DNYA EKONOMK BUNALIMI VE TRKYE ETKLER Dnya Ekonomik
DÜNYA EKONOMİK BUNALIMI VE TÜRKİYE ETKİLERİ
Dünya Ekonomik Bunalımının Türkiye Etkileri 1920’li yıllar sona ererken yeni Türkiye ekonomisi biraz rahatlamıştı. Savaşların yıkıntıları büyük ölçüde onarılmış, devlet kurumları yerine oturmaya başlamış ve ülkede asayiş sağlanmıştı. Ulaştırma ve eğitim gibi altyapı alanlarında ciddi adımlar atılmıştı. Gayrisafi Milli Hâsıla’nın yıllık ortalama büyüme oranı % 9 seviyelerindeydi. Ülke ihracatı, ithalat ihtiyacını kolaylıkla karşılayabiliyordu. Türk lirasının altın ve döviz ile olan ilişkisi oldukça sabit korunabiliyordu. 1920’li yıllar sona ererken, Cumhuriyet’in ilk yıllarına göre olumlu görünen bu tablo ekonominin ciddi sıkıntılardan kurtulduğu anlamına gelmiyordu. Ülke hala çok yoksuldu ve halkın beklentileri yükselmişti.
Sanayide teşviklerden beklenilen yatırım atılımı sağlanamamıştı. Ülkenin piyasaya yansıyan gereksinimleri artmış, sanayi ürünleri ithalatı hızlanmıştı. Büyük Dünya Bunalımı öncesi Lozan’da geri bırakılan Osmanlı borçlarının vadesi geldiği için dış ödemeler dengesi ve bütçe dengesini sağlamak zorlaşmaya başlamıştı. İşte tam bu sırada Türkiye ekonomisi Batı ülkelerinde patlayan iktisadi bunalımın yarattığı deprem ile sarsıldı. Bunalımın Başlaması ve Etkileri Önce Amerika borsalarında patlayan iktisadi bunalım kısa sürede uluslararası hammadde pazarlarını da etkisi altına aldı. Bunalımın genişlemesi ile birlikte, uluslararası ticarette mal talebi ve fiyatlar çok hızlı bir şekilde değişti. Türkiye de bu olumsuz gelişmelerin dışında kalamadı.
Tabloda da görüleceği gibi 1928– 1933 yılları arasında ihracat gelirleri toplamı, Türk Lirası bazında %48 azaldı. En büyük düşüş 1928 değerlerine oranla pamuk ihracatında %89, halı-kilim ihracatında %88 oldu. Bu büyüklükte bir dış şok başta tarım kesimi olmak üzere ülke ekonomisinin tüm sektörlerini derinden sarstı. Çiftçi 1931 yılında 1929’a göre %10 kadar daha fazla ürün elde etmesine karşın eline geçen para 1929’dakinden üçte bir daha azdı. Dış kredi olanakları da bulunmadığından ithalat da yarıya azaldı.
İthalatın azalması devlet bütçesini de sıkıntıya sokmuştu. Lozan’da gümrük vergisi oranlarına koyulan sınırlama süresi sona erip ortalama gümrük vergisi oranı %11– 12 den % 19– 20 ye çıkarıldığı halde toplam gümrük vergileri hızla düşmüştü. Ekonominin hiçbir kesimi dünya bunalımının sarsıntısı dışında kalamamıştı. Köylünün ürününün değerindeki düşüş ciddi boyutlardaydı. Azalan ihracat getirisi sonucu, ithalat da azalmıştı. İthal malların kıtlığı, gümrük oranlarında ki artış, Türk lirasının değer kaybetmesi ve fırsatçılık nedeniyle bazı tüketim mallarının fiyatlarının hızla artması özellikle kentli halktan gelen şikâyetlerin çoğalmasına sebep olmuştu. Aslında büyük bunalımın Türkiye bakımından getirdiği ciddi sorun, dünya piyasalarında tarımsal mallara olan talebin düşmesi idi. Gerçekten, 1928 ve 1929’daki düşük düzeydeki fiyat artışları, 1930’da büyük oranlı fiyat düşmelerine dönüşmüştü. Bir yandan çiftçi gelirleri düşerken, bir yandan da ülkenin döviz kazançları azalmış. Türk Lirası değer kaybetmeye başlamış ve bütçe kaynakları büyük oranda daralmıştı. Türk Parasını Koruma Kanunu işte bu ortamda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu.
Alınan Önlemler Türk Parasını Koruma Kanunu’nu, ekonomide devlet denetlemesini arttıran başka önlemler izledi. • Artık denetleyici merkantilizm dönemi başlamıştı. 1931 yılı Temmuz ayında İhtikârı Önleme yasası çıkarıldı. • Dört ay sonrada “İthalat Sınırlandırılmasına İlişkin Yasa” kabul edildi. İthalat kontenjanları yöntemi konulması ve kamu harcamalarında belli oranda yerli malı kullanılması zorunluluğu alınan önlemler arasında idi. • Yerli Malı kullanımı teşvik edilmeye çalışılıyordu. Yerli malı kullanımı konusunda da ilginç öneriler ortaya atılıyordu.
“Yerli malı kullanmak için kanundaki yasalar yeterli değildir. Mesela İstanbul’da bir mağazaya gidersin, “yerli malı yaramaz efendim, der. “Avrupa malı var, daha iyidir, der. Yaramaz ne demek? Yerli malı yaramaz diyen bir adam, istiklal yaramaz, esirlik daha güzeldir, der gibi bir şeyler söylüyor. Böyle bir sözü söyleyen adamı mağazasının önünde asmak lazımdır. Yerli mallarını koruma hakkındaki yasanın buna göre değiştirilmesi gerekir” “Yerli malı kullanmalı” sloganı ve çabaları, bir propaganda aracı olarak 1940’lı yılların sonuna kadar sürdü. Ulusal Ekonomi ve Arttırma Kurumu
Devletçilik 1932 yılının yazına doğru Maliye Bakanı Mustafa Şeref yeni bir sanayi finansman düzeninin hazırlıkları içinde idi. 1926 yılından bu yana fazla bir varlık gösteremeyen Sanayi ve Maadin Bankası’nın yerine iki yeni kurum kurulması düşünülüyordu. Kamu kesiminde kurulacak sanayi kurumlarını elinde toplayıp yöneten bir “Sanayi Ofisi”, bir de bu kesimin finansmanını yapacak “ Sanayi Kredi Bankası” kurulacaktı. İsmet Paşa’nın Moskova’dan aldığı 8 Milyon dolarlık dış kredi bu yeni kurumsal örgütlenme aracılığı ile kullanılacaktı. Mustafa Şeref Bey tasarılarını gerçekleştirmeye fırsat bulamadı. Eylül 1932’de bakanlığa Celal Bey getirildi. Mustafa Şeref Bey’in Sanayi Ofisi ve Sanayi Kredi Bankası tasarıları Meclis’ten çekildi ve 1933 yılının baharında Meclis, sanayi özendirmelerini genişleten bir yasa ( Sanayi Teşvik Yasasına Ek yasa) ile birlikte, Türk Devletçiliğinin simgesi olacak Sümerbank’ın kuruluşu hakkındaki yasayı kabul etti.
Beş Yıllık Sanayi Planı Celal Bey’in yönetiminde kısa sürede Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı ve 1933 yılı başında kesinleşti. Rus teknisyenlerin de yardımı ile yatırım tür ve yerleri saptandı ve Rusya’dan alınan mali kaynak ile yatırımlara geçildi. Plan yatırımları 5 kesim altında düzenlenmişti: Maden (Demir, Kömür, Bakır, Kükürt ) ; Selüloz ve Kâğıt; Seramik, Şişe, Cam; Kimya. Sümerbank yönetiminde fabrikaların temellerinin atılması birbirini izledi. Tabloda görüldüğü gibi, sanayi planı çok hızlı bir tempoda uygulanmaya koyulmuş, iki yıl içinde 10’dan fazla büyük fabrikanın temelleri atılmış, bu fabrikalara nitelikli eleman yetiştirilmiş ve fabrikalar temel atıldıktan 2– 3 yıl gibi kısa süreler içinde üretime başlamışlardır.
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’ndaki fabrikalar birbiri ardına tamamlanıp üretime geçtikleri sırada İkinci Sanayi Planı’nın hazırlıklarına da başlanmıştı. Bu planda maden ve enerji kesimlerine öncelik verilecekti. İkinci Sanayi Planı’na hazırlık olarak 1935 yılında 3 önemli kurum kuruldu: • Elektrik İşleri Etüt İdaresi elektrik enerjisi tasarımlarını değerlendirecek • Maden Arama Tarama Enstitüsü ülkenin toprakaltı kaynaklarını saptayacak • Etibank’ta, Sümerbank gibi bir holding olarak Enerji ve Madencilik yatırımlarının finansmanını yapacaktı. Kurumlaşma bakımından bu yeni girişimlerin önemi küçümsenemez. Ne yazık ki bu konularda yapılan hazırlıklar, II. Dünya savaşının çıkması ile tamamlanamadı. 5 yıl içinde 16 büyük tesis ve birçok orta ve küçük çaplı sanayi işletmesi kurulmuş ve bu sayede hem imalat kesiminde yaratılan ulusal ürün, hem de bu kesimde çalışan iş gücü %100 ‘ den fazla artmış, sanayide yaratılan değerin ortalama artış hızı yılda %7, 5 olmuştur. 1932 yılında sayıları 32 olan kamu sanayi kuruluşları, 1939 da 111’e yükselmiştir
Savaş Yılları ve Sonrası II. Dünya Savaşı yılları, savaşa girmemesine rağmen Türkiye için iktisadi açıdan oldukça sıkıntılı bir dönemdi. Çalışan nüfusun büyük bir kısmının silah altına alınması nedeni ile tarım ve sanayide üretim düşmüştü. İthalat imkânsızlıkları ekonomide ki mal stokunu azaltmış seferberlik masraflarını karşılamak için hükümet para basmak zorunda kalmıştı Ortaya çıkan parasal genişleme ve ithal malları kıtlığına halkın panik içinde piyasadaki mallara saldırması, buna karşılık, tüccarın stok yapması da eklenince fiyatlar hızla yükselmeye başladı. Hükümet fiyat artışlarını önleyebilmek için sıkı bir fiyat denetim uygulaması ile piyasalara müdahale etti. 1940 yılı başında Meclis’te kabul edilen Milli Korunma Kanunu hükümet ve belediyeler tarafından saptanan fiyatlara uymayanlara ve mal stok edenlere çok ağır cezalar getirdi. 1941 yılının sonuna doğru iyice artan un ve şeker sıkıntısı karşısında pasta ve benzeri unlu yiyeceklerin yapılması yasaklandı. Bir ay sonrada ekmek karneye bağlantı. Önce yetişkinlere 300 gr, çocuklara günde 150 gr ekmek veriliyordu, 1942 yılı nisan ayında kişi başına ekmek 150 gram’a düşürüldü.
Nüfus cüzdanında karneye bağlı mal damgaları
Nüfus cüzdanında karneye bağlı mal damgaları
SONUÇ Savaş yılları sonrasında 1950’ye kadarki dönem, iktisadi olaylardan çok siyasal gelişmeler alanında çok partili yaşama dönüşmenin çalkantıları içinde geçti fakat iktisat alanın da 2 önemli gelişme dikkate değerdir. 1. 1946 yılında 7 Eylül Kararları diye anılan Cumhuriyet döneminin ilk büyük devalüasyonu ile Türk Lirası’nın değerinin 83 cent ‘ ten 36 cent’e düşürülmesi idi. 2. Türkiye IMF ve Dünya Bankası’na bu kur üzerinden üye oldu. Birkaç ay sonrada Marshall yardımı kapsamında gelen 100 Milyon $ ile birlikte Cumhuriyet tarihinin dış borçlanma serüveni başlamış oldu.
Hazırlayanlar Şefik Güngör ( İşletme ) İ. Halil Hacıkamiloğlu ( İşletme) Kaynaklar Cumhuriyet’in İktisat Tarihi – Oktay Yenal
- Slides: 15