides: 41
Download presentation
Müzik : Aria 3 - Metamorphosis / Paul Schwartz Veri ve resimler : Internet

Müzik : Aria 3 - Metamorphosis / Paul Schwartz Veri ve resimler : Internet

* Eski. Taş-Yontma. Taş Devri (M. Ö. 2. 000 -8000 arası) * Cilalı Taş

* Eski. Taş-Yontma. Taş Devri (M. Ö. 2. 000 -8000 arası) * Cilalı Taş Devri (M. Ö. 8000 -5000 arası) * Bakır Taş Devri (M. Ö. 5000 -3000 arası) * Erken Bronz Devri (M. Ö. 3000 -2000 arası) * Orta ve Geç Bronz Devri (M. Ö. 2000 -1200 arası) * Geç Hitit Şehir Devletleri (M. Ö. 1200 -700 arası) * Urartu Krallığı (M. Ö. 900 -600 arası) * Frig Krallığı (M. Ö. 700 -550 arası) * Lidya Krallığı (M. Ö. 700 -550 arası) * İyon Şehir Devletleri (M. Ö. 1000 -600 arası) * Pers Dönemi (M. Ö. 550 -330 arası) * Hellenistik Dönem (M. Ö. 330 -30 arası) * Roma Dönemi (M. Ö. 30 -M. S. 395 arası) * Bizans Dönemi (M. S. 330 -1453 arası) * Selçuklular Dönemi (1071 -1308 arası) * Osmanlılar Dönemi (1299 -1923 arası)

(M. Ö. 2. 000 – 8. 000 arası) Yontma veya Eski Taş Çağı olarak

(M. Ö. 2. 000 – 8. 000 arası) Yontma veya Eski Taş Çağı olarak da adlandırılan Paleolitik Çağ günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce başlamış ve M. Ö. 12. 000 yılında Mezolitik Çağa(Orta Taş Devri) geçilmiştir. Mezolitik Çağ M. Ö. 8000’de sonlanmıştır. Bu çağ insanlarının bıraktıkları kültür verileri genellikle, çakmak taşından yontularak oluşturulmuş delici ve kesici aletlerdir. Besin üretmeyi bilmeyen bu insanlar, yalnızca yaşadıkları ortamda bulunan yabani sebze, meyve ve kökler ile avlandıkları hayvanları yiyerek beslenmişlerdir. Taş alet yapan ilk insan yaklaşık 2. 5 milyon yıl önce, Doğu Afrika'da ortaya çıkmıştır. Anadolu’da ise 1, 5 milyon yıl öncesine ait insan yerleşimlerine rastlanmaktadır.

Doğanın sınırlayıcı ve belirleyici baskısı altında yaşayan Paleolitik ve Mezolitik Çağ insanları kaya sığınaklarının

Doğanın sınırlayıcı ve belirleyici baskısı altında yaşayan Paleolitik ve Mezolitik Çağ insanları kaya sığınaklarının bulunduğu yerlerde mağara ve kayaaltı sığınaklarında barınmışlar, kaya sığınaklarının bulunmadığı yerlerde ise açık havada kurdukları sığınaklarda yaşamışlardır. İstanbul / Yarımburgaz Mağaralarında, Paleolitik Çağ başlarından Bizans dönemine kadar gelen çeşitli kültürlerin izleri tespit edilmiştir. İlk katmanlar içinde bulunan delici ve kesici aletler ile çok sayıda hayvan kemiklerinin geçmişi 300 000 yıldan daha eskilere gitmektedir. Karain Mağarası. Antalya'nın 30 km. kuzeybatısında, doğal mağaralardan biridir. Paleolitik dönemlerin başından Tunç çağlarına kadar yaklaşık 400. 000 yıl sürekli yerleşme yeri olduğu tesbit edilmiştir. Anadolu'da yaşayan ilk insanlara ait taş ve kemik aletlere ve bu ülkede gelişen sanatın en eski örneklerine burada rastlanmıştır Bunlar, o dönem insanlarının yaşama biçimini yansıttığı gibi, Anadolu'nun bitki, hayvan ve iklimi hakkında da açıklama yapılmasını sağlamaktadır. Tuz Gölünün batısındaki Dursunlu, 900 bin yıl öncesine tarihlenmektedir. Anadolu'nun bilinen en eski Paleolitik Çağ tabakalanmasının keşfedildiği Kaletepe'de ise 1, 5 milyon yıl öncesine ait aletler bulunmuştur. Bunlar arasında en seçkin örnekler obsidiyenden biçimlerdirilen el baltalarıdır.

(M. Ö. 8. 000 – 5. 000 arası) Neolitik Çağ (Cilalı Taş Çağı) insanı,

(M. Ö. 8. 000 – 5. 000 arası) Neolitik Çağ (Cilalı Taş Çağı) insanı, bazı bitkileri tarıma almış, birçok hayvanın da evcilleştirilmesini gerçekleştirmiştir. Böylelikle avcılığın yerine hayvancılık, toplayıcılığın yerine ise tarım geçmiştir. İnsanoğlu ilk kez bu dönemde, doğa ile ilişkisini kendi lehine çevirmeyi başarmıştır. Üretimle birlikte gelen yerleşik yaşam, köylerin ve giderek kentlerin kurulmasına yol açmıştır. Geç Neolitik dönemin sonlarında Konya Ovası ve Göller Yöresi yerleşmeleri nedeni bilinmeyen birtakım yıkıcı felaketten olumsuz olarak etkilenmişlerdir. Birçok yerleşme yeri büyük yangınlardan sonra terk edilmiş, batıya taşınan Çatalhöyük gibi kimileri de yer değiştirmiştir.

M. Ö. 7300 -6750 yılları arasında yerleşmeye sahne olan Çayönü özellikle mimarisiyle dikkat çeker.

M. Ö. 7300 -6750 yılları arasında yerleşmeye sahne olan Çayönü özellikle mimarisiyle dikkat çeker. Dünyanın bilinen en iyi korunmuş ve en eski yerleşim yerlerinden biridir. Aşıklı Höyük günümüzden 10. 000/9. 000 yıl öncesine tarihlenen Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ'ın Orta Anadolu'daki büyük bir merkez yerleşmesini oluşturmaktadır. Tarım, toplayıcılık, avcılık, post ve deri işçiliğinin yanısıra obsidien, kemik, boynuz alet endüstrisi ve büyük olasılıkla ticaret, Aşıklı halkının uğraş alanları içindedir. Aşıklıhöyük’de evler gruplar halinde tek, iki veya üç gözlü olarak inşa edilmiş olup aralarında sokaklara rastlanmıştır. Göbekli. Tepe'deki buluntulardan, Neolitik Çağda yaşayan atalarımızın yalnızca yaşamda kalma savaşı vermedikleri, doğaüstü güçlerin ya da tanrıların varlığına inandıkları, dinsel törenler düzenlediklerini anlaşılmıştır. İnançları simgeleyen hayvan ve insan kabartmalarıyla süslü tapınaklar, dev boyutlu dikili taşlar bulunmuştur. Bu da uygarlığın, sanıldığı gibi, Filistin ya da Mezopotamya'da değil Anadolu'da doğduğunu göstermektedir. Erken Neolitik Çağ yerleşmelerinden en ünlüsü yaklaşık olarak 7000 -6500 yılları arasına tarihlenen Çatalhöyük’tür. Doğu Çatalhöyük’ün Erken Neolitik Çağ yerleşmesi 1000’den fazla konut ve 5 -6 bin kişiyi bulduğu söylenen nüfusuyla Yakındoğu’nun bilinen en büyük köy ya da kasabalarından biri durumundadır. Çatalhöyük’te ortaya çıkarılan en önemli bulgulardan biri de M. Ö. 6000 yılına tarihlenen dokuma parçasıdır. Dokuma kadar önemli başka bir uğraş da, neolitik Çatalhöyük’te sınırlı amaçlarla da olsa, bakır ve kurşunun kullanılmış olmasıdır. Bu durum, Çatalhöyük’ün, metal kullanmayan neolitik toplum tarımına uymayan bir örnek olduğunu göstermektedir. Geç Neolitik dönemin sonlarında Konya Ovası ve Göller Yöresi yerleşmeleri nedeni bilinmeyen birtakım yıkıcı felaketten olumsuz olarak etkilenmişlerdir. Birçok yerleşme yeri büyük yangınlardan sonra terk edilmiş, batıya taşınan Çatalhöyük gibi kimileri de yer değiştirmiştir.

(M. Ö. 5. 000 - 3. 000 arası) Taş aletler yanında bakırın da kullanılmaya

(M. Ö. 5. 000 - 3. 000 arası) Taş aletler yanında bakırın da kullanılmaya başlamasından dolayı Bakır. Taş Çağı olarak da adlandırılan bu çağda bölgesel özellikler hakimdir. Gelişkin tarım ve hayvancılık, insanın sosyal yapısındaki değişimleri giderek çabuklaştırmıştır. Yöneticiler, din adamları, çeşitli zanaatçılar gibi farklı grupların yanısıra anıtsal mimari, savunma ve sulama sistemleri, uzak mesafe ticareti ile lüks/prestij maddelerinin ticareti gelişmiştir.

Anadolu’da bugüne kadar tanınan en gelişmiş Erken Kalkolitik kültür Hacılar’da karşımıza çıkmaktadır. Evler arasındaki

Anadolu’da bugüne kadar tanınan en gelişmiş Erken Kalkolitik kültür Hacılar’da karşımıza çıkmaktadır. Evler arasındaki dar sokakları ve yerleşmenin etrafını çevreleyen kerpiç koruma duvarı ile Hacılar bir kent görünümündedir. Bitişik düzendeki evlere geniş avludan açılan kapılardan girilir. Evlerdeki geniş mekanlarda küçük bir kutsal alan, işlik, kuyu ve çanak çömlek atölyeleri bulunmaktadır. Oval ağızlı kaseler, küre gövdeli çömlekler, iri vazolar, dikdörtgen çanaklar, küpler ve testiler değişik kap formları arasındadır. Neolitik Çağın devamı olan pişmiş toprak tanrıça heykelciklerinin çoğu oturur durumda ve daha şematik olarak yapılmıştır. Taş, kemik ve az sayıdaki bakır eşya da aynı geleneğin devamıdır. Geç Kalkolitik Çağın Batı Anadolu’daki önemli yerleşme birimlerinden biri de Beycesultan’dır. Yapıların içinde duvarlara destek görevi yapan payeleri, ocak yerleri, duvar kenarlarında sekileri, içleri sıvalı silo / erzak bölümleri bulunmaktadır. Beycesultan’da bir çömlek içinde ele geçmiş olan gümüş yüzük, bakır aletler, hançer parçası ve üç iğne maden aletler bakımından önemli bir grubu oluşturur. Alişar ve Alacahöyük’de dikdörtgen planlı kerpiç yapılara ait kalıntılar ve kahverengi, siyah, koyu gri renklerde çanak çömleklere rastlanmıştır. Tek renkli olan seramiklerin bazısı çizi ya da oyma bezeklidir. Kap formları arasında meyvelikler, maşrapalar ve küpler çoğunluktadır. Konya Ovasını Çukurova’ya bağlayan doğal yol üzerindeki konumu gereği Canhasan, bu bölgeler arasındaki ticari ve kültürel bağlantıyı sağlayan bir yerleşim yeri durumundadır. Hacılar’a benzer dikdörtgen planlı evlerin duvarları geometrik motifli resimlerle bezelidir. El yapımı, ince çeperli seramik krem ya da devetüyü astarlıdır. Bakırdan bir bilezik, topuz ya da asa başı ile bazı bakır parçalar Canhasan’ın önemli bakır buluntuları arasında yer alırlar.

(M. Ö. 3. 000 - 2. 000 arası) Erken Tunç Çağı, üzerinde tapınak ve

(M. Ö. 3. 000 - 2. 000 arası) Erken Tunç Çağı, üzerinde tapınak ve idari binaların da bulunduğu organize, tahkimli, bağımsız şehir devletlerinden oluşan bir dönemi kapsar. Sosyal, dinsel ve teknolojik değişime tanıklık eder. Bu yeni dönem, önceki çağların tarım hayvancılık, dokumacılık, çömlekçilik gibi buluşlarına, daha güçlü silahların üretilmesine, daha ince süs eşyalarının yapılmasına olanak veren bakır ve kalay alaşımı olan tuncun keşfini eklemiştir. Bakırın kalay ile karıştırılarak tuncun elde edilmesi dönemin madenciliği açısından önemli bir gelişmedir. Bu dönemin en önemli teknolojik buluşu kağnı biçimindeki dört tekerlekli arabadır.

Erken Tunç I, III olarak incelenen bu evrenin ilk döneminde daha çok, Kalkolitik dönemin

Erken Tunç I, III olarak incelenen bu evrenin ilk döneminde daha çok, Kalkolitik dönemin tarıma dayalı köy kültürü sürdürülmektedir. Bronz alet kullanımı çok yaygın değildir. Yapılar yine taş temeller üzerine kerpiçten megaron planlı olarak inşa edilmiş olup, bazı yerleşim alanlarının etrafı bir surla çevrilmeye başlanmıştır Ölüler artık yerleşim alanı dışına, ölü armağanlarıyla birlikte ve bacaklar karına çekik durumda gömülmektedir. Çağın inanışlarındaki bir başka özellik de daha çok Batı Anadolu'da rastlanan keman biçimli mermer idollerdir. Anatanrıça'yı temsil eden bu idoller eski dönemin gerçekçi figürinlerinin aksine tümüyle soyutlaşmışlardır. Bu evrede Anadolu'da yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan en önemli yerleşim yerlernden biri Troia’dır. Savunma için kent stratejik bir noktada kurulmuştur. Yapı katlarının ortasına, yöneticinin sarayı kondurulmuştur. Troia’lıların evleri de onun çevresine sıralanmıştır. Temelleri taştan, üst kısımları kerpiçten olan bu evlerde yatılacak sedirler bulunmaktadır. Yiyeceklerin saklandıkları çukurlar ile masaya benzer yükseklikler de onları tamamlamıştır. Erken Tunç II, Orta Anadolu'da güçlü beyliklerin ortaya çıktığı bir dönemdir. Bunlar içinde Alacahöyük'ün özel bir yeri vardır. Alacahöyük'ün en önemli özelliği Kral Mezarları olarak adlandırılan 13 gömüdür. Mezar armağanları Troia hazineleriyle çağdaş olup benzer nitelikte altın, gümüş, elektrum, tunç ve demirdendir. Erken Tunç II döneminin sonlarında Batı ve Güney Anadolu'da büyük yangın izlerine rastlanmıştır. Birçok yerleşimin ıssızlaşması bu ortak felaketle ilgili görülmektedir. M. Ö. 2300 yıllarında ortaya çıkan bu felaketten sonra Erken Tunç III evresine gelinir. Yerleşim yerleri önceki dönemin özelliklerini küçük farklarla sürdürmelerine rağmen çoğu küçük birer köy niteliğindedir. Dikkat çekici bir gelişme görülmeksizin 500 -600 yıl kadar yaşayan bu köysel yerleşimler M. Ö. 1700 yıllarında son bulmuştur.

(M. Ö. 2. 000 - 1. 750 arası) M. Ö. 2. binin başlarında Tunç

(M. Ö. 2. 000 - 1. 750 arası) M. Ö. 2. binin başlarında Tunç Çağının orta dönemine girilir. Orta Tunç Çağı, aynı zamanda Asur Ticaret Kolonileri çağı ve Eski Hitit Çağı olarak adlandırılır. Bu dönemin başlangıcı aynı zamanda Anadolu’da yazılı tarihin ve Orta Tunç Çağı’nın başlangıcıdır. M. Ö. 1960 yıllarında Kuzey Mezopotamya’daki Eski Asur Devleti, Anadolu ile gelişmiş bir ticaret sistemi kurmuştu. Bu dönemde Anadolu’da büyük grubunu Geç Hattiler’in oluşturduğu feodal şehir krallıkları egemendi.

Orta Tunç Çağı döneminde Asur'dan gelen tüccarlar sayesinde Anadolu'da ticaret ‘karum’ denilen ticaret merkezleri

Orta Tunç Çağı döneminde Asur'dan gelen tüccarlar sayesinde Anadolu'da ticaret ‘karum’ denilen ticaret merkezleri kurulmuştur. Bunların başında merkez pazar olan Kültepe’de aşağı şehirde kurulmuş Kaniş Karum’u gelmekteydi. Anadolu Karumlarının hepsi Kaniş Karum’una, o da Asur’a bağlı idi. Mezopotamyalılar Asur’un öncülüğünde Kuzey komşuları ile geniş ve sistemli ticari ilişkiye girmişlerdi. Asurlu tüccarlar Anadolu'ya kalay ve kumaş getirmişler, Anadolu'dan gümüş, altın, işlenmiş bakır götürmüşlerdir. Beraberlerinde Anadolu’ya yabancı olan dillerini, çivi yazılarını ve silindir mühür geleneğini de getirmişlerdi. Böylece, Anadolu İ. Ö. 1950 yıllarından itibaren yazılı tarih çağlarına girmiş oldu. Kültepe'de bulunan çivi yazılı tabletlerin sayısı 20. 000'i bulmaktadır. Asur Ticaret Kolonileri Çağında yerli krallar tarafından yönetilen ve ticaretin de başkenti olan Kaniş karumunda ele geçen çivi yazılı belgeler devrin politik, ekonomik ve sosyal yaşamı hakkında önemli bilgiler vermektedir. Edindiğimiz bilgiler ışığında, Mezopotamya kanunlarının aksine, bu devirde Anadolu'da kadın için başlık parası ödenmediği, kadına boşanma hakkı tanındığı görülmektedir. Kadınlar ticari işlerde faal bir şekilde yer alır, kendi adlarına mülk edinebilirlerdi. Kadınların sahip oldukları tüm bu haklar, o çağ Anadolu toplumun anaerkil bir yapı gösterdiğini düşündürmektedir. Koloni Çağı’nın sonlarında Kültepe Karum’u Orta Anadolu’nun birçok yeriyle birlikte M. Ö. 1725 yıllarında bir yangınla son bulmuştur. Olasılıkla yerli beyler arasındaki çekişmelerden kaynaklanan bu olaylardan sonra Hitit Devleti belirmeye başlamıştır.

(M. Ö. 1750 -1200 arası) Geç Tunç Çağı, başkenti Boğazköy-Hattuşa olan Hitit İmparatorluğu'nun dönemidir.

(M. Ö. 1750 -1200 arası) Geç Tunç Çağı, başkenti Boğazköy-Hattuşa olan Hitit İmparatorluğu'nun dönemidir. Hititler, Asurluların Anadolu’ dan çıkmak zorunda kalmasıyla devlet idaresini ellerine almışlar ve Anadolu’nun yerli halkıyla kaynaşıp Hitit Devleti’ni kurmuşlardır.

Hitit tarihi M. Ö. 1650 - M. Ö. 1450 Eski Krallık Devri ve M.

Hitit tarihi M. Ö. 1650 - M. Ö. 1450 Eski Krallık Devri ve M. Ö. 1450 - M. Ö. 1200 İmparatorluk Devri olmak üzere iki safhada incelenir. Hitit Devleti'nin kuruluşundan itibaren, sanattaki Mezopotamya'lı unsurlar kaybolarak, Anadolu'nun yerli sanatıyla birleşmiştir. Sanatta, boyutları büyümüş anıtsal eserler ortaya çıkmıştır. Mabetler, saraylar, sosyal yapılar, kaya kabartmaları ve orthostatlarla (bina cephelerinde alt sırada yer alan kabartmalı taşlar) önceki sanattan ayrılır. Kentlerinin ortak özellikleri, belirli aralıklarla inşa edilen kulelerle donatılmış, sağlam sur duvarlarıdır. Şehirler sur duvarları, merdiven ve yeraltı tünelleri ile donatmışlardır. Kent kapıları sabah açılır akşam kapatılırdı. Düşman tehlikesinde hayvanlar da sur içine alınırdı. Hiti mimarlığının en büyük özelliği asimetrik oluşudur. Yapılarının dış ve iç düzenlerinde simetri kullanmamışlardır. Evler kerpiçten ve birbirlerine bitişik ve düz damlı yapılırdı. Isınma, pişirme ihtiyacı ocaklar ve fırınlar vasıtasıyla gideriliyordu. Sokağa açılan kapıdan etrafında odalar olan bir avluya giriliyordu. Cadde ve sokaklar bir arabanın geçebileceği genişlikte idi. Sokaklarda çöp çukurları bulundu. I. Şippiluliuma (M. Ö. 1380 -1345) idaresinde Hititler en parlak dönemlerini yaşadılar. Babil ve Mısır'la birlikte döneminin üç büyük devletinden biri oldular. Mutavalli (M. Ö. 1315 -1282) Hitit İmparatorluğunun en büyük ve en başarılı krallarından biridir. Kadeş Savaşında Mısır Kralı II. Ramses’i büyük bir yenilgiye uğratmıştır. Bu savaşla ilgili bilgiler Karnak, Luxor, Abydos, Ramasseum tapınaklarının duvarlarında kazılıdır. Mısır yazılı kaynakları, Hititlerin casusluk ve haber alma teşkilatının mükemmel, ani baskın taktiklerinin ustalıklı olduğunu yazarlar. Bu savaş sonucu Ramses geri çekilmiş, Hititler şam'a kadar dayanmış ve bu bölgeyi talan etmişlerdir. Suriye ve Amurru devletlerinde Mısır egemenliği sona ermiş, Hitit egemenliği başlamıştır. Büyük Hitit Krallığı döneminin sonunda, takriben 1200 yıllarında batıdan gelen ve Deniz Kavimleri diye adlandırılan toplulukların istilası ile Hitit İmparatorluğu son bulmuş ve Hititler yaşamlarına şehir beylikleri halinde devam etmişlerdir.

(M. Ö. 1200 -700 arası) M. Ö. 1200’lerde batıdan gelen Ege Göçleri'nin saldırılarından kurtulabilen

(M. Ö. 1200 -700 arası) M. Ö. 1200’lerde batıdan gelen Ege Göçleri'nin saldırılarından kurtulabilen Hititler güney ve güney - doğu Toroslar’ın dağlık bölgelerine çekilerek yaşamışlar ve her biri birbirinden bağımsız kent krallıkları kurmuşlardır. Bundan sonra bir daha merkezi bir Hitit Devleti kurulamamış, Hitit geleneği, bu Hitit Beylikleri tarafından Asurlular’ın sürekli saldırıları ile tarih sahnesinden silindikleri devir olan M. Ö. 700 yıllarına kadar devam ettirilmiştir.

Büyük Hitit İmparatorluğu zamanından beri en önemli merkezlerden biri Gaziantep'te bulunan Kargamış olmuştur. Bu

Büyük Hitit İmparatorluğu zamanından beri en önemli merkezlerden biri Gaziantep'te bulunan Kargamış olmuştur. Bu dönemde Hitit krallık ailesinden vasal krallar tarafından yönetilen Kargamış, Hitit İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bir Geç Hitit Devleti olarak varlığını sürdürmüştür. Bu merkezin en önemli tanrıçalarından biri de Kubaba'dır. Burada büyük saygı gören Kubaba daha sonra Anadolu'da Kybele adıyla yaşayacaktır. Geç Hitit şehirlerinin etrafı sularla çevrili olup bu şehirlerde idari ve dinsel işlevli anıtsal yapılar, yerleşmenin tepesinde ek bir savunma sistemiyle korunan ana bölümü oluşturmaktadır. Kentler, sarayları, caddeleri, anıtsal merdivenleri ve meydanları ile birlikte bir bütün olarak planlanmıştır. Saraylar, çoğunlukla bir avlu çevresine yerleştirilmiş birbirlerini bütünleyen yapılardan oluşmuştur. Hilani adı verilen, girişi sütunlu, dikdörtgen planlı bu yapılar dönemin özgün bir mimarlık örneğidir. Zamanla Asur etkisine giren Geç Hititler sanatının son evresinde iki yenilik görülür. Bunlardan birisi dönemin özgün mimarlık örneği olan hilani denilen girişi sütunlu, dikdörtgen planlı malikane tarzı yapılardır. Diğeri ise kabartmalı ve üzerinde yazıların yer aldığı mezar stelleridir. Steller üzerindeki figürler, Geç Hitit devlerinde toplumun sınıflı olduğunu ve en azından elit kesimin okur-yazar olduğunu gösterir. Geç Hitit şehir krallıkları kültürünün ortak bir karakteri de Hitit hiyeroglif yazısıdır. Artık Hitit çivi yazısının kullanılmadığı bu devir kabartmalarında Hitit hiyerogliflerinin yer aldığı görülmektedir.

(M. Ö. 900 -600 arası) Urartular M. Ö. I. binin başlarında Van Gölü çevresinde

(M. Ö. 900 -600 arası) Urartular M. Ö. I. binin başlarında Van Gölü çevresinde bir devlet kurmuşlardır. Urartu toprakları yüksek ve kayalık dağlarla çevrili düzlüklerden, platolardan, dar ve derin vadilerden meydana gelmiştir. Urartu tarihinin önemli bir bölümü güneydeki büyük düşman Asur ile mücadeleye odaklanmıştır.

Doğu Anadolu’nun sert doğa koşullarına uymak zorunda kalan Urartular hayvancılık ve ziraatte başarılı olmuşlardır.

Doğu Anadolu’nun sert doğa koşullarına uymak zorunda kalan Urartular hayvancılık ve ziraatte başarılı olmuşlardır. Doğu Anadolu Bölgesi hayvan yetiştirilmesine uygun olduğu kadar ziraate de elverişli ovalara ve zengin maden filizlerine sahiptir. Bölgenin bu doğal zenginlikleri, Mezopotamya kavimlerinin eski zamanlardan beri dikkatini çekmiştir. Bundan dolayı bu topraklar sık Asur akınlarına uğramıştır. Bu akınlara karşı koymak zorunda kalan Urartular İ. Ö. I. binin başlarında birleşerek merkezi bugünkü Van (Tuşba) olan Urartu Devletini kurmuşlardır. Urartular Asur etkisinden kendilerini kurtaramamışlar ve başlangıçta onların dilini, yazılarını kullanmışlardır. Çivi yazısını kullanmış olan Urartular’ın dillerini okumak, ele geçen Asur ve Urartu dillerinde yazılmış iki yazıt ile bu dili çözmek mümkün olmuştur. Ele geçen Urartu çivi yazılı tabletleri sayıca çok az olup kontrat ve mektuplardır. Urartular’ın en önemli kitabeleri taş levhalar üzerinde bina bloklarında veya kayalar üzerindedir. Bunun yanında Hitit hiyeroglifine benzeyen bir çeşit resim yazısını da kullanmışlardır. Urartu çivi yazılı belgelerde Urartu krallarının kazandıkları zaferlerden, ele geçirdikleri esir ve ganimetlerden, inşa edilen sulama kanalları, kaleler ve mabetlerden söz edilmektedir. Büyük su kanalları, suni göller yapan, araziyi sulamada ve bataklıkları kurutmada büyük başarı elde eden Urartular’ın bütün bu özelliklerini Asurlular’ın bırakmış oldukları belgeler de doğrulamaktadır. Asur kralları Urartu topraklarının bereketinden, mabet ve resmi depolarının zenginliğinden metinlerinde söz etmişlerdir. Urartular, yaptırdıkları baraj ve sulama kanallarıyla, Doğu Anadolu Bölgesi'nde ilk kez sulamaya dayalı modern tarımı başlattılar. Halen, bölgede bulunan sulama tesislerinin %12'si, geçirdiği küçük onarımlarla 2800 yıldan beri çalışmaya devam etmektedir.

(M. Ö. 700 -550 arası) Frigler, Ege Göçleri ile Anadolu’ya gelen Balkan kökenli boylardan

(M. Ö. 700 -550 arası) Frigler, Ege Göçleri ile Anadolu’ya gelen Balkan kökenli boylardan biridir. Ancak siyasi bir topluluk olarak ilk defa MÖ 750’den sonra ortaya çıkmışlardır, Kral Midas döneminde ise (MÖ 725 -625) bütün Orta ve Güneydoğu Anadolu’ya egemen, güçlü bir krallık düzeyine ulaşmışlardır Uygarlık ve sanatta ileri bir düzeye erişen Friglerin maden ve ağaç işçiliğinde, dokumacılıkta üretikleri eserler Hellen dünyasında beğeni kazanmış ve Hellenli ustalar tarafından taklit edilmişlerdir.

Frig mimarisinin ve mühendisliğinin en önemli ürünü M. Ö. 8. yy’da inşa edilmiş olan

Frig mimarisinin ve mühendisliğinin en önemli ürünü M. Ö. 8. yy’da inşa edilmiş olan başkent Gordion’daki kaledir. Kale, 400 yıl kadar ayakta kalmıştır. Kalenin anıtsal bir kale kapısı vardı. Kalenin içinde ise megaron denilen dikdörtgen yapılar ve krallık sarayı bulunuyordu. Yapıların içinde çakıl taşı mozaik döşemeleri vardı. Frigler bu bezemeci döşeme yönteminin mucididirler. Frigler maden ve ağaç işlemeciliğinde de gelişmişlerdi. Kazılarda makara kulplu bronz tabaklar, kazanlar, altın, gümüş ve bronz yaylı çengelli iğneler, değerli madenlerden giysi kemerleri, tokalar ve zengin bezemeli dokuma ürünleri, ahşaptan ve seramikten hayvan heykelcikleri ve geometrik desenlerle süslü ev eşyaları bulunmuştur. Özellikle çengelli iğne (fibula) yapımında kullandıkları teknolojinin o döneme göre çok ileri olduğu görülür. Frigler dokumacılıkta çok ustaydılar. Günümüzde Anadolu kilimlerindeki ve diğer Türk devletlerindeki binlerce yıllık motiflerin, Frig Motifleri'nde de var olmasının nedeni, halen çözülememiştir. Friglerin müzik alanında da ileri oldukları ve birçok müzik aleti geliştirdikleri bilinmektedir. Frig kültürünün en önemli özelliği ise tümülüslerdir. MÖ 8. yüzyıl başlarından MÖ 6. yüzyıl ortalarına kadar kullanıldıkları sanılan tümülüslerin büyük bölümü Gordion’dadır. Bu yığma toprak mezarları kentin sırtlarında yeralır ve sayısı 100’e yaklaşır. Friglerden önce bu yapılar Anadolu’da görülmemiştir. Frigya tümülüslerindeki mezar odalarının ahşap yapısı çok ileri bir tekniğin eseridir. Ölüler önceleri yakılmadan ahşap sedirler üzerine uzatılmış, MÖ 7. yüzyılın sonlarından itibaren de, Yunanistan’dan gelen etkilerle yakılmaya başlamıştır. Ahşap mezar odasına ölü ve ölü armağanlarının bırakılasından ve ahşap çatının kapatılmasından sonra, odanın üzeri büyük bir yığma tepeyle örtülmüştür. Kafkaslar üzerinden Doğu Anadolu’ya giren Kimmerlerle yapılan savaş sonunuda Frigya tamamen tahrip olmuştur. Batıya kaçan Frigler, küçük beylikler halinde bir süre daha varlıklarını sürdürürlerse de Lidyalıların egemenliğine boyun eğmişlerdir.

(M. Ö. 700 -550 arası) M. Ö. 7. yy’ın ilk yarısı içinde birdenbire parlayan

(M. Ö. 700 -550 arası) M. Ö. 7. yy’ın ilk yarısı içinde birdenbire parlayan Lidya Krallığı, Önasya dünyasının en ilginç kültürlerinden biridir. Bu krallık ne tam anlamıyla doğulu, ne de tam anlamıyla batılı devletlere benzemekte olup her iki bloğun siyasal ve kültürel etkilerinden oluşmuş yeni bir Anadolu Krallığıdır. Lydia devletinin M. Ö. 546 yılında son bulmasıyla İranlılar(Persler) Ege Denizi kıyılarına kadar tüm Anadolu’yu ellerine geçirmişlerdir.

Lydia hayvansal, bitkisel ve madeni kaynaklar açısından çok zengin bir bölgede yer almaktaydı. Dağları

Lydia hayvansal, bitkisel ve madeni kaynaklar açısından çok zengin bir bölgede yer almaktaydı. Dağları sık ormanlarla kaplıydı, vadilerinde buğday yetiştirilmekte, büyük hayvan sürüleri otlatılmaktaydı. Nitekim Lydialılar sonradan süvari birlikleri ile ün kazanmışlardır. Başkent Sardes, Lidyalılar tarafından yapılmış olan ünlü Kral Yolu’nun başlangıcıdır. Kral Yolu doğuya doğru Asur Ülkesini geçerek Babil’e varmakta, buradan ikiye ayrılarak İpek Yolu ile beraber gitmekte ya da doğuya devam ederek Persepolis’e ulaşmaktaydı. Lydia’nın Anadolu’daki uygarlığa katkısı daha çok ekonomi dalında olmuştur. Altın sikkeler basarak ticaretteki değiş-tokuş usulünü değer ekonomisine çevirmişlerdir. Lydia'nın insanlık tarihine en büyük katkısı "para"yı icat etmiş olmalarıdır. Başkent Sardes'in içinden geçen Pactalos Irmağı'nın alüvyonlarında doğal olarak bulanan altıngümüş karışımı "elektron" madeninden basılan ilk sikkelerin üzerinde Lydia Krallığının arması olan aslan başı bulunuyordu. Sikke basımının daha iyi bir duruma gelmesi ve elektron yerine altın ve gümüşten ayrı olarak sikke basımı Kral Kroisos zamanında ortaya çıkmıştır. Kroisos döneminde (MÖ 560 -547) Lİdya devleti zenginliğinin ve kültürel gelişiminin doruğuna ulaşmıştır. Dillere destan zenginliğin kaynağı, bağlı bölgelerden alınan haraçlar, ticari gelirler ve ülkenin doğal zenginliklerinden oluşuyordu. Lydia devletini gücünün doruğuna ulaştıran Kroisos'un adı şaşaalı zenginlik ifade eder tarzda, hem Batı kültürlerinde hem de Karun şeklinde Doğu kültürlerinde efsaneleşmiştir. Lydia soyluları ölülerini, Friglerdeki gibi tümülüslere gömüyorlardı. Bu tümülüsler Sardes’in kuzeyinde Marmara Gölü kıyısında yer alırlar. Bunlardan 355 m. çapında ve 61 m. yüksekliğindeki tümülüs Anadolu’daki en yüksek yığma mezar örneğidir.

(M. Ö. 1000 -600 arası) İyon Şehirleri, ticaret yollarının bitiş noktasında bulunmaları, tarım ve

(M. Ö. 1000 -600 arası) İyon Şehirleri, ticaret yollarının bitiş noktasında bulunmaları, tarım ve deniz ticareti sayesinde zenginleşmeleri sonucunda kültürel ve bilim yönüyle Anadolu medeniyetlerinin en gelişmişini oluşturmuşlardır. M. Ö. VIII. -VII. ve VI. yüzyıllarda en parlak devrini yaşayan İyon uygarlığı, V. yüzyılda Atina uygarlığının doğmasında önemli rol oynamıştır.

İyonyalıların siyasal yapılanmaları bağımsız şehir devleti şeklinde idi. Şehir devletlerinin temsilcileri "Panionion" adlı kutsal

İyonyalıların siyasal yapılanmaları bağımsız şehir devleti şeklinde idi. Şehir devletlerinin temsilcileri "Panionion" adlı kutsal alanda dini ve siyasi amaçlar için dönemsel olarak toplanmakla birlikte, hiçbir zaman ortak bir siyasi yapıda bir araya gelmediler. Tüm Karadeniz, Kuzey Ege, Güney İtalya ve Sicilya sahillerinde çok sayıda koloni kurarak Akdeniz havzasındaki ticari üstünlüklerini geliştirdiler. Amasra, Sinop, Trabzon, Batum, Kefe, Varna, Enez, Napoli, Sirakuza, Marsilya, Nis gibi birçok kent ilk kez İyonyalılar tarafından kolonize edilmiştir. Ön Asya ve Akdeniz ticaret yollarının kavşak noktasında bir ülke olmaları bilim ve kültür alanında ileri gitmelerinin en önemli nedenidir. Bunun yanı sıra merkezi otoriteye bağlı olmayan bağımsız kentler olarak örgütlenmeleri, özgür düşünce geleneğinin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. İyonya’da tıpta Hipokrat, tarihte Herodot, felsefe'de Diyojen, Herakleitos, matematikte Pisagor, Thales gibi bilim adamları yetişmiştir. Milet'li Anaksagoras İyonya felsefe ekolünü Atina'ya taşıyarak, Eflatun ve Aristoteles'in öncüsü olmuştur. Samos'taki Hera Tapınağı, Efes'teki Artemis Tapınağı ve Didim'deki Apollon Tapınağı, M. Ö. 560 dolayında inşa edildiler. Daha sonra yeniden inşa edilerek erken döneme ait izlerini kaybeden bu üç yapı, Batı mimarisinin başlangıç noktası olarak kabul edilir. İyonyalılar dönemlerindeki özgür ve halkın haklarını koruyan yönetimleri sayesinde baskı altında kalmadan bilim, ticaret vb. şeylere yönelmişlerdir. Bu yaptıkları şeylerle dönemlerinde gelişmiş bir devlet olmuş ve gelecekteki çoğu özgür devletin kurucusu olmuşlardır. İyonya dönemindeki halkı baskı altına almayan çok az sayıdaki ülkeden biridir.

(M. Ö. 550 -330 arası) Lidya hakimiyeti M. Ö. 546 yılında Persler tarafından yıkılmış

(M. Ö. 550 -330 arası) Lidya hakimiyeti M. Ö. 546 yılında Persler tarafından yıkılmış ve Anadolu Pers egemenliği altına girmiştir. Bu dönemde Anadolu’da var olan sanatta Pers etkileri görülmeye başlar. Greko - Pers stili sanat eserlerinin yaratıldığı bir ortam oluşur. M. Ö. 4. yüzyıl sonlarında, Makedonyalı Büyük İskender, Pers egemenliğine son vermiş ve Anadolu’da Helenistik Dönem başlamıştır.

Persler hakimiyetleri altına aldıkları Anadolu’yu ‘Satrap’ adını verdikleri valilerce yönetmişlerdir. Pers İmparatorluğu'nun güç kaybettiği

Persler hakimiyetleri altına aldıkları Anadolu’yu ‘Satrap’ adını verdikleri valilerce yönetmişlerdir. Pers İmparatorluğu'nun güç kaybettiği dönemlerde Anadolu'da bulunan satrapların bağımsız hareket ettikleri ve güçlü ordular kurdukları bilinen bir gerçektir. Zaman zaman isyanlar olsa da bu isyanlar çok büyük tehdit oluşturmamıştır. Pers yönetimi, yönetimi altındaki halkları, dinlerine, sanatlarına ve kurumlarına saygı göstererek, vergiye bağlama dışında özgür bırakmıştır. Pers İmparatorluğu hakimiyetindeki Anadolu’da en önemli satraplık, Mausollos zamanında başkenti Halikarnas ile Karya satraplığıdır. Karya ülkesi, vergilerini ödeme dışında hiçbir Pers etkisini kabul etmeyerek bağımsız bir krallık gibi hareket etmesi ile de bilinir. Lidya başkenti Sardes’ten başlayarak Pers İmparatorluğunun kalbi Persopolis’i kadar giden Kral yolu Persler tarafından haberleşme ve istihbarat konularında çok etkin bir biçimde kullanılmıştır. Hatta Perslerin Anadolu’da var olan bu eski yolu tamir edip yenileyerek kullandıkları unutulmuş ve Kral Yolu Perslere maledilmiştir. Persler döneminde Anadolu'da liman şehirleri gelişmiş ve zenginleşmiştir. Zengin satrap ailelerinin kullandıkları altın sikkeler ve süs eşyaları Anadolu’nun çeşitli yerlerinde karşımıza çıkmaktadır. Perslerin Anadolu’ya egemen oldukları 200 yıldan fazla süre boyunca buradaki kent devletleri kendi paralarını basmışlardır. Anadolu'da çok önceden itibaren kurulmuş yüksek ve kalıcı uygarlık, Pers etkisini azaltmış; Pers kültürü Anadolu'ya egemen olamamıştır. M. Ö. 4. yüzyıl sonlarında, Makedonyalı Büyük İskender, Pers egemenliğine son vermiş ve Anadolu’da Helenistik Dönem başlamıştır.

(M. Ö. 330 -30 arası) Hellenizm, iki kültür öğesinin, Grek ve Önasya kültürlerinin karışıp

(M. Ö. 330 -30 arası) Hellenizm, iki kültür öğesinin, Grek ve Önasya kültürlerinin karışıp kaynaşmasıyla oluşmuştur. Büyük İskender’in M. Ö. 330’da Perslerin başkenti Persepolis’i işgaliyle Pers Dönemi sona ermiş, Helenistik Dönemde Anadolu’nun büyük bir bölümü Pergamon(Bergama) Krallığının etkisi altına girmiştir. PERGAMUM KINGDOM

Yazılı belgelerde Bergama'dan ilk kez M. Ö. 4. yüzyılın başlarında söz edilir. Başkent olduğu

Yazılı belgelerde Bergama'dan ilk kez M. Ö. 4. yüzyılın başlarında söz edilir. Başkent olduğu dönemde saray, tapınak, tiyatro gibi yapılar inşa edilmiş, kent kule ve surlarla çevrilmiştir. Krallık, Roma'ya bağlandıktan sonra da Batı Anadolu'nun sayılı kentlerinden biri olarak kalmıştır. M. Ö. 283'te bağımsız bir krallık olan Bergama , 150 yıl süresince tarih, kültür ve ticaret merkezi olarak var olmuştur. Büyük iskender'in ünlü hazinesini Bergama Kalesi'nde saklaması nedeniyle, çeşitli krallıkların ve medeniyetlerin fethedilecek yer olarak gördüğü kent, sürekli ilgi odağı olmuştur. Bergama Krallığı zamanında Bergama dünyanın sayılı bilim ve kültür merkezi olmuştu. MÖ 2. yüzyılda İskenderiyeli bilim adamları Bergama’ya yerleşti ve 200 bin rulo yazma yapıtın bulunduğu dünyanın ikinci büyük kütüphanesi burada kuruldu. Bu kütüphanedeki bütün eserler Antonius tarafından M. Ö. 41 de Kleopatra’ya armağan edilmek üzere Mısır’a kaçırıılmıştır. M. Ö. 2. yy. da Mısırlılar Papirus satışını durdurunca, Bergamalılar keçi derisinden yazı malzemesi üretmeye başladılar. Dünyaya ‘parşömen’i armağan ederek büyük bir çığır açan, Bergamalılardır. II. Eumenes döneminde Bergama krallığı Trakya'dan Toros'lara Ege denizi'nden Kızılırmak'a kadar sınırlarını genişletmiştir. 38 yıl süren krallığı döneminde Bergama en parlak dönemini yaşamıştır. Bergama'daki tüm kalıntılar bu döneme aittir. Günümüz Pamukkale’si yakınlarındaki Hierapolis antik kenti de bu dönemde yapılmıştır. Onun ölümünden sonra Attalos (M. Ö. 159 -138) ve III. Attalos (M. Ö. 138 -133) krallığın kültürel gelişimini sürdürmüşlerdir. Bu dönemde Antiokheia (Antakya) ile Alexandrai (İskenderiye) şehirleri Pergamon’un rakibi durumuna gelmişlerdir. III. Attalos’un ölümünden sonra vasiyetinde Pargamon Krallığını Roma’ya bırakmış, ölümünden sonra Bergama Krallığı toprakları üzerinde “Proivincia Asia” adı altında bir Roma eyaleti kurulmuştur.

(M. Ö. 30 – M. S. 395 arası) Bergama kralı III. Attalos'un ölümüyle Anadolu'da

(M. Ö. 30 – M. S. 395 arası) Bergama kralı III. Attalos'un ölümüyle Anadolu'da Roma dönemi başlar. Roma döneminde Anadolu kentleri, özellikle Bergama ve Efes, yeni bir kimlik kazanmış, sadece batı Anadolu kıyıları değil tüm Anadolu bu zaman içinde yollar ve tapınaklarla donatılmıştır. Anadolu’daki Roma Dönemi, 395 yılında Roma İmparatorluğunun Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasıyla son bulmuştur.

Bergama’nın vesayet yoluyla ve ‘Proivincia Asia’ adı verilerek Roma Eyaleti olmasının ardından M. Ö.

Bergama’nın vesayet yoluyla ve ‘Proivincia Asia’ adı verilerek Roma Eyaleti olmasının ardından M. Ö. 75 yılında Bithynia ve M. Ö. 25’te de Galatia aynı yolla Roma İmparatorluk eyaleti haline gelmişlerdir. Roma eyaletleri kah savaş, kah anlaşma yoluyla tüm Doğu ve Batı Akdeniz dünyasına hakim olmuş ve MÖ 27 yılında başa geçen Augustus ile de imparatorluğa dönüşmüştür. Anadolu bu çağda, köklü geçmişinin ve kültür birikiminin de yardımıyla, Roma Çağı'na ayak uydurmuş ve politik bağımsızlığı olmamasına rağmen, sanatını devam ettirmiştir. Çeşitli ekollerin oluştuğu heykel sanatı Romalılarca çok sevilen portre sanatına kolaylıkla uymuş ve kesintisiz Bizans Çağı içlerine kadar sürmüştür. Anadolu'lu sanatkarlar sadece mermeri değil, bronz ve fildişi gibi malzemeleri de gayet ustalıkla işlemişlerdir. Roma’nın en önemli eyaletlerinden biri olan Küçük Asya’nın batı kıyılarındaki kentler Roma Döneminde İtalya’daki Roma yerleşimleri kadar önemli kentlerdi. Bu dönemde Anadolu’da agora, gymnasium, tiyatro, kütphane, çeşme ve hamam gibi ticaret, bilim, kültür hizmeti sunan görkemli yapılara sahip kentlerin sayısı dikkate değer biçimde çoktu. Pergamon. Ephesos, Magnesia ad Maendrum, Miletos, Priene, Nysa, Hierapolis ve Aphrodisias Asia eyaletindeki önemli merkezler arasındaydı. Roma Dönemi, kendinden önce Anadolu’da yaşanmış olan uygarlıklar ve kültür mirasından yararlanmıştır. Mermer yatakları bakımından da çok zengin kaynaklara sahip olan Anadolu, Hellenistik Çağ'da başlayan muntazam kent uygulamasını, Roma Çağı'nda da devam ettirmiş, Aphrodisias, Ephesos, Perge ve Side gibi şehirleri mermer heykel ve mimari yapıtlarla donatmışlardır. Bunların dışında geleneksel Anadolu kültleri de hala devam etmektedir. Örneğin Neolitik Çağ'ın Ana Tanrıça'sı Kubaba, Kubaba bereketin sembolü olarak, Ephesos'da "Kybele" Kybele şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

(M. S. 330 -1453 arası) Roma İmparatorluğu'nun 395'te Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasıyla

(M. S. 330 -1453 arası) Roma İmparatorluğu'nun 395'te Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasıyla Merkezi Konstantinopolis (bugünkü İstanbul) olan ve Doğu Roma İmparatorluğu da denen Bizans İmparatorluğu bin yılı aşkın süre varlığını sürdürmüştür. Doğu Roma İmparatoru I. Konstantin (Büyük Konstantin), 330'da imparatorluğun başkentini Byzantion'a(İstanbul) taşımış ve yeni başkente, Constantinus'un kenti anlamına gelen Konstantinopolis (Constantinopolis) adını vermiştir. İmparatorluk topraklarının önemli bir bölümünü Anadolu oluşturmaktadır.

Bizans imparatorluğunun tarihi, gelip geçen imparatorların başarılarına ve karşılaştıkları güçlüklere göre yükselme ve gerileme

Bizans imparatorluğunun tarihi, gelip geçen imparatorların başarılarına ve karşılaştıkları güçlüklere göre yükselme ve gerileme devrelerine ayrılır. Başlangıçta eski Roma'da olduğu gibi imparator sülâleleri kısa ömürlü olmuş, İmparatorluğun son sekiz yüzyılında ise uzun ömürlü sülâleler başa geçmiştir. Bizans İmparatorluğu 7. ve 8. yüzyıllarda doğuda Müslüman ve Pers ordularının saldırısına uğrarken, batıda Slavların tehdidi altında kalmıştır. II. Basileios'tan sonra İtalya'da ve Balkanlar'da ayaklanmalar çıktı. Doğuda Büyük Selçuklular Anadolu'ya akınlar düzenlemeye başladı. 1075 yılında Anadolu Selçuklu Devletinin kuruluşundan sonra Konstantinopolis’e dayanan Selçuklular Bizans için önemli bir tehdit oluşturmaya başladılar. I. Haçlı Seferi’nde talep ettiği topraklara kavuşamayan Bizans, 4. Haçlı Seferi’nde başkentini kaybetme tehlikesiyle karşılaşmıştı. 1204'te Konstantinopolis'i ele geçiren Haçlılar, kenti yağmaladılar ve Latin İmparatorluğu kuruldu. Parçalanan Bizans İmparatorluğu'nun diğer yerleri Haçlı önderlerin yönetiminde Latin devletleri haline geldi. Haçlıların el koymadığı Bizans topraklarında ise İznik ve Trabzon İmparatorlukları gibi bağımsız küçük Bizans devletleri kuruldu. İznik İmparatorluğu ordusu 1261'de Konstantinopolis'e girip Latin İmparatorluğu egemenliğine son vermiştir. 1352’den sonra Bizans İmparatorluğu, Yunanistan'ın güneyindeki topraklar dışında, dört yanından Osmanlı topraklarıyla çevrilmiş bir ada haline geldi. 53 gün süren kuşatmanın ardından Konstantinopolis Osmanlıların eline geçti ve Bizans İmparatorluğu tarihten silindi. Bizans imparatorluğu altın çağını imparator jüstinianos döneminde yaşamıştır. Ünlü Ayasofya (M. S. 537) onun döneminde inşa edilmiştir. Aya İrini, Hora, Sergios ve Baküs kiliseleri ile Yerebatan ve Binbirdirek Sarnıçları diğer ünlü Bizans eserleridir.

(1071 - 1308 arası) Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi Büyük Selçuklu Devletinin sultanı Alparslan’ın Bizans imparatoru

(1071 - 1308 arası) Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi Büyük Selçuklu Devletinin sultanı Alparslan’ın Bizans imparatoru Romenos Diogenes‘e karşı 1071 yılında kazandığı Malazgirt Savaşından sonra hızlanmış, 1075'te İznik’i Bizans’tan alarak burayı başkent yapan Selçuklular bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Böylece kurulan Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlıların son Anadolu Selçuklu sultanını tahttan indirdikleri 1308'e kadar varlığını sürdürmüştür.

Anadolu Selçuklularında devlet toprakları hanedanın ortak mülküydü. Sultan ülke topraklarını oğulları arasında paylaştırıyordu ve

Anadolu Selçuklularında devlet toprakları hanedanın ortak mülküydü. Sultan ülke topraklarını oğulları arasında paylaştırıyordu ve şehzadeler yönetimleri altındaki bölgelerde yarı bağımsız hareket ediyorlardı. Bu, Anadolu Selçuklu Devleti’ndeki taht kavgalarının ve şehzadelerin ayaklanmalarının önemli nedenlerinden biriydi. Anadolu Selçukluları döneminde ülkenin hemen her yerinde imarethaneler vardı. Buralarda yoksul halka, öğrencilere ve yolculara parasız yemek verilirdi. Başlıca eğitim kurumları medreselerdi. Kent ve kasabaları birbirine bağlayan yollar üzerinde han ve kervansaray denen konaklama yerleri vardı. Ulaşım ve ticaretin gelişmesine bağlı olarak bu tür konaklama yerlerinin sayısı gittikçe arttı. Bu kurumların giderleri vakıflarca karşılanırdı. Anadolu Selçukluları ülkenin pek çok yerinde cami, han, kervansaray, imaret, köprü, çeşme ve medreseler yaptırdılar. Beyşehir'deki Eşrefoğlu Camii (1296), Anadolu Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan en önemli örneklerden biridir. Ağaç direkler üzerine kurulan, içi çini mozaik ve ağaç oyma işleriyle süslenen tip camilerin başka örnekleri de vardır. Anadolu Selçukluları ticarete ve yol güvenliğine büyük önem verdiler. Kervan yollarının güvenliğinin sağlanmasına bağlı olarak Anadolu'da ticaret çok gelişti. Karadeniz ve Akdeniz'deki limanlar önemli birer dış ticaret merkezi durumuna geldi. Ticareti güvence altına alan devlet, karada haydutların, denizde korsanların saldırısına uğrayarak malları yağmalanan tüccarların zararlarını karşılıyordu. Kervansaray ve hanlarda konakladıklarında tüccar ve yolcuların güvenliği ve ihtiyaçları sağlanıyordu. Anadolu Selçukluları’nda özellikle dokumacılık çok gelişmişti. Ayrıca Anadolu'nun çeşitli bölgelerindeki demir, bakır, gümüş gibi madenler işletiliyordu.

(1071 - 1471 arası) Anadolu Beylikleri, Türklerin 1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’da kurdukları devletlerdir.

(1071 - 1471 arası) Anadolu Beylikleri, Türklerin 1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’da kurdukları devletlerdir. Savaşın hemen ardından, özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'da kurulan devletlere Birinci Dönem Anadolu Beylikleri, Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflaması ve yıkılmasından sonra kurulan devletlere ise İkinci Dönem Anadolu Beylikleri denilmektedir.

I. Dönem Beylikleri Çaka Beyliği (İzmir), Dilmaçoğulları Beyliği (Bitlis), Ahlatşahlar Beyliği (Ahlat), İnaloğulları Beyliği

I. Dönem Beylikleri Çaka Beyliği (İzmir), Dilmaçoğulları Beyliği (Bitlis), Ahlatşahlar Beyliği (Ahlat), İnaloğulları Beyliği (Bitlis), Mengüçlü Beyliği (Erzincan), Erbil Beyliği( Erbil), Çubukoğulları Beyliği (Çemişgezek) ve Anadolu tarihine yön veren Artuklu (Diyarbakır ve Mardin), Danişmendliler (Sivas) ve Saltuklu (Erzurum) Beylikleridir. Bu beylikler Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlıydılar fakat bağımsız yönetilmekteydiler. 13. yüzyılda Anadolu'nun büyük bölümüne egemen olan Anadolu Selçukluları bu beyliklerle zaman çatışmış, birçoğunun topraklarını ele geçirmiştir. İkinci Dönem Beylikleri Alâiye (Alanya), Aydınoğulları (Birgi)(Selçuk), Candaroğulları (Kastamonu), Canik (Orta Karadeniz), Dulkadıroğulları (Elbistan), Eretna (Sivas Kayseri), Eşrefoğulları (Beyşehir), Germiyanoğulları (Kütahya), Hamidoğulları (Eğirdir), İnançoğulları (Denizli) Kadı Burhaneddin Ahmed Devleti(Kayseri), Karamanoğulları (Konya), Karesioğulları (Balıkesir), Menteşeoğulları (Milas), Pervaneoğulları (Sinop), Ramazanoğulları (Adana), Sâhipataoğulları (Afyonkarahisar), Saruhanoğulları (Manisa), Tacettinoğulları (Niksar), Tekeoğulları (Antalya) ve Osmanoğulları (Söğüt) Beylikleridir. Anadolu beyliklerinin kurucuları aşiretlerdi. Anadolu Selçukluları bu aşiretleri özellikle Bizans sınırına yerleştirmişler ve bu toprakları aşiret beylerine tımar olarak vermişlerdi. Tımar sisteminde, Türkmen beyleri kendilerine verilen toprağın karşılığında Anadolu Selçuklu sultanına savaş zamanlarında asker gönderiyordu. Toprağın mülkiyeti sultana aitti, beyler ise bu toprağı işleme hakkına sahipti. Bu beyler sonradan bağımsızlıklarını ilan ettiklerinde Anadolu Selçuklu devlet yapısını kendilerine örnek aldılar. Anadolu Selçukluları, diğer Türk Beyliklerini denetim altında tutmaktaydılar. Fakat 1243'teki Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilen Anadolu Selçuklu Devleti’nin denetimi giderek zayıflamış, Moğolların bir kolu olan İlhanlılar Anadolu’da denetimi ele geçirmişlerdir. Bu süreçte uç beylikleri, önce İlhanlılara bağlı, sonra bağımsız devletlere dönüştüler. Bu beyliklerden biri olan Osmanlı Beyliği, zamanla bütün öbür beyliklerin topraklarını ele geçirmiş ve bir İmparatorluğa dönüşmüştür.

(1299 -1923 arası) İmparatorluk sınırları 1299’daki kuruluştan itibaren tarihi boyunca çok değişmekle birlikte en

(1299 -1923 arası) İmparatorluk sınırları 1299’daki kuruluştan itibaren tarihi boyunca çok değişmekle birlikte en geniş döneminde bugünkü Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya ye Akdeniz'in doğusundaki adaları, Macaristan ve Rusya'nın bazı kesimlerini, Kafkasya, Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'ı, Cezayir'e kadar tüm Kuzey Afrika'yı ve Arabistan'ın bir bölümünü kapsamıştır. Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u alıp Bizans İmparatorluğunu yıkmasından sonra ise Anadolu’nun her tarafında Osmanlı İmparatorluğu hüküm sürmeye başlamıştır.

600 yıl boyunca Anadolu, Avrupa, Asya ve Afrika 'nın bazı kesimlerinde egemenlik kuran Osmanlı

600 yıl boyunca Anadolu, Avrupa, Asya ve Afrika 'nın bazı kesimlerinde egemenlik kuran Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlara Kanuni Sultan Süleyman zamanında ulaşmıştır. Bu dönem sonunda İmparatorluğun sınırları 6. milyon Km 2 ye yaklaşmış nüfus ise değişik ulus, dil, din mezhep ve ırklardan olmak üzere 60. 000 kadardı. Yavuz. Sultan Selim’in 16. yy başlarında Memluk Devleti’ni yenip Mısır’a egemen olmasıyla İslam Aleminin Halifeliği Osmanlılara geçmiş ve bu durum hilafetin kaldırılmasına kadar sürmüştür. Osmanlı Devleti'nde İslamiyet baskın din olmakla birlikte, İslam inancında "semavi dinler" olarak kabul edilen Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin mensupları, millet sistemi sayesinde o dönemde batı ülkelerinde azınlık dinlerine gösterilen hoşgörünün üzerinde bir rahatlık içinde yaşamayı sürdürdüler. Hristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen kiliseleri millet sistemi içinde meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına göre yargılanırdı. Osmanlı sanatının temelinde, kendisinden önce, Selçuklu döneminde yaratılan Türk İslam ve Anadolu kültürünün sentezi yatar. Osmanlı Türkleri, kuruluş öncesi yüzyıllardan beri birlikte getirdikleri Arap ve Pers İslam kültürlerinin geleneklerinden ve dillerinden büyük ölçüde etkilenmişler, Yunan, Ermeni ve Yahudi gibi yerli halkların kültürleriyle de bir ölçüde kaynaşmışlardır. Böylece eklektik tarzda bir Osmanlı kültürü ortaya çıkmıştır. Osmanlı mimarisi basit, kullanışlı, ince, zarif, vakur ve heybetlidir. Muhteşem saray tipi 19. yüzyılda Batı'dan gelerek girmiştir. Bununla beraber camiler tamamen abidevidir. Camiler çevreleri bir sürü sosyal müessese ile örülür ve bir "külliye" teşkil ederlerdi. İmar görmemiş hiçbir İmparatorluk köşesi yoktur. Mimar Sinan'ın dünya tarihinin en büyük mimarlarından biri olduğu bilinir. Bir asır yaşayan ve son yarım asrını mimarbaşı olarak geçiren Sinan şu eserleri yapmıştır. 81 cami, 50 mescid, 55 medrese, 19 türbe, 14 imaret, 3 hastahane, 7 su bendi (baraj), 8 köprü, 16 kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 6 mahzen, 7 d'arulkurrâ. Bu 441 eser bütün İmparatorluğa dağılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşından sonra verilen Kurtuluş Mücadelesinin ardından Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, 1923’de sona ermiştir.

(29 Ekim 1923)

(29 Ekim 1923)

Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yapılan kazılarda çıkarılan eserlerin bir bölümü ne yazık ki Londra British

Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yapılan kazılarda çıkarılan eserlerin bir bölümü ne yazık ki Londra British Museum, Museum Berlin Museum gibi yurt dışındaki müzelerde sergilenmektedir. Ancak yurdumuzda da Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, Ankara Gordion Müzesi, İzmir, Antalya, Edirne, Eskişehir, Alanya, Side, Bursa, İznik, Adana, Mardin, Konya, Hatay, Burdur, Amasya, Denizli, Efes, Kayseri, Gaziantep, Isparta, Yozgat, Çorum, Kars, Mersin Anamur, Sinop, Kocaeli, Sivas, Elazığ, Uşak, Malatya, Ordu, Samsun Müzeleri, Kapadokya Açıkhava Müzesi gibi pek çok ilimizde kurulu müzelerimiz ve sayıları birkaç yüzü geçen antik kentlerimize ait ören yerleri, Anadolu Medeniyetleri eserlerinin görülebileceği yerlerdir. Özellikle, bugün kendine özgü koleksiyonları ile dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde, Müzesinde Paleolitik Çağdan başlayarak günümüze kadar Anadolu arkeolojisi sergilenmektedir. Müze, Avrupa Konseyi'ne bağlı Avrupa Müze Forumu EMF tarafından verilmekte olan Avrupa Yılın Müzesi Ödülü'nü 1997 tarihinde 68 müze Ödülü arasından birinci seçilerek almıştır. İstanbul Arkeoloji Müzeleri ise 1993 yılında EMYA Avrupa Konseyi Yılın Müzesi Ödülü'ne Ödülü layık görülmüştür. Ayrıca Gaziantep'te bulunan Zeugma Mozaik Müzesi de dünyanın en büyük ikinci mozaik müzesidir Müzede Zeugma'dan gelen mozaikler sergilenmektedir. FUNDA KALAYCIOĞLU For English version of presentations: funda@fundakalaycioglu. com