Eyll 2013 Bir insan kaliteli bir hayat yaamak
Eylül 2013
Bir insan, kaliteli bir hayat yaşamak istiyorsa, yaptıklarının ve yapmayı düşündüklerinin “niçinini ve nasılını” bilmesi gerekir. Niçinini bilmeyen nasılı ihmal ederek araştırmaz, “Ben yaptım oldu” der. Sonuç; çoğunlukla hüsrandır. Çünkü; “niçin, nasıl” ilişkisi doğru kurulamamıştır… Akıllı insan, bu ilişkiyi doğru temellere oturtandır…
Her insan doğumla dünyaya geldiğini ve nerede, nasıl, ne miktarda yaşarsa yaşasın muhakkak öleceğini bilir. Kimileri için ölüm bir sondur ve yok oluştur. Kimileri için de ölüm yok oluş değil, ebedi olan bir başka hayata geçişin basamağıdır. GEÇİCİ DÜNYA HAYATI ● İnsanın dünyaya gelişi, cinsiyeti, fiziki yapısı ve canlı kalma süresi kendi iradesi dışındadır. Her doğan, bu “özelliklerini değiştiremeden” değiştiremeden yaşayacak ve ölecektir. ● İnsan, doğarken yanında bedeninden başka hiçbir şey getiremez. O, görünürde dünyaya çıplak gelmiştir; gelmiştir ancak, yaratıcı tarafından da donatılmıştır Kendisine verilen “özellikleri” doğru kullanabilirse; kendine, diğer insanlara ve doğaya zarar vermeden yaşayabilir.
İnsanı diğer canlılardan üstün yapan fiziki yapısı değil, beyin yapısıdır. İnsan aklıyla düşünür, uygun bulduklarını projelendirir ve organlarıyla açığa çıkarır. Açığa çıkarılan her niyet (eylem) sahibine aittir ve onu sorumlu kılar. AKIL Şakanın dışında “Ben akılsızım” diyene rastlanmaz. Çünkü, akıl varsa insan vardır… Aklı insandan alırsanız (fizik olarak insan olmakla birlikte) hayvandan bir farkı kalmaz; onun gibi sadece biyolojik olarak yaşar ve ölür. Bu sebeple; akılca özürlüler, dinen sorumlu kişiler değillerdir… VE İNSAN AKIL Beş duyumuzdan da faydalanarak anlama, ölçüp AKLIN tartma ve hüküm çıkarma yeteneğidir. Kendini “akılca özürsüz” olarak tanımlayanlar, sahip oldukları bu değerin kıymetini bilmeli ve gereğini yerine “aklederek” getirmelidir. KULLANILDIĞI YER ÖNEMLİDİR AKLETMEK Gerçeği bilmek, iyiyi kötüden, hayrı şerden, lehine ve aleyhine olacak şeyleri birbirinden ayırmak için; kaynağından faydalanarak ayrıntılarıyla derinlemesine düşünmek, mukayese yapmak ve bir sonuca varmaktır. Özetle: “Doğruyu bulmak, doğruya uygun davranabilmek için yapılanların” adıdır.
Dünyaya “hafızası beyaz bir sayfa” olarak gelen insan önce gördükleri ve duydukları ile, daha sonra da kendi mantığının kabulleriyle beynini doldurur. Beyindeki bu veriler onun “hayat felsefesini” şekillendirirken, eylemleri de “hayat tarzını” oluşturur. ● İnsan, gençlik döneminde “aş-eş” temin etmenin çabasına düşer. Okuma isteği, askerliği aradan çıkarma gayreti, meslek edinme çabaları, işyeri açma teşebbüsleri, nişan-düğün işleri, evin ihtiyaçlarının karşılanması vs; tam bir koşuşturma… Bu koşuşturma yetişkin insanın vaktinin neredeyse tamamını alır. DÜŞÜNEBİLMEK ● “Niçin varım” nasıl kazanmalıyım” varım yerine “nasıl kazanmalıyım sorusunun cevabını arayanlar, hayatı “kazanmak ve harcamak” olarak görürler ve farkında olmadan bir o tarafa, bir bu tarafa savrulurlar. Daha vahimi; savrulmanın kendilerini “sersemleştirdiğinin” farkına varamadan yaşamaları… İnsan, kendini dünya telaşına kaptırmaya görsün, “dünya işi hiç bitmez”. Çünkü, insan ihtiraslı bir varlıktır. İhtiraslar ise, tatmin edildikçe artar. Tam bu noktada “akıllı kimdir” kimdir dersek; “sık sık durup ‘NİÇİN YAŞIYORUM’ ve ‘NASIL YAŞIYORUM’ sorusunu kendine soran ve cevabı için düşünendir” düşünendir diyebiliriz.
İnsan çevresinde (dünyada) olup bitenleri içinde yaşadığı yapının (kültürün/inancın) penceresinden (kabullerinden) görür ve değerlendirir. Bu yönüyle her insan az/çok sabit fikirlidir. Doğruya inanılıyorsa sabit fikirli olmak “istikrarlı olmak” adına iyidir. SEKÜLERİZM Allah yokmuş gibi yaşamak / inanmak. NİÇİN-NASIL YAŞIYORUM? SEKÜLER PENCERESİNDEN BAKIŞ İnsan, hayata seküler penceresinden (materyalistlerin, evrimcilerin, pozitivistlerin, laikçilerin vb. ideolojilerinden) baktığında (çıkarlar uğruna) “insanı tanımlamaya” ve “insana kural koymaya” kalkar… İnsan, insanı tanımlayamaz, sadece tarif edebilir. İnsan, yaratıcı varken kural koyamaz, sadece konulmuş kurallara uygulama pratiği getirebilir. Tersine davranışlar bir tür ilâhlık taslamaktır… Zaman şahittir ki; sahte ilâhlar, ortaya attıkları fikirlerle insanları etkilemekte, bireyin kendi nefsine “niçin yaşıyorum” sorusunu sormaması için her türlü perdelemeyi yapmaktadırlar. Hayata seküler bakanlar; “niçin yaratıldığının” değil, “rantın / hazzın” peşine düşer. VAHYİN PENCERESİNDEN BAKIŞ Hayata vahyin penceresinden bakan “iman sahipleri” (Allah’a, Hz. Peygamber’e ve O’nun haber verdiği şeylere gönülden inanıp, kabul ve tasdîk eden kimseler) kendini “kul” (Allah’ın yap dediklerini yapan ve yapma dediklerini yapmayan biri) olarak görmek isterler. Çünkü; bu dünya hayatı geçicidir ve ahiret hayatı için hazırlanılmalıdır. Bu hazırlığın nasıl olması gerektiğinin çerçevesinin vahiyle çizildiğinin bilincinde olan iman sahipleri ‘çerçevenin içinde kalmak ister’. Bu istek “niçin yaşıyorum”un cevabıdır… Hayata vahyin penceresinden bakanlar; “niçin yaratıldığının” peşine düşer.
Kendini Müslüman olarak tanımlayan birinin davranışlarının terazisi vahiydir. Davranışlar “vahiy terazisi” ile tartıldığında çıkan sonuç “onun nasıl yaşadığının” göstergesidir. Göstergenin pozitif yönde olabilmesi için; Müslümanın öncelikle “niçin yaptığını”, daha sonra da “nasıl yapacağını” bilmesi gerekir. “DİNİN DİREĞİ” OLAN NAMAZ ÜZERİNDEN ÖRNEKLEYELİM. NİÇİN, NASIL? “Ben Müslümanım” demek, Yüce Allah’ın (cc) vahiyle bildirdiği son dini (İslâmın hükümlerini) kabul ediyorum demektir. Bir diğer ifade ile; “Nasıl inanmam isteniyorsa öyle inanacağım, neleri yapmam isteniyorsa yapacağım, neleri yapmamam isteniyorsa yapmayacağım” yapmayacağım demektir. Yoksa; “istediğimi yapacağım, istemediğimi yapmayacağım” demek değildir… Namazdan devam edersek; Müslüman, namazın Yüce Allah’ın emri olduğunu bilir ve yerine getirir. Tersi davranış, O’na isyandır. Böyle biri “özde değil, sözde Müslümandır” ve kendine yazık etmektedir… Bir ibadet “Ben yaptım oldu” şeklinde yerine getirilmez. İbadet madem ki dinin emridir, nasıl yapılacağını da o belirler… belirler Bir Müslüman namazı niçin kılması gerektiğinin şuurunda ise, devamında nasıl yapması gerektiğini de öğrenmek zorundadır. Çünkü; kurallarına uyulmadan yapılan ibadet, ibadet olmaktan çıkar, keyfiliğe dönüşür. Özetle: Niçini bilinmeden örfen kılınan namazın içi boştur, nasılına uyulmadan kılınan namaz da yorgunluktur…
Tekbir getirip namaza duran mümin, Allah’ın huzuruna çıkmayı arzular. Bu çıkış için aracıya, randevuya ihtiyaç yoktur; abdestli olmak ve niyet yeterlidir. Yüce Allah, huzuruna gelmek isteyen kulunu kabul ettiğinde bir insan için bundan daha büyük şeref olabilir mi? . . Namaz bu denli önemlidir. DİNİN OMURGASI TEKBİR Mümin “namaz için niyetlenip” ve şeklen ellerini kaldırıp “dünya işlerini arkama atıyorum, onlar Allah’ın emirlerinden daha önemli değildir” şuuruyla Allahü ekber (Allah en büyüktür) büyüktür der ve namaza durur. Bu onun teklifsiz, aracısız Allah’ın manevi huzuruna (miraca) çıkışının hazırlığıdır… KIYAM Mümin kıyamda (huzurda) boyun eğerek "Sübhaneke ve Euzü besmele" ile Allah'a hamd eder, O’nu tesbih eder, yüceltir, O’ndan başka ilâh olmadığını tasdikler, O’nun rızasını aradığını ve bütün şerlerden kendisine sığındığını belirtir ve devamında yaratıcısının kelamı Kur‘ân’ı okumaya başlar… Ve; görevini NAMAZ Ayakta Kur’ân’dan okumayı tamamlayan mümin, yaratıcısının manevi huzurunda acizliğinin bir ifadesi olarak eğilir (rükû'a varır). Üç defa "sübhane rabbiye'l-azim" (Ey Ey büyük Rabb’im seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim) ederim diyerek yaratıcısını yüceltir… Rükû, nefsin gururunu kırmaktır. yerine getirmiş olmanın RÜKÛ huzuru içinde dünyaya (günlük işlerine) döner… SECDE Mümin Rabb’inin “. . . Secde et ve Rabb’ine yaklaş“ yaklaş (Kur’ân 96/19 ) emrine uyarak yere kapanır. Secde kulun Allah'a en yakın olduğu andır, orada miraç yaşanır. “Eğer namaz kılan Allah’ın azamet ve yüceliğinin ne derecede onu sardığını bilseydi, başını secdeden kaldırmak istemezdi. ” istemezdi (Hadis) OTURUŞ Mümin secdeden sonra oturur ve Efendimizin miraç sonunda okuduklarını (tahiyyat) okur. Tahiyyat Allah'a içten niyazı, övgüyü, duyguları sunmaktır, karşılıklı selamlaşmaktır. Ve final; Es-selâmü âleykûm ve rahmetullah (Allah’ın selam ve rahmeti üzerinize olsun) olsun diyerek tüm müminleri selamlar…
Yüce Allah, davranışlarımızın geneli için bizlere “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Kur’ân 66/6) uyarısı yapmakta ve namaz özelinde de “Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et… ” (Kur’ân 20/132) görevini yüklemektedir. NİÇİNİ-NASILI Ülkemizin son yüzyılındaki “ideolojik akımların” toplum üzerindeki etkileri analiz edildiğinde, başta okumuşlarda olmak üzere, dinin ikinci plana itildiği ve seküler hayatın ön plana çıktığı görülür. Böyle bir ortamda büyüyenlerin ibadetlere (bilhassa namaza) mesafeli oldukları görülmektedir. Müslümanım diyen böylesi anne-babanın namaz kılmaması, çocukların önünde günah olan davranışlar sergilemeleri, yeni nesle kötü örnek olmuş ve “aile içi dini eğitim”den mahrum bırakmıştır. . . Maalesef domino etkisi devam etmektedir. ÖĞRETEBİLMEK Toplumda namazın yaygın olmaması sadece kılmayana değil, yeni nesle de zarar verir. Görsel olarak namazla tanışmayan çocuklar namazı hayatına nasıl sokacak? Çocukların kendiliklerinden iyiyi ve doğruyu bulup hayatlarına uygulamalarını beklemek saflıktan başka bir şey değildir. O halde; kendi ailemizden başlayalım… Müslümanın görevi "Çocuklarınız yedi yaşına gelince onlara namaz kılmayı öğretin ve onları namaza başlatın…” hadisi gereğince çocukları namaza alıştırmaktır. Bunun için meşru olan her araç (ödül, takdir, teşvik vb. ) kullanılabilir. Bilinmelidir ki, çocukken başlanılmayan namaza sonradan alışmak çok zordur. Namaza şeklen de olsa alışan çocuk zamanla yaptığının “niçininin bilincine” varır, “nasılını daha doğru” yapar… ÇOCUĞUNU/TORUNUNU SEVEN ONA NAMAZ KILMAYI ÖĞRETMELİDİR.
Maalesef toplumun çoğunluğu “Ben de Müslümanım” demesine rağmen dininin temel değerlerini bile bilmiyor; bildikleri sadece duyumlarla oluşmuş yalan yanlışlar, ibadet dedikleri ise mevlitler, cenaze törenlerine katılım… Bilenler de çok azını yaşıyor… Hanım! Reklam arası vermişken namazı aradan çıkaracağım… BİRAZ DA ÖZELEŞTİRİ Seccade bana lazım. Ben çabuk kılarım. Namazı ciddiye almadığımız günlük hayatımızın seyrinden belli değil mi? Kendini Müslüman olarak tanımlayanların yüzde kaçı namaz kılıyor, yüzde kaçı vakti varken camiye cemaate katılıyor, yüzde kaçı “namazı öne alıp geri kalan zamanda işiyle uğraşıyor, yüzde kaçı işinin arasına namazı sokuşturuyor? ”… Bazı gerçekler acıdır, acısı sonradan da olsa duyulur… sokuşturuyor? Namazda “Niçin saf oluyoruz? ” oluyoruz? sorusunun cevabını bilmiyorsak saf tutmayı önemsemeyiz. Sonuç mu? Yamuk yumuk ve boşluklu sıralar, cami içinde yer varken dışarıda oluşan sıralar, bahçede gölge yerlerin öbek olduğu kopmuş sıralar…Say da say… Mademki cemaate katılmak istiyoruz azıcık gayretle kuralları öğrenip tatbik etmemiz gerekmez mi? . . . Müslümanların bence büyük hatalarından biri de çocukları namaza ve camiye alıştırmamak olmuştur… Kendimizin namaz kılmasını, camiye gitmesini yeterli bulduk; ancak, eş ve çocuklarımız yanımızda olmalarına rağmen görmedik/göremedik…Onları ümmetin ortak ibadetine katmadık… Camiler yaptık, içi boş… Cami yapmak için dernekler kurduk, dükkan gezip yardımlar topladık. Bina olarak camilere gösterdiğimiz hassasiyeti maalesef çocuklarımıza göstermedik… Onlar için ne dernekler kurduk, ne de yatırım yaptık…Çocuk sokakta ya küfür öğreniyor, ya dershanede meçhule kürek sallıyor, ya da internet cafe’de oyun oynuyor…
BİTİRİRKEN “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. ” (Kur’ân 51/56) KULLUK Allah’a eş koşmadan Bizi insan olarak yaratan ve sayısız nimetlerle donatan Yüce Allah'a şükranda bulunmak (teşekkür etmek) O’na iman etmek, O’nun en başta gelen insani görevimizdir. Görev bilincinin doğru oluşması için “niçin yaşadığımızı” bilmemiz yap dediklerini yapmak ve yapma dediklerini gerekir. Allah'a şükür; dil, kalp ve bedenle yapılırken “nasıl yapılacağı”nı bilmek, niçini kadar önemlidir… yapmamaktır. AKILLIYIM NİÇİNİ – NASILI ŞÜKREDECEĞİM BİLİRİM Allah’ım, sana şükürler olsun. Verdiğin akıl ile yaşıyorum; yoksa hayvan gibi bile olsa yaşayamazdım. Çünkü, beden yapım buna uygun değil… Mademki aklım var, onu çalıştıracağım ve sana kulluk yapabilmek için ne gerekiyorsa yapacağım… Allah’ım, niçin yaşadığımın idraki içindeyim. Çünkü; gönderdiğin vahyin mesajını aldım, Peygamberini kendime rehber yaptım… Sana nasıl ibadet edilmesi gerektiğini öğrendim. Kulluğumu yerine getirebilmem için bana yardım et… Allah’ım, seküler yaşayanların içinde olmama rağmen “inkâr anaforu”na kapılmadan yaşayabiliyorsam bu Senin bana lütfundandır. Bunun için ne kadar şükretsem azdır. Bu şükrü “hayat tarzım”la gösterebilmek için gereğini yapacağım… DİYEBİLMEK
Faydalandıklarıma teşekkürlerimle. . . Eylül 2013
- Slides: 12