METN ERH ERFE NUR ATILMI 18020361 Bk Asl
METİN ŞERHİ ŞERİFE NUR ATILMIŞ 18020361
Bâkî Asıl adı Abdülbâkî olup 1526’ da İstanbul ’da doğmuştur. Fakir bir ailenin çocuğu olan Bâkî, gençliğinde saraç çıraklığı yapmıştır. Yaratılışındaki okuma ve öğrenme arzusu onu medreseye yöneltmiş ve iyi bir medrese tahsili görmüştür. 1555’ te Nahcivan Seferi’nden dönen Kanunî’ ye ilk defa kasidesini takdim etmiştir. Şiirden ve şairlerden hoşlanmayan Rüstem Paşa’ nın ölümünden sonra yerine Semiz Ali Paşa’nın geçmesiyle Bâkî’ nin yıldızı parlamıştır. 1561 yılında dânişmend olan Bâkî, bir müddet sonra müderris olmuş ve önce Silivri’ de Pîrî Paşa Medresesi’ ne sonra da İstanbul’ da Murâd Paşa Medresesi’ ne tayin edilmiştir. Kanunî’ nin yakın alaka ve iltifatını kazanan Bâkî, bu devirde refaha ve bütün İmparatorluğa yayılan bir şöhrete ulaşmıştır. Başta Kanunî ve diğer devlet ricaline yazdığı Kasidelerle ve güzel gazellerle takdir toplamıştır. Padişahın arzusuyla onun şiirlerine nazireler yazmıştır.
Çeşitli yerlerde kadılık, kazaskerlik ve müderrislik yapmıştır. Türk edebiyatının yetiştirdiği en büyük şairlerinden biri olan Bâkî kendisine verilen ‘’Sultânu’ş-şuarâ’’ unvanını asırlar boyu korumuştur. Bâkî’ nin şöhreti ve eserleri Anadolu ve Rumeli’ yi aşıp Azerbaycan, İran ve Irak’ tan Hicaz’ a nihayet Hint saraylarına kadar yayılmıştır. Bâkî’nin ifadelerinde daha çok hitâbî üslup görülür. Şiirlerinde mahallî renkleri ve şahsiyetinin izlerini bulmak mümkündür. Özellikle tabiat tasvirlerinin güçlü olduğu görülen Bâkî’ nin şiirlerinde tasavvufî izlere de rastlanır. Divanı vardır ve Kanunî’ nin ölümü üzerine yazdığı Mersiyesi çok tanınmıştır. Bâkî, Türkçenin aruz veznindeki imale ve zihaf kusurlarını asgariye indiren şairi olarak kabul edilir.
İKİNCİ AŞAMA: SÖZLÜKSEL ANLAM Ᾱvᾱzeyi bu ᾱleme Dᾱvῡd gibi ṣal Bᾱḳῑ ḳalan bu ḳubbede bir ḥoş ṣadᾱ imiş âvâze-y-i-âvaz: (i. ) Fars. 1. Ses, sedâ/ -y: yardımcı ses -i: belirtme hali eki 2. Yüksek sesle bağırma, feryat, nâra 3. Şöhret, ün nam 4. Eski nazariyat kitaplarına göre klasik Türk mûsıkîsinde makamların ses özelliklerine göre ayrıldığı dört bölümden ikincisi bu: (sıf. ) 1. En yakında olan kimse veya şeyi işaret yoluyla belirtir. 2. zamir: İşaret zamiri olarak yerini tuttuğu en yakındaki kimse veya şeyi gösterir. âlem- e : (i. ) Ar. 1. Yerde ve gökte yaratılmış olan şeylerin bütünü, kâinat, evren 2. Bir güneş ve ona bağlı olup etrafında dönen yıldızlardan meydana gelen sistem 3. Yeryüzü, dünya / -e: yönelme hali eki 4. Diyar 5. Herkes, insanlar
Ᾱvᾱzeyi bu ᾱleme Dᾱvῡd gibi ṣal Bᾱḳῑ ḳalan bu ḳubbede bir ḥoş ṣadᾱ imiş 6. (isim tamlamasının ikinci öğesi olarak) Aynı şart, durum ve düşüncedeki insanların meydana getirdiği çevre, muhit 7. Hal, hâlet, ortam 8. Zevk ve safâ meclisi, eğlence 9. (isim ve sıfat tamlamasının ikinci öğesi olarak) Bir şeyin kendi içinde veya aynı özelliği taşıyan şeylerin kendi aralarında meydana getirdiği bütün, kendilerine has bir dünya 10. isim ve sıfat: Kendine has değişik özellikleri bulunan yer, durum veya kimseler İçin kullanılır. Dâvûd: (özel isim)Davud peygamber Dâvûdî: (sf. ) (Dâvûd peygamberin adından nispet eki –î ile) Dâvut peygamberin sesine benzer kalın, gür ve etkili(ses) gibi: Orta Türk; takı; kip+i> kibi> gibi 1. Benzerlik bildirir; benzer, benzeyen 2. Bir kimsenin bir işi kendisine benzetildiği kimse tarzında yaptığını veya bir işin kendisine benzetildiği şeydeki biçimde olduğunu göstermek için kullanılır. 3. Cümledeki hükmün adı geçen şeyin benzerlerini de içine aldığını göstermek için kullanılır.
Ᾱvᾱzeyi bu ᾱlame Dᾱvῡd gibi ṣal Bᾱḳῑ ḳalan bu ḳubbede bir ḥoş ṣadᾱ imiş 4. Bahsedilen şey veyakimsenin eşi, örneği, benzeri olan şey veya kimse 5. İsim-fiilerden sonra geldiğinde cümleye değişik anlamlar katar, zarf niteliğinde kelime öbekleri yapar. sal: i. (Eski Türk. ) Kalın direklerin yana bağlanması suretiyle yapılmış, yük veya insan taşımaya mahsus, korkuluksuz nehir, göl veya deniz taşıtı salmak: geçişli f. (Eski T. ) Koyvermek, serbest bırakmak, bırakmak Bâkî: (sıf. ) Ar. bekâ, devam etmek, sürekli olmak’tan bâkî 1. Ebedî, ölümsüz, kalımlı karşıtı: Fani 2. Varlığını koruyan, devam eden, devamlı, sürekli 3. Kalan kısım veya meblağ, alt taraf, mâbad 4. ’’Ebedî, ölümsüz’’ anlamında esmâ-i hüsnâdan (Allah’ın en güzel isimlerinden)dır. Bâkî kalmak: 1. Ebediyen devam etmek, sürüp gitmek, kalıcı olmak 2. Geriye kalmak, artakalmak
Ᾱvᾱzeyi bu ᾱleme Dᾱvῡd gibi ṣal Bᾱḳῑ ḳalan bu ḳubbede bir ḥoş ṣadᾱ imiş Kal-an: (sıf. ) kal- mak’ tan isim fiil ekinin kalıplaşmasıyla kal-an 1. Kalmış. 2. Büyük bir sayıdan küçük bir sayı çıkarıldığında elde edilen sayının adı. 3. Bir bölme işleminin sonunda bölenden daha küçük olduğu için artan sayı. Kubbe-de: (i. ) Ar. 1. Yarım küre şeklinde olan binâ, dam 2. Teşmi Gökyüzü/ -de: bulunma hali eki 3. (sıf. ) Bu şekilde olan bir: (i. ) 1. Sayıların ilkinin adı 2. Bu sayıyı gösteren rakam. 1 3. (Ay isimleriyle kullanıldığı zaman) Ayın birinci günü 4. Günün yirmi dört saatinin gece yarısından sonraki birinci ve on üçüncü saatleri 5. Bu sayı kadar olan 6. Ortak, müşterek 7. (Değeri ve nitelikleri bakımından) Farksız, eş, aynı, müsâvî
Ᾱvᾱzeyi bu ᾱleme Dᾱvῡd gibi ṣal Bᾱḳῑ ḳalan bu ḳubbede bir ḥoş ṣadᾱ imiş 8. Eşi bulunmayan, tek olan 9. Bütün, birleşik 10. (sıf. ) Belirsiz sıfat olarak herhangi bir şeyi, yeri veya kimseyi gösterir. 11. Sıfat veya zarf olarak başına geldiği kelimenin anlamına göre söyleyişe kuvvet katar. 12. Bir kere, bir defa 13. Ancak, yalnız, sâdece hoş: (sıf. ) Fars. Duyguları okşayan, zevk veren, beğenilen, güzel, iyi, latif 1. (zf. ) Aslına bakarsan, aslında, gerçi sadâ: (i. ) Fars. 1. Ses, âvaz 2. Yankı, aksisedâ imiş: ek fiil
ÜÇÜNCÜ AŞAMA: DÜZYAZI Ᾱvᾱzeyi bu ᾱleme Dᾱvῡd gibi ṣal Bᾱḳῑ ḳalan bu ḳubbede bir ḥoş ṣadᾱ imiş Beyitin özgün kelimelerle düzyazıya çevrilişi: ( vâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal; bu kubbede Bâkî kalan hoş bir sadâ imiş. ) Beyitin güncel kelimelerle düzyazıya çevrilişi: Sesini bu dünyaya Hz. Dâvud gibi sal (çünkü) bu gökyüzünde sonsuza kadar kalıcı olan (yalnızca) (bıraktığın) güzel bir yankı imiş.
DÖRDÜNCÜ AŞAMA: ŞİİRSEL ANLAM Ᾱvᾱzeyi bu ᾱleme Dᾱvῡd gibi ṣal Bᾱḳῑ ḳalan bu ḳubbede bir ḥoş ṣadᾱ imiş Bilindiği gibi Hz. Dâvud kalın, gür ve güzel sesiyle ünlüdür. Güzel ve gür sesiyle Zebur’u okumaya başlayınca kurt, kuş durup onu dinler, sesinden dağlar yankılanır, dağlar ve kuşlar onunla beraber Allah’ ı tesbih ederdi. Sesinin güzelliği yanında süratli okuyuşuyla da tanınmıştı. Bundan dolayı şair beyitinde ses kelimesinde Dâvud(a. s) ‘u kullanmıştır. Bu dünyanın fânîliğinden, gelip geçiciliğinden yakınan şair, bizden geriye sadece söylediklerimizin ve yazdıklarımızın kaldığını söylüyor. Sesimizin, aynı zamanda yaptıklarımızın, kalacağını dolayısıyla güzel şeyler söylemeli, yazmalı ve güzel şeyler yapmalıyız. Sonsuza kadar kalacak olan bunlardır.
BEŞİNCİ AŞAMA: SÖZ SANATLARI Ᾱvᾱzeyi bu ᾱleme Dᾱvῡd gibi ṣal Hz. Dâvud: telmih Bᾱḳῑ ḳalan bu ḳubbede bir ḥoş ṣadᾱ imiş Dâvûd gibi sal: teşbih Bâkî: tevriye vâze- Dâvud- Sadâ: tenasüp b ve d seslerinin tekrarı: aliterasyon. Beyitte Dâvud’ un gür sesi b ve d tonlu patlayıcı seslerinin oluşturduğu tonla ifade edilmiştir. lem- Kubbe: tenasüp
KAYNAKÇA: İslam ansiklopedisi. org. tr Kubbealtı Lügatı TDK Sözlük ÜNİVERSİTELER İÇİN ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ DERG H YAYINI Türklük Bilimi Araştırmaları 2014 mku. edu. tr -earsiv. sehir. edu. tr 1952
- Slides: 13