DN ETLLK DN OULCULUK CELAL BYK oulculuk gerekliin
DİNİ ÇEŞİTLİLİK DİNİ ÇOĞULCULUK CELAL BÜYÜK
Çoğulculuk, gerçekliğin farklı türlerden oluştuğunu iddia eden metafiziksel bir teoriyi göstermektedir.
çoğulculuk, batıda, genelde kilise devlet ilişkisiyle birlikte ele alınmaktadır. Bu yüzden çoğulculuk, her ülkede farklı şekilde algılanmış ve yapılanmıştır. Bu farklılığı tayin eden faktörlerden en önemlisi, o devletteki dinî yapıdır. Çoğulculuğun tayininde, bir toplumun dinî yapısı ve o dinî yapının tarihteki mücadelesi etkili olmaktadır.
Hıristiyanlık dikkate alındığında, 16. ve 17. yüzyıllardaki coğrafî keşiflere kadar geri giden bir dönemde, insanlığın daha geniş dinî hayatı ile ilgili, gittikçe artan bir bilgi birikimi ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlar açısından bu keşifler, İsa’yı hiç duymamış olan, bununla birlikte inançlarında ve davranışlarında pek çok güzellikler bulunan insanların varlığını ortaya çıkarmıştır.
Bu bilgiler ışığında düşünen teologlar arasında, yavaş sadece Hıristiyanlığın doğruluğu ve kurtarıcılığını benimseyen dışlayıcı görüşleri savunmanın zorluğunu hissedenler olmuş ve bu anlayışı yumuşatma süreci, 19. yüzyılın ortalarında belirgin olarak görülmeye başlamıştır.
Bu dönemde, kurtuluşa erecekleri kapsayan alan genişletilmiştir. 18. yüzyıl Aydınlanma düşüncesinden itibaren, batı Hıristiyan düşüncesi, hakikatin anlamı, statüsü ve gerçeklik hakkında nasıl bir tutum takınılacağı gibi konularda bir dizi temel paradigma değişmelerine uğramıştır.
Aydınlanma düşüncesinin yol açtığı paradigma değişmeleri sonucu, 19. yüzyıla kadar, büyük oranda mutlak, statik ve dışlayıcı bir karakter arz eden, batı Hıristiyan düşüncesindeki hakikat anlayışı, mutlaklıktan çıkarılarak dinamik bir yapıya bürünmeye başlamıştır.
Öteki dinlerle ilgili daha pozitif görüşlerin dile getirilmesi, ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında II. Vatikan Konsili’nde yeni ve ileri bir boyut kazanmıştır.
19. yüzyıldan önce büyük dünya dinlerinin mensupları arasında savaşlar dışında çok az ilişki bulunmaktaydı. 19. yüzyıl öncesi, batı Hıristiyan düşüncesinde hakikat oldukça mutlak, statik ve “ya bu ya da şu” şeklinde dışlayıcıydı. Buna göre eğer bir şey, bir zaman için doğru ise, o daima doğrudur. Sadece tecrübî gerçekler değil, aynı zamanda eşyanın anlamı ve onlardan ortaya çıkan nesneler de bu şekilde düşünülmekteydi.
19. ve 20. yüzyıllarda ise, iletişimin ilerlemesi ve ticaretin gelişmesi sonucu, ilişkiler sıklaşmış ve 1950’lerden bu yana dünya çapındaki nüfus hareketlerine paralel olarak süreçte, dikkate değer bir ilerleme ortaya çıkmıştır. Bu çağda farklı dinsel geleneklere ve kültürlere mensup kişilerin birbirleriyle “diyalog” adı altında ilişki kurmaları, sadece yaygınlaşmakla kalmayıp, bir gereklilik halini de aldığı görülmüştür.
Çünkü hızla değişen teknolojik imkânlar sonucu ortaya çıkan anlık değişimler ve hızlı ulaşım imkânları, çeşitli dinsel geleneklere mensup insanları birbirleriyle karşılıklı anlayış ve güvene dayalı arkadaşlık ve dostluklar kurarak insanlığın karşıya olduğu ortak problemlere karşı işbirliği yapmaya zorlamaktadır.
Dışlayıcı (Exclusivist) Paradigma Batı'da dinlerin çokluğu meselesine üç farklı paradigma çerçevesinde cevap üretil di. Bu paradigmayı savunan kişi, sadece dindaşlarının kurtuluşa ereceğini ve diğerlerinin bu dini kabul etmedikçe kurtulamayacağını savunur.
Hıris tiyanlık kendi tarihi boyunca dışlayıcı paradigmayı savunmuştur. Yeni Ahid'de Hz. İsa'nın "Hiç kimse Oğul'u tanımadan Baba'yı tanıyamaz ve Baba'yı bilmeden de Oğul'u bilemez ve ancak Oğul istediğine kendini bildirecektir" ve "Yol ve hakikat benim; ben vasıta olmadıkça Baba'ya (Tanrı) kimse ulaşamaz" dediği rivayet edilir. Matta 11: 27. Yuhannal 4: 6.
Yeni Ahid'in Rasüllerin İşleri adlı bölümünde ise şu ifadelere yer verilir: "Ve başka hiçbirinde kurtuluş yoktur; çünkü gök altında damlar arasında verilmiş başka bir isim yoktur ki onunla kurtulabilelim. " Yeni Ahid'deki bu ifadelerden hareketle, sadece Hıristiyanlığın kurtuluşa ulaştıran yol olduğu hükmüne varılmıştır. Resullerin İşleri 4: 12.
1302 yılında Pa palığın VIII. Kutsal Deklarasyonu'nda şu ifadeler yer alır: Biz imanımızın gereği olarak inanınz ki İsa'nın mesajını sadece kutsal Kato lik Kilisesi temsil eder. Yine biz sağlamca inanır ve şahadet ederiz ki bu kilisenin dışında ne kurtuluş ne de günahlann bağışlanması mümkündür. . . Ayrıca ilan eder ve bildiririz ki Kutsal Roma Papalığı'na itaat etmek her in sanın kurtuluşu için zaruridir.
Kendi tarihi boyunca "extra ecclesiam nulla salus" (Katolik kilisesi dışında kurtu luş yoktur) deyimini sloganlaştıran Katolik dünyası, II. Vatikan Konsili (1963 1965) ile tarihinde Ok defa dışlayıcı anlayışı biraz yumuşatarak diğer dinlerin mensuplannın da kurtuluşa ereceğini ifade etmeye başladı. Katolik dünyasındaki bu paradigma değişikliğinin diğer hıristiyan mezheplerine de etkisi oldu.
Katolik dünyası, dünyadaki de ğişmeleri, özellikle globalleşmenin ortaya çıkardığı yeni durumu da göz önüne alarak tarihî dışlayıcı tavnnı kısmen de olsa bırakmayı ve daha kuşatıcı, kapsayıcı bir tavra doğru yönelmeyi arzu etmektedir.
Genelde dışlayıcı paradigmanın ve özelde ise H. Kraemer'in iddialarını şu üç ana noktada toplamak mümkündür: a) Hıristiyanlığın diğer dinlere nisbetle çok özel bir yeri vardır. Tann kendini Mesih yoluyla ve bu dinle "vahyetmiştir", b) Dinler aslı itibariyle insanî değil İlahîdir. Dolayısıyla onlar hakkında hüküm vermek insana düşmez, c) Bu dünyada cezayı hak eden insanlar daima olacaktır ve herkesi kurtar mak endişesiyle hakikat tahrip edilmemelidir.
İnhisarcı (Inclusivist) Paradigma İnhisarcı paradigmanın en güçlü temsilcisi, ünlü Alman Katolik ilâhiyatçısı Karl Rahner'dir. Onun inhisarcı fikirlerini dört önemli tezde özetlemek mümkündür: 1. Hıristiyanlık, bütün insanlığa hitap eden mutlak bir dindir; diğer dinler onunla aynı derecede ve eşit kabul edile mez. Dışlayıcı görünen bu ifadeleri Rahner, İslâm geleneğindeki fetret anlayışına benzer bir kavram geliştirerek yumuşatmaya çalışmaktadır.
2. Hıristiyanlık, teolojik açıdan herkesin kurtulmasını amaçlayan Tanrı iradesinin eseridir ve bu irade kendini Mesih'le ifade etmiş tarihî olarak da İsrail dinlerinde gerçekleşmiştir. Ona göre Tanrının rahmeti Hıristiyanlığın dışındaki dinlere rağmen değil, onların yoluyla da gerçek leşebilir. Bu durumda, diğer dinler de Tanrının merhametine aracılık ettikleri sürece meşru kabul edilmelidirler.
3. Bir hıristiyan başka dine men sup bir kişiyle karşılaşırsa onu Tanrı'nın kurtarıcı rahmetinden mahrum ve günahkâr biri olarak telakki etmemelidir. Başka dinlere mensup olan iman sahipleri, kalplerinin derinliklerinde Tanrının rahmetini benimsedikleri için Rahner onlara "anonim hıristiyanlar" demeyi uygun görmektedir. Rahner'a göre onlar iyi ve faziletli bir hayat sürerek Tanrının rahmetine müspet karşılık verdikleri müddetçe, objektif hıristiyanlıktan haberdar olmasalar bile, Mesih yoluyla vahyedilene inanmış gibidirler. Rahner'ın "anonim hıristiyan" kavramını ortaya atmasının nedenlerinden biri, kurtuluşa sadece hıristiyanlann ulaşacağına dair inancıdır.
4. Rahner, kilise mensuplarının kendilerini seçilmiş ve kurtulmuş kul lar, başka din mensuplannı ise günahkâr zavallılar olarak görmelerinin doğru olmadı ğını söylemektedir. O, diğer dinî toplumların kilisenin öncü kuvveti olduğunu ve bu dinlerin insanlan gerçek Hıristiyanlığa hazırlamak gibi bir fonksiyonunun bulundu ğunu iddia eder.
Çoğulcu (Pluralist) Paradigma Bu yaklaşıma göre, mutlak ve İlâhî bir hakikat vardır ve dinler bu "mutlak"a ulaşan ve onu eşit derecede temsil eden farklı yollardır. Dolayısıyla bu yolların han gisi takip edilirse edilsin sonuçta kurtuluşa ulaşılır.
Gazzâlî'de dinlerin çokluğu kelâmî bir mesele olmaktan ziyade, fetret kavramı bağlamında diğer din mensuplarının durumu tarzın da ele alınmaktadır.
Allah'ın rahmetinin çok geniş olduğuna işaret ederek, İslâm ümmetinden büyük bir kısmının hatta oruç tutmayan ve namaz kılmayan bedevilerin de kurtulacağını ifa de eden hadîs i şerifi zikrettikten sonra Gazzâlî şöyle demektedir:
Yüce Allah'ın rahmetinin genişliğini gösteren bu ve benzeri haberler çoktur. Bu haber özel olarak Hz. Muhammed'in ümmeti hakkında gelmiştir. Ben de rim ki: Her ne kadar çoğunluğu ya bir anlık veya bir saatlik hafif şekilde, yahut hak lannda cehenneme atılma ifadesinin kullanılabileceği bir süre cehenneme konulacaklarsa da rahmet geçmiş ümmetlerin birçoğunu kapsamına alır. Hat ta diyorum ki inşallah zamanımızdaki hıristiyan Rumlar'ın ve Türkler'in ço ğunluğunu yani Bizans ve Türk ülkesinin uç bölgelerinde yaşayan kendileri ne davetin ulaşmadığı kimseleri de rahmet kuşatacaktır.
Davetin ulaşmadığı insanlar üç sınıftır: Hz. Muhammed'in ismini hiç duymayanlar. Bunlar mâzurdurlar. Hz. Muhammed'in isim ve sıfatından, gösterdiği mûcizelerden haberdar, İslâm ülkesinin komşulan olan ve onlarla bir arada yaşayanlar. Bunlar inkârcılardır. İki derece arasında olanlar ki bunlar Hz. Muhammed'in isminden haber dar, ancak sıfat ve özelliklerinden haberdar değildirler, aksine tıpkı bizim çocuklarımızın Mukaffa' adında bir yalancının peygamberlik iddia ettiği ni duymalan gibi onlar da çocukluktan beri adı Muhammed olan hâşâ bir yalancının peygamberlik iddia ettiğini duymuşlardır. Bunlar da bana göre Hz. Peygamber'in vasıflan konusunda birinci sınıftakiler ile aynı konum dadır. Çünkü ismini duymakla birlikte vasıflannı olduğundan başka duy muşlardır. Bu ise konuyu araştırmaya sevketmez.
Çoğulculuk fikrini savunanların temel gerekçelerini şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Birden fazla sayıda ve formda dinin varlığı söz konusudur. Birden fazla doğru olamayacağına göre, çeşitlilik var diye kolaycı bir yaklaşımla ateist bir tavır içine girmeksizin top yekün dinleri reddetme yerine dinlerin çeşitliliği izah edilmek zorundadır. Dinlerin hiç birini dışlamaksızın ve biriyle diğerlerini kapsamaksızın dini çeşitliliğin bir açıklaması olmalıdır.
2. Smith’in de savunduğu gibi bugün artık dünyada birden fazla din mensubu bir arada yaşamak durumundadır. Pek çok dinden insan birbiriyle çok yakın ilişki içindedir. Smith bu durum nedeniyle “şu andan itibaren insanlığın dini, eğer yaşanacaksa, dini çoğulculuk bağlamında yaşanacaktır” demektedir. Vakıanın böyle olması dini çoğulculuk için bir gerekçe teşkil edebilir mi? Bugün böyledir diye, bir çoğulculuktan bahsetmek ve bütün dinlerin aynı hakikate götürdüğünü kabul etmek mümkün müdür?
3. İnsanların büyük çoğunluğu içine doğduğu toplumun inançlarını benimseyerek bir dine inanmakta ve pek çok insan diğer dinlerden haberdar bile olamadan yaşamaktadır. Başka bir ifadeyle inandığımız dini büyük oranda kendi seçimimizle belirliyor değiliz. Dolayısıyla inanan kendi elinde olmadan inandığı dinin hak, diğerlerinin batıl olduğunu iddia edebilir mi?
4. Tarihsel süreç içinde vahiy pek çok peygambere farklı formlarda inmiştir. Din tarihine bakıldığında, vahiy kaynaklı dinlerde insanlığın problemlerine bağlı olarak İslam’la son bulan gelişmeci bir yapı göze çarpmaktadır. Aynı vahiy geleneğinin kendini tarihsel, sosyal ve kültürel yapıya göre yenilemesi durumu söz konusu olabilir mi?
5. Dinler Mutlak Hakikati ifade ederler. Hakikat ise tek bir din tarafından ifade edilemeyecek, tüketilemeyecek zenginlikte metafizik bir mahiyet arz eder. Dolayısıyla dinlerin çeşitliliği hakikatin tek bir din tarafından ifade edilemez oluşundan kaynaklanmaktadır. Hakikat çok yönlü tezahür edebilir.
6. Her din gerek metinleri, gerekse ilkeleri bakımından belli tarihsel, kültürel ve dilsel ortamlarda ortaya çıkmıştır. Tarih, kültür ve özellikle de dil nedeniyle var olan dini çeşitlilik kaçınılmazdır. Dolayısıyla tek bir dinin hak olduğunu iddia etmek, dindeki tarihsel, kültürel ve dilsel unsurları göz ardı ederek, o kültürü, tarihsel durumu ve dili öne çıkarmak hatta mutlaklaştırmak anlamına gelecektir.
7. Eğer dinler, insanlar ve toplumlar üzerindeki etkileri bakımından aynı bireysel ve toplumsal sonuçları doğuruyorsa, bu durumda tek bir dinin hak olduğu şeklinde bir iddiada ısrar etmenin bir anlamı var mıdır?
Dini çoğulculuğu reddedenlerin iddiaları ise şu şekilde sıralanabilir: 1. Farklı dinler gerçeklik hakkında birbirleriyle yarışan iddialarda bulunuyorlar, bunların hepsi doğru olamaz. O halde ya hepsi yanlıştır, ya da sadece biri doğrudur. Mantıksal olarak birden fazla dinin olması düşünülemez.
2. Kaynak itibariyle benzer olan dini tecrübelerin farklı gelenekleri ürettiği düşünülemez. Zira gerçekte benzer sayılan bütün tecrübeler yoruma dayalıdır. Dolayısıyla, benzer tecrübelerin farklı sonuçlar doğurduğu fikri tutarlı gözükmemektedir. Öte yandan çoğulcu yaklaşım gerçek ve hayal olan dini tecrübeyi ayırt edebilecek bir kritere sahip olmalıdır, tecrübe söz konusu olduğu için böyle bir kriterin daima güvenilirlik sorunu olacaktır
3. İman yapısı itibariyle başka inançların da hak olabileceğini kabul edemez. 4. Son diye bir fenomenle karşıyayız. Son din olan İslam diğer dinlerden de bahsetmekte ve bunların tahribata uğradığını, bu yüzden de tek hak dinin İslam olduğunu belirtmektedir. Öte yandan kimi Hıristiyanlar enkarnasyon inancı nedeniyle, İsa’ya tabi olmak dışında bir kurtuluş yolunun olmadığını iddia etmektedir.
5. Tanrı, Tanrı alem ve Tanrı insan ilişkisi noktasında “Tanrı’nın gözüyle görme imkanımız yoktur. ” Dolayısıyla bütün dinleri değerlendirebilecek bir konumda olduğumuzu nasıl iddia edebiliriz?
- Slides: 38