GENET DETRLM ORGANZMALAR Akl almaz bir hzla ilerleyen
GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR
• Akıl almaz bir hızla ilerleyen gen teknolojisi artık sadece bir araştırma alanı olmaktan çıkıp sağlıktan tükettiğimiz besinlere, kullandığımız eşyalardan evcil hayvanlarımıza kadar birçok alanda gündelik hayatımıza girmiştir.
• Gen teknolojisinin en ses getiren meyvesi genetiği değiştirilmiş organizmalar tüm dünyanın gündeminin baş maddesi olmayı sürdürmektedir. • Genetiği değiştirilmiş organizmalar hakkındaki olumlu görüşler; bu teknolojinin daha fazla üretim yolunu açacağı, besinlerin besleyici değerini arttırarak dünyanın birçok yerindeki açlık sorununa ve kötü beslenmeye çözüm getireceği,
• besinlerin alerjik özelliklerinin ortadan kaldırılacağı, besinlere eklenecek öğelerle hastalıklara karşı kolayca bağışıklama sağlanacağı ve üretim maliyetlerinin düşürülerek toplumda birçok kesimin besine kolayca ulaşabilmesinin sağlanacağı şeklindedir.
• Olumsuz görüşler ise, gen teknolojisi ile üretilen besinlerin, toplumda görülen alerjik reaksiyonları artıracağı, zararlı etkileri olabileceğı, antibiyotiklere dirençli mikroorganizmaların kısa sürede gelişeceği, ekolojik açıdan zaman içinde dünyadaki genetik çeşitliliği azaltacağı, ekonomik açıdan dışa bağımlılığı da artıracağı ve özellikle küçük çiftçilerin bundan zarar göreceğini ileri sürmektedirler.
• Gen teknolojisinin oldukça yeni olması ve çok hızlı gelişmesi nedeniyle ileri sürülen bütün görüşleri kesin olarak ispatlayacak kadar yeterli bilimsel veri bulunmamaktadır. Zaman içindeki gözlemler ve araştırmalar bu alana daha iyi ışık tutacaktır.
• Genetiği Değiştirilmiş Organizma Nedir? Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO), biyoteknolojik yöntemlerle canlıların sahip olduğu gen dizilimleriyle oynanarak, mevcut özelliklerinin değiştirilmesi veya canlılara yeni özellikler kazandırılması ile elde edilen organizmalara verilen isimdir.
• Güney Kore, Gyeongsang Ulusal Üniversitesi'nde yapılan araştırmada, Red Fluorescence Protein, "RFP" aktarılan kediler ultraviyole ışıkta parladılar.
• Her canlının, kendine özgü gen dizilişlerinin oluşturduğu bir kalıtsal yapısı vardır. Canlı yaşamına ait bütün bilgiler, genler şeklinde dizilerek; DNA yapısında yer almaktadır. Biyoteknolojik yöntemlerle, kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak, belirli özellikleri değiştirilen bitki- hayvan ya da mikroorganizmalara, "transgenik" ya da "genetiği değiştirilmiş organizma"(GDO) adı verilmektedir.
• Gen teknolojisi ile DNA içine, bir yabancı gen yerleştirilir. Yerleştirilen bu gen dizilimi, ilgisi olmayan başka tür bitkiden hatta hayvan veya mikroorganizmadan gelir. Aktarılan gen parçasına, transgen adı verilmektedir. Bu teknoloji de; "gen teknolojisi" veya "biyoteknoloji", bazen de "rekombinant DNA teknolojisi" veya "genetik mühendisliği"olarak adlandırılmaktadır.
• Genetik mühendisliği, farklı organizmalardaki genleri izole etmek, değiştirmek, çaprazlamak ve rekombine etmek için uygulanan teknikler kümesidir. Farklı âlemlerin doğada asla çiftleşmeyecek olan farklı türleri arasında, gen transferine olanak sağlamaktadır. • Örneğin; bir balık veya domuza ait gen, domatese; insan genleri, bir koyuna veya E. coli bakterisine; bir bakteri veya virüse ait bir gen de, mısıra transfer edilebilmektedir. Soya, mısır, patates gibi ürünleri, böcek ve yaban otlarına karşı korumak için, zehir salgılayan genler yerleştirilmektedir.
• En çok genetiği ile oynanmış canlılar, bitkilerdir. Ancak günümüz teknolojisi, hemen tüm yaşam formlarına bu teknolojiyi uygulamaktadır. Bu teknoloji ile UV ışık altında parlayan ev hayvanları, HIV virüsünü bloke eden bakteriler, ıspanak genleri taşıyan domuzlar, örümcek ağı üreten keçiler de üretilmektedir.
• NEDEN GENLERLE OYNANIYOR? • GDO'ların Hayatımıza Girişi • 20. yüzyılda, bitkisel üretimde verim artışı gerekçesiyle uygulanan suni gübreler ve kimyasallarla zararlı kontrolü; toprak, su ve hava kirliliğini de beraberinde getirdi. Yoğun tarımda kullanılan ilaç ve suni gübreler, her geçen yıl toprağı daha da verimsizleştirdi. Toprağın verimi düştükçe, çiftçi her geçen yıl daha da fazla ilaç ve gübre kullanmaya yöneldi. Gübreye alışan bitki, daha çok gübre istedi. İlaca bağışıklık kazanan böcekleri öldürebilmek için, daha kuvvetli zehirler gerekti.
• Böylelikle artan verimin bedeli, sadece çevre kirliliği olmadı. Kullanılan ilaç ve gübreler, canlıların bağışıklık sistemini de etkileyen sağlık problemlerine de yol açtı. Artık yeni çözümlere gereksinim vardı. Dıştan müdahale başarısız olunca, canlıların genleri ile oynanmaya başlandı. Gen aktarımı yoluyla yabani otlar, zararlı böcek ve hastalıklara dayanıklı ürünler elde edilmeye çalışıldı. Ve böylece insanoğlu, genleriyle oynanmış gıdalarla tanıştı.
• Başlangıçta hastalık ve zararlılara dayanıklı olduğu için tek tip ürün yetiştirmeye ikna edilen çiftçiler, her yıl kısır tohumlar almaya ve bu tohumların büyüyüp gelişmesi için gerekli ilaçları kullanmaya bağımlı oldu. Ancak gerek tip ürün yetiştirmek, gerekse bu GDO'lu ürünlerin kontrol edilemeyen bir biçimde doğaya yayılması, biyolojik çeşitlilik açısından çok ciddi tehditlere yol açtı.
• Bir başka tehdit ise dünyada GDO'lu tarım ve yem ürünlerinin tohum piyasasını elinde tutan 8 -10 firmanın, gen aktardıkları ürünlerin patent hakkını elinde tutarak; tüm ülkelerin tarım ve hayvancılığını, tohum ve ilaç alımında kendilerine bağlama çabasıydı.
• Bugün gen aktarılmış tohumlarla yapılan tarımsal üretim, 60 milyon hektara yaklaşmış durumda. 2001 yılı rakamlarına göre, ülkelerin GDO'lu ekim alanları şöyle: 36 milyon hektar ABD, 12 milyon hektar Arjantin, 3, 6 milyon hektar Brezilya, 3, 2 milyon hektar Kanada, 1, 5 milyon hektar Çin, 0, 26 milyon hektar diğer ülkeler.
• GDO'lu Üretimin Gerekçeleri • Dünyayı beslemek ve açlığa çare bulmak. • Tarımsal verimi artırmak ve zararlı böceklere ve otlara karşı dayanıklılık kazandırmak. • Ekonomik yönden getiri sağlamak. • Gıdaların raf ömrünü ve lezzetini artırmak.
• GDO'lar Gerçekten Açlığa Çare mi? • GDO'yu savunan görüşlerin dayandıkları en önemli tez, dünyada giderek artan besin ihtiyacını karşılamak ve açlık sorununa çare bulmak için GDO'nun zorunlu olduğu görüşüdür. • Dünya Bankası'nın, 1996 yılında Roma'da yayınladığı bir rapora göre; 2000'li yıllarda dünya, buğday, pirinç, mısır ve diğer ürünlerden 2 milyar ton tüketiyor olacaktı. 1995'deki rakamların %25 daha fazlası. Bu rapor, dünyanın gelecek 30 yıl içinde, 2 kat daha fazla gıda üretimine ihtiyaç duyacağını söylüyordu. "Dünyayı beslemek" için öne sürülen çözümlerden biri, tarımsal biyoteknolojiydi. Ürünler, herbisitlere (zararlı ot ), zararlı böceklere ve hastalıklara karşı dirençli hale getirilmek için genetik olarak değiştirilecekti. Bunun sonucunda gıdaların besin değerleri ve raf ömürleri uzayacak, ileride donmaya dirençli, saklamaya elveriş ürünler olacaktı. Bu ürünler nitrojen sağlayabilecek, verim artacaktı.
• Dünyada, 800 milyonun üzerinde insan açlık çekmektedir. Ancak dünyada üretilen gıdalar, aslında tüm dünyayı doyurmak için yeterlidir. Sorun, gıdaya ulaşmak için yeterli paraya sahip olamamaktır. Bu bağlamda açlık, üretim yetersizliğinden değil, üretilen gıdanın adil paylaşılamamasından kaynaklanıyor.
• Dünya Bankası'nın raporuna göre; yoksulluğun neden olduğu yetersiz besin ya da besinsizlik, endüstrileşmiş ülkelerin yanında, gelişmekte olan ülkelerin tümünde de görülüyor. Gerçekte herkesi besleyebilecek kadar, hatta bunun 1, 5 katı kadar gıda mevcut; dünyadaki tahıl üretiminden elde edilen verimin artış hızı, 1980'den beri dünya nüfusunun artış hızını geçmektedir (yılda % 1, 7'ye karşı % 2, 2)
• Üçüncü dünya ülkelerinde yoksulluk, büyük ölçüde Serbest Pazar aldatmasıyla yüzyıllardır süren sömürge ekonomisinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Yetmişlerden beri endüstriyel tarımı geliştiren "Yeşil Devrim"le de artıyor. İhracat amaçlı tarım takıntısı, üçüncü dünya ülkelerinin dev şirketlerine ve elit tabakasına birçok yararlar sağladı.
Biyoteknoloji firmaları ve tohum üreticileri, tüm dünyada çiftçilere, tarımsal verimi artırma vaadiyle; zararlı ot ve böcekleri öldüren genler taşıyan tohumlar satıyorlar.
• Çoğu çevre bilimci, üçüncü dünya ülkelerinde görülen açlık sorununun, üretim potansiyelinin eksikliğinden değil, üretim kapasitesinin plansız kullanımından ve dağılımın adil olmayışından kaynaklandığı görüşünü savunuyor. Uzmanlar, mevcut tarım kapasitesinin dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olduğunu düşünüyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO'nun 1990 tarihli raporuna göre, tahıl üretimindeki artış, nüfus artışından % 50 daha fazla. Tabii bu rakamlar, dünyada açlık sorunu olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak sorun üretimden değil, dağılımın adil olmayışından kaynaklanıyor.
• GDO'LU CANLILAR: NEYE DÖNÜŞÜYOR? • Bir canlıdan diğerine gen aktarımı, bir çeşit kesme, yapıştırma ve çoğaltma işlemi olup, genetik mühendisler tarafından uygulanıyor. Aktarılacak gen, önce bulunduğu canlının DNA'sından kesilerek çıkarılıyor. Sonra vektör adı verilen taşıyıcı virüs aracılığı ile bu gen, DNA molekülüne yapıştırılıyor.
• GDO'lu Tarım: Sadece Verimi mi Artırıyor? • Ekolog Eugene Odum'un hesaplarına göre; doğadaki bitkileri devşirerek yaşayan avcı toplayıcı toplumlarda yıllık hasat 0, 4 – 20 kg, geleneksel yöntemlerle tarım yapan toplumlarda, yılda hektar başına 50 -2000 kg ürün alınabilir. Modern tekniklerle tarım yapan sanayi toplumlarında ise bu miktar, yılda hektar başına 200020. 000 kilogramı bulmaktadır. Sanayi domatesinde özellikle hibrit kullanımıyla 100. 000 - 200. 000 kg ürün alınabilir. • Bu verim artan enerji girdileri ile sağlanıyor. Geleneksel tarımda saban, hayvan ve insan gücü vb. yollarla sisteme harcanan enerji, modern tarımda traktör, kimyasal ilaç, hormon vb. şekillere bürünüyor.
• GDO, suni olarak dışarıdan yerleştirilmiş gen veya genler içeriyor. Bu suni gen veya genler, başka bitkilerden alınabileceği gibi, virüs, bakteri ya da hayvanlardan da alınabiliyor. Soya fasulyesi, buğday, pirinç, mısır, tütün ve pamuk, en çok gen aktarımı yapılan ve insanlığın beslenmesinde ve tüketiminde önemli yeri olan bitkiler arasındadır. Bu bitkiler, tarım için uygun olmayan alanlarda, tarım yapmak amacıyla haşerelere, suya ya da tuza dayanıklı olacak şekilde genetik olarak değiştiriliyor. Hayvancılıkta da benzer durum uygulanıyor.
• GDO'LU ÜRÜNLER: DOĞAL ÇEŞİTLİLİĞİ YOK EDİYOR • Modern tarım yöntemlerinin açtığı etkileri yüzünden, zaten yeteri kadar azalmış olan çeşitlilik, GDO'nun tehdidi altındadır. Çünkü GDO'ların aktarılmış genleri, çevresindeki geleneksel yöntemlerle üretilen ürünlere de geçebilmektedir. Arılar, kuşlar, böcekler ve rüzgar gibi tozlaşmayı sağlayan etkenler, GDO'lu polenleri alıp komşu tarlalara taşıyabilmekte, komşu tarlaya bulaşan genler, oradaki üründe de genetik değişikliğe neden olabilmektedir. "Gen kaçışı" adı verilen bu bulaşma sonucunda yaşamın sürdürülebilirliği açısından çok büyük önem taşıyan bitkiler, giderek tipleşmekte, doğal çeşitlilik azalmaktadır.
Çeşitlilik ve kararlılık prensipleri geleneksel tarımda da vardır. Tarım ürünlerinin çeşitliliği, besin dengesinin de temelidir.
• Biyolojik çeşitlilik ve gıda güvenliği birbirine bağlı konulardır. İnsanlar, dünyanın her yerinde, vahşi ya da evcil, doğal çeşitliliklerden geçinmeyi başardılar. Üçüncü Dünya'daki tarım toplumu tarafından tüketilen gıdanın yarısına yakını, yabani türlerden elde edilmektedir. Çeşitlilik, ekolojik kararlılığıntemelini oluşturur. Son dönemlerdeki çalışmalar, çeşitliliğe sahip ekolojik komünitelerin kuraklığa ve bireysel türlerin popülasyonundaki yıllık artışa, ya da azalmaya yol açan hastalıklara karşı daha dirençli olduklarını ortaya koymuştur.
• Aynı çeşitlilik ve kararlılık prensipleri geleneksel tarımda da vardır. Tarım ürünlerinin çeşitliliği, besin dengesinin de temelidir. Dünya genelindeki kötü beslenmenin nedeni; güvenli ve geleneksel yöntemlerle yapılan tarım tarafından sağlanan çok çeşitli diyetin, monokültür (tek tip) ürünlerine dayanan bir diyetle değiştirilmesidir.
• İnsan, hayvan, bitki ve mikroorganizmalarda yapılan her bir değişiklik bütünün bir diğer parçası olan tarımsal biyoçeşitliliği, yani sağlıklı beslenmenin temeli olan gıda çeşitliliğini de etkileyecektir. • Avrupa ile karşılaştırılacak olursa Türkiye, tür sayısı bakımından oldukça zengindir. Tüm Avrupa'da 13 bin dolayında bitki türü bulunurken, bunun 11 bini Türkiye'de yer alıyor. 11 bin bitki türünden 2 bin kadarı ise endemiktir, yani başka hiçbir yerde bulunmayan türlerdir.
• Buğdayda pas hastalığı
• Tarihçesi • Moleküler biyoteknoloji ve gen teknolojisinde meydana gelen hızlı gelişmeler sonucunda, 1960 yılında gen teknolojisi ürünü ilk gıda üretilmiştir. 1973 yılında bakterilerde gen aktarımı ile başlayan süreç, 1980’li yıllardan itibaren giderek hız kazanmıştır. 1990’da ticari olarak ilk transgellik bitki üretimine başlanması ve 1996 yılından itibaren de rekorubinant DNA teknolojisi ile elde edilmiş genetiği değiştirilmiş Flavr Savr isimli domatesin dünya ticaretine girmesiyle birlikte bu ürünlerin üretimi dünya genelinde hızlı bir şekilde yaygınlaşmaya başlamıştır. GDO’lar sadece tarımsal üretimde değil aynı zamanda tıp sanayi ve çevre ürünleri gibi birçok alanda kullanılmaya başlanmıştır.
• • • Dünyada GDO ile ilgili önemli gelişmeler aşağıda sıralanmıştır; 1980, ABD Yüksek Mahkemesi genetik olarak değiştirilmiş mikroorganizmaların patentlenebilecegine karar verdi. (petrol yiyen bakteri için patent verildi). 1982, Rekombinant DNA teknolojisi ile üretilmiş insülin hormonu Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) izniyle satışa sunuldu. Avrupa’da rekornbinant DNA teknolojisi ile üretilmiş ilk hayvan aşısının kullanımı onaylandı 1983, Geneti ği değiştirtmiş plazmidler bitkilerin transformasyonu için kullanıldı. 1985, Böcek, bakteri ve virüslere dirençli bitkilerin toprakta yetiştirilmesi çalışmalan başladı. 1986, İlk rekorubinant aşı (sarılık, Hepatit B) üretildi. 1990, ABD’ de peynir üretimi için rekorubinant kimozin kullanılmaya başlandı. 1994, ilk genetik mühendisliği ile geliştirilmiş domates Dünya Gıda Örgütü tarafından kabul edildi. 1996, Genetik olarak değiştirilmiş bitkiler ticari amaçla büyük ölçekte ekilmeye başlandı. 1997, Koyun (Dolly) klonlandı. 2000, ‘Altın pirinç’ (provitamin A üreten pirinç) geliştirildi.
• 2000 yılından sonra GDO’lu ürünlerin üretimi ve pazarlanması her geçen yıl artış göstermiştir. ABD, Almanya ve Belçika gibi ülkelerde yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda, hayvan ve bitkilerin genetik transformasyonuna izin veren gelişmiş gen teknolojisi tarım, sağlık ve gıda endüstrisi gibi pek çok alanda kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde, dünyada biyoteknolojik uygulamalar sonucu genetiği değiştirilmi ş tarımsal ürün üretiminin önemli kısmı ABD, Arjantin, Brezilya, Kanada, Hindistan ve Çin’de yapılmaktadır. Dünyada üretilen ve ticareti yapılan GDO’lu ürünlerin tamamına yakını bitkisel kaynaklıdır. Hayvanlar üzerinde de çeşitli çalışmalar yürütülmekle birlikte transgenik hayvanların hayvansal üretimde kullanılması henüz pek yaygın değildir.
• GEN AKTARIM TEKNIKLERI Gen tedavisinde, etkin bir gen aktarimi en onemli bir kosuldur. Genleri istenilen hucrelere tasiyabilmek icin kullanilan yontemler genel olarak iki kategoride toplanmaktadir: Fiziksel yontemler ve biyolojik vektorler: Fiziksel yontemler, DNA’nin dogrudan dogruya enjeksiyonu, lipozom formulasyonlari ve balistik gen enjeksiyonu yontemlerini icerir. Dogrudan DNA enjeksiyonunda ilgili gen DNA’sini tasiyan plazmit, dogrudan dogruya, ornegin kas icine, enjekte edilir. Yontem basit olmasina karsin kisitli bir uygulama alani vardir. Lipozomlar, lipidlerden olusan molekullerdir. DNA’yi iclerine alma mekanizmalarina gore iki guruba ayrilirlar: Katyonik lipozomlar ve p. H -duyarli lipozomlar. Birinci gurup lipozomlar arti yuklu olduklarindan, eksi yuklu olan DNA ile dayanikli bir kompleks olustururlar. Ikinci gurup lipozomlarsa negatif yuklu olduklarindan DNA ile bir kompleks olusturmaz, ama iclerinde tasirlar.
• Parca bombardimani ya da gen tabancasi olarak da adlandirilan balistik DNA enjeksiyonu, ilk olarak bitkilere gen nakli yapmak amaciyla gelistirilmistir. Bu ilk uygulamalarindan sonra, bazi degisiklikler yapilarak memeli hucrelerine gen nakli amaciyla kullanilmaya baslanmistir. Bu yontemde, genellikle altin ya da tungstenden olusan 1 -3 mm boyutunda mikroparcaciklar, tedavi edici geni tasiyan plazmit DNA’si ile kaplanir, sonra da bu parcaciklara hiz kazandirilarak, hucre zarini delip, iceri girmeleri saglanir.
• Basit olmalarina karsin fiziksel yontemler verimsizdir; ayrica, yabanci genler, sadece belirli bir sure fonksiyonal kalabilmektedirler. Bu nedenle arastirmacilarin cogu, genellikle virus kokenli vektorlere yonelmislerdir. "Vektor" kelimesinin bir anlami da "tasiyici"dir. Benzer sekilde, gen terapisinde genleri hucrelere tasima amaciyla kullanilan ve genetik olarak zararsiz hale getirilmis viruslere de vektor denir.
• En cok kullanilan viral vektorler, retrovirusler, adenovirusler, herpesvirusler (ucuk virusu) ve adeno-iliskili viruslerdir. Ama her vektorun kendine ozgu dezavantajlari vardir: Bolunmeyen hucreleri enfekte edememek (retrovirus), olumsuz immunolojik etkiler (adenovirus), sitotoksik etkiler (herpesvirus) ve kisitli yabanci genetik materyal tasiyabilme kapasitesi (adeno-iliskili virus). Ideal bir vektorde aranan ozellikler yuksek titraj, kolay tasarlanabilme, integre olabilme yetenegi ve gen transkripsiyonunun kontrol edilebiliyor olmasinin yaninda, imunolojik etkilerin olmamasidir. Gen aktarim teknikleri
• Viral Vektorler 1. Retroviral vektorler 2. Adenoviral vektorler 3. Adeno-asociated virus 4. Herpes Simpleks Virus Tip-1 5. Polio Virus 6. Ordek Hepatit Virusu 7. Parvovirus 8. Sendaivirus 9. Sindbis virus
Rekombinant Dna Teknolojisi • Rekmonbinant DNA teknolojisi, genlerin yeni sıralanışlarını içeren DNA molekülleri meydana getirebilmek için in vitro teknikler kullanarak ve bu genlerin modifiye genlerin içinde çoğalmalarına devam edebilecekleri konakçı organizmalara veya hücreye yerleştirilebilmelerinde kullanılabilecek vektörlerin olusturması amacı tasıyan bir teknolojidir.
• Rekombinant teknolojisinin kullanım alanları cok geniştir. Kullanım alanlarına bakıldıgında ilaç geliştirme veüretiminde rekombinant DNA teknolojisinin bu amacla kullanıldıgı biyolojik ilaç cagımızın gereclerinden biridir. İlaç geliştirmede uygulanılan bu yöntem, pek cok asamadan olusmaktadır.
• Sırasıyla —)DNA’nın izolasyonu —) DNA’nın özgün nükleotid dizilerinde belirli sıralamalarında parcalanması. Böylece intron ve ekson dediğimiz nükleotid dizilerin olusturulması. —) DNA parcacıklarının belirtilmesi —) Rekombinant DNA’nın uyumlu konak hücrelere yerlestirilmesi —) Rekombinant DNA’nın konakçı hücrelerden replikasyonu ve ekspresyonu —) Sonucunda olusan genlerin mutant hücrelerden izolasyonunu amaclamaktadır.
Gen Klonlaması (Moleküler Klonlama) • 01. Genel Bilgiler 02. Gen taşıyan DNA (veya RNA')nın Elde Edilmesi 03. Genin Yerinin Belirlenmesi 04. Genin Çıkarılması 05. Vektör DNA'nın Elde Edilmesi 06. Gen DNA'sının Vektör DNA'sı ile Birleştirilmesi 07. Rekombinant Plasmid DNA'sının Alıcı Hücreye Aktarılması 08. İstenilen Geni Taşıyan E. coli 'lerin Seçimi (Seleksiyon) 09. Gen Ürününün Kontrolü
• Vektör DNA'nın Elde Edilmesi • Yukarıda açıklandığı tarzda hazırlanan genomik DNA segmentleri ile vektör DNA'sı birleşecek duruma getirilir. Diğer bir ifade ile her iki DNA uçlarında karşılıklı birleşmeye elverişli yapışkan uçlar sağlanır. Eğer genomik DNA'da Hind III kullanılmışsa, vektör DNA'da da aynı RE, yani Hind III, kullanılmalıdır. • RE'ler, büyük olan genomik DNA üzerinde çok sayıda kesim yerlerine sahiptir. Bu nedenle, değişik boylarda çok sayıda DNA segmentleri meydana gelebilir. Durum, vektör DNA'ları için de benzeridir. Ancak, bazı RE'lerin vektör DNA üzerinde hiçbir kesim yerine sahip olmamasına karşın, diğerlerinin 1, 2, 3. . çok sayıda kesim yeri olabilir ve vektör DNA'da değişik boyda segmentler oluşabilir. Rekombinant DNA molekülü elde etmede, vektör DNA'da sadece bir kesim yerine sahip olan RE'ler (Örn. , Hind III. Sal I, Pst I, vs. ) tercih edilir. Bu enzimler vektör DNA'yı kestiklerinde hem yapışkan uçlar meydana getirirler ve hem de sirküler vektör DNA'sını sadece açarlar. Herhangi bir parça koparıp çıkarmazlar.
• TOPRAK KİRLİLİĞİ KONTROL YÖNTEMLERİ Kirlenmiş topraklar için dört olası yönetim seçeneği söz konusudur. 1 - Kirleticiyi olduğu şekliyle bırakmak, o bölgenin kullanımını yasaklamak. 2 - Kirleticiyi bölge içinde immobilize etmek ve bölgeyi sürekli izleyerek diğer bölgelere geçişi kontrol altında tutmak. 3 - Kirlenmiş toprağı uzaklaştırarak özel bir bertaraf sahasında depolamak. 4 - Toprağı bölge içinde (in-situ) veya bölge dışında temizlemek (ex-situ). Toprağın temizlenmesi yani topraktaki kirleticilerin uzaklaştırılması özellikle bölgenin yeniden kullanılmasının önemli olduğu düşünüldüğünde ekonomik bir alternatif olabilmektedir.
• Toprak Yıkama (Kimyasal Sızma) Teknolojileri Toprak yıkama teknolojisi, kazılmış toprağa uygulanan ve topraktaki çok sayıda organik, inorganik ve radyoaktif kirleticilerin uzaklaştırılmasında etkili, klasik kimyasal-fiziksel ekstraksiyon ve ayırma proseslerini içeren su bazlı bir arıtım teknolojisidir. Bu su bazlı teknoloji, kazılmış topraktaki kirleticileri ayırmak için mekanik prosesleri ve/veya kirleticilerin çözünürlük özelliklerini kullanmaktadır. Proses sonucu kirleticiler serbest hale geçerek orijinal toprak hacminin %5 ila %40’lık kısmında konsantre olurlar ve bu konsantre kısım diğer arıtım yöntemleriyle işlem görmek veya deponi sahalarına gönderilmek üzere sistemden ayrılır. Diğer bir ifadeyle, proses kirleticileri yok eden bir proses değil, onları konsantre ederek hacmini önemli derecede azaltan ve dolayısıyla daha sonraki işlemlerin maliyetini düşüren bir prosestir
• Henüz araştırma ve geliştirme safhasındaki elektrokinetik ayırma ve arazide uygulanan toprak yıkama teknolojileri gelecek için ümit verici teknolojiler olarak anılabilir. Elektrokinetik ayırma, özellikle orta derinlikteki killi topraklar için etkili olurken elektrod konfigürasyonu ve gözenek sıvılarıyla ilgili detaylı çalışmaların yapılması gerekmektedir. Toprağın arazide yıkanması yöntemi ise, özellikle homojen, geçirgen, kumlu ve siltli topraklar için uygundur. Ancak, kirleticilerin istenmeyen bölgelere olan hareketini engellemek için arazi hidrolojisinin iyi anlaşılmış olması büyük önem taşımaktadır.
• Günümüzde, evrensel bir problem halini alan toprak kirliliği için en iyi çözüm kuşkusuz toprak kirliliğini önleme çalışmalarıdır. Ancak, gelişmekte olan ülkemizde henüz yeterince önlem alınmadığı ve kirlenmiş topraklarla ilgili çalışmaların yeterli seviyede olmadığı görülmektedir. Öncelikle, kirlilik potansiyeline sahip yörelerin incelenmesi ve arıtım gerektirecek bölgelerin tespit edilmesi gerekmektedir. Daha sonra bölge özellikleri, kirletici özellikleri, hidrojeolojik özellikler ve ekonomik uygunluk gibi çok sayıda faktör göz önünde bulundurularak gerekli fizibilite çalışmaları ve laboratuvar ölçekli çalışmalar yapılmalı ve uygun arıtım yöntemi bu doğrultuda seçilmelidir.
Toprak kirliliğne neden olan başlıca nedenler 1) Ev, işyeri, hastane, ve sanayi atıkları 2) Radyoaktif atıklar 3) Hava kirliliği oluşan asit yağmurları 4) Gerksiz yere aşırı yapay gübre ve ilaçlama yapılması • 5) Suların kirletilmesi ve bunun sonucunda su kirliliğini toprak kirliliğine neden olması ve özellikle toprak kirliliğnin yeraltı sularının kirlenmesine neden olmaktadır. • • •
• Toprak Kirliliğini Önlenmesi İçin Yapılması Gerekenler • 1) Verimli topraklar izerinde sanayi ve yerleşim alanları kurulmamalı ve yeşil alanlar çoğaltılmalı • 2) Ev ve sanayi atıkları toprağa zarar vermeyecek şekilde depolanmalı ve toplanmalıdır. • 3) Tarım ilaçlarının ve yapay gübre kullanımlarında yanlış uygulamalar önlenmeli • 4) Nükleer enerji kullanılımı bilinçli şekilde ypılmalıdır. • • çevre danışmanlığı, toprak kirliliği, yeraltı suları kirliliği
• Biyolojik Silah Nedir ve Nasıl Uygulanır ? • Üzerinde sıklıkla durulan biyolojik silahlar, herhangi bir saldırıda kullanıldıklarında benzeri nadir görülen insan yapımı bir salgına neden olmaktadırlar; • ancak durum bilimsel olarak ele alındığında bu olayın tıbbın sınırları içerisinde olduğu ve bu olaya klinik tıbbın ve koruyucu hekimliğin prensiplerinin uygulanabileceği görülmektedir
• Tanının en kısa sürede konulması ve erken dönemde gerekli tıbbi müdahalelerin yapılması hastalık ve ölüm oranlarını azaltarak, biyolojik saldırının zararlarını en aza indirecektir. Biyolojik silahlarla gerçekleştirilen bir saldırıdan sonra konu hakkında bilgi sahibi hekimlerin ayırıcı tanıyı yapmaları ile birlikte halk sağlığı çalışanları gerekli stratejileri belirleyecek ve kullanılan biyolojik silahın etkilerinin sınırlı kalmasını sağlanabilecektir.
• Biyolojik silahlar türlerine göre şu şekilde tanımlanabilirler: Mikroorganizmalar : Hedef canlıya yerleşerek gelişen ve bu canlının ölümü veya etkisiz hale gelmesiyle sonuçlanan bir hastalık tablosu ortaya çıkaran çok küçük canlılardır. Bu mikroplar doğal halde olabildikleri gibi genetik olarak değiştirilmiş halde de olabilirler (1).
• Biyolojik olarak üretilen biyo-aktif maddeler : hedef canlıyı öldüren veya etkisiz hale getiren genellikle (her zaman değil) bir mikrop tarafından üretilmiş maddelerdir. Bu grupta çoğunlukla toksinler bulunmakla birlikte diğer biyolojik maddeler de bulunabilir (hormonlar, nöro-peptitler, sitokinler gibi) (1).
• Türkiye’de GDO’ların Durumu ve Yasal Düzenlemeler • Ülkemizde transgenik bitkilerle ilgili mevzuat hazırlığı çalışmalarına Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından 1998 yılında başlanmıştır. • Amacı; "Bilimsel ve teknolojik gelişmeler çerçevesinde, modern biyoteknoloji kullanılarak elde edilen genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerden kaynaklanabilecek riskleri engellemek, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve ekolojik çeşitliliğin korunması, sürdürülebilirliğinin sağlanması amacıyla biyogüvenlik sisteminin kurulması ve uygulanması, bu faaliyetlerin denetlenmesi, düzenlenmesi ve izlenmesi ile ilgili usul ve esasları belirlemek"
• olan ve 18. 03. 2010 tarihinde yürürlüğe giren 5977 sayılı "Biyogüvenlik Kanunu" gereğince GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi, kullanılması veya kullandırılması, genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi, GDO ve ürünlerinin piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç ve alan dışında kullanımı, GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaktır. Kanun gereği, GDO ve ürünleri ile ilgili başvuruların değerlendirilmesi ve kanunun 9’uncu maddesinde belirtilen görevlerin yürütülmesi için "Biyogüvenlik Kurulu" oluşturulur.
• Kurul: uzmanlar listesini oluşturmak; uzmanlar listesindeki kişilerden seçilen bilimsel komiteleri oluşturmak; her bir başvuru için uzmanlar listesinden bilimsel komitelerin üyelerini seçmek; risk ve sosyoekonomik değerlendirme raporlarını dikkate alarak kurul kararlarını oluşturmak; izleme raporlarına dayanarak kararın kısmen veya tamamen iptali ile yasaklama, toplatma, imha ve benzeri yaptırımlara ilişkin kararlarını Bakanlığa sunmak; etik komite oluşturmakla görevlidir.
• NURŞAH BAĞI • 141104766
- Slides: 71