ESK TRK EDEBYATI VIII BEYT ERH Nurbanu Ylmaz
ESKİ TÜRK EDEBİYATI VIII BEYİT ŞERHİ Nurbanu Yılmaz 17020270
KOCA R GIB PAŞA (d. 1698 -99/1110 - ö. 8 Nisan 1763/24 Ramazan 1176)
KOCA R GIB PAŞA Asıl adı Mehmed'dir. Defterhane kâtiplerinden Şevkî Mehmed Efendi'nin oğludur. Çocukluğundan itibaren Râgıb'ın eğitimine önem verilmiştir, yaşı biraz ilerlediğinde babasının çalıştığı defterhane kaleminde memuriyete başlatılmış, bir süre sonra da Dîvân-ı Hümâyûn kâtipliğine atanmıştır. Bu arada Arapça ve Farsçayı ilerleten Râgıb, şiire ilgi duymaya başlar. İran şairlerinden Sâ'ib-i Tebrîzî ve Şevket-i Buhârî'yi okuyarak onların şiirlerine nazireler yazmaya başlar. 1724'de Revan defterdarlığına getirilmiştir. Bundan bir yıl kadar sonra İstanbul'a döndüyse de kısa süre sonra Hemedan'ın timar ve zeametlerinin düzenlenmesi için Bağdat Valisi ve İran Seraskeri Ahmed Paşa'nın maiyetinde defteremini ve reisülküttap vekili olarak görevlendirildi; bu arada paşanın ilgi ve takdirini kazanır.
KOCA R GIB PAŞA Nadir Şah'ın Bağdat'ı kuşatması sırasında Şah'a gönderilen heyet arasında yer alıp düşmanı oyalayarak şehrin kurtarılmasını sağladı. Ardından İstanbul'a çağrılarak maliye tezkireciliğine atandı. 1736'da ordu ile Rus Seferi'ne çıkmak üzere hareket ettiyse de o sırada İstanbul'a gelen İran elçileriyle görüşmeleri yürütmek üzere acele geri çağrılmıştır. Bu müzakerelerde zeka ve becerisi ile dikkat çekerek 1737'de sadaret mektupçuluğuna getirildi. 1739'da Reisülküttap Mustafa Efendi başkanlığında Rusya ile görüşmelerde bulunmak için Avusturya'ya gönderildi.
KOCA R GIB PAŞA Belgrat 'ın ve Ada Kalesi'nin fethinde de bulunan Râgıb daha sonra Mustafa Efendi'nin yerine reisülküttap olarak atanarak Osmanlı Devleti'nin diplomatik müzakerelerinde önemli hizmetler vermiştir. 1744'ten sonra dört yıl kadar bulunacağı Mısır valiliğine getirildikten sonra kısa aralıklarla Aydın muhassıllığı, Sayda, Halep ve Bâhir Mustafa Paşa'nın kendisini övmesi sonucu Şam valiliğine atanmıştır. Ancak Sultan III. Osman kısa bir süre sonra hakkında çok övgülü sözler duyduğu Râgıb Paşa'yı 10 Receb 1170/20 Mart 1757'de sadrazamlığa getirmiştir. Üç dört ayda bir sadrazam değiştirmeyi alışkanlık haline getiren Sultan III. Osman'a karşı çok zekice bir tutum takınarak hizmetini sürdüren Paşa, öncelikle çalışmasına engel oluşturacak kimseleri birer saraydan ve İstanbul'dan uzaklaştırmıştır.
KOCA R GIB PAŞA Hasımlarına entrikalarına rağmen 16 Safer 1171/30 Ekim 1757'de tahta çıkan III. Mustafa zamanında da hizmetlerini sürdürmüştür. Paşayı her geçen gün daha da takdir eden padişahın kız kardeşi Saliha Sultan'ı kendisine nikahlamasıyla yeri daha da sağlamlaşmıştır. Altı yıldan fazla sadarette kalan Paşa, o devir tıp dilinde "dâimü'l-har'are" ve halk arasında "dolab" denen hastalıktan kurtulamayarak 24 Ramazan 1176/8 Nisan 1763'te vefat etmiştir. Râgıb Paşa, o devirde şiir sanatında Nedîm ve Şeyh Gâlip gibi o devrin en büyük üstatları arasında kabul edilmiştir. "Nâbî mektebi" olarak adlandırılan, görgü, bilgi ve düşünce unsurlarını didaktik bir yaklaşımla hikmet oluşturmak üzere aktarma amaçlı şiirler yazma geleneğinin, kendisine has üslûbuyla XVIII. yüzyıldaki en büyük temsilcisidir.
KOCA R GIB PAŞA Olaylara hikmet gözüyle bakan Râgıb Paşa, bunları tasannundan uzak, güçlü, sade ve pürüzsüz bir dille ifade etmeyi başarmıştır. Onun bazı beyitleri atasözü gibi günümüzde dahi dillerde dolaşır. Özellikle şiirlerinde deyim ve atasözlerine çokça yer vermesi anlatımını daha da güçlendirmiştir. Şiirlerinde ağırbaşlı bir devlet adamı ve bilge kişiliğin izleri hakimdir. Çağının modası olan Sebk-i Hindî'ye fazla rağbet göstermeyen Paşa'nın eserleri, düşünceyi mazmunlar ardında gizlemek yerine doğrudan doğruya söylemeyi tercih eden bir anlayışın ürünüdür.
KOCA R GIB PAŞA Râgıb mahlası ile birlikte Mehmed Râgıb olarak bilinse de daha çok Koca Râgıb Paşa olarak tanındı. Ayasofya-i Kebir Medresesi sakinlerinden olan Yûsuf Efendi'den sülüs ve nesih meşk etti. Kitâbet, inşâ, hesap ve defter usullerini öğrendiği Defterhâne'de kendisine "Râgıb" mahlası verildi. Râgıb Paşa, nükteleri, zengin kitaplığı, hukuk bilgisi, şairliği ve sohbetleriyle de İstanbul'a ve Osmanlı kültürüne katkıda bulundu. Görev yaptığı yerlerde âlimler, mutasavvıflar ve şairlerle dostluk kurdu. Fıtnat Hanım, Haşmet, Çelebizâde Asım Efendi gibi şairleri etrafında toplayarak yaşadığı dönemin kültür odaklarından biri oldu. Nakşibendîlik'ten icazeti bulunmaktadır. Nebile Hanım ve Saliha Sultan ile bilinen iki evliliği ve Nâile Lebîbe adında iki kızı vardır.
KOCA R GIB PAŞA Nâbî tarzı da denen Hikemî tarzın 18. yüzyıldaki en önemli temsilcisidir. Nâbî'nin yolunda yürümekle beraber kendine özgü bir üslup yaratabilmiş, Nâbî etkisinde kalan diğer şairler gibi basit bir taklitçi olmamıştır. Şiirimizde "mısra-ı berceste" denen ve atasözü gibi dillerde dolaşan pek çok mısraın sahibidir. Şair, gözlemlerini de şiire aksettirmiştir. Az olmakla birlikte zaman Nedîm'i hatırlatan gazeller söylemiştir. Az sayıdaki kasidesinde ise Nefî'nin tesirindedir. Nâbî'yi takip eden şairler arasında en başarılısıdır. Gibb ve onu takip eden bazı edebiyat tarihçileri onu kendi sınırları içinde Nâbî'yi geride bıraktığını ileri sürmüşlerdir. Fıtnat Hanım ile karşılıklı latife ve nazireleri meşhurdur. Sebk-i Hindî'nin bazı dil ve muhteva özelliklerinin, özellikle de dil özelliklerinin tesirinde kalsa da bu özellikler doğrudan onu Sebk-i Hindî şairi yapacak düzeyde değildir.
KOCA R GIB PAŞA'NIN ESERLERİ 1. DÎV N: Râgıb Paşa'nın vefatından sonra şiirleri Müstekimzâde Süleyman Sadeddin Efendi tarafından bir divan halinde toplanmış ve Münşe'at'ı ile 7 matla, 4 beyit bulunmaktadır. 2. MÜNŞE T-I R GIB: Reisülküttap iken hazırladığı telhislere daha sonra çeşitli görevlerde iken kaleme aldığı siyasî-edebî tarzdaki seçme yazılarının da eklenmesiyle Ahmed Nüzhet Efendi tarafından tertip edilmiş bir inşâ mecmuasıdır. 3. FETHİYYE-İ BELGRAD: Münşeât'ta da yer almaktadır. Avusturya ile 1151/1739 yılında yapılan savaş neticesinde Belgrad Kalesi'nin yeniden fethi hakkında kaleme alınmıştır. I. Mahmud adına yazılmıştır. Bazı nüshaları Fethiyye-i Râgıb adıyla da geçmektedir.
KOCA R GIB PAŞA'NIN ESERLERİ 4. HUNEYNİYE ve T İFİYE: T İFİYE Münşeât'ta da yer alan bu eserin, bazen müstakil bir eser gibi yazma nüshalarına rastlanmaktadır. Nâbî'nin Zeyl-i Nâbî Siyer'ine zeyil mahiyetinde yazılmış edebî değeri olan bir eserdir. 5. TAHKÎK ve TEVFÎK: TEVFÎK Sünnî ve Şiî mezhepleri arasındaki anlaşmazlıkların ortadan kalkması, her iki İslam devletinin birbiriyle yakınlaşması amacıyla kaleme alınmıştır. 6. MECMÛA-İ R GIB PAŞA: PAŞA Arapça, Farsça, Türkçe manzum ve mensur edebî yazılarla Râgıb Paşa'nın kendisine ait resmi ve gayri resmi yazılarını içine alır. Bu tek ciltlik eserde, alfabe sırasıyla değişik konularda mısra ve beyitlerle, altmış beş kaside yer almaktadır.
KOCA R GIB PAŞA'NIN ESERLERİ 7. SEFÎNETÜ'R- R GIB ve DEFÎNETÜ'L-MET LİB: DEFÎNETÜ'L-MET LİB Çeşitli konularda yazılmış Arapça ansiklopedik bir eserdir. Müsveddesi kendi el yazısı ile Râgıb Paşa Kütüphanesi 1489'dadır. Eser, 1282'de Bulak'ta basıldı. Eserin birçok nüshası bulunmaktadır. 8. ARUZ RİSALESİ: RİSALESİ Aruza dair bir risaledir. Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi 740'tadır. 9. TERCÜME-İ MATLA-I SA'DEYN: SA'DEYN Abdürrezzâk es-Semerkandî'nin İran Moğollarına ait Farsça tarihinin dörtte birinin çevirisidir; ancak bu tercüme kayıptır. 10. TERCÜME-İ RAVZATÜ'S-SAF : RAVZATÜ'S-SAF Mîrhând'ın meşhur eserinin çevirisi olup eksik kalmıştır ve kayıptır.
GAZEL: Dilhastelerün bilmedi sıhhat neye dirler Dârû-yı ifâkatle 'inâyet neye dirler. Sertâbekadem gül gibi ol gûş-ı hakikat Bülbülden işit nâliş-i hasret neye dirler Tâ olmaya zehrâbeceş-i firkatün 'aşık Derk eyleyemez lezzet-i vuslat neye dirler Sûretde eger Râgıb'uz ammâ ki cihâna Fehm eylemedük ma'ni-yi rağbet neye dirler. Hem sînesi pürdâğ u hem âvâzesi muhrik Neyden bilinür sûz-ı muhabbet neye dirler VEZİN: Mef'ûlü / mefâ'îlü / fa'ûlün Bir sâgar ile yapdı hemân pîr-i harâbât Gösterdi bugün şeyhe kerâmet neye dirler Ma'lûm oluyor nokta-yı mevhûm-ı femünden Gülgonca-yı gülzâr-ı letâfet neye dirler
BİRİNCİ AŞAMA: METİN 1. ORİJİNAL METİN: 2. ORİJİNAL METİN (MATBÛ): ھﻢ ﺳیںە ﺳﻰ پﺮﺩﺍﻍ ﻭھﻢ آﻮﺍﺯە ﺳﻰ ﻣﺤﺮﻕ ﻧیﺪﻥ ﺑﻠﻨﺮ ﺳﻮﺯ ﻣﺤﺒﺖ ﻧﻴﻪ ﺩﺭﻟﺮ 3. TRANSKRİPSİYONLU METİN: Hem sìnesi pürdāġ u hem āvāzesi muóriḳ Neyden bilinür sūz-ı muóabbet neye dirler.
İKİNCİ AŞAMA: SÖZLÜKSEL ANLAM Hem sînesi pürdāġ u hem āvāzesi muhriḳ Neyden bilinür sūz-ı muhabbet neye dirler Hem: (Fars. ) 1. Kullanıldığı cümleye "üstelik, bir de, şu, da var ki, zaten" manaları katarak anlamı kuvvetlendirir. 2. Birden fazla şeyin birlikte bulunduğunu veya birden fazla işin birlikte yapıldığını gösterir [Bu anlamda genellikle tekrar edilerek kullanılır]. 3. İkincisi birincisini açıklayan iki cümleyi birbirine bağlar. Sîne: (Fars. ) 1. Göğüs, bağır, sadr. 2. Gönül, kalp, yürek. 3. İç, derinlik. "sine-si: isim kök + 3. tekil iyelik eki. " Pür: (Fars. ) 1. Dolu
İKİNCİ AŞAMA: SÖZLÜKSEL ANLAM Hem sìnesi pürdāġ u hem āvāzesi muóriḳ Neyden bilinür sūz-ı muóabbet neye dirler Dâğ: (Fars. ) 1. Kızgın demirle vücuda vurulan damga, işaret, nişan. 2. Tedavi için vücutta kızgın bir demirle oluşturulan yanık. 3. mec. Aşk, elem, keder vb. içe işleyen duyguların verdiği yanıklık, yara. 4. Lale, gelincik vb. çiçeklerin göbek kısmındaki siyahlık. Pürdâğ: (Fars. ) 1. Yaralı. U: (Fars. ve'den) 1. "Ve" bağlacının nazımda sessiz harfle biten Arapça ve Farsça kelimelerden sonraki okunuşu [Aynı bağlaç sesliyle biten bir kelimeden sonra vü okunur].
İKİNCİ AŞAMA: SÖZLÜKSEL ANLAM Hem sìnesi pürdāġ u hem āvāzesi muóriḳ Neyden bilinür sūz-ı muóabbet neye dirler vâze: (Fars. ) 1. Ses, seda. 2. Yüksek sesle bağırma, feryat, nâra. 3. mec. Şöhret, ün, nam. 4. Eski nazariyet kitaplarına göre klasik Türk musikisinde makamların ses özelliklerine göre ayrıldığı dört bölümden ikincisi. " vâze-si: isim kök+3. tekil iyelik eki. " Muhrik: (Ar. ) 1. Yakan, yakıcı. 2. mec. Gönül yakan, yürek sızlatan, dokunaklı.
İKİNCİ AŞAMA: SÖZLÜKSEL ANLAM Hem sìnesi pürdāġ u hem āvāzesi muóriḳ Neyden bilinür sūz-ı muóabbet neye dirler Ney: (Fars. ) 1. Kamış. 2. mus. Musikimizde, bilhassa Mevlevî mûsîkisinde çok yer tutmuş olan, dokuz boğumlu kamıştan yapılan, ön tarafta altı, arka tarafında bir deliği bulunan nefesli saz. "Ney-den: isim + ayrılma hal eki. " Bilmek: (Türk. ) 1. Bir şey hakkında bilgisi, malûmatı olmak, o şeyi öğrenmiş bulunmak. 2. Bir işin ehli olmak, o işi yapmaya alışmış bulunmak. 3. Bir şeye yeteneği olmak, başarmak, muktedir olmak. 4. Anlamak, gerçeğine erişmek, idrak etmek. 5. Hatırlamak. 6. Tanımak.
İKİNCİ AŞAMA: SÖZLÜKSEL ANLAM Hem sìnesi pürdāġ u hem āvāzesi muóriḳ Neyden bilinür sūz-ı muóabbet neye dirler 7. Sorumlu kabul etmek, muhatap tutmak. 8. Değerlendirmek, takdir etmek. 9. Öyle olduğuna inanmak, sanmak, zannetmek. 10. Kabul etmek, addetmek, saymak. "Bil-in-ür: fiil + sıfat fiil eki + geniş zaman eki. " Sûz: (Fars. ) 1. Yanma, yanık, ateş. 2. mec. Iztırap, acı.
İKİNCİ AŞAMA: SÖZLÜKSEL ANLAM Hem sìnesi pürdāġ u hem āvāzesi muóriḳ Neyden bilinür sūz-ı muóabbet neye dirler -ı/i(İzâfet kesresi): Farsçadan Osmanlı Türkçesine geçen unsurların en önemlilerinden birisi de tamlamalardır. Farsça isim tamlaması, muzâf (tamlanan) ve muzâfun ileyhten (tamlayan) oluşur. İsim tamlamasında tamlanan asıl unsurdur; anlamı tamamlanan, belirtilen ve özelleştirilen kelimedir. Tamlayan ise yardımcı unsurdur; asıl kelimeyi açıklamaya belirtmeye yardımcı olur. Türkçenin aksine Farsça tamlamalarda önce tamlanan sonra tamlayan gelir. Tamlamadaki ilk unsur olan tamlananın sonuna "-ı/-i" sesi veren bir izâfet kesresi getirilir. Muhabbet: (Ar. ) 1. Sevgi. 2. Aşk, sevda. 3. Dosluk, bağlılık. 4. Sohbet, yarenlik.
İKİNCİ AŞAMA: SÖZLÜKSEL ANLAM Hem sìnesi pürdāġ u hem āvāzesi muóriḳ Neyden bilinür sūz-ı muóabbet neye dirler Neye/Niye: (Ne'den yönelme hali ekinin kalıplaşmasıyla ne+y+e) Bir şeyin sebebini sormak için kullanılır; niçin, neden. (Ayrıca beyitte cinaslı bir söyleyiş olduğunu düşünürsek "neye" kelimesini çalgı aleti olarak da ele alabiliriz. ("ney-e: isim + yönelme hali eki. ")) "Ne-y-e: isim+ yardımcı ses + yönelme hali eki. " Dirler: (Türk. ) 1. Duygu ve düşüncelerini sözle anlatmak, söylemek. 2. Ağızdan bir ses veya söz çıkarmak, telaffuz etmek. 3. Anlatmak, ifade etmek. 4. İstemek. 5…. diye adlandırmak, …diye vasıflandırmak. 6. Saymak, kabul etmek. 7. Sanmak, zannetmek, …diye düşünmek. 8. Rivayet etmek, nakletmek. "Di-r-ler: fiil+ geniş zaman eki+ çokluk eki. "
ÜÇÜNCÜ AŞAMA: DÜZYAZI (DİL İÇİ ÇEVİRİ) Hem sìnesi pürdāġ u hem āvāzesi muóriḳ Neyden bilinür sūz-ı muóabbet neye dirler Beyitin özgün kelimelerle düzyazıya çevrilişi: [Hem sìnesi pürdāġ u hem āvāzesi muóriḳ; neyden bilinür sūz-ı muóabbet neye dirler. ] Beyitin güncel kelimelerle düzyazıya çevrilişi (Dil içi çeviri): [Hem sinesi (göğsü) yaralarla dolu ve hem (de) sesi yakıcı (olduğundan), aşkın, sohbetin yakıcılığı (ancak) ney aracılığıyla (neyden) anlaşılır. ]
DÖRDÜNCÜ AŞAMA: ŞİİRSEL ANLAM Hem sînesi pürdâğ u hem âvâzesi muhrik Neyden bilinür sûz-ı muhabbet neye dirler Beytimizin şerhine geçmeden önce burada şunu belirtmeliyiz ki bir eseri yorumlarken onu, hem yazılmış olduğu devirle hem de yazarın (şairin) hayatından hareketle ele almamız gerekir. Çünkü ortaya konulan bir eser ne devrinden ne de şairinden tamamıyla bağımsız olamaz. İster istemez bir etkileşim olacaktır. O sebeple beytimizin açıklamasında hem Koca Râgıb Paşa'nın hayatından hem de 18. yüzyılın özelliklerinden yararlanarak yorumlamanın daha sağlıklı olacağını düşünmekteyim. Nitekim Mehmet Kaplan'ın da belirttiği gibi "Bir eseri anlamak için hem devrine hem de yazarına bakmamız gerekir. " Beytimizin açıklamasına gelirsek; burada beytin genel düşünce alanının "ney" olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim bu beyit bizlere şairin Mevlevîlik'te önemli bir yere sahip olan ney hakkında detaylı bir bilgi birikimine sahip olduğunu gösterir. Beyit içerisinde anahtar kelimeler olarak dikkatimizi çeken ifadelerin; "sinesi pürdâğ, âvâzesi muhrik, ney, sûz-ı muhabbet" olduğunu söyleyebiliriz. Beyit, bizlere adeta neyin yolculuğunu anlatmaktadır, kamışlıktan koparılmasından itibaren en son geldiği noktayı anlatır. İlk ele alacağımız ifade "sinesi pürdâğ" ifadesidir. Ney, kamışlıktan kesilip temizlendikten sonra kurutulur ve göğsüne dağlama yöntemiyle delikler açılır. Beytimizden de bu sebeple "neyin göğsü dağlanmıştır yani yaralıdır "anlamını çıkarabiliriz.
DÖRDÜNCÜ AŞAMA: ŞİİRSEL ANLAM Hem sînesi pürdâğ u hem âvâzesi muhrik Neyden bilinür sûz-ı muhabbet neye dirler Neyin üflendiğinde acıklı ve inleme bir sesin duyulması, sinesi yanıklarla dolu olan neyin yakıcı sesinden kaynaklanmaktadır. Yani "âvâzesi muhrik"tir. Başka bir tabirle onun yaralı, acı çeken o hali üflendiğinde feryatlar halinde duyulmaktadır. Bir nevi çektiği acıların ses yoluyla dışa aktarımıdır ki burada aşkın, muhabbetin de yakıcı olması, ney vasıtasıyla ortaya konulmaktadır. Aslında neyden çıkan inlemeli ses "sûz-ı muhabbet" sohbetin, aşkın yakıcılığından kaynaklanmaktadır. Ayrıca şairimizin çağının modası olan Sebk-i Hindî'ye fazla rağbet göstermez, düşünceyi mazmunlar ardında gizlemek yerine doğrudan doğruya söylemeyi tercih eden bir anlayışın ürünüdür. Beytimizde de rahat anlaşılabilen hikmetli bir söyleyiş yer alır. "Ney" denilince aklımıza ilk gelenlerden biri de Mevlana'nın meşhur Mesnevî'sidir. Nitekim, Mevlana "Dinle neyden…" diye başlayan mesnevisinin ilk on sekiz beytini 'ney'e ayırmıştır. Burada ney ayrılıkları, şikayetleri dile getirir. Mevlana, "neye" aşk ateşinin düştüğünü anlatmaktadır. " teş-i 'aşkest k'ender ney fütad / Cûşiş-i âşkest k'ender mey fütad. " (Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk coşkunluğudur ki şarabın içine düşmüştür. ) beytinde de gördüğümüz üzere tıpkı bizim beytimizde olduğu gibi ney ve aşk ateşi arasında bir ilişki kurulmuştur.
DÖRDÜNCÜ AŞAMA: ŞİİRSEL ANLAM Hem sînesi pürdâğ u hem âvâzesi muhrik Neyden bilinür sûz-ı muhabbet neye dirler Mevlana'nın Mesnevi'sinde vurgulanmak istenen insan-ı kâmil yani olgun insan düşüncesidir. Ney özellikle kâmil insanı temsil etmesi yönüyle tasavvufi bir mana da üstlenir. Aslında kamışa tasavvufi bir mana yüklenmesinin sebebi İslam kültüründe anlatılan bir rivayettir. Rivayete göre; Hz. Muhammed (sav. ) yeğeni Hz. Ali'ye ilahi aşkın sırlarına dair bazı sırlar verir. Sırrı saklamak güçtür, Hz. Ali dayanamaz; gider, bildiği tüm sırları çöldeki bir kuyuya anlatır. Kör kuyu da bu sırrı muhafaza edemez; coşar, taşar, etraf su ile kaplanır. Burada zamanla sazlar biter. Oralarda dolaşan bir çobanda sazlıktan bir kamış keser, delikler açar ve içini temizler. Çıkan ses son derece coşkuludur, çünkü ilahi sırrı anlatmaktadır. O sırada oradan geçmekte olan Hz. Muhammed de işin hikmetini anlayarak Hz. Ali'den durumu sorar. Hz. Ali de sırrı gönlüne sığdıramadığı için kör bir kuyuya anlattığını söyler ve o günden sonra ney aşkın, ilahi sırrın tercümanı olarak kabul edilir.
DÖRDÜNCÜ AŞAMA: ŞİİRSEL ANLAM Hem sînesi pürdâğ u hem âvâzesi muhrik Neyden bilinür sûz-ı muhabbet neye dirler Neyde bulunan yedi adet deliğin tasavvuf düşüncesinde "yedi esma" olarak yorumlanması ve neyin insan-ı kâmili simgelediğine dair görüşlerde mevcuttur. Yani insan da bulunan yedi aza ve bunların kesret alemiyle bağları koparılarak ulaşılacağı yedi nefis mertebesi neyde bulunan yedi deliğe denk gelmektedir. İnsan da yedi nefis mertebesini aştıktan sonra tıpkı ney gibi ilahi sırların aktarıcısı ve mazharı olabilir. Ayrıca burada şunu da eklemeliyiz ki beytimizde geçen aşkın yakıcılığını, Mevlana'nın "hamdım, piştim, yandım" sözünü bizlere hatırlattığını belirtebiliriz. Beytimizden hareketle, hamdım kelimesi; yaş kamışı, piştim kelimesi; neyin kurutulmasını, yandım kelimesi; neyin dağlanmasını bizlere çağrıştırdığını söyleyebiliriz. Son olarak şunu da belirtmeliyiz ki şairimizin tercih etmiş olduğu "neye dirler" redifi de çalgı aleti olan neyle cinaslı bir söyleyiş oluşturmaktadır. Gazelin tamamına baktığımızda redifin sözde soru manasını taşıdığını da söyleyebiliriz. Tevriyeli bir anlatım söz konusudur.
BEŞİNCİ AŞAMA: SÖZ SANATLARI Hem sînesi pürdâğ u hem âvâzesi muhrik Neyden bilinür sûz-ı muhabbet neye dirler TEKRİR: "hem/hem" hem ifadesi beyit içerisinde iki defa kullanılarak tekrar edilmiştir. TENASÜP: TENASÜP "sinesi pürdâğ, âvâzesi muhrik, ney, sûz-ı muhabbet" kelimeleri arasında bir uyum olduğunu söyleyebiliriz. CİNAS: CİNAS "neye dirler" ifadesindeki 'ney' hem soru hem de çalgı aleti olan 'ney'i karşılamaktadır. TELMİH: Ney vasıtasıyla Mevlana'nın Mesnevisi ve neyin ortaya çıkış rivayeti hatırlanmaktadır. TEVRİYE: "neyden/neye dirler" hem bir çalgı aleti olarak hem de sözde soru ifadesi manasında kullanılmıştır.
KAYNAKÇA: Şentürk , Ahmet Atilla– Ahmet Kartal (2018), Üniversiteler için Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul. Çetinkaya, Yalçın (2019), Mevlevî Düşüncesinde Ney ve İnsân-ı Kâmil Sembolizmi, Rast Müzikoloji Dergisi, Yaz sayısı 7, s. 1979 -1992. Özdemir, Mehmet (2014), Koca Râgıb Paşa'nın "Neye Dirler" Redifli Gazelinin Düşünce Alanı Merkezli Metin Çözümleme Yöntemi'ne (DAM) Göre Şerhi, TSA, sayı: 2, s. 187 -201) http: //teis. yesevi. edu. tr/madde-detay/koca-ragib-pasa http: //lugatim. com/
BENİ DİNLEDİĞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUM.
- Slides: 29