ESK TRK EDEBYATI VII BEYT ERH Zlbiye KAYA
ESKİ TÜRK EDEBİYATI VII BEYİT ŞERHİ Zülbiye KAYA 17020305
NİY ZÎ- MISRÎ 12 Rebîülevvel 1027’de (9 Mart 1618) Malatya’nın Aspozi kasabasında doğdu. Asıl adı Mehmed’dir. Şiirlerinde, ilim tahsili için bir süre Mısır’da kaldığından “Mısrî” mahlasıyla “Niyâzî” mahlasını kullanmış, bu ikisinin birleşiminden meydana gelen Niyâzî-i Mısrî, Mısrî Niyâzî ve Şeyh Mısrî diye tanınmıştır.
NİY ZÎ-İ MISRÎ Niyâzî gençlik yıllarındaki tahsili sırasında sûfîlere muhalif olduğunu, meclislerine gitmediğini, ancak zamanla bu görüşünün değiştiğini ve bir Halvetî şeyhine intisap ettiğini, Nakşibendî dervişi olan babası Soğancızâde Ali Çelebi’nin bundan memnun olmayıp kendi şeyhine götürmek istediğini, fakat bu şeyhi kâmil bulmadığı için babasının teklifini reddettiğini söyler (Mawaidu’l-irfân, s. 47). Şeyhinin Malatya’dan ayrılmasının ardından zâhir ilimleri alanındaki öğrenimini sürdürmek üzere Diyarbekir’e giden (1048/1638), bir yıl orada kaldıktan sonra Mardin’e geçen Niyâzî bu iki şehirdeki âlimlerden mantık ve kelâm okudu. 1050’de (1640) Kahire’ye gidip Ezher medreselerinde ilim tahsiline başladı. Bu sırada oturmakta olduğu Şeyhûniyye Külliyesi’ndeki Kādirî Tekkesi’nin şeyhine intisap etti. Adını vermediği bu şeyhin, ilim ve tasavvuf yolunda büyük bir gayretle çalışırken bir gün kendisine zâhir ilmi talebinden tamamen vazgeçmedikçe tarikat ilminin kendisine açılmayacağını söylemesinden etkilenen Niyâzî (a. g. e. , s. 48) ikisi arasında tercih konusunda kararsız kaldı.
NİY ZÎ-İ MISRÎ Abdülkādir-i Geylânî rüyasında zuhur ederek zâhir ilmini öğrenip onunla amel etmesini, tarikat ilmini ise bir mürşide ulaşarak elde edebileceğini, ancak kendisini irşad edecek kişinin bu şehirde olmadığını söylemesi üzerine üç yıldır ikamet etmekte olduğu Kahire’den şeyhinin izniyle ayrıldı (1053/1643). Mısır, Suriye ve Anadolu’nun çeşitli şehirlerini dolaşıp 1056’da (1646) İstanbul’a gitti. Küçükayasofya civarında Sokullu Mehmed Paşa Camii Medresesi’nin bir hücresinde halvete girdi, daha sonra bir süre Kasımpaşa’da Uşşâkī sitanesi’nde misafir kaldı. Aynı yıl İstanbul’dan ayrılıp Anadolu şehirlerini dolaşmaya başladı. Uşak’ta Ümmî Sinan’ın halifelerinden Şeyh Mehmed Efendi’nin zâviyesinde iken Elmalı’dan Uşak’a gelen Ümmî Sinan’a intisap etti (1057/1647) ve onunla birlikte dergâhının bulunduğu Elmalı’ya gitti. Dokuz yıl burada şeyhine hizmet edip seyrüsülûkünü tamamlayan Niyâzî 1066’da (1656) halife tayin edilmesinin ardından Uşak, Çal ve Kütahya’da irşad faaliyetinde bulundu. İstanbul’da başlayıp yayılan Kadızâdeliler hareketinin etkisiyle aleyhinde bazı dedikodular çıkınca 1072 (1661) yılı başlarında bölgeden ayrılarak birkaç müridiyle birlikte Bursa’ya yerleşti. Bu yıllarda Hacı Mustafa adlı müridinin kız kardeşiyle evlendi. Fâtıma ve Çelebi Ali adlı iki çocuğu dünyaya geldi.
NİY ZÎ- MISRÎ Niyâzî-i Mısrî, Halvetiyye’nin dört ana kolundan Ahmediyye’nin Mısriyye şubesinin pîri olarak kabul edilir. Tarikatın Bursa Ulucamii’nin güney kısmında Niyâzî’nin sağlığında inşa edilen âsitanesi XX. yüzyılın başlarına kadar faaliyetini sürdürmüş, daha sonra bakımsızlıktan yıkılıp yerine bugünkü postahane binası yaptırılmıştır. Niyâzî-i Mısrî Limni’de sürgünde iken tekkede halifelerinden Şenikzâde Mehmed Efendi vekâleten postnişin olmuş, onun ölümünün ardından bir süre Gazzî Ahmed Efendi ve ardından oğlu Çelebi Ali Efendi postnişinlik yapmıştır. Son postnişin Mehmed Şemseddin Efendi’dir (Ulusoy, ö. 1936). Tarikatın Bursa dışında Selânik, İzmir ve Kahire’de dergâhları olduğu bilinmektedir.
NİY ZÎ-İ MISRÎ ESERLERİ: Niyâzî-i Mısrî’nin büyük bir kısmı birkaç yapraklık risâlelerden oluşan otuzu aşkın eseri bulunmaktadır. Bunlardan başlıcaları şunlardır: A. Arapça Eserleri: 1. Mevâʾidü’l-ʿirfân: “Mâide” adlı yetmiş bir bölümden oluşan eserin altmış sekizinci bölümü Türkçe’dir. Bazı âyet ve hadislerin yorumuyla Ehl-i beyt’in faziletinden, Hz. Hasan ile Hüseyin’in nübüvvetinden bahseden Mevâʾidü’l-ʿirfân Niyâzî-i Mısrî’nin en önemli eseri olup Süleyman Ateş tarafından Mawaidu’l-irfân: İrfan Sofraları adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir (Ankara 1971). 2. ed-Devretü’l-ʿarşiyye fî aḥkâmi’l-ferşiyye (Devre-i ʿArşiyye): Üç bölüm ve bir hâtimeden meydana gelen eser burçlar, kıyamet ve kıyamet alâmetleri, haşir gibi konuları ihtiva eder. Mehmed Nûrullah eseri 1323 (1905) yılında Türkçe’ye çevirmiştir. 3. Tesbîʿ-i Ḳaṣîde-i Bürde: Eserin müellif nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Reşid Efendi, nr. 1218). 4. Tefsîru Fâtiḥati’l-Kitâb: Fâtiha sûresinin bu işârî tefsiri, sûrenin faziletiyle ilgili hadislerden başka cifr hesaplarından oluşan küçük bir risâledir (Süleymaniye Ktp. , Pertev Paşa, nr. 244/2; Uşşâkī Tekkesi, nr. 36/6).
NİY ZÎ-İ MISRÎ 5. Mecâlis: Nisâ, Mâide, En‘âm ve Kadr sûrelerinin işârî tefsiridir. Bazı cifr hesapları ve öğütleri de içeren esere Nisâ sûresinin tefsiri sonradan eklenmiştir. Müellif hattı tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (Hacı Mahmud Efendi, nr. 1718). B. Türkçe Eserleri: 1. Divan: Niyâzî-i Mısrî’nin şiirleri bütün tarikat çevrelerinde beğenilmiş, divanı âdeta dervişlerin bir el kitabı haline gelmiştir. Yurt içinde ve yurt dışında birçok nüshası bulunan divanın eski ve yeni harflerle çeşitli baskıları yapılmıştır (Kenan Erdoğan, s. CLXXXI-CXCVI) 2. Tuhfetü’l-uşşâk: Allah, varlık, insan, kâinat, ibadet gibi konuları içeren eser Niyâzî-i Mısrî’nin düşünce dünyasını tanıma açısından önemli bir kaynaktır. 3. Mecmua: Mısrî’nin bizzat kendi el yazısıyla kaleme aldığı iki mecmua bulunmaktadır. Bunlardan “Mecmûa-i Kelimât-ı Kudsiyye” diye adlandırıldığı anlaşılan ilki (Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp. , Orhan Gazi, nr. 690) hâtırat mahiyetinde olup burada daha çok Limni’de geçirdiği sıkıntılı günler anlatılmıştır
NİY ZÎ-İ MISRÎ 4. Risâle-i Es’ile ve Ecvibe-i Mutasavvıfâne (Risâle fi’t-tasavvuf): Bazı tasavvuf terimlerinin açıklandığı eserin elliden fazla yazması tesbit edilmiştir. 5. Risâle-i Devriyye: Tasavvuftaki devir nazariyesiyle ilgili mensur bir eser olup Abdurrahman Güzel tarafından özensiz bir şekilde yayımlanmıştır (Türk Kültürü Araştırmaları, XVII-XXI/1 -2 [Ankara 1983], s. 121 - 137). 6. Ta‘bîrâtü’l-vâkıât: Tasavvufta rüyaların sâlikin geçeceği yedi nefis merhalesine göre değerlendirildiği ve her birinin bir daire olarak ele alındığı bu küçük risâleyi Mustafa Tatcı neşretmiştir (Türk Folkloru Araştırmaları [Ankara 1989], s. 85 -95). 7. Şerh-i Esmâü’l-hüsnâ (Esmâ-i Halvetiyye): Halvetîler’in seyrüsülûk esnasında zikrettikleri Allah, alî, hû, alîm, kahhâr, hay, azîm, hak, vâhid, kayyûm, samed, ahad isimlerinden oluşan on iki esmâ-i ilâhiyyenin tasavvufî şerhidir.
NİY ZÎ-İ MISRÎ 8. Şerh-i Nutk-ı Yûnus Emre: Şathiye türünün en güzel örneklerinden biri olup Yûnus Emre’ye atfedilen “Çıktım erik dalına. . . ” diye başlayan şiirinin şerhidir. Birçok yazması bulunan bu şerhin eski ve yeni harflerle çeşitli yayımları bulunmaktadır (meselâ bk. Yûnus Emre Şerhleri [haz. Emine Sevim – Necla Pekolcay], Ankara 1991, s. 137 -152).
İKİNCİ AŞAMA: SÖZLÜKSEL ANLAM Bir ticâret ḳılmâdın ben naḳd-i ‘ömr oldı hebâ Yola geldüm lîk göçmiş cümle kârbân bî- ḫaber Ticâret: Kazanç elde etmek için yapılan mal ve ürün alım satımı, alış veriş. Kılmâdan: Kılmadın Nakd: Elde bulunan geçerli para, akçe. Hebâ: 1. Boşa gitme, ziyan olma. 2. tasavvuf. İçinde âlemdeki bütün sûretlerin, şekillerin meydana geldiği, fakat aslı îtibâriyle kendisi yok olan şey, madde, cevher. Lîk: ( )ﻟﻴﻚ bağl. (Fars. lіk) Lâkin. Cümle: 5. sıf. Bütün, hep, tüm Kârbân: (Fars. kārbān – kārvān) Kervan kelimesinin eski metinlerde rastlanan asıl şekilleri
İKİNCİ AŞAMA: SÖZLÜKSEL ANLAM Bir ticâret ḳılmâdın ben naḳd-i ‘ömr oldı hebâ Yola geldüm lîk göçmiş cümle kârbân bî- ḫaber BÎ: ) ( )ﺑﻰ Fars. bі-) Farsça ve Arapça kelimelerin başına gelen ve dilimizdeki “-siz, -mez” eklerinin anlamını karşılayan ön ek. Haber: 1. Olmuş veya olmakta bulunan bir şeye dâir orada olmayanlara erişen bilgi, ondan ona nakledilen söz. Ömr: ömür, yaşayış, yaşama, hayat Bî-haber : Habersiz. Nakd-i ömr: Ömür nakiti.
ÜÇÜNCÜ AŞAMA: DÜZYAZI (DİL İÇİ ÇEVİRİ Bir ticâret ḳılmâdın ben naḳd-i ‘ömr oldı hebâ Yola geldüm lîk göçmiş cümle kârbân bî- Ḫaber Beyitin özgün kelimelerle düzyazıya çevrilişi: ( Ben bir ticâret kılmâdın nakd-i ‘ömr hebâ oldı. Yola geldüm lîk cümle kârbân bî- haber göçmiş. ) Beyitin güncel kelimelerle düzyazıya çevrilişi ( dil içi çeviri ): Ben bir ticaret yapmadan ömür nakiti heba oldu. Yola geldim lâkin bütün kervan haber vermeden göçmüş gitmiş.
DÖRDÜNCÜ AŞAMA: ŞİİRSEL ANAMI Bir ticâret ḳılmâdın ben naḳd-i ‘ömr oldı hebâ Yola geldüm lîk göçmiş cümle kârbân bî- ḫaber Ø Şair bu beyitte , ‘ Dünyada bana verilen ömür sermayesiyle ahirette işime yarayacak bir ticaret yapamadım. Dünya hayatımı iyi değerlendiremedim, insan-ı kâmil olamadım. ’ demektedir. Eskiden insanlar alış veriş yapmak için aylarca kervan beklemek zorundaydılar. Dolayısıyla kervan alış verişi insanlar için yılın önemli fırsatlarındandı. Şair , kendisini ticaret yapan bir kişiye, dünyayı bir pazara, kendisine verilen ömrü nakit paraya benzetmiştir. Ø Bu beyitte ticaret için kervan bekleyen değil ticaret için kervanla yolculuk yapan birisinin ruh hâli de örnek olarak verilmiş olabilir. Bu durumda beytin anlamı şöyle olur: ( Ruhlar âleminde) kervanla yola çıktım. Bir şehre (dünya) uğradım. Fakat iyi bir ticaret yapamadım. Elimdeki bütün sermayeyi (ömrü, yılları) heba ettim. Aklım başıma geldi. Yola geldim fakat kervan bana haber vermeden çekip gitmiş.
DÜRDÜNCÜ AŞAMA: ŞİİRSEL ANLAM Bir ticâret ḳılmâdın ben naḳd-i ‘ömr oldı hebâ Yola geldüm lîk göçmiş cümle kârbân bî- ḫaber Ø İnsanın dünyadakikaları ve günleri ona verilmiş nakit gibidir. Bu nakitlerle insan cennetti yani ebedî mutluluğu kazanabilir, böylece çok kazançlı bir ticaret yapmış olur. Tevbe suresinin 111. ayetinde ‘ Allah müminlerin mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır. ’ denilmektedir. ‘ Yola gelmek ‘ fiilinin ‘ doğru yolu bulmak’ şeklindeki mecazi anlamı çağrışım seviyesinde beytin anlamına dahil edilmiş olabilir. Ø Mısrî'ye göre dünya, insanı hep gaflete da daldırıp, âhireti unutturan bir yerdir. Hatta bu gaflet o kadar uzar ki, ömrünün sona yaklaştığını hastalıklar, yaşlılık vb. şeyler haber verse bile, insan hala ebedi dünyada kalacakmış gibi nazlanır. Oysa ömür bir sermayedir ve âhiret ticareti elde etmek için verilmiştir. hiret ticareti hususunda ise geç kalmamak gerekir. Zira insan dünyada padişah bile olsa, bir gün gelecek padişahlığını terk edip o da ahirete gidecektir. Bu sebeple dünya lezzetlerinin bir kısım insanlar için yılan zehrine dönüşebileceğini söyleyen Mısri, dünya hayatının lezzet ve güzelliklerine aldanmamaları hususunda insanları uyarır.
DÖRDÜNCÜ AŞAMA: ŞİİRSEL ANLAM Bir ticâret ḳılmâdın ben naḳd-i ‘ömr oldı hebâ Yola geldüm lîk göçmiş cümle kârbân bî- ḫaber Ø Mecliste oturan kişiler birbirlerin ruhî hallerinden çok zaman haberi olmaz. Herkes Kâbe’yi tavaf ederken, kimisi tavafın sayısıyla meşgul olurken kimisi de hakikatine nazar eder. Tavaf ederken Allah Teâlâ’yı tavaf ederde yanındakilerin haberi olmaz.
BEŞİNCİ AŞAMA : SÖZ SANATLARI Bir ticâret ḳılmâdın ben naḳd-i ‘ömr oldı hebâ Yola geldüm lîk göçmiş cümle kârbân bî- ḫaber Ø Teşbih( benzetme): Nakd-ı ömür ; ömür, yıllar nakite benzetilmiştir. Ø Mecaz-ı mürsel: kârbân=kervan; kervan derken tek bir kişiden değil , birden fazla kişiden bahsediyor. Ø Tenasüp: ticâret, nakd, kârbân
Kaynakça: NİY ZÎ-i MISRÎ - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi. org. tr) 274885. pdf (isamveri. org) http: //www. lugatim. com. BEDİR, Lokman, Niyazi mısrî’de dünya-âhiret ilişkisi, Malatyalı ilim ve fikir insanları sempozyumu, bildiriler, 2. cilt, Ankara, 2018 ALTUNTAŞ, İsmail Hakkı, Niyâzî- Mısrî, Divan-ı İlâhiyyat ve Açıklaması, 2. cilt, ocak 2010
- Slides: 18