Avrupada Ortaan Genel Karakteristii Feodalite Toplum Ve Dnce

  • Slides: 42
Download presentation
Avrupa’da Ortaçağın Genel Karakteristiği: Feodalite, Toplum Ve Düşünce Yapısı 1

Avrupa’da Ortaçağın Genel Karakteristiği: Feodalite, Toplum Ve Düşünce Yapısı 1

Tarımın Gelişmesi ve Toplum n n n Batı’daki ekonomik yaşam, Antikçağ’ın sonunda geçmişe kıyasla

Tarımın Gelişmesi ve Toplum n n n Batı’daki ekonomik yaşam, Antikçağ’ın sonunda geçmişe kıyasla kötüye gidiyordu. Kötüye gidişin toparlanması, uzun zaman alacaktı. Bazı bölgelerde, toparlanma yaşanmadan önce yeni sıkıntılar meydana geldi. Nüfusun çoğunluğu, yaşamak için tarıma bel bağlamıştı. Uzun bir süre boyunca karınlarını doyurmaktan başka bir beklenti içine girmediler. Tarım, Erken Orta Çağ ekonomisinin başlıca uğraş alanı haline geldi. 2

n n n n Roma İmparatorluğu döneminde ve hatta onun yıkılmasından sonra Avrupa ve

n n n n Roma İmparatorluğu döneminde ve hatta onun yıkılmasından sonra Avrupa ve özellikle Kuzey Avrupa düzlüklerinde ekonomik yaşam hâlâ son derece ilkel bir nitelik gösteriyordu. Ayrıca, tarım ürünlerinin bölgeler arasında değişiklik arz etmemesi, ticareti de son derece düşük bir düzeyde tutuyordu. Ayrıca tarımın gelişememesinin en önemli sonucu, yeterli nüfusun birikememesiydi. Ne var ki, tam bu dönemde, yani 10. yüzyılda, bugün adına "Batı" dediğimiz uygarlığın temelleri atılmaya başlandı. Bunlar içinde en önemli olanı, "ağır saban"ın bulunmasıdır. Kuzey Avrupa düzlüklerinin iklimi çok yağışlıdır. Toprağa düşen su miktarının fazlalığı ve drenaj sisteminin de bilinmemesi, ekilebilecek alanları çamur yığını içinde bırakmaktaydı. 3

n n n Daha öncesinde bulunan, ama 10. ve 11. yy. a kadar yaygın

n n n Daha öncesinde bulunan, ama 10. ve 11. yy. a kadar yaygın bir biçimde kullanılamayan ağır saban, drenaj sorununu çözdü. Toprağın derinine giden bu saban, iki yana ayrılıp biriktirdiği büyük toprak yığınlarıyla, en düz arazide bile suyun belirli yerlerde toplanmasını ve dolayısıyla kuru kalan yerde tarım yapılabilmesini sağladı. Ağır saban kadar, sabanın çekilmesi için dört tane öküzün sabana koşulması tekniğinin bulunması da, tarımın gelişmesinde önemli katkılar sağlamıştır. Zamanla, saban çekici olarak öküzle birlikte at da kullanılmaya başlandı. İnsan gücünden başka enerji kaynağının bilinmediği o zamanın dünyasında bu yolla sağlanan gücün önemi açıktır. 4

n n n Ayrıca, bugün Hollanda ve Belçika'nın bulunduğu Flander düzlüklerinde ve hemen aynı

n n n Ayrıca, bugün Hollanda ve Belçika'nın bulunduğu Flander düzlüklerinde ve hemen aynı zamanlarda yel değirmeninin bulunması da mevcut enerji kaynaklarını arttırmıştır. Hayvan gücü ile çalışan ağır sabanın ve ürünün öğütülmesi için rüzgar gücünün kullanılması, Kuzey Avrupa düzlüklerinde gıda maddelerinin hızla artmasına ve bu da doğal olarak nüfusun birikmesine yol açmıştır. Bu sayede 11. ve 14. yüzyıllar arasında tüm Avrupa'da ekilebilir alan son derece genişledi. Tarım alanlarının genişlemesi ile ortaya çıkan ürün fazlası, eski Akdeniz uygarlık merkezlerini çok aşacak olan Batı zenginliğinin, gücünün ve kültürünün temeli olacaktır. İşte, Avrupa ya da geniş anlamda Batı üstünlüğünün çıktığı nokta budur: Koşulların zorladığı yaratma yeteneği. 5

n n n n Avrupa’nın ekonomik haritasını değiştiren bu tarım eksenli toparlanma, başlıca kaynağı

n n n n Avrupa’nın ekonomik haritasını değiştiren bu tarım eksenli toparlanma, başlıca kaynağı olan topraktan daha büyük verimlilik elde etmeyi mümkün kılan bir takım tarımsal yöntem değişikliklerinin yavaş ortaya çıkan sonucuydu. Bu koşullar altında toprak sahibi olmak ya da kullanım hakkını elinde bulundurmak, toplumsal düzenin mutlak belirleyicisi haline gelmişti. Soylular, bir yandan savaşçılığı sürdürürken diğer yandan da toprak sahibi oluyorlardı. Bundan dolayı kilisenin ruhanî liderleri ve kendi krallarıyla birlikte yönetici sınıfı oluşturdular. Toprak sahibi olmakla sadece kiralama ve vergi toplama yoluyla gelir sağlamayı değil, yargılama yetkisi ve işgücü hizmeti almayı da elde etmiş oldular. Toprak sahipleri derebeyiydi. Mirasçı statüleri, giderek daha çok önem kazanırken, kahramanlıkları ve gerçek anlamda savaşçı becerileri, daha az vurgulanır oldu. 6

n n n Toprakların bir kısmı, bu kişilere bir kral veya büyük bir prens

n n n Toprakların bir kısmı, bu kişilere bir kral veya büyük bir prens tarafından bağışlanmıştı. Buna karşılık kendilerinden istendiği zaman bu kral veya prense askerlik hizmeti sunması bekleniyordu. Bu dönemde belli hizmet yükümlülükleri karşılığında kullanılabilir ekonomik kaynakların bağışlanması çok yaygındı. Daha sonraları Orta Çağ’daki Avrupa’yı inceleyen hukukçular ve tarihçiler, gördüklerinin temelinde yatan bu düzene “feodalizm” adını verdiler. Feodalizmin kökenleri, Karolenj Hanedanı dönemine kadar uzanmakla birlikte Avrupa’da 10. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar toplum yapısını belirleyen ilişkiler sisteminin adıdır. 7

n n n Feodalite, aslında askerî ihtiyaçlardan doğmuştur. Cermen krallıkları arasında Franklar, Roma mirası

n n n Feodalite, aslında askerî ihtiyaçlardan doğmuştur. Cermen krallıkları arasında Franklar, Roma mirası üzerinde yerleşmiştir. Siyasî anlamda herhangi bir otorite boşluğu bu ilk dönemde yaşanmamıştır. Papalığın Kısa Pepin üzerinden Franklar ile yakınlaşması, Şarlman ile doruk noktasına çıkmıştır. Fakat onun ölümünün ardından Franklar dağılmaya başlamıştır. Tam bu sıralarda Müslümanların Macarların, Moğolların, Viking ve Normanların Avrupa üzerine saldırıları, bir güvenlik sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu temel gereksinim, farklı bir toplumsal ve siyasal örgütlenmeyi de beraberinde getirmiştir. Özellikle devletin güvenlik ihtiyacını karşılayamaması, 9. yüzyılda küçük iktidarları “büyütmüştür, ” yani yaygınlaştırmıştır. Bu bakımdan feodalite, iktidarın yokluğu değil, “çokluğudur”. İşte feodalite bu yeni dönemin adıdır. Orta Çağı nitelediği kabul edilen terimlerden biri olan feodalite hem zaman, hem de coğrafya olarak tüm Orta Çağ dönemini kapsamaz. 8

n n Köleci toplumdan feodal topluma geçişi sağlayan öğeler, hem Roma toplumunda, hem Cermen

n n Köleci toplumdan feodal topluma geçişi sağlayan öğeler, hem Roma toplumunda, hem Cermen topluluklarında, hem de bu iki toplumun etkileşiminde aranmalıdır. Roma imparatorluğunda, devlet tarafından kapitalist çiftçilere kiralanan topraklarda ve özel mülk olan büyük topraklarda, kapitalist çiftçilerin, çok sayıda köle çalıştırarak kente, pazara dönük üretim yaptıkları bir ekonomik düzen vardı. Ortaçağda Roma'nın kapitalist çiftçilere kiraya verilen "latifundialarının "manor"a (malikâneye), "coloni" (kolon) denen kiracı çiftçilerle kölelerin "serf”lere, "magnate" (şef) denen büyük toprak sahiplerinin "feodal bey"lere dönüştüğünü görüyoruz. Cermen akınlarının feodal düzenin ortaya çıkması yolundaki etkileri, Roma imparatorluk düzenini, imparatorluğun, sınırları içindeki ülkelerde sağlamış olduğu ekonomik, toplumsal ve siyasal bütünleşmeyi parçalayarak, ortamı feodal düzene hazırlamaları olmuştur. 9

n n n n Barbar Cermen kabileleri, Roma ordularını yok ettikten sonra Avrupa'nın rakipsiz

n n n n Barbar Cermen kabileleri, Roma ordularını yok ettikten sonra Avrupa'nın rakipsiz silahlı adamları durumuna gelmişlerdir. Bu askeri üstünlüklerine dayanarak bir süre yağmalarla geçindikten sonra, yavaş toprağa yerleşmeye başlamışlardır. Ama toprağa yerleşirken de askerliklerini ve yağmacılıklarını bırakmamış, yağmayı kurumlaştırarak tarımla uğraşan yerli halkları serfleştirip, onlar üzerine egemen bir askeri aristokrasi olarak çöreklenmişlerdir. Sanırız feodal düzeni belirleyen etmen de bu olmuştur. Savaş teknolojisindeki üstünlüklerine dayanarak üretim araçları üzerinde tekel kurmuşlar, topraklarda çalıştırdıkları serflerden aldıkları rant ile (toplumsal artı ile) çalışmadan yaşamanın yolunu bulmuşlardır. Feodal savaş beylerinin beslenmeleri için gerekli ve yeterli ekonomik desteği sağlayan şey, malikanelerde demir başlıklı ağır tahta sabanların kullanılmaya başlanması oldu. Ağır sabanın uygulanmasıyla sağlanan verim artışı, çiftçiler yanı sıra feodal beylerin kararlı bir biçimde toplumsal artı ile beslenebilmeleri olanağını yaratmıştır. 10

11

11

n n n Feodal düzenin klasik biçimini almasını, sürekli bir düzen olmasını sağlayan bir

n n n Feodal düzenin klasik biçimini almasını, sürekli bir düzen olmasını sağlayan bir başka etmen, ağır süvariler, bir başka deyişle şövalyelerdir. Üzenginin bulunmasıyla, zırhlı süvariler demek olan ağır süvariler savaş alanına girdiler. Bu küçük ve ilk bakışta önemsiz gibi görünen aygıt, tüm savaş tarihini değiştirmiştir. Çünkü atın üzerinde şimdi çok daha rahat ve dengeli bir biçimde oturan süvari, ellerini savaşmak için daha etkili kullanmaya başlamıştır. İ. S. 10. yüzyılda, Avrupa'da, kendilerini at, mızrak ve zırhlarla donatmış, ayrıca atlarına da zırhlar giydirmiş şövalyeler, savaş alanlarının en müthiş gücü olacaktır. Böylece şövalye, dönemin Avrupa’sına damgasını vuran saygın ve etkili bir kişi haline gelmiş ve şövalyelik de dönemin en belirgin toplumsal ve siyasal kurumu olan feodalizmin temelini oluşturmuştur. 12

13

13

n n n n Avrupa, at ve zırhlı savaşçı birlikten meydana gelen ağır süvari

n n n n Avrupa, at ve zırhlı savaşçı birlikten meydana gelen ağır süvari kavramını, Müslüman Araplardan ve Bizans’tan öğrenmiştir. Bu tür süvariyi ordusunda kullanarak iç ve dış rakiplerine karşı başarılı olan kişi, Charles Martel (686 -741) olmuştur. Süvarinin temel unsuru olan atı beslemek için geniş topraklara ihtiyaç duyuluyordu. Charles Martel, sivillerin ve geniş kilise topraklarına da el koyarak atlı süvarinin teminini sağlamıştır. Bundan dolayı ona “Avrupa feodalitesinin kurucusu” denilmiştir. Merkezi otorite zayıfladıkça derebeylerin yerel güçleri arttı. Bunun sonucu olarak dış saldırılara karşı koymak kadar kendileri için üretim yapan serflerin (köylülerin) ihtiyaç halinde güvenliğini sağlamak için şatolar yapılmaya başlandı. 9. ve 10. yüzyılda inşa edilmeye başlanan ahşap şatoların yerini 11. yüzyılda taştan yapılan şatolar almaya başladı. 14

n n n 10. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar yapılan şatolardaki öncelikli amaç; fief sahibi

n n n 10. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar yapılan şatolardaki öncelikli amaç; fief sahibi (derebeyi) ailenin barınak ihtiyacını karşılamak, onun erzaklarını ve silahlarını muhafaza edecek bir ambar kurmak ve dış saldırılara karşı korunaklı bir yer inşa etmekti. Bunun için şatonun yüksek yerlerine burçlar yapıldı ve etrafı; kalın duvarlarla, hendeklerle çevrildi. İner kalkar köprülerle, mazgallarla, saldırganların üstüne yakıcı maddelerin döküldüğü deliklerle şato ele geçirilmesi güç bir kaleye dönüştü. Böylece şatolar, Ortaçağ Avrupa tarihinin en önemli simgelerinden biri haline geldi. Güçlü bir merkezi otoritenin bulunmayışının bir sonucu olarak, güçlü olanların kişisel egemenliklerini kurmak, zayıf olanların mal ve can güvenliklerini sağlamak için güçlü kimselerin himayelerine girmek eğilimleri, feodal örgütlenişi yarattı. Fakat bir feodal bey, rakipleri ve diğer tehlikeler karşısında bir başka feodal beyin koruması altındaydı. 15

16

16

17

17

n n n n Onu koruyan feodal bey de daha güçlü, daha yüksek bir

n n n n Onu koruyan feodal bey de daha güçlü, daha yüksek bir feodal beyin himayesine girmiş olabiliyordu. Bu böyle daha birkaç basamak sürebiliyordu. Bununla birlikte en tepedeki kral, kendisine doğrudan bağlı, yani vasalı durumunda olan senyörler dışında kalan senyörlere doğrudan emir veremezdi. Bu da kralı, yalnızca Primus inter pares, yani eşitler arasında birinci yaparken aynı anda ‘adamımın adamım değildir’ ilkesini de işaret etmekteydi. Bu düzende esas olarak serfler ve soylular olarak iki ana zümre vardır. Serfler, feodal toplumun en alt tabakasında, soylu efendilerinin topraklarında, efendilerinin araçları ile üretim yapıp ürünün yıllık yiyecekleri dışındaki bölümünü efendilerine rant olarak verir ve yılın belirli sayıda günlerinde efendilerinin bazı işlerinde angaryada çalışırdı. Serfler zümresine siyasal haklar da tanınmamıştı. 18

n n n n Ekonomik farklılaşma, çalışan çalıştıran, üretim araçlarına sahip olan olmayan farklılaşması,

n n n n Ekonomik farklılaşma, çalışan çalıştıran, üretim araçlarına sahip olan olmayan farklılaşması, siyasal alana yöneten yönetilen farklılaşması biçiminde yansımıştı. Feodal beyler olan soylular yöneten, serfler yönetilen zümreydiler. Serflerin üzerinde, serflerin çalıştıkları malikânelerin sahipleri olan soylular (feodal beyler) zümresi vardı. Bunlar, barış zamanlarında malikânelerini yönetip, savaş zamanında kendilerini ağır süvari (şövalye) olarak donatarak, bağlandıkları üst feodal beylerin ordularına katılan kimselerdi. Feodal bağlılık ilişkisi, genellikle bazen yazılı bazen sözlü olarak yapılan bir sözleşme ile doğuyordu ki bu sözleşmeye "fief sözleşmesi" ya da "feodal sözleşme" denebilir. Bu sözleşmenin düzenlediği ilişkide, himaye altına giren "yasal", onu himaye altına alan "süzeren" adıyla anılır. Feodal sözleşme ile vasal yalnızca topraklardan yararlanma hakkını değil, fakat bunun yanı sıra bu topraklarda yaşayan serfler üzerinde efendilik etme, onları yönetme ve yargılama haklarını da elde etmiştir. 19

20

20

n n n Aynı süzerene bağlı vasallar, süzerenin yanında bir meclis oluştururlar. Buna "feodal

n n n Aynı süzerene bağlı vasallar, süzerenin yanında bir meclis oluştururlar. Buna "feodal meclis" diyebiliriz. Bu meclis, süzerenle vasalların ilişkilerinde iç barışı sağlama amaçlı bir karar ve yargı kurulu işlevi görür. Feodal meclisin, olağanüstü durumlarda, krallara karşı kararlar bile alabilmesinin en önemli örneği, feodal beylerin 1215'de İngiliz kralına zorla kabul ettirdikleri, "Magna Carta" (Büyük Ant) olarak bilinen belgedir. Yirmi beş baronun (feodal beyin) kral Yurtsuz John'a kabul ettirdikleri bu belgede, kral şunları ilân ve kabul etmek zorunda kalmıştı: "Bu yirmi beş baron, ki aralarında tüm ülkeyi pay etmişlerdir, bizi güçlerinin yettiği her şekilde sınırlayacaklardır ve baskı altında tutacaklardır. . . onların yargılarına göre gereken önlemler alınıncaya kadar. " Feodal beylerin krala karşı ortak bir tutum takınabilmeleri ile, ilkin soylular, sonra da soylulara tanınan hakların halka da tanınmasıyla halk, krala karşı bazı hak ve özgürlüklere sahip olabilmişlerdir. 21

22

22

n n n İngiltere'de bu kapıyı "Magna Carta"nın otuzdokuzuncu bölümünün açtığı söylenebilir: "Hiç bir

n n n İngiltere'de bu kapıyı "Magna Carta"nın otuzdokuzuncu bölümünün açtığı söylenebilir: "Hiç bir özgür, soyluların yasal mahkemesinin kararı dışında, ülkenin yasalarına dayanılmaksızın yakalanamaz ve hapsedilemez, mallarından, mülklerinden ya da haklarından edilemez, sürülemez ya da herhangi bir nedenle zarara sokulamaz. “ Ortaçağ Batı toplumlarında feodalleşme, yalnız toprakta değil, toplumun tüm yönlerinde görülür; toplumun tüm kurumlarına sinmiştir. Hiyerarşik feodal örgütlenişe dayanan güvenlik sisteminin dışında kalmamak için, manastırlar, kiliseler, kasabalar, hatta kentler feodal beylerin himayesi altına girmeyi yararlı bulmuşlardır. Öte yandan feodal kural devlet memurluklarına kadar yayılmış, kamu görevleri, hatta dinsel makamlar, fief gibi babadan oğula geçen ve o görevi üstlenen tarafından (parayla satılarak) başkalarına devredilebilen işler durumuna gelmişti. Ana hatları bu şekilde olan feodal sistem, Avrupa'da hızla yayıldı ve gelecek yüzyılların güçlü merkezi devletlerinin de çıkış noktası oldu. Ayrıca Avrupa’nın 12. ve 13. yüzyılda ticaret yoluyla zenginleşmesi, feodal sistemin çöküşünü hızlandırmıştır. 23

Şehirler ve Ticaret n n n Avrupa'da yerel güvenliğin sağlanmasının çok önemli sonuçları oldu.

Şehirler ve Ticaret n n n Avrupa'da yerel güvenliğin sağlanmasının çok önemli sonuçları oldu. Ortaçağda üretim, feodal beylerin malikânelerinde yapılıyordu. Bir malikânede yapılan üretim, feodal beyin ailesinin ve serflerin hemen tüm tarımsal ürün gereksinimlerini karşılamaktaydı. Bu nedenle malikâneler hemen kendine yeterli ekonomik birimlerdi. Pek az bir ürün fazlası kasabaya satılıyor, kasabadan bunun karşılığında çok sınırlı bazı sanayi (zanaat) malları ya da feodal bey için lüks mallar almıyordu. Fakat üretimin artırılamayışı, zamanla besleyemediği, dolayısıyla düzeni yıkıcı öğeler durumuna gelen bir "tarımsal kökenli proletarya" oluşturmuştur. 24

n n n Güvenliğin sağlanması ve tarımın gelişmesiyle bağlantılı olarak Avrupa'daki yerleşik toplulukların karabasanı

n n n Güvenliğin sağlanması ve tarımın gelişmesiyle bağlantılı olarak Avrupa'daki yerleşik toplulukların karabasanı haline gelen karada haydut saldırıları ile deniz ve kıyılarda korsanlık, çekici meslekler olmaktan çıkmaya başladı. Bunun sonucunda korsan gemileri, yerini ticaret gemilerine, haydutlar da tüccarlara bıraktı. Hatta çoğu haydut ve korsan, meslek değiştirerek, tüccar oldular. Onlar, ayrı bir tüccar kişiliği yaratmışlar, çalışkanlığı en önemli ve soylu değer olarak benimsemişlerdi. Zamanla bu tüccarlar topluluğu, ticarete uygun ve savunması kolay yerlerde uzun süreler geçirmeye, sonra buralara sürekli olarak yerleşmeye başladılar. İşte, bu çekirdekten Batı ve Kuzey Avrupa'nın kentleri doğdu. 25

n n n n Kentlerin sayılarının artması ve genişlemeleri, doğal olarak, gıda ihtiyacını da

n n n n Kentlerin sayılarının artması ve genişlemeleri, doğal olarak, gıda ihtiyacını da arttırdı. Büyüyen pazarlara yönelik olarak yetiştirilen ürünlerin artması, kendine yeten malikâneleri giderek satış için üretim yapan birimlere dönüştürdü. Bu birimler, pazarlarını, 1100 ile 1300 yılları arasında istikrarlı olarak büyüyen şehirlerde buldu. Bu yüzyıllarda şehir nüfusu, kırsal nüfusa göre daha hızlı arttı. Kalabalıklaşan şehir halkı için sunulan hizmetler, giderek önem kazandı. Şehirler, öğretmenler için cazip yerler haline geldi. Okullar ve öğrenci kitleleri artarak üniversitelerin doğmasını sağladı. 26

n n n n Öte yandan ekonomik durumlarında yüzyıllarca önemli hiç bir gelişme olmayan

n n n n Öte yandan ekonomik durumlarında yüzyıllarca önemli hiç bir gelişme olmayan serflerde, düzene karşı bir düşmanlığın oluşmasına neden olmuştur. Bu ikisinin birleşmesi, feodal düzeni kökünden sarsacak bir tehlike olarak görünmüştür. Feodal toplumun egemen zümresinin iki kanadından birini oluşturan ileriyi gören din adamları, bu tehlikeyi de örmüş olmalılar. Çünkü Haçlı Seferleri'ni örgütleyerek tehlikeli olabilecek tarımsal kökenli proletaryayı bir safra gibi dışarıya atmaya çalışmışlardır. İlk olarak 1095’te başlayan Haçlı Seferleri, bu seferleri düzenleyenlerin ummadıkları sonuçlar doğurmuştur. Karayollarını pek güvenli görmeyen Avrupa, sonraki Haçlı Seferleri'nin çoğunu, İtalya'dan denizyolu ile göndermiştir. Bu yolla önce Haçlıları, sonra hacıları taşımaya başlayan İtalyan armatörleri, onlarla birlikte İtalya liman kentleri gittikçe zenginleşmişlerdir. 27

n n n n Haçlı Seferleri aslında bir yağma seferi idi ve tarihte görülen,

n n n n Haçlı Seferleri aslında bir yağma seferi idi ve tarihte görülen, denizyoluyla yapılan öteki yağma seferleri gibi, yerini zamanla düzenli ticarete bırakarak, ülkelerarası ve denizaşırı ticareti başlatmış oldu. Böylece Haçlı Seferleri, Doğu - Batı ticaretine yol açmış, doğu mallarının girdiği Cenova, Venedik gibi kentler çok zenginleşmiştir. Kuzeyde Flanders bölgesi kentleri ise, Doğu'nun aradığı yünlü dokuma mallarını ürettiklerinden dolayı, canlanmaya başlamıştır. Bu ticaretin ve ticaret ile sanayi kentleri, feodal toplumun bağımda burjuva ekonomisinin, burjuva toplumunun, burjuva kültürünün tohumlarını geliştirerek yeniçağı hazırlamıştır. Haçlı Seferleri'nin başlattığı büyük ticaret, topraktan elde edilen servet yanında ticaretten elde edilen serveti ortaya çıkarırken, aristokratların yanında ticaret ile zengin olmuş tacirler yarattı. Böylece giderek imalat, yani sanayi yoluyla zenginleşen sanayiciler belirdi. Bu yeni sınıflar, kasabalarda, kentlerde oturdukları için, kendilerine kasabalı, kentli anlamında "burjuva" (kentsoylu) denir. 28

n n n n n Topraklar sınırlı olduğu halde, ticaretin böyle bir sınırı, dolayısıyla

n n n n n Topraklar sınırlı olduğu halde, ticaretin böyle bir sınırı, dolayısıyla ticaretten edinilecek servetin de bir sının yoktu. Sonuçta, İtalyan ticaret kentlerinde, İtalyan aristokratlarından hem daha varlıklı hem daha kalabalık bir sınıf oluşmaya başladı. Ekonomik gücü eline geçiren bu sınıfın, siyasal gücü de ele geçirmek isteyeceği ortada. Kentli zenginler artık, kırın kenti yönetmesine, feodal beyin egemenliğine boyun eğmek istemeyecekler, kentlerini kendileri yönetmeye başlayacaklardır. Bu nedenledir ki ticaretle uğraşan İtalyan kentlerinde feodal yönetimlerin yerini cumhuriyet yönetimleri aldı. Feodal toplumun kabuğunu çatlatan şey de bu "ticaret sermayesi" oldu. Ticaret sermayesi, "sanayi sermayesine" dönüştü. Yapımevi üretimi, sanayi alanında işbölümü, buna bağlı olarak "sertlerin işçileşmesi" ve "zanaatçıların işçileşmesi" sürecini başlatmıştır. Bu ise, tarım alanındaki üretime bağlı olarak ayakta kalmaya çalışan feodal düzeni sarsmıştır. 29

n n n n Fakat feodal beyler, tahtını kolay teslim etmek düşüncesinde değildir. Toplumu

n n n n Fakat feodal beyler, tahtını kolay teslim etmek düşüncesinde değildir. Toplumu yöneten egemen sınıf (ya da zümre) olarak varlığını sürdürmekte direnir. Çünkü ekonomik gücünden başka elinde bu yolda kullanabileceği bazı kozlar, askeri gücü ve kolay teslim alınamayacak "kaleleri" vardır. Ne var ki, savaş teknolojisindeki gelişmeler de ağır süvari savaş taktikleri ve kalelere sığınma yöntemleri dönemini sona erdirecek yönde ilerlemektedir. Savaş teknolojisindeki bu devrimi "ateşli silahlar" başlatmıştır. Tüfekler ağır süvarilerin pabuçlarını dama atacak yönde yetkinleştirilirken, toplar, feodal beylerin son sığınakları olan kalelerini 1350 - 1550 arasında başlarına yıkmaya başlamışlardır. Bu gelişmeler, feodal üretim biçimi yerine, kapitalist sanayi üretimi düzeninin egemen üretim düzeni olmasını beraberinde getirmiştir. 30

n n Haçlı Seferlerinin bir başka sonucu, Bizans kültürüyle ilişkiye geçilmesiyle birlikte, Cermen akınları

n n Haçlı Seferlerinin bir başka sonucu, Bizans kültürüyle ilişkiye geçilmesiyle birlikte, Cermen akınları sırasında Batı'da yiten bazı antik (Yunan ve Roma) yapıtlarının yeniden ele geçirilip, Latince'ye çevrilmeleri olmuştur. Bu çeviriler, kültürel bir uyanış hareketi olan Rönesans'ın hazırlanmasında büyük rol oynayacaktır. Sonuç olarak feodalite, Avrupa’yı inşa etmiştir. 31

Düşünce ve Felsefe Biçimi n n n Din, Ortaçağ’ın düşünce biçimine egemendir. Cermen akınları,

Düşünce ve Felsefe Biçimi n n n Din, Ortaçağ’ın düşünce biçimine egemendir. Cermen akınları, ortaçağ toplumunun antik klasik kültürle (Yunan ve Roma düşünüşüyle) ilişkisini kesintiye uğrattıktan başka, kilise örgütü dışında okuryazarlığı da unutturmuşlardır. Cermen feodal beyleri, yerleşme, uygarlaşma döneminin başında, üzerlerinden atamadıkları göçebelik dönemleri alışkanlığı ile boş zamanlarında askerlikle ve avcılıkla uğraşıyor, okumaya yazmaya, bilgi edinmeye ilgi duymuyorlardı. Üstelik bu evrede tek örgütlenmiş kurum olan kilise, okuma-yazma ile de ilgilenen tek kurum oldu. Antik Çağ’da evrenin sırları, insanın bu evrendeki konumu, mutluluğa giden yol ve onun toplum içerisinde nasıl gerçekleştirileceğine dair tüm sorular felsefe ile cevaplanmaya çalışılıyordu. 32

n n n n Orta Çağ Avrupa’sında ise hayatın her alanına hükmeden yeni olgu,

n n n n Orta Çağ Avrupa’sında ise hayatın her alanına hükmeden yeni olgu, tek tanrılı bir din olarak Hıristiyanlıktır. Bu yeni olgu bağlamında düşünürlerin verdiği tepkiyi iki farklı dönemde ele alabiliriz: Erken Orta Çağlar ve Geç Orta Çağlar. Erken Orta Çağlar V. Yüzyıl civarından başlayıp en azından XII. Yüzyıla değin devam eden dönemi kapsar. Bu dönemdeki temel düşünüş, insanın aklına gelebilecek tüm soruların cevaplarının İncil’de mevcut olduğu yönündedir. Yapılması gereken onun doğru anlaşılmasıdır. Bu nedenle felsefe antik çağda sahip olduğu tahtını Orta Çağ’da teolojiye bırakmıştır. Genel olarak bu dönemde aklın imana feda edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu fikri, onun en önemli temsilcisi Aziz Augustine şöyle ifade ediyor: “Tanrı ve ruh. Bilmeyi istediğim tek şey bu. Başka hiçbir şeyi kesinlikle hiçbir şeyi bilmek istemiyorum”. 33

n n n Yine erken Orta Çağlar döneminin düşünürlerinden St. Ambrossius’a göre (340 -

n n n Yine erken Orta Çağlar döneminin düşünürlerinden St. Ambrossius’a göre (340 - 397), İmparator bu dünya yaşamıyla ilgili konularda din adamlarına bile karışabilir, örneğin benim kişisel malımı alabilir. Ama iş dinsel ve tinsel konulara gelince, bu konularda kilise, tüm Hıristiyanlar üzerinde söz hakkına sahiptir, imparator Hıristiyan toplumunun bir üyesi olduğuna göre, dinsel konularda imparator üzerinde de söz hakkına sahiptir. Din ve ahlak konularında egemenleri uyarmak, din adamları için yalnızca bir hak değil aynı zamanda bir görevdir. Geç Orta Çağlarla ilgili olarak ilk söylenmesi gereken şey ise antik düşünürlerin, özellikle de Aristoteles’in düşüncesinin yeniden keşfedildiğidir. Bu keşfin kaynağı ise 7. asrın ikinci yarısından itibaren öne çıkan İslam dünyasıdır. Özellikle Bağdat’ta 830’larda kurulan Beyt’ü Hikme (Bilgelik Evi), 5 asra yaklaşan uzun bir dönem boyunca bilimin merkezi olmuş, Batı’nın antik kaynakları yeniden keşfetmesini sağlamıştır. 34

BOLOGNA ÜNİVERSİTESİ- 1000 ? 35

BOLOGNA ÜNİVERSİTESİ- 1000 ? 35

OXFORD ÜNİVERSİTESİ – 1088 ? 36

OXFORD ÜNİVERSİTESİ – 1088 ? 36

CAMBRİDGE ÜNİVERSİTESİ - 1209 37

CAMBRİDGE ÜNİVERSİTESİ - 1209 37

PARİS ÜNİVERSİTESİ - 1160 38

PARİS ÜNİVERSİTESİ - 1160 38

PADUA ÜNİVERSİTESİ -1222 39

PADUA ÜNİVERSİTESİ -1222 39

n n n n XIII. Yüzyıl’da Akinolu Thomas’ın (1225 -1274) eserlerinde Aristoteles’in etkisi açık

n n n n XIII. Yüzyıl’da Akinolu Thomas’ın (1225 -1274) eserlerinde Aristoteles’in etkisi açık bir şekilde görülür. Akinolu Thomas Hıristiyan inancı ile felsefeyi sentezlemekte, düşüncesinde hem vahye hem de akla yer açmaktadır. Bu dönem aklın imana feda edildiği değil ama onun yanına yükseltildiği bir dönemdir. Padovalı Marsilius ise (1275 – 1343), Kilise’yi siyasal iktidarın boyunduruğu altına sokan siyasal kuramı ortaya atarak modern anlamda devlet kuramının düşünülmesini sağlayan ilk düşünür olmuştur. Marsilius henüz Orta Çağ düşünce kalıplarının dışında çıkamadığı için modern siyasal düşüncenin başlatıcısı olarak kabul edilmez. Ancak “sivil toplum”, “siyasetin özerkliği” gibi kavramları işleyerek modern egemen devlet anlayışına giden yolu hazırlamıştır. Orta Çağ’dan kopuşunun net olarak görülebileceği diğer bir konu ise yasalara ilişkin görüşleridir. Marsilius’a göre yasa, siyasi otoritenin ifadesidir. Kısaca belirtmek gerekirse Marsilius yasaların, Kilise ya da Tanrı’nın değil insan aklının, yasa koyucunun bir ürünü olduğunu iddia eder. 40

n n n Böylece yasa dünyevi işlerle ilgili bir uğraş haline getirilmiş ve hükümdar

n n n Böylece yasa dünyevi işlerle ilgili bir uğraş haline getirilmiş ve hükümdar da Kilise’nin otoritesinden bağımsızlaştırılmıştır. Çünkü hükümdar meşruluğunu halktan ve halkın yaptığı yasaları uygulamaktan alır. Marsilius, rahiplerin Kilise dışında, ne ruhban sınıfı ne halk ne de dinsizler üzerinde hiçbir şekilde dünyevi veya ruhani otoritelerinin olmaması gerektiğini, Kilise içinde ise idare, öğretim ve ibadet işlevlerine sahip olduklarını belirtir. Kamu eğitimi, herhangi bir sanatın, disiplinin uygulanması ehliyeti ise sadece sivil yönetime ait olmalıdır, hiçbir şekilde rahiplerin eline bırakılamaz. Ayrıca Dante gibi, Kilise’nin hiçbir din dışı yönetim veya mülkiyet iddiasında da bulunmaması, Hıristiyanlığın özgün uğraşlarına dönmesi gerektiğini ileri sürer. Marsilius Kilise’nin otoritesi konusunda daha da ileri gider ve hatta sivil yönetimin gerektiğinde Kilise’nin mülklerini, rahipleri ve hizmetli sayısını düzenleyebileceğini iddia eder. 41

n n Kilise mevcut mülkiyetini sadece rahipleri, diğer hizmetlileri muhafaza, ibadet ve fakirlere yardım

n n Kilise mevcut mülkiyetini sadece rahipleri, diğer hizmetlileri muhafaza, ibadet ve fakirlere yardım için kullanmalıdır; artan serveti ise kamu refahı ve korunmasında devlet tarafından idare edilmelidir. Görüldüğü gibi Marsilius, din ve devlet işlerini ayırmak yerine devletin Kilise’yi kontrolü altına aldığı yeni bir tekelci planı ortaya koymak istemektedir. Ayrıca eğer Kilise dünyevi otoriteye tabi olacaksa bunun doğal sonucunun da ayrı ulusal kiliselerin ortaya çıkması demektir. Ancak Marslius bu kadar ileri gitmez. 42