AVRUPA BRL POLTKALARI SYASET BLM VE KAMU YNETM
AVRUPA BİRLİĞİ POLİTİKALARI SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ BÖLÜMÜ LİSANS DERSİ DOKTOR ÖĞRETİM ÜYESİ SONER AKIN 7. HAFTA
FİNANSAL ENTEGRASYON VE AVRUPA BİRLİĞİ 7. H A F T A • Finansal entegrasyonun anlaşılması yönünde pratik olarak finansal sistemin yapı taşlarının finansal piyasalar, kurumlar ve araçlar olduğunu belirtmeliyiz. Esas amacı tasarrufların rasyonel bir şekilde yatırımlara dönüştürülmesini sağlamak olan finansal sistemin, ekonomik kalkınmada önemli bir fonksiyon ifade ettiği görülür. Dolayısıyla finansal entegrasyondan bahsettiğimizde, söz konusu ekonomi içinde etkin oluşturulmuş bir finansal sistemi gerekli düşünürüz
euro 7. H A F T A • Avrupa Birliği’nin finansal entegrasyona ilişkin anlayışı, fiziki, teknik ve mali tüm kısıtlamaların kaldırılması, ortak ticaret politikası oluşturulması, malların, sermayenin, hizmetlerin ve işgücü hareketlerinin serbestleştirilmesine hizmet etmek yönündedir. Bu bağlamda, serbest ve adil rekabet koşullarında iç pazar oluşturulurken, dış dünyaya karşı da güçlü birlik kurgulanmaktadır. Güçlü birliğe giden yolda da, Maastricht Antlaşması ile parasal birlik sağlanması ve tek para birimi “Euro” ya geçiş tarihi hedef olarak tanıtılmıştır
Lizbon stratejisi 7. H A F T A • 1990’ların ikinci yarısında para birliğine giden süreç yaşanırken, özellikle Asya Krizinin etkileriyle parasal birliğin genel finansal birliğe ve ekonomik kalkınmaya istendiği ölçüde cevap vermeyeceği görüşü de hâkim olmaya başladı. Dolayısıyla, 2000 yılındaki Lizbon Strateji Belgesinde finansal entegrasyon hedefi net olarak ortaya konulmuştur Buradaki beklenti, ekonomik ölçekten yararlanmak üzere yatırım gerekmesi, bunun için de finans kaynağının sağlanması olgusuydu. Söz konusu finans entegrasyonu ile finansal piyasalar büyüyecek, rekabet artacak neticede sermaye maliyeti de düşürülmüş olacaktı. Bu noktada Avrupa Merkez Bankası’na düşen görev ise, parasal istikrarı sağlamaktı. Tabii ki, Merkez Bankası’nın beklentisi de finansal entegrasyonun parasal istikrara uygun gelişmesiydi
Finansal entegrasyon 7. H A F T A • Ancak, finansal entegrasyon, sadece bir dönemde belirlenecek yasalar ve kurallar ile öyle kolayca oluşturulamamaktadır. Bunun net örneği, 2007 -2009 global krizi ile daha açık anlaşılmıştır. Topluluğun ve ardından Birliğin finansal entegrasyona yönelik tüm ciddi adımlarına rağmen global krizde görüldü ki, AB finansal sisteminin çok daha fazla reformlara gereksinimi vardır.
prensiplerm 7 • Finansal hizmetlerde entegrasyon, piyasalar, araçlar ve kurumları kapsayan geniş bir yelpazeyi kapsar. . Piyasalar anlamında, para piyasaları (örneğin bankalar H arası para piyasaları) ve sermaye piyasalarında (örneğin A borsalarda) düzenlemeler yapılırken; farklı ülkelerdeki farklı kurallara tabi olan finansal araçlar anlamında F standartlar tanımlanmaktadır; finansal kurum ve T kuruluşlar anlamında ise başta bankalar olmak üzere A aracı kurumlar, sigortalar ve diğer finansal kurumlarına ilişkin “tek lisans”, “karşılıklı tanıma” ve “evsahibi ülke kontrol ve denetimleri”, ortak prensipleri belirlenmektedir
Entegre sistem 7 • Ekonomik gelişimler içerisinde şirketlerin devamlılığı ve istikrarlı büyümelerinde reel mal ve hizmet üretiminin. yanında; finansal ürünlerin kalitesi ve finansal yönetim H de etkili olmaktadır. Bir yandan finansal ürünlere ilişkin A serbest işlemler gerçekleştirilirken, diğer yandan tüketicinin de yeterli düzeyde korunması amacıyla F ihraçcı kurumların oluşturulan düzenlemelere uyması T gereklidir. Böylelikle, yerel sermaye piyasalarında A bankalar tarafından verilen finansal hizmet ağırğı; entegre piyasada oluşacak konsolide yapı içerisinde tüm finansal kuruluşların faaliyet etkinliğini sağlayıcı entegre bir finansal sisteme dönüşecektir.
Bütçe krizleri 7. H A F T A • 2007 yılına kadar finansal alanda çok önemli aşamaların kaydedildiği, gerek para gerekse sermaye piyasaları açısından AB finansal entegrasyonu ve daha da önemlisi finansal istikrarın ve güvenin oluştuğu düşünülürken; yaşanan 2007 -2009 Global Finansal Krizi ile sadece AB finansal politikaları değil, neredeyse AB’nin kendisi sorgulanır hale gelmiştir. Nitekim, 2009 yılı ikinci çeyreği itibariyle global olarak resesyonda hızla çıkış gerçekleşirken, 2009 yılı ikinci yarısı ve ardından 2010 yılında AB ülkeleri bütçe krizleri ile çalkalanmıştır
süreç 7. H A F T A • Avrupa Birliği’nde finansal entegrasyon sürecinin anlatılacağı bu kısımda sırasıyla “Tek Pazar Hedefi Dönemi” ve “Parasal Birlik ve Optimal Tek Pazar Dönemi” şeklinde bir dönemlendirme yapılacak ve bu dönemlerde gerçekleştirilen çalışmalar ayrıntılandırılacaktır
Tek Pazar Hedefi 7. H A F T A • Dönemi İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte ekonomik kalkınma hamlesine başlayan Avrupa’da sorunların çözüme kavuşturulması yönünde en önemli serbestilerden biri olarak da finansal hizmetlerdeki serbestliğin sağlanması olarak belirlenmişti. Nitekim, Avrupa Birliği finans politikası Roma Antlaşması’ndaki (1957) sermaye hareketleri serbestisine dayandırılır. Ardından 1987 yılında yürürlüğe giren Tek Nihai Senet (Single European Act) ile tek Avrupa pazarının oluşması hedefi kapsamında aynı zamanda finans alanındaki politikalar daha somut hale getirilmeye çalışılmıştır. Ortak Pazar’ın koşullarını bir politikaya bağlamak isteyen o dönemki Topluluk üyeleri, Tek Pazar ile aslında finansal bir entegrasyonun temellerini geliştirmiştir. Özellikle Nihai Senet (1987), İç Pazar’ın oluşturulmasına hızlandırıcı bir etkide bulunmuştur. Bu kapsamda, Avrupa finans piyasalarının oluşturulmasına yönelik hükümler bağlamında, “karşılıklı tanıma” ilkesinin esas olduğu ve “tek lisans”ın kredi kurumları ve diğer finansal kuruluşlar için geçerlilik kazanacağı ekonomik ve finansal birliğin tam olarak sağlanması hedeflenmiştir
Maastricht sonrası 7. H A F T A • Avrupa Topluluğu ile ortak finansal piyasanın oluşumu 1992 yılına kadar, bankaların, sigorta şirketlerinin ve yatırım firmalarının Topluluk dahilinde şirket kurma, ofis açma ve işletme haklarını kapsamaktaydı. Devamındaki gelişmelerle sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi şartına bağlı olarak, Maastricht (1991) hedef ve planının finansal serbestleştirmeye ilişkin koşulları daha da detaylandırılmıştır. İki grupta ele alınan konulardan ilkini entegrasyon süreci ve şirketler hukukunun harmonizasyonu oluşturmuştur. Doğal olarak, doğrudan yatırım yapanlar ve portföy yatırımcıları, şirketlerin karlılığını ve mali yeterliliğini her an izlemek durumundadır. Bu çerçevede, Konsey, uygulamayı kolaylaştırmak amacıyla Roma Antlaşması’nın 54. Maddesi’ne ilişkin olarak bir düzenlemeye gitmiştir.
Yıllık malihesaplar 7. H A F T A • Yıllık mali hesaplar, asgari sermaye gereksinimleri, denetimcilerin yeterlilikleri, şirket birleşmeleri ve bir Avrupa şirketinin oluşumuna ilişkin direktifler benimsenmiştir. Sermaye piyasalarında borsalara kote şirketlerin 3 asgari şartları taşımaları, başvuru için öngörülen bilgi ve dökümanların eksiksiz olması ve kotasyon sonrası altı aylık raporların istenmesi gerekli düşünülmüştür. İkinci gruptaki kurallar ise, finansal aracılara ilişkindir. Bu konuda, Birinci Bankacılık Direktifi (1977), üye ülkelerdeki bankaların üniform kriterler ve kontrol esaslarına ilişkin bir dizi kurallar getirmiştir. Diğer direktifler ise, bankaların yıllık raporlarında vermesi gerekli bilgiler olup, finansal varlıkların tanımı, sermaye yeterliliği ve likidite oranları ile bazı finansal kıymetlerin özelliklerine ilişkin hususları içermektedir.
Tek lisans 7. H A F T A • Üye devletlerin çoğunun kambiyo kısıtlaması uygulamasından dolayı Avrupa sermaye piyasalarının 1990’lı yıllara kadar bölüntülenmiş bir yapıda kaldığı belirtilebilir. 1960 ve 1962 direktiflerinin resmi anlamda bazı sermaye hareketlerine liberalizasyon getirmesinden sonra, 1985 yılındaki Beyaz Kitap’ın getirdiği dinamizm ile daha da ileri gelişmeler kaydedilmiştir. Bir diğer direktif ise, yatırım fonlarına ilişkin olarak çıkarılmıştır. Öte yandan, 1986’da üye devletlerin uzun süreli ticari işlemleri, tahvil ihraçları ve kot dışı menkul kıymetlerin liberalizasyonu için ayrı bir direktif önerisi de kabul edilmiştir. 1988 yılında, diğer sermaye işlemlerinin liberalizasyonu için yeni bir Direktif daha yürürlüğe girmiştir. 1989 Ekim tarihli Direktif ile Kollektif Yatırım Ortaklıkları Katılma Belgeleri (UCITs) için liberalizasyon öngörülmüştür. İkinci Bankacılık Direktifi (1989) içeriği itibariyle, tek bankacılık lisansını kullanan bir bankanın sunduğu menkul kıymet hizmetlerine ilişkin esasları düzenlemekte, ancak bankalar haricindeki finansal kuruluşlar, Direktif ile getirilen haklardan yararlanamamaktaydı. Bu nedenle, 1988 yılı Komisyon Direktif önerisinin 1993 yılında, “Yatırım Hizmetleri Direktifi” olarak kabulü ile, aynı piyasada faaliyet gösteren yatırım kurumları arasında tam rekabete imkân tanınıp; banka olmayan aracı kuruluşlar için de “tek lisans” ilkesi geçerlilik kazanmıştır
Parasal Birlik ve Optimal Tek Pazar Dönemi 7. H A F T A • AB finansal entegrasyonunda önemli bir adım, 1992 yılındaki Maastricht Antlaşması ile atılmıştır. Artık bir topluluktan ziyade birlik haline dönüştürülen entegrasyon sürecinde, aslında en önemli reformlar finans boyutunda olmuştur. Avrupa Birliği’nin oluşması yönünde Parasal Birliğin sağlanması ve bu kapsamda bir Merkez Bankası’nın kurulması ve ortak para birimi uygulamasına geçilmesi de kararlaştırılmıştır. Değişen global, siyasi ve ekonomik atmosfere ayak uydurmak isteyen Avrupa Birliği, 1999 yılı sonu itibariyle yeni bir genişleme sürecine girmiştir. Bir yanda mevcut Birlik içinde entegrasyonu etkinleştirme çabaları devam ederken, diğer yanda da genişleme nedeniyle, finansal entegrasyonu yeni ülkeleri de dikkate alarak sürdürme gereksinimi ortaya çıkmıştır
Sermaye serbesitesi 7 • Sermaye serbestisinin etkin işleyişinde, finansal ürün ve hizmetlerin uzaktan pazarlanması AB’nin öncelik. verdiği konulardan birisi olmuştur. Bu çerçevede, H Komisyonun 1990, 1997 ve 1998 yıllarında hazırladığı A direktifler de kabul edilmiştir. Komisyon 1999 yılında konuya ilişkin son iki direktifi değiştiren daha yeni bir F öneriyi Parlamento ve Konseye göndermiştir. Esas T itibariyle her bir aşamada “nabza göre şerbet” vererek A yeni düzenleme hazırlamanın verdiği endişeler neticesinde, Birlik, daha stratejik davranma gereksinimi duymaya başlamış ve bir finansal hizmetler aksiyon planı hazırlamaya yönelmiştir.
FİNANSAL HİZMETLER AKSİYON PLANI 7. H A F T A • Avrupa Birliği finans sektöründe tek pazar oluşumu 1999 yılında 5 yıllık bir faaliyet planı başlatılmış olup ardından süreklilik kazandırılmış olan Finansal Hizmetler Aksiyon Planı’na dayandırılmaktadır. Bu plan başlangıçta 3 stratejik başlık altında iken, sonradan 4 başlık altında ele alınmaya başlamıştır. Söz konusu başlıklar, toptan finansal hizmetler için tek pazar geliştirilmesi, açık ve güvenli perakende pazar oluşturulması, basiretlilik kuralı ve denetim ilkelerini dayanak alarak finansal istikrarın tesis edilmesi ve optimum tek pazar oluşturulması yönünde daha geniş alanda koşullar tanımlanması olarak sayılmaktadır. Strateji amaçlarına ulaşmak için de; piyasada güven artırmak, bilginin hormonize sunulmasını sağlamak gibi 42 tane önlem belirlenmiştir. Aksiyon Planı’nın ilk açıklandığı haliyle, ana hedef kuşkusuz ki, Euro para birimine geçişin etkin bir şekilde sağlanmasına odaklanmaktaydı. Finansal piyasalarda yaşanan gelişmeler paralelinde gelinen nokta ise, Euro’dan ayrılma tartışmalarının bir çözüme kavuşturulmasıdır. Bir bakıma finansal hizmetlerde öncelik parasal birliğe verilmiş iken, mali entegrasyonun bir ölçüde ihmal edilmiş olması sorunun kaynağı olmuştur. Tek para birimine geçişin önemli bir faydası olarak ise, kur riskinin ciddi olarak azaltılması ifade edileblilir
Tedbirler 7. H A F T A • Aksiyon Planı’ndaki tedbirlerden biri, Mayıs 1993’te kabul edilen Yatırım Hizmetleri Direktifi’nin geliştirilerek Tek Avrupa Toptan Satışlar Pazarı’nın oluşturulmasıydı. Amaç, menkul kıymetler alanında Avrupa sermaye piyasalarının entegrasyonunu hızlandırmaktı. Böylelikle, banka olmayan diğer finansal kurumların faaliyetlerini tüm Birlik üye piyasalarında gerçekleştirme imkânı getirilecekti. Esasında bu imkân bankalara 1989 yılında kabul edilen İkinci direktif ile büyük ölçüde sağlanmıştı. Bu değişiklikle bankacılık temel faaliyeti dışında olan; yatırım danışmanlığı, şirket birleşme ve devralmalara ilişkin danışmanlık, saklama işlemleri, menkul kıymet yönetimi ve döviz işlemleri gibi faaliyetler yetkili diğer yatırım kurumları tarafından da gerçekleştirebilecekti.
Yatırım Hizmetleri Direktifi 7 • Yatırım Hizmetleri Direktifi’nin pratik sonuçlarından en güncel olanı, elektronik bazlı işlemlerin düzenlenmesi. olmuştur. Yine de bu alanda ciddi eksikliklerin olduğu H zaman içinde ortaya çıkmakta, bu da Direktif’in 15. A Maddesi 4. Fıkrasına bağlı değerlendirilebilmektedir. Zira finansal piyasalarda “uzaktan üyeliği büyük ölçüde F ev sahibi üye ülke yetkisine” bırakan bu madde ile bir T anlamda entegrasyonun tam sağlanması kısıtlanmış A oluyordu. Söz konusu direktifin en çok tartışmaya sahne olan konularının belki de başında gelen şeffaflık rejiminin tam olarak sağlanamaması ise, 2008 Krizi ile birlikte kendini açıkça gösterdi.
Finansal kriz 7. H A F T A • Finansal Kriz ile birlikte sorgulanması artan, ancak aslında 1990’lı yıllardaki en önemli finansal entegrasyon adımlarından biri kabul edilen direktiflerden biri de Sermaye Yeterliliği üzerineydi. Amaç, üye ülkelerdeki finansal hizmet sunumlarında özellikle aracılık hizmetlerinde bulunan kuruluşlar açısından rekabet eşitliğinin esas alınması ve Avrupa sermaye piyasalarında sermaye yeterliliği kriter ve standartlarında yeknesaklık sağlanmasıydı
ucit 7. H A F T A • Finansal Hizmetler Aksiyon Planındaki öncelikli maddelerden bir diğeri de “kollektif yatırım ortaklıkları katılım belgeleri”ne (UCITs) ilişkin mevzuattır (European Report No 2373). Özellikle Almanya’nın talebi doğrultusunda; bu konuda daha ayrıntılı tanımlama istenmektedir. Finansal varlıkların likiditesi ve riskleri açısından farklı nitelikler içermesi nedeniyle, farklı kıymetlerden oluşturulabilen UCIT’lerin çeşitli portföy kısıtlamalarına tabi tutulması, doğal olarak Birlik kapsamında bir yeknesaklığı da sınırlamaktadır. Özellikle de, türev ürünlere yönelik yatırımların yaratacağı risklerin ölçülebilmesi, şeffaf olarak izlenebilmesi ve denetlenebilmesi de dikkate alınması konular arasındaki yerini korumaktadır
sınırlama 7 • Parasal Birlik oluşturma yönünde atılan adımlar, finansal entegrasyonun kuşkusuz en önemli aşaması. olarak görünüyordu. Ancak, parasal birliğe geçişle ilgili H kriterlerin yerine getirilmesi, üye ülkeler açısından bir A takım riskleri de beraberinde getirmiştir. En belirgin risk, bir ekonomik kriz anında üye ülke hükümetlerinin F ulusal mali araçları kullanabilme özgürlüğünü geçmişte T olduğu gibi kullanamamaları ile ortaya çıkıyordu. Kur A ayarlama esnekliğini kaybetme ve bütçe açığı kontrolünde vergi ve benzeri fiskal araçları kullanma gücünün ortadan kalkması, üye ülkelerin mali kayıplara uğraması ve ekonomik sorunlara karşı önlem alma yetki alanının sınırlanması demekti
etkinlik 7 • Maastricht Antlaşması’nda, üye ülkelerin Parasal Birliğe ilişkin hak ve yükümlülüklerinin çerçevesinin. çizilmesine rağmen, üyeler arasındaki döviz ilişkilerinin H özel karakteristiklerini belirleyici somut öngörülere yer A verilmemişti. Genel amaçlar çerçevesinde, üye ülkeler arasındaki döviz kuru uygulamalarında uyum F sağlanması ve yeknesaklık oluşturulması, piyasaların T geleceği ve istikrarı açısından önem taşımaktaydı. Bu A ilişkilerde Parasal Birliğe girmeyecek ülkelerin, diğer ülkelerle birlikte yakınlaşma sürecine teşvik edilmesi ve döviz kurlarındaki istikrar ile Tek Pazar’ın etkin ve düzgün işleyişinin güvence altına alınması da arzulanmıştır
Çıkar çatışması 7 • Finans teorisinde, piyasalarda mükemmelliği bozabilen ana unsur olarak belirtilen vergi uygulamalarının, AB. finansal entegrasyonunda da değerlendirilmesi özel bir H yer bulmaktadır. Üye ülkelerin vergi uygulamalarında A yaşanan sorun, çifte vergilendirme yükünün oluşmasıdır. Düşük vergi uygulayarak yabancı sermaye F çekmek isteyenlere karşılık, bir de yüksek vergi ile T kamu geliri sağlayan uçtaki ülkelerin doğal olarak A endişeleri, finansal entegrasyon hedefine uyumlu olmak üzere vergi uygulanması tehlikesini doğurmaktadır. Dolayısıyla, yine her bir üye devletin ekonomik çıkarları ile Birlik ekonomisinin çıkarları çatışabilmektedir.
AB FİNANSAL PİYASALARININ İSTATİSTİKLER İLE GELİŞİMİ 7. H A F T A • Ekonomik bölümünde ele alındığı üzere, Avrupa ekonomisi öncelikle Topluluk, ardından Birliğin oluşması ve genişlemesiyle bugün, ABD’nin yıllık Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’ndan daha fazla bir geliri (yaklaşık 16, 5 trilyon dolar) temsil eder konuma gelmiştir. Avrupa ekonomisinin bugün neredeyse tamamını temsil etme yeteneğine ulaşan Avrupa Birliği’nin siyasi ve ekonomik her kararı üye ülkelerde olduğu kadar global ekonomiye de etki etmektedir. Bu ekonomik büyüklüğe ulaşmada kuşkusuz ki, finansal piyasalardaki gelişimin ve entegrasyonun önemli bir rolü bulunmaktadır. Her ne kadar “bir ekonomik topluluk oluşmasa ne olurdu” sorusunun yanıtı tam olarak incelenmemiş olsa da, ortada bir realite olarak ekonomik büyüklük mevcuttur ve bunun oluşumunda finansal gelişim etkisi vardır
Global çöküş 7. H A F T A • Dünya ekonomisinin dörtte birlik kısmını ifade eden Avrupa Birliğinde finansal gelişimi ortaya koymak üzere çok çeşitli gösterge referans alınabilir. Finansal piyasa, kuruluşlar ve ürünler bazında bir derleme yaparsak, belki konu daha özet hale getirilebilir. Sermaye piyasası kapitalizasyonu açısından bakıldığında, AB sermaye piyasası büyüklüğü 12, 3 trilyon dolar ile ABD’nin 17, 3 trilyon dolarlık sermaye piyasasının oldukça gerisinde kalmaktadır. Tarihi gelişime bakıldığında, 1990’lı yıllarda hızla büyüyen Birlik sermaye piyasası kapitalizasyon değeri, 1999 -2003 arasında ciddi bir gerileme yaşamış ve ardından yine hızlı bir büyüme süreci göstermiştir. Global finansal çöküşün etkisiyle 2008 yılında önemli bir değer kaybına uğrayan Birlik, 2009 yılında başladığı çıkışta da ivmelenmeyi 2010 yılında sağlayamamış görünmektedir.
kriz 7. H A F T A • Sermaye piyasasının milli gelire oranı, piyasanın derinliği açısından önemli bir göstergedir. Grafikte verildiği üzere, piyasaların büyüdüğü 2007 yılında milli gelirin % 90’larını aşan oran 2008 yılında ciddi gerileme yaşamış ve 2009 yılında % 40 seviyesini dahi indiği görülmüştür. Piyasalardaki derinlik gelişimi gerek piyasa kalitesi gerekse entegrasyon açısından önemli bir gösterge olarak değerlendirildiğinde, Kriz’in sermaye piyasası üzerinde ciddi olumsuz etkisi olduğu belirtilebilir
Finansal gelişim 7. H A F T A • Ağırlıklı olarak banka egemen bir yapıda olan kıta Avrupası’nın normal olarak finansal kurumlarının büyüklüğü itibariyle finansal gelişimini daha farklı yorumlamak mümkün olabilir AB’ye üye 27 ülkenin finansal kuruluşlarının bilançoları itibariyle toplam varlıklarındaki gelişime baktığımızda, 45 trilyon euro’luk bir büyüklük dikkati çeker ki, bu da milli gelirin 3 katına yakın bir büyüklüğü ifade eder. Parasal anlamda bu denli büyümeye özellikle, 2008 yılı sonlarına kadar ulaşan AB finansal kuruluşlarının, Lehman Brothers’ın Eylül 2008’deki iflas sürecinden ciddi şekilde etkilendiği saptanmaktadır. Nitekim, o dönemden sonra varlık büyüklüğü 43 trilyona kadar dahi gerilemiştir. Bugün gelinen seviye ise ancak, 2008 tutarlarıdır. Bu noktada, finansal büyüme sağlanırken; verimlilik, dayanıklılık ve entegrasyon açılarından aynı gelişmenin başarılıp başarılamadığı konu edilebilir
Konut kredileri 7. H A F T A • Finansal kesimdeki gelişmelerin, hânehalkı ve üretici kesim ile ilişkilendirilmesi kullandırılan krediler ile tanımlanabilir. AB’de hânehalkına yönelik kullandırılan kredileri konut, tüketici ve diğer olarak ayırdığımızda, konut kredilerinde önemli bir büyüme sağlandığı belirtilmelidir. 2008 Krizine kdar 5 trilyon euro büyüklüğe ulaşan konut kredileri, kriz döneminde bir müddet durulduktan sonra 2009 ortalarından itibaren sağlanan doğrudan ve dolaylı desteklerin de etkisiyle bugün 5, 51 trilyon Euro’ya ulaşmıştır
Hisse senedi bakiyesi 7. H A F T A • Ürünler bazında finansal gelişimi değerlendirmek üzere, başlıca finansal araç olarak tanımlayabileceğimiz menkul kıymet stoklarındaki değişim incelenebilir. Öncelikle hisse ve türev araçları hariç tutarak menkul kıymet stoklarının nominal tutarının hızlanan bir artış ile 2010 sonu itibariyle 16 trilyon euroya ulaştığını görürüz. Tedavüldeki hisse senetlerinin tutarında ise, ciddi değişim dikkati çekmektedir. 16 AB ülkesindeki, hisse senedi bakiyesinin en yüksek değere 2007 Mayıs ayında ulaştığı ve 7 trilyon euro olduğu görülebilmektedir. Krizin etkisiyle hızla gerileyen bu değer, Şubat 2009’da 2, 94 trilyon euro gibi dip değerine düştükten sonra 2010 sonuna doğru yeniden 4, 5 trilyon dolara doğru yükselmiştir
OTC 7. H A F T A • Risk yönetimi anlayışının hızla yaygınlaşmasıyla birlikte finansal piyasalarda vadeli işlem ve opsiyon sözleşmelerinin işlemlerinde ciddi büyümeler yaşanmıştır. Söz konusu araçların, riske karşı korunmanın yanında spekülatif yönünün artmasıyla yatırımcılar bu ürünlere daha da fazla ilgi göstermişlerdir. Pratikte, türev araçların, organize piyasadan ziyade tezgâh-üstü (OTC) olarak adlandırılan, standart ve kuralları net olmayan, genelde bir teminat mekanizması ve merkezi takas güvencesi oluşmayan piyasalarda öncelik kazandığı görülür.
BIS VERİLERİ 7. H A F T A • Avrupa organize piyasalarında “futures” sözleşmelerin (notional) itibari değerinin 7 trilyon euro, opsiyon sözleşmelerinin ise yaklaşık 25 trilyon euro olmasına karşılık, risk yönetiminden ziyade spekülatif işleme daha fazla ağırlık verildiği bilinmektedir. Böyle olunca, türev piyasalar riskin kontrol edilmesinden ziyade riskin daha da artmasına neden olabilmektedir. Neticede, riski çok iyi kontrol ettiğini zanneden taraflar da sistemik risk 5 etkisiyle karşılaşmaktadır. Kaldı ki, tezgâh-üstü piyasalarda yapılan işlemler yeterli şeffaflık ve standartlardan ve en önemlisi teminat mekanizmasından oldukça yoksun olmakla birlikte, işlemlere çok daha fazla konu olmaktadır. Örneğin global piyasalarda işlem gören tezgâh-üstü türev piyasa işlemlerinin açık pozisyondaki değer toplamı BIS verilerine göre 1 katrilyon dolara yaklaşmıştır
SP ARAÇLARI 7. H A F T A • Esas itibariyle ABD finansal piyasalarına özgü olan sermaye piyasası araçları, 2000’li yılların başından itibaren Avrupa’da da yaygın kullanım görmeye başlamıştır. 2008 yılında yaşanan Kriz’de büyük ölçüde türev piyasa işlemlerinin tetikleyici etkisi olduğu belirtilmelidir. Kaldıraçlı işlem yaptırma özelliği olan bu araçlar, yatırımcıların örneğin 3 birim teminat ile 100 birim fiyattaki bir emtiayı alma ya da satma imkânı (hakları) verebilmektedir. Böyle olunca, 100 birimlik emtia fiyatında sadece örneğin % 3’lük bir değer değişiminde işlemin bir tarafı yatırdığı teminatın tamamını kaybetmiş olabilmektedir. Bir de bu işlemlerin otoritelerce yeterince takip edilemediğini ifade edersek, sistemik etkinin henüz bankacılık sistemi ağırlıklı çalışan AB piyasaları için ne kadar yıkıcı olabileceğini de belirtmiş oluruz.
LIBOR 7. H A F T A • Avrupa Birliği’nin finansal piyasa gelişimini sermaye maliyeti açısından karşılaştırmak mümkündür. Uluslararası piyasalarda finansal kesimin reel kesime fonlama sağlarken en çok referans aldığı veri, Londra para piyasasında çeşitli vadelere göre oluşan LIBOR (London Interbank Offered Rate) oranlarıdır. Son 16 yıllık dönemde % 0 ile % 7 arası değerlerin gözlendiği piyasada, Kriz dönemlerinde oranların yükseldiği teyit edilmektedir. Asya Krizi ile birlikte her para biriminde faiz oranları azami seviyeleri görmüştür. Ardından hızla düşüş gösteren faizler, örneğin ABD Doları için % 1 seviyelerine yaklaşmış, Japon Yen’inde ise 2006 yılı sonlarına kadar sıfır seviyesinde seyretmiştir. Avrupa Birliği’ndeki genişleme sürecine denk gelen bu dönemde üretim ve tüketim talebi etkisiyle ancak % 2’lere kadar gerileme gerçekleşmiştir
FED 7. H A F T A • 2004 yılından sonra kısa vadeli borçlanma faizlerinin ABD Merkez Bankası (FED) politikalarıyla hızla yukarı çekilmeye başladığı dönemde, halen faizleri sabit tutan Avrupa Merkez Bankası ancak 2006 yılı itibariyle tepki vermeye başlamış ve Euro bazlı faizlerin de gecikmeli olarak yukarı gitmesinde rol oynamıştır. 2006 Haziran ayına gelindiğinde ise, ABD’nin, faizleri daha da fazla yukarı çekmesinin kendi finansal sistemini çökmesine yol açacağını görmesiyle sabit tutulmaya başlanmıştır. Bu durum LIBOR oranlarında da etkisini göstermiştir. Ne var ki, 2007 yaz aylarına gelindiğinde FED, borç verme faizlerini aşağı indirmek zorunda kalmıştır. FED’in bu proaktif politikası karşısında Avrupa Merkez Bankası’nın tepkisinin ancak 2008 yılında geldiği grafiklerden de görülebilmektedir. Özellikle 2008 yılı Eylül ayında Lehman Brothers’ın iflası ile faizler önce ABD ve ardından tüm dünyada hızla aşağı çekilmiş, bu da LIBOR oranlarını aynı yönlü etkilemiştir. Global finansal sistemin kilitlendiği bir ortamda tasarruf sahibini bulmak yerine daha çok üretimi yeniden canlandırmak üzere para politikalarının uygulandığı bir dönem yaşanmış oldu.
FED GENİŞLEME POLİTİKASI 7. H A F T A • AB’nin finansal piyasa gelişmelerinde de, fonların vadeler arası transferi etkili olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, sadece AB’de değil, global açıdan da önemli bir husus, uzun vadeli faizler ile kısa vadeli faizler arasındaki farkın (spread) gelişimidir. 2008 yılı sonlarında, FED gecelik faizleri şok kararlar ile % 0 -0. 25 bandına düşürürken, AB gecikmeli olarak kısa vadeli faizleri % 1’e kadar düşürmüştü. Böylelikle, tasarrufçular birikimlerini kısa vade yerine daha yüksek getiri imkânı olan uzun vadeli araçlara yöneltmeye çalışacaktı. Söz konusu politika 2009 yılı sonlarına doğru etkisini göstermiş, spread % 3. 5 seviyelerini de görmüştür. Ancak bu kez artan bütçe problemleri Yunanistan, İrlanda ve Portekiz başta olmak üzere çoğu AB üyesi ekonomisini zora sokmaya başladı. Bu noktada önemli bir husus, aynı dönemde FED’in miktarsal genişleme politikasına ilişkindir. Uygulama ile Amerika finansal piyasalarındaki kısa vadeli likidite ihtiyacının karşılanmasına destek olunmuş, uzun vadeli tahvillerin fiyatları yükseltilirken faizler ise bir miktar geriletilmiştir
DIŞ TİCARET SORUNLARI 7. H A F T A • Finansal piyasalardaki faiz politikaları bir bakıma iç içe geliştiği üzere; ABD dolarının Euro’ya karşı değer kaybetmesi de söz konusu olmuştur. Euro’daki değer artışı, bazı AB üyesi ülkelerde ihracatın daha zor yapılmasında bir faktör haline gelmiştir. Bütçe sorunları yaşayan üye ülkelerde bir de dış ticaret sorunları oluşması belki AB’de yaşanan sorunların artmasında öncü rol almıştır
FİNANSAL KRİZ’İN ENTEGRASYONA ETKİSİ 7. H A F T A • Finansal piyasalarda hem entegrasyon sürecinin hem de krizin etkilerinin derecesinin gösterilmesi açısından ilgi çekici durum, üye ülkeler bazındaki Kredi Temerrüt Takas (CDS) pirimlerinin gelişimi ile ortaya konulabilir. Bazı kesimlerin Euro Krizi diye de adlandırmaya başladığı bu ekonomik sürecin, söz konusu pirimlerin gelişimine yansıdığı net olarak belirtilebilir. Aslında, finansal doktrin açısından beklenti, aynı merkez bankasının aynı para biriminin olduğu Birlikte, üye devletlerin ihraç ettikleri borçlanma senetlerinin itibarlarının da çok farklılaşmaması yönündedir. Ancak, realitede ciddi bir CDS pirim farklılaşması olması nedeniyle, AB finansal piyasalarında entegrasyonun önemli bir sorun yaşadığını görüyoruz.
YUNANİSTAN -AB KRİZİ 7 • 2008 yaz aylarından önce birbirine oldukça yaklaşmış olan pirimler 40 baz puan seviyesinde iken, ardından. hızla yükselmeye başlamıştır. İlginç olan nokta Euro H bazında tahvil ihracı yap mış ülkelerin risk pirimlerinin A yükselmesinde ciddi farklılaşmalar olmasıdır. 2009 Şubat ayına gelindiğinde İrlanda’nın CDS pirimi 350 F puanı, Yunanistan 250, İtalya 150 puanı aşmıştır. T Devletlerin ve AB Konseyi’nin kurtarma yaklaşımı ve A paketlerinin devreye girmesi sayesinde 2009 ortalarında risk pirimleri bir ölçüde azalmıştır. Ancak, önce 2009 sonlarında Yunanistan, ardından 2010’da İrlanda, Portekiz, İspanya ve az da olsa İtalya’nın eklenmesiyle bir bakıma AB krizine doğru gidilmiştir
2008 KRİZİ 7 • Avrupa Birliği çalışmaları kapsamında ölçüldüğü üzere, AB finansal piyasaları bazı alanlarda önemli bir. uyumlaşma süreci göstermesine karşın, özellikle 2008 H Krizinin de etkisiyle entegrasyonun zayıf noktaları bariz A olarak gözlemlenebilmiştir. Özellikle entegrasyonun rakamsal ifadesi için Avrupa Merkez Bankası F çalışmalarına dayanan ölçütler (çeşitli faiz oranları ve T hisse senetleri piyasası getirilerinin ağırlıklı A ortalamalardan sapma dereceleri) gözlemlenen seviyelerde düşüşe işaret etse de özellikle kredi faizleri ve hisse senetleri piyasalarında gözlemlenen entegrasyon seviyesinin 2008 Krizi etkisiyle zamana bağlı değişkenlik gösterdiği dikkati çekmektedir
BANKACILIK, SİGORTACILIK VE MKB 7 • Entegrasyonun testi açısından bakıldığında AB Komisyonu, Finansal Hizmetler Aksiyon Planı’nın. ekonomik etkilerini özetleyen bir çalışma ile AB çapında H finansal entegrasyonu üç temel başlık altında A inceletmiştir. Bu başlıklar sırasıyla, Bankacılık, Sigortacılık ve Menkul Kıymetler piyasalarıdır. Bu F ekonomik etki raporunun temel özelliği, sonuçları T açısından somut ölçümlere ulaşmakta zorluk yaşıyor A olmakla birlikte tüm alt başlıkların doğrudan veya dolaylı olarak belirli ölçülerde entegrasyona ilişkin bilgiler barındırması ve konu hakkında sinyaller vermesidir
BANKACILIK 7. H A F T A • Bankacılık sektörünün entegrasyonu açısından değerlendirildiğinde beş alt başlık sunulmuştur. Bu başlıklar sırasıyla, ihtiyatlılık ve regülasyonlar, ödeme yöntemleri/sistemleri, mortgage (burada bu ifade, iptoteğe dayalı konut finansmanı anlamında kullanılmaktadır), tasarrufların vergilendirilmesi ve kara paranın önlenmesi şeklindedir
CDS 7. H A F T A • İhtiyatlılık ve buna uygun düzenlemeler açısından ilk kaynak Basel II ve onunla gelen riski yansıtan sermaye yapısı ölçütüdür. Bunun için bankacılık sektörünün Seviye (Tier) 1 sermaye oranı ile daha önce de detaylı olarak belirtilen CDS primleri incelenmiş ve yükselen sermaye oranının genel CDS pirimleriyle zıt yönlü bir ilişkide olduğu gözlemlenmiştir. Fakat bu durum, ülke bazlı değerlendirmeye olanak veremediğinden entegrasyon için kesin etkisi yeterince değerlendirilememektedir. Bunun dışında banka tahvilleri endeksi ve uzun vadeli devlet tahvili verimleri arasındaki ayrışmalar ve temerrüte uzaklık konseptleri incelenmiştir. AB genelinde veya Euro bölgesinde temerrüte uzaklık değerleri 2008 yılında artış göstermekle beraber, sektör için hesaplana ağırlıklı ortalamalar ile minimum değer arası farkların arttığı gözlemlenmektedir.
BANKA İFLASLARI 7. H A F T A • Bankacılıkta ihtiyatlı regülasyonlar için sunulan diğer göstergeler ise, içsel risk yönetimi, kredi derecesi iyileşen bankalar, kredi zararlarının azalması olarak sunulsa da; nihai gösterge, banka iflaslarının gerçekleşme sıklığının azalmasını entegrasyonun bir sonucu olarak sunmaktadır.
E-PARA SİSTEMİ 7. H A F T A • Yine bankacılık başlığı altında, ödemeler açısından entegrasyon elektronik paranın dolaşımdaki rolü ve büyümesi olarak incelendiğinde; transfer sayıları ve tutar açısından ciddi büyüme rakamları (2002’den 2007’ye sırasıyla % 65 ve % 269) görülse de epara sistemi ile yapılan transferlerin toplam ödemeler içerisindeki payı 2007’de % 1’e dahi ulaşamamıştır (2007’de AB için yaklaşık toplam 4. 5 milyar euro). Fakat artış hızı yine de gözardı edilemez büyüklüktedir. Kredi transferleri maliyetleri açısından söylemek gerekirse, 100 euronun transfer maliyeti AB ortalaması olarak, 1993 -2003 yılında yaklaşık 20 euro seviyesinde iken 2005 itibariyle 3 euro civarına inmiştir. Mortgage açısından nihai gösterge olarak ülkeler arası kullanıma bakılmıştır. Seyrek olarak kullanılmakla birlikte, 2002 ve 2003 yıllarında yapılan ankette AB-15 vatandaşlarının % 1’inin sınır ötesi mortgage kredisi kullandığı belirlenmiştir.
SİGORTACILIK 7. H A F T A • Sigortacılık alanı açısından AB-15 üyesi ülkelerde 1996’dan 2006’ya kadar olan sürelerde hayat ve hayat-dışı sigortalarda yerel sigorta şirketlerinin payı oldukça yüksektir. Fakat hayat sigortalarında yabancı firmaların payı % 8’den 2006 itibariyle % 20’lere yaklaşmıştır. Hayat dışı sigortalarda ise bu oran % 10 civarında seyretmektedir. Sayı açısından ise, yerel birleşme & satınalmalara göre az sayıdaki çok ülkeli faaliyetler, değer açısından bakıldığında önemli bir kısmı temsil etmektedir. Ayırca bu işlemlerin sahip olduğu payların trendi yıllar itibariyle de farklılıklar göstermekte ve 2007 yılında ciddi artış sergilemektedir. 195 işlemin 119’u olan ülkeler arası işlemler, toplam 180 milyar dolarlık işlemin ise % 60’ını temsil etmektedir
MKB 7 • Menkul kıymetler piyasaları açısından bakıldığında ise, ülkeler arası kotasyonlar ve ihraçlar, “Finansal. Enstrümanlar Piyasa Yönergesi” (Mi. FID: Markets in H Financial Instruments Directive) pasaport sayıları, A ülkeler arası teminat kullanımı, ülkeler arası birleşme & F satın almalar ile UCITS ürünlerinin gelişimi ön plana T çıkmaktadır. Borsalarda işlem görmekte olan yabancı A firmaların borsa içindeki paylarına bakıldığında genel bir trend söz konusu olmamaktadır. Prag, İrlanda ve Londra borsaları % 15’den fazla yabancı firma kotasyonuna sahip borsalar olarak öne çıkmaktadır.
FEP yönergesi 7. H A F T A • Finansal Enstrümanlar Piyasa Yönergesi amaçlarından biri, yatırım firmalarının bir üye ülkedeki idari sorumluluklarını yerine getirmesi halinde diğer üye ülkelerde de faaliyet gösterebilmesini sağlamaktır. Bu açıdan, Fransa, İngiltere ve İrlanda’da Mi. FID Pasaport bildirisi yapılmakla birlikte bunların kullanımlarının ne düzeyde gerçekleştiği/gerçekleşeceği belirtilememiştir
Kredi kullanımları 7. H A F T A • Euro bölgesinde kredi kullanımlarında yerel ve ülkeler arası teminat kullanımları yıllar itibariyle karşılaştırıldığında 1999’da % 13’ler seviyesinde yabancı teminat düzeyinin toplam teminatlar içindeki payı 2007’de yükselerek % 50’lere yaklaşmıştır. Daha çok AB içi birleşme ve satın almalar gözlemlenmekle birlikte 2000 yılı bu açıdan en yüksek faaliyetin gözlemlendiği yıl olmuştur. Bu yılda 800 milyar dolarlık satın almaya karşılık 600 milyar dolarlık satış gerçekleştirirken bu rakam 2006’da 400 milyar dolar seviyesine gelmiş ve alış satışlar eşitlenmiştir. Ülkeler arası alış satış faaliyetleri incelendiğinde ise gerçekleşen birleşmelerin % 70 kadarını yerel alım satımlar oluştururken, % 20’lik kısmı AB içi ülkelerle yapılan işlemler oluşturmaktadır
UCITS 7. H A F T A • UCITS net varlıkları ülkeler bazında incelendiğinde, Lüksemburg, Fransa, İrlanda ve Birleşik Krallık yaklaşık % 75’lik bir paya sahiptir. Gelişim açısından ise, 2003 -2007 yılları arası AB 15 ülkeleri için yerel olmayan fonların tüm kayıtlı fonlar içerisindeki ağırlığına bakıldığında, % 49’dan % 53’e yaklaşan ve UCITS III’ün bir sonucu olarak görebileceğimiz gelişmeler gerçekleşmiştir.
AB VE TÜRKİYE FİNANSAL PİYASALARI: ENTEGRASYONA GENEL BAKIŞ 7. H A F T A • Genişleme sürecindeki Avrupa Birliği’ne Ankara Anlaşması (1963) ve Gümrük Birliği (1996) ardından, 1999 yılında tam aday konumuna gelen ve 2005 yılında müzakere sürecine başlayan Türkiye’nin, Avrupa Birliği ile finansal entegrasyonu yasal ve teknik açıdan uyumu gerekli kılmaktadır. Bu çerçevede, AB’nin mevcut yasal yapısına paralellik sağlanırken, Türkiye’nin mikro ve makro ekonomik ve finansal performansı da Birlik üyesi ülkelerle rekabet edebilir düzeyde olmalıdır.
TÜRKİYE 7. H A F T A • Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefindeki Türkiye’nin, gerek Katılım Ortaklığı Belgesi ve gerekse Müzakere Çerçeve Belgesi itibariyle finansal konular açısından bir kısıt konusunun öne çıkmadığı belirtilmelidir. Bu anlamda, daha genel bir yaklaşımla, Türkiye’nin AB finansal sistemine uyumu üyelik için bir koşul gibi değil ama üyeliği sağlayacak önemli bir katalizör gibi düşünülebilir.
Avrupa Birliği Hukuku 7. H A F T A • Avrupa Birliği (AB), bir yandan hükümetler arası diğer yandan uluslarüstü niteliğe sahip bir oluşumdur. Kurumsal açıdan bakıldığında sergilediği başarının yanı sıra hukuki açıdan da kendine özgü bir niteliğe sahiptir Avrupa Birliği. AB, ulusüstü talepleri sınırlayan hükümetlerarası bir örgütlenme modeline sahiptir. Birliğin uluslarüstü örgütsel yapısı ise, bir yandan üye devletlere hukuksal sınırlamalar getirirken diğer yandan entegrasyon için fırsatlar sunmaktadır. Üye devletlerin Birliğe katılmalarındaki gerekçeler Birliğin hukuki yapısının ve yönelimlerinin ardında aranmalıdır: Güvenliğin ve toplumsal refahın maksimize edilmesi ve geliştirilmesi. Birliğin hukuki mucizesi, sadece farklı hukuk altyapılarına sahip 27 üye ülkeyi biraraya getirmesinde değil; siyasi, sosyal ve ekonomik gerçeklere serbest bir çerçeveden öte sıkı, sağlam ve bağlayıcı bir hukuki yapı ile bakabilmesidir
AB’nin hukuksal yapısı 7. H A F T A • AB’nin hukuksal yapısı, AB’nin antlaşma-yapan gücünün, Birliği küresel hukukta söz sahibi yapması ve üye devletlerin egemenliklerini sınırlaması gibi hususlarda hem üye devletlerin ulusal hukuklarını, hem de genel uluslararası hukuku benzeri görülmemiş şekilde etkilemiştir ve etkilemeye devam etmektedir. Bu bağlamda önem taşıyan bir tartışma şudur; AB federatif bir yapıya yani merkezi bir karar alma yapısına bürünme yolunda hızla ilerleyecek mi yoksa sadece belli güç ve yetkileri delege eden serbest bir yapı içerisinde varlığını sürdürecek mi? İlk sorunun mutlak önkoşulu ve ikinci açısından oldukça önem taşıyan bir bileşen, AT hukukunun ulusal hukuklar üzerindeki üstünlüğüdür. Avrupa hukuki düzenin bu unsuru olmaksızın devam edemez
AB’nin hukuksal yapısı 7. H A F T A • Bu tartışma, hukuki gelişmelerde ve hukukun izlediği yolda kendini gösterdiği gibi, terminolojik karışıklıkta da kendini göstermektedir. Bizim ilgili olduğumuz hukuk hangisidir? Avrupa hukuku mu, AT hukuku mu yoksa AB hukuku mu? Yoksa Topluluk Müktesebatı mı? Oldukça geniş olan Avrupa Hukuku terimi, AB üyesi devletlerin hukuksal sistemlerinde ortak olarak bulunan hukuki ilkeler ile en iyi şekilde tanımlanabilir. Bunun gibi, bu ilkeler her ne kadar net bir çerçevenin ortaya koyulmasına yardımıcı olmasalar da, Avrupa Topluluk hukukunun kaynağını teşkil eden genel ilkeleri anlamak için gereklidir. AT hukuku terimi, Avrupa Topluluğuna uygulanan hukuku karşılamaktadır [Birinci Sütun (First Pillar)] ve AB hukuku terimi Maastricht Antlaş ma sı’nda dile getirilen “Birinci, İkinci ve Üçüncü Sütunlar”a uygulanan hukuktur. İkinci ve Üçüncü Sütunlar büyük oranda hükümetlerarası ortaklığa dayandığından bizim odaklandığımız AT hukuku, Birinci Sütun altındaki eylemlerin düzenlenmesine ilişkindir
DEVAM 7. H A F T A • Bu nedenle, Topluluk Müktesebatı AT’nin yasal düzenleme getirdiği tüm alanları kapsamaktadır. Söz konusu bu alanlar, malların, sermayenin ve kişilerin serbest dolaşımı, hizmet alma ve vermede özgürlük, şirketler hukuku, rekabet hukuku, tarım, balıkçılık, ulaşım, vergilendirme, istatistik, enerji, sosyal politika ve istihdam, ekonomik ve parasal birlik, sanayi politikası, bilim ve araştırma, küçük ve orta ölçekli işletmeler, eğitim ve öğretim, kültür ve görsel – işitsel politika, Gümrük Birliği, telekomünikasyon ve bilgi teknolojisi, çevrenin, tüketicinin ve sağlığın korunması, bölgesel politika ve yapısal enstrümanların koordinasyonu, mali kontrol, ve mali ve bütçe hükümleridir.
AVRUPA TOPLULUĞU HUKUKUNUN KAYNAKLARI 7. H A F T A • Şematik olarak Topluluk hukuku kaynakları iki geniş kategoriye ayrılmaktadır: Avrupa Topluluğunu oluşturan hukuk ve onlar tarafından oluşturulan hukuk. Daha açık bir şekilde söylemek gerekirse, AT hukuku, kurumları oluşturan antlaşmaları, yan antlaşmaları, bu kurumlar tarafından yaratılan hukuk (ikincil mevzuat) ile kararları, görüşleri ve Avrupa Topluluğu Adalet Divanı (ATAD)’nın genel ilkelerini kapsamaktadır. İlk kategori, kurumları oluşturulan aşağıdaki antlaşmaları içerir: • Avrupa Topluluğu Antlaşması Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Antlaşması Avrupa Ekonomik Topluluğu Antlaşması Avrupa Atom Enerji Topluluğu (EURATOM) Avrupa Topluluğunda Ortak Bazı Kurumların Sözleşmesi Birleşme Antlaşması Üye Devletlerin Katılımı için çeşitli eylemler Bütçe Antlaşması Avrupa Tek Senedi Avrupa Birliği Maastricht Antlaşması Amsterdam Antlaşması Nice Antlaşması Lizbon Antlaşması
KAYNAKLARİKİNCİ KATEGORİ 7 • Bunlar AT Hukukunun başlıca kaynağı olarak, Birlik için yasal çerçeveyi oluşturmaktadır. Bu antlaşmaların, yan. antlaşmalarda veya ikincil mevzuatta bulunan çelişkili H yasal yükümlülükler üzerinde üstünlüğü vardır. A F T • İkinci kategori, yan antlaşmaları topluluk kanununun tamamını şekillendiren ve AT tarafından veya Gümrük A Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşması (GATT) ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi antlaşmalar ve hatta bazen üye devletler tarafından kabul edilen hakları içermektedir
KAYNAKLAR ÜÇÜNCÜ KATEGORİ 7. H A F T A • Üçüncü kategori ise, ikincil mevzuatı, veya kurumların eylemlerini kapsamaktadır. Yasama gücü, Madde 249 (eski m. 189) uyarınca sorumlulukları belirlenmiş Konsey ve Komisyon tarafından icra edilmektedir: “. . . antlaşmanın yükümlülükleri çerçevesinde görevlerini icra etmek için. . . düzenleme yapmak, yönergeleri düzenlemek, karar vermek, tavsiye kararı veya görüş oluşturmakla yükümlüdürler. ” Aynı madde uyarınca, “Bir kuralın genel bir uygulanabilirliği olmalıdır. Ulaşılabilir olmasının sonucunda belirtildiği gibi, her üye devletin üzerinde bağlayıcı olmalı, fakat şekil ve usul seçimini ulusal otoritelere bırakmalıdır. Bir karar belirtilenlerin üzerinde bütünüyle bağlayıcı olmalıdır. Tavsiye Kararının ve Görüşlerin bağlayıcılığı olmamalıdır. ”
DÜZENLEMELER YÖNERGELER 7. H A F T A • Düzenlemeler (Regulations) Düzenlemeler, AT’nin her yerinde aynı şekilde uygulanan genel kuralları tanımlamaktadır. Doğrudan etkili ve bağlayıcı olan düzenlemeler, üye devletlerin başkaca bir yasama sürecine girmesine gerek olmaksızın ulusal hukuklarda anında etki yaratır. Bireyler ulusal mahkemelerde, “düzenlemeler”e dayanarak dava açabilirler. • Yönergeler (Directives) Yönergeler, “kapsamı dahilindeki tüm üye devletler üzerinde iç hukuklarına aktarıldıkları oranda bağlayıcıdırlar. ” Devletlerin, yönergeleri yasal mevzuatlar veya idari işlemler yoluyla iç hukuka aktarma hususunu takdir yetkileri bulunmaktadır. Esasen bir devletin bir yönergeyi uygulamak için kanun çıkartması gerekmektedir. Ancak Avrupa Topluluğu Adalet Divanı (ATAD) bazı yönergelerin doğrudan uygulanabilirliğine hükmetmiştir. Yönergeler üye devletlerin tamamına veya bir kaçına veya sadece bireylere ilişkin hükümler içerebilir. Bu nedenle, uyumlaştırma hususundaki en önemli adımdırlar.
Kararlar 7. H A F T A • Kararlar (Decisions) Kararlar, Konsey ve Komisyon’un eylemleridir. Bunlar, özellikle bir tüzel veya gerçek kişiye yönelik eylemlerdir. Kararlar, yasal olarak bağlayıcıdır ve bundan öte bir uygulama gerektirmezler. Düzenlemeler, yönergeler ve kararların bağlayıcıdır. Madde 253 (eski m. 190)’e göre: “düzenleme, yönerge ve kararların gerekçeli olmaları gerekmektedir ve bu antlaşmaya göre alınması gerekli olan tüm teklif ve görüşlere de yer verilmelidir. ” 230. ve 232. maddeler ile birlikte dikkate alındığında bu usulü koşullar önemlidir, zira yerine getirilmeyen koşulların nedeniyle iptal t lebinde bulunulabilecektir. Tıpkı uluslararası ve yerel hukuklarda gerekçesiz verilen bir mahkeme kararı gibi yerine getirilmemiş olan koşulların mevcut olmaması usulü contra legem sayılacaktır
Tavsiyeler ve Görüşler 7. H A F T A • Tavsiyelerin ve görüşlerin, bağlayıcılığı bulunmamaktadır, ancak ikna edicidirler. Bu durum, tavsiyelerin ve görüşlerin hukuki önemi olmadığı anlamına gelmez. AT hukukuna göre, ulusal mahkemeler davalara bakarken özellikle ulusal hukukun veya AT hukukunun başka hükümlerini açıklayan tavsiyelere bakmak zorundadır. Öte yandan bir hukuk kuralının resmi olarak, düzenleme, karar veya yönerge olarak nitelendirilmesi yanıltıcı olabilir. Buna göre, mahkeme söz konusu hukuk kuralının şeklinden ziyade özünü incelemelidir. Bir Düzenlemenin hataen veya başka bir nedenle, “genel kurallar koymakta başarısız olduğu” bir durum söz konusu ise, artık bu Düzenleme “örtülü karar” olarak yeniden nitelendirilebilir. Mesela, bir “Düzenleme” esasen “Kararlar Paketi”nden ibaret olabilir. Hukuk böyle yasalara karşı çıkma hakkını sağlamaktadır (madde 176, yeni m. 230).
ATAD 7. H A F T A • Son olarak, belirtmek gerekir ki Avrupa Adalet Divanı’nın (ATAD) ve İlk Derece Mahkemesi’nin (CIF) kararları bağlayıcıdır. Ayrıca ATAD tarafından bir davada AT hukukuna ilişkin ortaya konulan genel ilkeler ve görüşler de bağlayıcıdır. AT’nin uluslararası bir tüzel kişiliğe sahip olduğu daha öncede belirtilmişti. Bu AT’nin antlaşma yapma gücünün bir sonucudur. Buna göre, iki kategori mevcuttur: açık ve zımni yetkiler. Avrupa Parlamentosu’na danışıldıktan sonra, antlaşmalar Komisyon tarafından müzakere edilip, Konsey tarafından imzalanır. Açık yetkiler iki çeşittir: Ticaret Antlaşması (mad. 133) ve Ortaklık Antlaşması (mad. 310). Ticaret Antlaşması, gümrük ve ticaret antlaşmalarıı, ihracat yardımları, kredi, mali ve kalkınma politikası da dahil olmak üzere AT ticaret politikasının tamamını kapsamakatadır. Ortaklık Antlaşması, ise ya tam üyelik için ilk adım olarak ya da üyelik için alternatif olarak üçüncü devletlerle imzalanır. Mesela, Ankara Antlaşması tam da bu nedenle Topluluk Müktesebatınınbir parçasını oluşturmaktadır. Zımni yetkiler ise paralellik teorisine dayanmaktadır. “Paralellik teorisine” göre, Birlik kendi içinde yasama yapabilirse, yani kendi içinde yetkili ise, dış yetkisi vardır yani başka devletlerle antlaşmaları yapabilir veya uluslararası antlaşmalara taraf olabilir. Söz konusuu dışa dönük yetki, içerideki yetkiye dayanmaktadır ve biri olmadan diğer anlam taşımaz
ERTA 7. H A F T A • Paralellik teorisi, Avrupa Karayolları Ulaştırma Antlaşması (ERTA) vakasında Komisyon tarafından Konseye karşı geliştirilmiştir. 2 1962 yılında 6 üye devletin 5 tanesi diğer Avrupa devletleri ile ERTA’yı imzalamışlardı. ERTA II müzakereleri başladığında antlaşma imzalanmış, ancak taraf devletlerin bir çoğu tarafından henüz onaylanmamıştı. Bu sırada, aynı konuları kapsayan bir Düzenleme Konsey tarafından hazırlandı. Komisyon, müzakerelerin devam edebilmesi için Konsey’in kararına itiraz etti ve ATAD’dan kararın iptalini talep etmişti. Sonunda, 1970 yı lında ERTA II imzalandı. ATAD, AT’nin bu antlaşmaya taraf olma yetkisi bulunduğunu ifade etti. Bu yetki, antlaşmadan (açıkça), diğer antlaşma şartlarından ve ikincil mevzuattan kaynaklanmaktadır. Mahkemeye göre, üye devletler, AT’nin ulaştırma politikasını uygulamak için 1960’da kabul ettikleri ortak kurallarla, bu alanda uluslararası antlaşmalara bireysel taraf olma yetkilerini kaybetmişlerdi
ERTA DAVASI 7. H A F T A • Birliğin antlaşma yapma yetkisi oldukça geniştir. ERTA davasından sonra Madde 308 hükmüne çokca dayanılmıştır: “Ortak Pazar’ın veya AT’nin amaçlarından birinin işleyişinde At’nin eylemleri yetersiz kalırsa veya antlaşma gerekli yetkileri sağlamadıysa, Konsey, oybirliğiyle Komisyon’un teklifi ve Avrupa Parlamentosu’nun görüşü üzerine gerekli önlemleri almalıdır. ” Aynı zamanda, Madde 228 (yeni madde 300) uyarınca Konsey, Komisyon veya herhangi bir üye devletin ATAD’dan antlaşmanın Müktesabata uygunluğuna ilişkin bir görüş talep etmesi mümkündür. Eğer ATAD’ın görüşü olumsuz ise, bu durumda antlaşmanın kabulü için Avrupa Birliği Antlaşması’nın 48. Maddesi uyarınca, ilgili maddelerini fesherek, tüm üye devletlerin onayı gerekir
EEA 7. H A F T A • Madde 300’e ilişkin en önemli karar, Avrupa Ekonomik Alanı antlaşma taslağıdır. Burada, ATAD, Avrupa Ekonomik Alanı (EEA) Mahkemesinin (Görüş 1/91) varlığını ve yetkisini kabul etmemiştir: “EEA, AT’nin ve üye devletlerin yetkilerine karar vermemelidir. Bunlar, Madde 219 (yeni madde 292) uyarınca ATAD’ın yetkisindedir. ” Bu nedenle EEA, Görüş 1/91 ile uyumlu olmak için mevzuat taslakları hazırlamak zorunda kalmıştır. Önerilen yeni önlem, Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) devletlerinin ATAD’dan bağımsız çalışan bir EFTA mahkemesi oluşturması ve EEA’nın Komisyon, Üye Devletler ve EFTA devletlerinin Ortak Komite oluşturmasıdır. Ortak Komite, ATAD ve EFTA mahkeme kararlarının, EEA içinde homojen olarak uygulanmasını sağlamak için kurulmuştur. ATAD (Görüş 1/92), Ortak Komite’nin kararlarının hiçbir şart altında ATAD’ı etkilemeyeceği şeklindeki bağlayıcı bir ilke getirdikten sonra, taslak antlaşmanın AT hukukuna uygun olduğu sonucuna varmıştır. EEA 1 Ocak 1994’te yürürlüğe girmiş ve EEA üye devletlerinin 1 Ocak 1995’te tam üye olmuşlardır.
MAHKEMELER 7 • İkinci kaynak kategorisini hukukun genel prensipleri oluşturmaktadır. Mahkemeler, temelde hukukun. uyumunu esas alırlar. Böylece mevzuatı açıklar veya H tamamlarlar. Diğer bir deyişle mahkemeler, hukuku A tanımlarlar, yorumlarlar ve her olayın niteliğine uyumlu hale getirirler. Kanunların yorumlanması hazırlık F çalışmalarına bakmayı ve böylece kuralın yapılış T amacını, ruhunu bulmayı gerektirir. Ayrıca kuralların A lafzında kaybolmamayı sağlar, siyasi dengeyi kurmayı sağlar, bazen başta ilk defa kural getirmeden veya özel durumları öngörememeden kaynaklanan bilinçli genişliği gidermeyi ve hukukun sözüyle özünü dengelemeyi sağlar. Bu nedenle genel ilkelerdir
ATAD YARGILARI 7 • Hukukun genel kanunları, toplumun yazılmamış kanunlarıdır ve uluslararası hukuk ile üye devletlerin. ortak genel kanunlarını kapsar. Kanunun kesinliği ne H kadar az ise, yargısal kararların önemi o kadar fazladır. A Topluluk antlaşmaları ve özellikle uluslararası antlaşmalar, açık ve sıkı tasarılar olmaktan çok F uzaktırlar. Eğer bu antlaşmalar Topluluk çerçevesini T sunuyorlarsa sözkonusu eksikliği gidererek sistemi A tamamlamak Avrupa Mahkemesi’nin görevidir. Hukukun genel kanunları ile AT hukukunu birleştime, ATAD yargı kararının temel özelliğidir. Böylelikle, ATAD’ın yargı kararı, antlaşmalar ve ikincil mevzuat arasındaki boşlukları doldurma niteliğine sahiptir.
ATAD KARARLARI 7. H A F T A • ATAD kararları, antlaşmalar ile mevzuat arasındaki boşluğu farklı yöntemlerle gidermektedir: İlk yöntem, AT hukukunu, diğer bir deyişle birincil hukuku, ikincil hukuku ve Topluluk müktesebatının ulusal uygulamasını yorumlanmasıdır. İkinci olarak, üye devletlerin ve bireylerin AT’nin eylem veya eylemsizliği uyarınca mahkemeye başvurması üzerine olabilir. Üçünü olarak üye devletlerin, Topluluk mevzuatıyla çelişen eylemlerine karşı dava yürütebilir. Dördüncü olarak, tazminat davasında bunu yapabilir. Mahkemelerin kurallara uygunluğu sağlama görevi vardır ve bunu yaparken antlaşmaları ve topluluk mevzuatını açıklar veya yorumlar. ATAD birden fazla yasal işleve sahiptir; Topluluk ve üye devletler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir federal mahkeme gibi hareket eder
DEVAMI 7. H A F T A • Ayrıca, kurucu antlaşmalarla Topluluk mevzuatının uygunluğunu, kurumsal dengeyi ve kurumsal yetkiyi sağlayan bir anayasa mahkemesi olarak da görev yapar. Dahası, idari kararlarla ilgili idare mahkemesi olarak da görev yapar. Bundan da öte, birçok toplumsal ekonomik-politikalar ve ticari aktivitelerle ilgili ticaret ve ekonomik mahkeme olarak da görev yapar. Ayrıca ATAD, toplumsal adalet ve eşitliği sağlamak için de hareket eder. Son olarak, Topluluk ve memurları arasındaki ilişkilerle ilgili iş mahkemesi olarak hareket eder. Tüm bunların ötesinde, üç hususta temyiz yargısı ile yetkilidir; Komisyon’un damping, devlet yardımı, rekabet, ekonomik koruma önlemleri ve mali yaptırımları kapsayan yarı–hukuki kararlarını denetler ve ilk derece mahkemesinin kararlarına karşı temyiz mahkemesi olarak hareket eder ve Topluluk Patent Antlaşması uyarınca genel temyiz mahkemesine gider
DEVAMI 7. H A F T A • ATAD’ın aldığı kararların içeriğini daha açıklayıcı hale getirmek için hukukun bazı genel ilkelerini incelemek gerekir. Böylece işlevlerinin daha iyi anlaşılması sağlanacaktır. İçtihat hukukunun geliştirilmesinde hukuki yorum en önemli yöntemdir. ATAD, bir “kıta-Avrupası” mahkemesidir yani kanun yapma gücü bulunmamaktadır. İçtihatlar, esasen hukukun asli kynağı değildir. Bununla birlikte, yorum yoluyla hâkimler öncelikle hukuk sistemindeki boşlukları doldurabilir, ikinci olarak kararda, hakların ve yükümlülüklerin açıklanmasıyla hukuk yaratımına katkıda bulunurlar. Mahkeme, ayrıca özgün bir pozisyondan yararlanır: ilk ve son derece mahkemesidir, Topluluk organlarının eylemlerini tekrar gözden geçirme gücüne sahiptir, bu hususta dayanması gereken kesin kurallar yoktur, kesin kurallar ile genel ilkeleri bünyesinde bulunduran antlaşmaları yorumlaması gerekmektedir
DOKTRİN 7. H A F T A • Yukarıdakilere ek olarak, üye devletlerin kanunlarını uyumlaştırma ve bunları yorumlama başkaca yaklaşımları da içerebilir. Burada, genel hukuk prensiplerinin Uluslararası Kamu Hukuku’nun kaynağı olarak gösterildiği Uluslararası Adalet Divanı Madde 38 hatırlatılmalıdır. Uluslararası Kamu Hukuku çerçevesinde hukukun genel ilkelerine ek olarak, bu ilkeler üye devletlerin iç hukuklarına ve bundan da öte hukukun genel doktrinlerine veya genel terimlerde belirtilen kurallara (örneğin, sözleşme özgürlüğü, hukuka aykırı fiilden sorumluluk, ayrımcılık yap mama ilkesi gibi) bağlı olabilir. Son olarak, doktrine başvurularak, olması gereken hukuka ilikin sağlam görüşler sunulabilir. Böylece yorum yoluyla hukuk yaratılmış olur
DOKTRİN 7. H A F T A • “Üye devletlerin ortan entegrasyonu amaçlayan bir ‘Topluluğ yaratma” hedefleri doğrultusunda Mahkeme, Topluluğun hukuk sistemini orijinal bir sisteme olarak karakterize eden ve üye devletlerin kanunları arasındaki ilişkileri belirleyen bazı doktrinler geliştirmiştir. Bu doktrinler, birlik (unity), özerklik (autonomy), Topluluk hukukunun üstünlüğü (supremacy of Community law), doğrudan uygulanabilirliği (direct applicability), doğrudan etkisi (direct effect) ve hukukun genel ilkeleridir (general principles of law). Son doktrin eşitlik, temel insan hakları, hakkaniyete uygun yaptırımlar, kazanılmış hakları koruma, meşru beklentiler, zorunlu nedenler ve orantılılık gibi bazı ilkeleri kapsamaktadır.
Birlik 7. H A F T A • Bilindiği üzere başlangıçta üç tane topluluk vardı. ATAD’ın hukuk sistemine göre, bir antlaşma diğerleri ile birlikte yorumlanmalıdır. ATAD, toplulukların ayrı tüzel kişiliklerini tanır fakat aralarındaki güçlü yasal bağı da belirtir (Birleşme Antlaşması). Hukuk sözcüsü, 1961’de bunu, “Avrupa Antlaşmaları, Avrupa devletlerinin tam entegrasyon düşüncesi ile yönlendirilmiş, büyük bir programın kısmi uygulamasıdır”, diye ifade etmiştir. Bundan dolayı, tek tip yorumlama ve topluluk hukukunun zorlayıcı doğası şarttır, bunlar olmadan Ortak Pazar’ın oluşturulması imkânsız olurdu. Diğer bir deyişle, herkes tarafından eşit ve aynı biçimde uygulanan tek bir hukukun olmaması durumunda, “topluluk hukuk düzeninin kökenine darbe vurulmakta ve topluluk hukuku önünde üye devletlerin eşitliği sorgulanmaktadır. ”
Özerklik 7 • Bu ilke, birlik kavramı ile yetkilerin ve işlevlerin ayrılması ilkesine dayanmaktadır. Topluluk kapsamında. anayasal bir prensip olarak ayrılık, topluluk kurumları H ve üye devletlerin işlevlerinin bölünmesi manasına A gelmektedir. Adalet kavramının yönetimi dahilinde Topluluk mahkemesi ve ulusal mahkemelerin işlevinin F bölünmesi anlamına gelmektedir. Özerklik doktrini T federal hukuk sistemini yansıtmaktadır. Topluluğa A bağlanan görev tamamen bağımsız olarak yorumlanmadığı takdirde antlaşmanın etkinliği azalırdı. Bu durum, üye devletlerin topluluk hukukunu uygulamak için tek taraflı tedbirler alamayacağı anlamına da gelmektedir.
Hukukun Genel İlkeleri 7 • . . belirtildiği gibi hukukun genel ilkeleri uluslararası kamu hukukuna, üye devletlerin hukuk sistemlerine ve. ATAD kararlarına dayanmaktadır. Hukukun bazı genel H ilkeleri tümünde aynı anda bulunabilir fakat hukukun A genel ilkelerinden biri, tüm üye devletlerin hukuk sisteminde bulunmak zorunda değildir. Böylelikle F ATAD, tüm üye devletlerin hukuk sistemlerine ortak T olan genel ilkeleri uygulamak zorunda değildir. ATAD’ın A yaptığı, belli konular kapsamındaki çeşitli ulusal yaklaşımları incelemek ve konulara en iyi şekilde yaklaşan ya da ortak Avrupa amaç ve he deflerine en yakın olanlarını temel almaktır
KITA AVRUPASI 7 • Kıta Avrupa’sındaki hukuk sistemleri, büyük ölçüde geçmişi Fransız devrimine dayanan ortak gelenekler ya. da ortak anlayışların sonucu olan genel hukuk ilkelerine H dayanmaktadır. Ortak hukuk geleneği aynı olmasa da A eşitlik ve doğal adalet gibi kavramlar aynıdır. Söz konusu genel ilkeler AT hukukunun yorumlanma F sürecinde de kullanılabilirler; ancak açık Antlaşma T hükümlerinin üzerinde yer alamazlar. AT çerçevesinde A uygulanan hukukun genel ilkelerinden bazıları şunlardır: Temel insan hakları, ölçülülük, eşitlik, hukuki kesinlik, karşılıklılık, rıza, devletlerin eşitliği, iyi niyet, ulusal yargı, usulü haklar
ORANTILILIK 7. H A F T A • Madde 5/3’te belirtilen orantılılık ilkesi (principle of proportionality) uyarınca AT hukuku antlaşmanın amaçlarını gerçekleştirmek için gerekenlerden öteye geçemez. Bunun amacı, AT kurumlarının kendilerine antlaşma ile tanınan yetkilerin dışındaki alanlara karışmasını engellemektir. Diğer yandan eşitlik ilkesi (principle of equality), uyruk, cinsiyet, ırk veya etnik köken, din, inanç, engellilik veya yaş (Madde 12 ve 13) kapsamında ayrımcılık yapılamayacağı anlamına gelir. Bu ilke, Madde 141 ile genişletilerek cinsiyet eşitliği kapsamında kadın ve erkeklere ücret eşitliğini de kapsamaktadır. Yasal kesinlik prensibi (principle of legal certainty) uyarınca kanunun geçmişe uygulanmayacağı garanti edilmekte ve meşru beklentiler korunmaktadır. Böylece AT hukuku yalnızca kanunun yürürlüğe girmesini takiben gerçekleşen olaylara uygulanmakta ve AT tedbirleri ilgili kişilerin meşru beklentilerini ihlal etmemektedir. Bu kapsamda prosedürel haklara saygı, duruşma hakkı ve sebep belirtme gibi hakları da garanti altına almaktadır. Son olarak, temel haklar prensibi (the principle of fundamental rights) insan haklarını ve temel hürriyetleri koruma altına almaktadır
TEMEL HAKLAR ŞARTI 7. H A F T A • Temel haklar, ancak antlaşmalarla ya da hedefleriyle doğrudan alakalı olduğu durumlarda Antlaşmalarda belirtilir. ATAD, temel hakları üye devletler tarafından belirtilen ve korunan haklar ile uluslararası antlaşmalardan gelen haklar olarak kabul etmektedir. Bazı üye devletler temel haklar alanında daha etkili koruma talep etmiştir. Antlaşmalara yapılan bazı değişiklikler bu konuda bazı gelişmelere neden olmuştur. Örneğin, Maastricht Antlaşması 1953 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve üye ülkelerin ortak gelenekleri uyarınca temel haklara saygıya bağlılık ilkesini getirmiştir. Amsterdam Antlaşması (Madde 6 ve 7) bu taahüdü güçlendirmiştir. Konsey, insan haklarını ciddi ve sürekli ihlal etmesi durumunda, söz konusu üye devletin haklarını askıya alabilir. Yine aynı amaçla Temel Haklar Şartı 2000 yılında Nice’de ilan edilmiştir
AT HUKUKU 7. H A F T A • Tüm bu prensipler AT Hukukuna açıkça dahil edilmiş ya da istisnaların mümkün olmadığı zorunlu hukuk aracılığıyla uygulanmıştır. Daha fazla tartışılması gereken bir prensip ise, AT hukukuna özel olan “yetki ikamesi” (subsidiarity) ilkesidir. Söz konusu ilke, yetki paylaştırmadaki sorunları çözmede kullanılan bir prensiptir. Bir konu ne ölçüde AB kurumlarının yetki alanına girer? AT’nin hangi durumlarda özel yetkileri vardır? AB egemenliğin devri sonucunda ortaya çıkan ulusüstü bir organizasyondur. Fakat bu sınırsız bir devir değildir; Antlaşmanın yetkileri ve amaçları ile sınırlıdır. Diğer bir deyişle, yetkilendirildiği alanlarda, AT kendine özel yetki alanına sahiptir (dış yetki, antlaşma yapma yetkisi vb.
ZIMNİ YETKİLER 7. H A F T A • Bunlara ek olarak, kendine özel yetki zımni yetkilerden kaynaklanabilir: Eğer bir yetki Antlaşma ile açıkça verilmediyse ancak antlaşmadaki başka bir yetkinin kullanımı için gerekliyse, o takdirde zımni bir yetkinin varlığı kabul edilir. Son olarak, yetkinin açıkça belirtilmediği bazı durumlarda, AT yine de kural koyabilir. Madde 308 (bir hukuk boşluğunu doldurma) veya Madde 94 (Ortak Pazar’ı doğrudan etkileyen hukukların uyumlaştırılması) bu duruma izin veren örnek maddelerdir. Bu alanlarda, AT’nin kendine has özel yetkisi yoktur. AT ve üye devletler, AT mevzuatını geliştirene ve kendine özel yetkiyi kazanana kadar eşit yetkilere sahiptirler. Buna eşzamanlı yetkiler denir. Antlaşma’nın amacı dışındaki alanlarda AT’nin yetkisi yoktur ve üye devletler tek başına yetki sahibidirler.
YETKİ İKAMESİ 7. H A F T A • Eşzamanlı yetkiler durumunda kimin hareket önceliği vardır? Yetki ikamesi ilkesinin cevaplamaya çalıştığı soru budur. AT ile üye devletlerin yetkilerinin belirlemeyi amaçlar. İlke oldukça karmaşıktır. Amaç, karar almayı halklara daha yakın düzeyde gerçekleştirmek, yetkileri dağıtmak ve sistemi daha demokratikleştirmektir. Aslında burada öncelik devletlere aittir. Ancak bir düzenlemenin amacına ulaşamadığı durumlarda (finansman ya da ulusötesi niteliğinden ötürü) AT devreye girebilir. Yetki ikamesi, topluluğun faaliyet hakkına (Topluluğa kural koyma yetkisi veriliyor mu? ), içeriğine (ne ölçüde kural koyabiliyor? ) ve çeşidine (düzenlemeden çok yönerge) ilişkindir. Burada iki kısa açıklama yapılmalıdır. Bunlardan ilki, yetki ikamesinin AT’nin yeni yetkiler oluşturması için kullanılamayacağıdır. İkincisi ise, AT’nin kendine özel yetkileri sınırlamada kullanılamayacağıdır. Yetki ikamesi münhasır yetkilere uygulanamaz, yalnızca eş zamanlı yetkiler alanında uygulanmalıdır. Yetki ikamesi ilkesi, orantılılık ilkesi ile tamamlanmaktadır. Böylece antlaşmanın hedeflerinin ötesine geçen hiçbir tedbir kabul edilemez
SLIM 7. H A F T A • Yetki ikamesi nasıl uygulanmaktadır? Konsey, Komisyon’un tüm tekliflerini yetki ikamesine uygunluk açısından değerlendirmek zorundadır. 1993 yılından itibaren Komisyon daha iyi kural koymaya ilişkin teklifler ve raporlar önermektedir. Bununla ilgili bir örnek, iş yükünü azaltmayı, uygulamayı kolaylaştırmayı ve AT kurallarının daha fazla insan tarafından kabulünü amaçlayan SLIM (Ortak Pazar Daha Basit Mevzuat) projesidir. Yetki ikamesinin ATAD’da değerlendirilmesine ilişkin olarak, mahkemenin sadece hukuki sorunları ele aldığı belirtilmelidir. Yetki ikamesi ekonomik, sosyal gibi konuları da kapsadığından ötürü ATAD bu gibi durumlara ilişkin yargılamada kullanılacak muhakemeye karışmama kararı almıştır
GEREKLİ BİR ÖNKOŞUL: AVRUPA HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ 7. H A F T A • Avrupa hukuk yapısı, AB’nin ulusal kanunların üzerindeki “üstünlüğü ilkesi” üzerine kurulmuştur. Ulusal hukuk ile çeliştiği noktalarda Topluluk hukuku üstün gelmektedir. Bu, federal Avrupa yaklaşımının mantıksal bir sonucudur. Bu doktrin antlaşmalarda belirtilmez fakat üye devletlerin anayasal hukukundan bu çıkarımı yapmak mümkündür. Ulusal anayasalar ve uygulamalar, Topluluk hukukunun üstün geldiğini açıkça belirtmeden, uluslararası yükümlülüklerin üstün geldiğini kabul etmektedir. Diğer bir deyişle, Topluluk kurulduğunda adli, yasal ve idari yetkilerle donatılmıştır. Böylece bir egemenlik delegasyonu gerçekleşmiştir. Eğer delege edilen yetkiler yetersiz ya da geri çekilebilir olsaydı, AB ulusüstü bir kuruluş olarak faaliyet gösteremezd
SUPREMACY 7. H A F T A • Buradaki üstünlük (supremacy), metafiziksel, ilahi bir üstünlük anlamına gelmemektedir; bundan ziyade çalışma ilişkisini yansıtmaktadır. Üstünlüğün konu olduğu ilk dava Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Antlaşması’nın daha önce yürürlüğe girmiş olan Belçika Vergi Kanunu’na olan etkisine ilişkindi. Bu davada mahkeme, federal bir bakış açısından Topluluk ve ulusal mevzuat arasındaki ilişkiyi inceledi. Bunu takip eden başka bir davada İtalyan elektrik sanayisini millileştiren İtalyan ulusal kararı ile Topluluk müktesebatının uyumu konu edildi. Mahkeme: “Antlaşma, yürürlüğe girdiğinde, üye devletlerin hukuk sisteminin ayrılmaz bir öğesi olarak mahkemelerinin uygulamak zorunda olduğu kendi hukuk sistemini oluşturmuştur.
ÖZEL KÖKENLERİ VE DOĞASI 7. H A F T A • Özel kökenleri ve doğası itibariyle, Topluluk hukuku özelliğini yitirmeden ve Topluluğun hukuki temellerini sorguya açmadan yerel yasalar ile iptal edilemez” şeklinde karar verdi. Ayrıca mahkeme: “Ülkelerin antlaşmadan kaynaklanan hak ve yükümlülüklerinin, ulusal hukuk sistemlerinden Topluluk hukuk sistemine devri egemenlik haklarını kalıcı bir biçimde kısıtlamaktadır; buna karşılık Topluluk kavramıyla uyumlu olmayan tek taraflı eylemler üstün gelemez.
ATAD 7 • Başka bir davada ATAD şöyle ifade etmiştir: “Üye devletlerin antlaşma uyarınca hak ve yetkilerini. Topluluğa devretmelerine karşı hiçbir ulusal mevzuatın H öne sürülemeyeceği egemenlik kısıtlamaları barındırır. ” A Diğer bir davada ATAD şu karara varmıştır: “Topluluk hukukunun hükümlerini uygulamakla yükümlü bir F ulusal mahkeme, söz konusu hükümlere tam etki T kazandırmakla görevlidir; bu amaç uğruna gerektiğinde A ulusal hukukla çelişen hükümlerini uygulamayı, daha sonradan kabul edilmiş olsalar bile, bunu reddeder. Bunun için ayrı bir yasal ya da anayasal düzenlemeyi talep etmesini ya da beklemesini gerektiren bir durum ise mevcut değişdir
ATAD 7. H A F T A • ATAD’ın ulusal mevzuatı hükümsüz olarak ilan etmeye ilişkin açık bir gücü bulunmamaktadır, ancak aynı etkiyi üstünlük doktrini aracılığıyla sağlayabilir. ATAD’a göre: “Topluluk kurallarının geçerliliği ya da üye devletlerde uygulanması, ulusal anayasanın ana haklarının ihlal edildiği iddiasında dahi zarar görmemektedir
COSTA DAVASI 7. H A F T A • Üstünlük, daha önce de değinildiği üzere, antlaşmada açıkça belirtilmemiştir. Avrupa yasal çerçevesini geliştirmek ve doğrudan uygulanabilirlik ve doğrudan etki ilkeleri aracılığıyla AT hukukunun üstünlüğünü sağlamak ATAD’ın yükümlülüğüdür. Bu ilk olarak “Costa davası”nda öne sürülmüştür. AT hukukunun öncelikli olduğu, aksi takdirde isteyen devletin tek taraflı olarak AT hukukunu ihlal edebileceğini belirtilmiştir.
ATAD 7. H A F T A • Bu kapsamda AT hukukunun üstünlüğü, ATAD tarafından Topluluğun yapısına ve üye devletlerin antlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirme ve antlaşmanın amaçlarına engel olabilecek davranışlardan uzak durma zorunluluğu temelinde (Madde 10 - eski Madde 5) geliştirilmiştir. Münhasır yetki alanlarında, üye devletler egemenliklerini AT’den yana kısıtlamaktadırlar. Bu nedenle Topluluk uluslararası değil ulusüstü bir mahiyet taşımaktadır. Üye devletler egemenliklerini hep birlikte yetkili Topluluk organlarına teslim etmişlerdir ve böylece tüm üye devletleri bağlayan kurallar koyulmuştur. Antlaşma’nın bağlayıcı olduğunu ve ona uyacaklarını kabul etmiş, uygulamaları tehlikeye sokan ve sınırlayan eylemlerde bulunmayacaklarını taahhüt etmiştirler.
HERMES DAVASI 7. H A F T A • AT Antlaşması’nın (ve önceki kurucu antlaşmaların) mahiyeti egemen kuruluşlar tarafından şekil verilen bir uluslararası sözleşmeyi yansıtmaktadır. Avrupa hukukunun üstünlüğü ilkesi Antlaşma’da açıkça belirtilmese de, uluslararası sözleşme ve antlaşmaların ulusal kanunlardan üstün olduğu üye devlet anayasal düzenlerinden bu çıkarımı yapmak mümkündür. Buna ek olarak Madde 10 dayanışma ve etkinlik ilkesini sağlamaktadır. Aynı zamanda Avrupa hukuku ve uluslararası hukuk arasında bu konuda bir yakınlık vardır. İlk olarak, daha önce de değinildiği üzere, özellikle ortak ilkelere ilişkin ortak bir referans noktası paylaşmaktadırlar. İkinci olarak Avrupa hukuku, uluslararası hukuk ile uyumlu olmalıdır (örneğin ATAD’daki Hermes davası). Üçüncü olarak Avrupa hukuku, uluslararası hukuka göre yorumlanmalıdır. Bu hususlar AT hukuku ve ulusal hukuk arasındaki muhtelif bir çelişkide genel kılavuz işlevi görmektedir
LOOS VE HENDELGESELSCHAFT, SIMMENTAL VE FACTORTAME DAVALARI 7 • ATAD aynı zamanda Avrupa hukuk düzeninin kesinlik ve yeknesaklık ortamında devam ettirmeyi taahhüt. etmekte ve AT hukukunun üstünlüğü, ilkesini H korumanın yanı sıra ilerletmeye de hizmet etmektedir. A Costa davasına ek olarak, bu alandaki diğer önemli davalar Van Gend en Loos (1962); Internationale F Handelgeselschaft (1970); Simmenthal (1977) ve T Factortame (1989) olarak sayılabilir. Bu davalarda, AT A hukukunun ulusal hukuk üzerindeki üstünlüğü en net şekliyle ortaya koyulmuş ve bu davalar ATAD ve diğer mahkemelerin sonraki içtihatlarının temelini oluşturmuştur
LOOS DAVASI 7. H A F T A • Örneğin Van Gend en Loos davasında Antlaşma ile önceden var olan Hollanda hukuku arasında bir çelişki yaşanmıştır. ATAD ilgili Antlaşma maddesinin doğrudan uygulanır ve doğrudan etkili olduğunu belirtmiş ve şunu eklemiştir: “AT, uluslararası hukukta, devletlerin kendi egemenliklerini kısıtladıkları yeni bir hukuk düzeni teşkil etmektedir. ” Costa davasında ATAD, Van Gend en Loos davasında üye devletlerin egemenlik haklarından feragatine ilişkin vermiş olduğu önceki kararı genişletmiştir. Bir diğer dönüm noktasını, (Ortak Tarım Politikasından kaynaklanan) Topluluk mevzuatı ve Almanya’daki temel haklar anlayışı arasındaki çelişmenin konu edildiği Interantionale Handelgeselschaft davasına ilişkin karar oluşturmuştur. Kısacası, Topluluk hukuku ulusal hukuk tarafından hiçbir koşulda geçersiz ilan edilemez.
ATAD VE ÇELİŞEN HUKUK 7 • Çelişen ulusal hukukun uygulaması bu durumda nasıl olmalıdır? Bu tarz kanunlar uygulanabilir mi, eğer. uygulanabilirse bu, hangi şartlar altında H gerçekleşebilir? Topluluk ve ulusal hukukun A çatışmasına ilişkin yaşanan bu tartışmanın özünü, yoruma ilişkin sorunlar oluşturmaktadır. Ulusal F kanunlara ilişkin olarak ATAD, ulusal mahkemelerin T ulusal kanunları, yürürlük tarihini dikkate almaksızın, A AT yükümlülükleriyle uyumlu olacak şekilde yorumlanmaları gerektiğini be lirtmiştir. Bu yorumlama ilkesi çatışmaya ilişkin sorunları giderecek niteliktedir. AT hukukuna ilişkin olarak ise yeknesak yoruma ihtiyaç olduğu belirtilmiştir
ULUSAL KANUNLAR VE ATAD 7. H A F T A • Özetle, AT hukukunun geçerliliği ulusal hukukun ışığı altında tekrar gözden geçirilemez. AT hukuku bağımsız bir hukuk kaynağıdır ve ulusal hukukun hükümleri ile iptal edilemez. Çelişen ulusal hukuk uygulanmamalıdır. ATAD’ın Simmenthal davasındaki yaklaşımına göre, AT hukuku, ulusal hukuktaki çelişkili hükümleri doğrudan geçersiz kılar ve AT hukukuna aykırı yeni yasaların kanunlaştırmasını engeller. Ulusal mahkemeler AT hukuku ile çelişen tüm ulusal kanun hükümlerini ayırmalıdır. Ulusal mahkemeler AT hukukunu iptal edemezler, bunu sadece ATAD yapabilir. ATAD da ulusal kanunları iptal edemez; ulusal kanunun AT hukukuyla uyumsuz olduğunu beyan ederek, ulusal mahkemelerin çelişen ulusal hukuk kuralını uygulamamasını talep eder.
DOĞRUDANLIK: DOĞRUDAN UYGULANIRLIK VE DOĞRUDAN ETKİ İLKELERİ 7 • AT hukukunun üstünlüğü doğrudan uygulanabilirlik ve doğrudan etki ilkeleriyle beraber uygulanır. “Doğrudan. uygulanabilirlik” ilkesi, AT kurallarının (kanunlarının) iç H hukuka aktarılması için ek yasamaya ihtiyaç A duyulmadan, üye devletlerin hukuk sistemine dahil olması anlamına gelmektedir. Diğer yandan, doğrudan F etkili olan AT hukuku, vatandaşları doğrudan bağlayan T yükümlülükler ve ulusal mahkemelerde A arayabilecekleri haklar veren yasal hükümlerdir. AT Antlaşmasının 249. Maddesi uyarınca: “Düzenlemeler doğrudan uygulanabilir. ” ATAD bunu bir takım antlaşma maddeleri, yönergeler ve uluslararası antlaşmalardaki belli hükümlerde yorumlamıştır.
TOPLULUK HUKUKU 7. H A F T A • Topluluk hukuku, doğasına ve işlevine göre doğrudan veya dolaylı olarak uygulanabilir. Doğrudan uygulanabilir olan kurallar yürürlüğe girişlerini takiben otomatik olarak ulusal hukukun bir parçası olan kurallardır. Doğrudan icra olunabilir kurallar, vatandaşların hak ve yükümlülüklerine doğrudan etki eden kurallardır. Diğer bir deyişle, doğrudan uygulanabilir kurallar devleti ilgilendirirken, doğrudan icra olunan kurallar bireylerin haklarıyla ilişkilidir. Böylece doğrudan uygulanabilir kurallar devlet görevlerini ifade ederken, doğrudan icra olunan kurallar, devletlerin Topluluk hukukunu uygulama yükümlülüğünden kaynaklanan vatandaş haklarını ifade eder. Bu nedenle doğrudan uygulanabilir hükümler ek kanunlara ihtiyaç olmaksızın üye devletlerde yürürlüğe girerken, doğrudan etkili hükümler, uygulanabilir Topluluk hakları yaratırlar
Doğrudan uygulanabilirlik 7. H A F T A • Antlaşma’nın Topluluk kanunlarının otomatik olarak üye devletlerin ulusal hukuk sistemlerinin bir parçası olmasına izin veren doğasından kaynaklanır. “Doğrudan etki”, bireyin hakkını tanımaya ya da bireye yükümlülük yükleyen kuralın yorumlanmasına bağlıdır. Bütün bunlar ilgili tüm kural ve hükümlerin kuralın esası bağlamında yorumlanması anlamına gelmektedir. ATAD, içtihadı aracılığıyla Topluluk hukuku altında bireylerin haklarını korumaya ve geliştirmeye çalışmıştır. Van Gend en Loos davasında ATAD, üye devletlerin kendi aralarındaki ticarette yeni vergiler koymasını yasaklayan antlaşmanın 25. maddesinin doğrudan etkili olduğuna karar vermiştir. Mahkeme, “üye devletlerin yeni gümrük vergileri uygulamamalarına ilişkin yükümlülükleri olduğu”nu ifade etmiştir. Bu aynı zamanda vatandaşların lehinde bir hak yaratılması anlamına da gelmektedir. Eğer bu hükmün doğrudan etkisi olmasaydı, ATAD’ın ifadesiyle bu, “bireysel haklar üzerindeki tüm adli korumanın kaldırılması” anlamına gelecektir.
ATAD 7. H A F T A • Aynı davada mahkeme, bir hükmün doğrudan etkili olmasının koşullarını da belirtmiştir. Daha sonraki içtihat ışığında bu koşul şu şekli almıştır: Bir hükmün doğrudan etkili olabilmesi için, açık ve net olmalı; şartsız olmalı ve AB ve üye devletlerin ek kanunlarına ihtiyaç olmadan etkili olmalıdır. ATAD birçok davada bu ilkeleri çeşitli yollardan onamıştır. Örneğin, “bir üye devlet, başka bir üye devletin yerel ürününe aynı ulusal ürüne uyguladığı vergiyi aşan bir iç vergi uygulayamaz” kararını vermiş, böylece ithalatçıların çıkarlarını korumuştur. Başka bir davada: “üye devletlerin Topluluk içinde ihracat kotalarını konu eden antlaşmanın uygulanmasında takdir yetkisi olmadığı” kararını vermiştir. Bir diğer davada ATAD, seyahat özgürlüğünü icra edilebilir bir hak olarak tanımıştır. ATAD, malların ve kişilerin serbest dolaşımı, rekabet ve eşit ücret alanlarında birçok Antlaşma hükmünün doğrudan etkili olduğunu beyan etmiştir. Örneğin Simmenthal davasında ATAD, doğrudan uygulanan Topluluk kuralının her zaman ulusal kanunundan üstün olduğunu (ilgili Antlaşma hükümlerinden önce veya sonra kanunlaştırılmış olsa da) net bir biçimde ifade etmiştir
DEVAM 7. H A F T A • Doğrudan uygulanabilirlik kriterine ilişkin mahkemenin ifadesine göre: “Antlaşmanın, işleyişi üye devletleri etkileyen Ortak Pazar’ı inşa eden amaçları, antlaşmanın devletlerarası yükümlülükler yaratan bir sözleşmeden daha fazlası olduğunu gerektirmektedir. Topluluk, üye devletlerin egemenlik haklarını belirli alanlarda sınırladıkları yeni bir hukuk sistemidir ve bu yeni hukuk sisteminin kapsamı üye devletler değil aynı zamanda bireylerdir. Topluluk hukuku, üye devletler tarafından onaylanan mevzuattan bağımsız olarak, üye devletlerin hukuk düzenine tabi olan bireyler için hem haklar hem de yükümlülükler yaratmaktadır. Bu hak ve yükümlülükler sadece antlaşmada açıkça belirtildiği durumlarda değil, aynı zamanda antlaşmanın üye devlet vatandaşları ve Topluluk kurumlarına açıkça getirdiği yükümlülüklerden de kaynaklanır. . . ” Mahkeme şunu da eklemiştir: “. . . hüküm üye devlete açık ve kesin bir yükümlülük getirmeli; şartsız olmalı”dır.
DEVAM 7 • Belirtildiği üzere ATAD, doğrudan uygulanırlık ilkesinin ikincil mevzuata (kurumların eylemlerine) uygulanabilir. olduğunu da beyan etmiştir. Doğrudan etki de bireylere H ilişkindir. Bir devlete ilişkin doğrudan uygulanabilir bir A antlaşma yükümlülüğü doğrudan etki de yaratabilir (birey ve devlet arasındaki ilişkiye değinerek). Buna F dikey doğrudan etki adı verilir (vertical direct effect). T Bireyler üzerinde bireyler arası ilişkiyi ilgilendiren bir A yükümlülük olduğu durumlarda ise yatay doğrudan etkiden (horizontal direct effect) söz edilebilir. Yatay doğrudan etkide, Defrenne vs. Sabena 8 kararında ifade edildiği gibi, bireyler haklarını yönergeler kapsamında diğer bireylere (ya da şirketlere) karşı korurla
ATAD 7. H A F T A • Bu ilkelerin Düzenlemelere, Yönergelere ve Kararlara nasıl uygulandığına bakmak gerekir İlkine ilişkin olarak antlaşma açıktır: “Düzenleme genel uygulamadan ibarettir, tümüyle bağlayıcıdır ve tüm üye devletlerde doğrudan uygulanır. ” Ek kanuna ihtiyaç yoktur, anında ve doğrudan etkisi vardır. Düzenlemeler yürürlüğe girer girmez iç hukukun parçası olduklarından doğrudan uygulanabilirler. Bu aynı zamanda hem dikey hem yatay etkiye sahip oldukları anlamına gelir. Ancak eğer bir düzenleme çok genel ve belirsiz olup, uygulamada üye devletlere çok fazla iş bırakıyorsa, o zaman düzenleme doğrudan etkili değildir. ATAD doğrudan etkiyi bu şekilde yorumlamıştır ve her zaman kuralın lafzını değil özünü inceler
DEVAM 7. H A F T A • Yönergelere ve Kararlara ilişkin olarak temel rehberimiz Madde 249’dur: “Yönergeler ulaşılacak sonuca ilişkin olarak yöneltildikleri üye devletlerde bağlayıcıdır, ancak şekil ve yöntemin seçimi ulusal otoritelere bırakılmıştır” ve “Kararlar, yöneltildikleri ülkeler üzerinde bağlayıcıdır. ” Yönergeler antlaşmada doğrudan uygulanabilir olarak belirtilmemiştir, ulusal kanununun bir parçası olmaları için üye devletlerce iç hukuka aktarılmaları gerekmektedir. Antlaşmalarda doğrudan etkili değildir, zira iç hukukta yürürlüğe girebilmeleri için onaylanmaları gerekmektedir. ATAD, doğrudan etki kriterlerinin karşılandığı durumlarda kararların ve yönergelerin doğrudan etkili olabileceğini belirtmiştir. Burada net bir tablo bulunmamaktadır ve karar ATAD’a bırakılmıştır. Yönergeler genellikle iç hukuklara aktarılma için bir zaman sınırı koymaktadır. Bu zaman sınırı geçilmediği takdirde yönerge doğrudan etkili değildir (bkz. Publico Ministero vs. Ratti kararı). İç hukuka aktarmanın şart olmadığı durumlarda, doğrudan etki kriterleri karşılanıyorsa, yönerge anında etki gösterebilir (bkz. Van Duyn vs. Home Office kararı)
DEVAM 7 • Yönergelerin doğrudan etkisi konusu oldukça hassastır. Bazı üye devletler yönergelerin doğrudan etkisini kabul. etmekte oldukça isteksizdir. ATAD, uzun bir süre H yönergelerin yatay etki yaratabileceğini beyan A etmekten kaçınmıştır. Buna ilişkin en önemli karar Marshall vs. Southampton and SW area Health F Authority davasında verilmiştir. Dolaylı etki ve ulusal T hukuk uygulamasına ilişkin olarak ise ATAD, dolaylı A olarak etkili olan kuralın, kendisine kaynak teşkil eden Yönergenin özü ve sözü ışığında yorumlanması gerektiğine ilişkin ilkeyi benimsemiştir. Burada cinsiyet ayrımcılığa ilişkin iki davada verilen kararlar (Van Colson ve Harz)12 kritik önem taşımaktadır.
DEVAM 7. H A F T A • Özetlemek gerekirse, doğrudan etki, bireylere, davalarda güvenebilecekleri haklar tanır. Doğrudan etki önemlidir çünkü bireyler üye devletlere ATAD önünde dava açamaz. Bireyler, ancak kendi devletlerine, kendi ulusal mahkemelerinde dava açabilirler. Dolayısıyla ulusal mahkemelerde AB hukukuna güvenemezlerse hakları tam anlamıyla korunamaz. Hükümler açık, net ve koşulsuz oldukları, AT ya da üye devletlerce ek tedbir gerektirmeden etkili oldukları sürece doğrudan etkiye sahip olurlar. Hükümlerin açık ve net olması, hükmün içerdiği hakkın içeriğinin açık olması gerektiği anlamına gelmektedir. Örneğin, eğer üye devletler tarafından yorumlanması ge reken kavramlar varsa, eğer üye devletlere takdir yetkisi verilmişse, bu yeterince açık olunmadığı anlamına gelir. Koşulsuz olması hükmün uygulanmasının belirli bir zamanın geçmesine bağlı olmak gibi herhangi bir şarta bağlı olmaması anlamına gelmektedir
ÖZGÜRLÜKLER ALANI: İŞÇİLERİN, İŞÇİ OLMAYANLARIN, AİLELERİN, TEŞEBBÜSLERİN, HİZMETLERİN VE SERMAYENİN DOLAŞIM SERBESTİSİ 7. H A F T A • Başlangıçta kişilerin serbest dolaşımı işçiler ile sınırlandırılmaktaydı. Antlaşma maddeleri üye devletlerin tüm vatandaşlarına, üye devletlerde iş arama amacıyla serbest dolaşım, istihdam amacıyla bir üye devlette ikamet etme ve hatta bir süre istihdam edildikten sonra dahi o ülkede kalma hakkı tanımıştır. Başlangıçta dolaşım serbestisi doğrudan işçi hakları ile bağlantılı olmakla birlikte zaman içinde AB vatandaşlığına geçiş ile işçi olsun olmasın tüm üye devlet vatandaşlarına genişletilmiştir. AT’nin 18. maddesine göre, Birliğin tüm vatandaşları üye devletlerin topraklarında serbestçe dolaşma ve ikamet etme hakkına sahiptir. İşçilere ve tüm vatandaşlara verilen hakların koşulları kurumların yasalarıyla düzenlenmektedir. Böylece, yönetmelik 1612/68, başta ayrım gözetmeme olmak üzere istihdama girişe ve istihdam koşullarına ilişkin kuralları koymakta; yönetmelik 1251/70 üye devletlerde istihdam sonrası kalma hakkını koymakta; yönerge 38/360 giriş ve ikamet haklarını düzenlemekte ve yönerge 64/221 üye devletin, kamu politikası, kamu güvenliği veya kamu sağlığı gerekçesiyle serbest dolaşım hükümlerinden muaf tutulma hakkını ilgilendirmektedir. İşçilerin serbest dolaşım hakkı özel sektördeki işçiler ile sınırlıdır; kamu sektörü çalışanları bu haktan faydalanamaz.
KİŞİLERİN SERBEST DOLAŞIMI 7 • Kişilerin serbest dolaşımı kapsamında yönerge 90/364 AB vatandaşlarının ve ailelerinin genel oturum haklarını. düzenlemekte, yönerge 90/365 çalışanların emeklilik H sonrası oturum hakkını ilgilendirmekte, yönerge 96/96 A öğrencilerin ve onların eğitimleri süresince ailelerinin ikamet haklarını düzenlemekte ve Yönerge 64/221 F kişilerin serbest dolaşım ilkesine getirilen muafiyet T kurallarını belirlemektedir. Tüm bu ikamet hakları A belirli koşullarla sınırlandırılmaktadır. Örneğin, bir üye devlette serbestçe ikamet etmek için kişinin çalışıyor olması ya da kendisinin yeterli mali güce ve kapsamlı sağlık sigortasına sahip olduğunu kanıtlaması gerekmektedir
İşçilerin ve İşçi Olmayanların Dolaşım Serbestisi 7. H A F T A • Madde 39 -42 işçilerin dolaşım serbestisine dair hükümleri içerir. Bu maddeler yalnızca “işçileri” kapsamaktadır. Mahkeme uyarınca işçiler, ücretin miktarından ya da işin yarı zamanlı olmasından bağımsız olarak başka birisinin yönetiminde para karşılığında çalışan kişiler olarak tanımlanır. Faaliyetin ekonomik bir amacı olmalıdır. Serbest çalışan kişiler “işçi” statüsünde değildir ve iş kurma haklarından yararlanırlar. Bu serbestliğin köşe taşı, istihdam, ücret ve diğer iş koşulları hususunda ulus bazında ayrım gözetilmemesidir. Böylece, bireylerin fiilen yapılan istihdam tekliflerini kabul etme, bu amaçla üye devletlerde serbestçe dolaşma, istihdam amacıyla söz konusu üye devletin ulusal hukukuna uygun olarak kalabilme ve istihdamın sonlanmasını takiben de orada kalabilme hakkına sahiptir. Ancak bunlar kamu hizmetlerine uygulanabilir değildir.
DEVAM 7. H A F T A • Ayırım gözetilmemesine ilişkin olarak, üye devletler, kamu sektörü dışındaki sektörlerde, vatandaşlarına özel belirli işler ayıramazlar. Hem vatandaşlar hem yabancılar için aynı istihdam kriterleri uygulanmalıdır. Ayrımcılık aynı zamanda istihdama erişimde ve istihdam şartlarında da (ödeme, işten çıkarılma gibi) yasaklanmıştır. Ayrıca aynı sosyal ve vergi avantajların faydalanmaları da garanti altına alınmaktadır. Sosyal avantajlar, yaşlılık yardım sistemleri, işsizlik yardımları, çocukların eğitim hakkı ve ulaşımda indirimleri gibi geniş bir zeminde değerlendirilmektedir. İşçiler aynı zamanda, ev sahibi ülkede işçi sendikasına katılma hakkına da sahiptir. Profesyonel sporcular da işçi statüsünde değerlendirilir ve eşit muameleye tabi tutulurlar. Örneğin mahkeme, ulusal spor birliklerinin diğer üye devlet vatandaşlarının ulusal şampiyonalarda oynamasını engelleyemeyeceğini hükmetmiştir
DEVAM 7. H A F T A • Yönerge 68/360 uyarınca, her üye devlet vatandaşı diğer üye devletlere iş bulmak amacıyla girebilir. Mahkeme, 6 ayın iş aramak için mantıklı bir süre olduğunu, sonrasında kişinin gitmesinin istenebileceğini belirtmiştir. İş bulunup başlanması durumunda, işçi kendisi ve ailesi için otomatik olarak yenilenen oturum hakkına sahip olur. İşçinin rızası dışında işten çıkarılması durumunda oturum izni geri alınmayabilir. Kişinin bir yıldan fazla işsiz kalması durumunda, oturum izni yenilendiğinde süresi daha kısa tutulabilir. İşçiler, bir ülkede belirli bir süreliğine istihdam edildikten sonra o ülkede devamlı olarak kalabilme hakkına sahiptir (Yönetmelik 1251/70). Bu hak aynı zamanda ailelerini de kapsamaktadır
DEVAM 7. H A F T A • İş akdinin sona ermesini takiben devamlı ikamet hakkı talebinde bulunabilen kişilerin, söz konusu ülkede üç seneden fazla ikamet etmiş ve bir seneden fazla çalışmış olan, emeklilik yaşına gelmiş kişiler olması gerekmektedir. İşyerinde meydana gelen kazalardan dolayı ehli olmayan işçiler de, söz konusu ülkede o iki sene ikamet etmiş olma koşuluyla devamlı ikamet hakkına sahip olabilir. Yukarıda da değinildigi gibi, kişilerin serbest dolaşımı ilkesi kamu hizmetlerine uygulanmamaktadır. Ancak mahkeme bunu kısıtlı bir şekilde yorumlamış, bunun devletin işveren pozisyonunda olduğu her işi kapsamadığını, sadece belirli bir bağlılığı gerektiren özel pozisyonlar için geçerli olduğunu belirtmiştir. Örneğin, bir devlet hastanesinde çalışmakta olan hemşire veya su tesisatçısı bu hükmün kapsamı dışındadır, ancak bir ordu subayı bu hükmün kapsamı dahilindedir. Kişilerin serbest dolaşımına kamu politikası, kamu güvenliği, kamu sağlığına gerekçe gösterilerek sınırlamalar getirilebilir, ancak bu sınırlamaların kişisel davranış ile gerçek ve yeterli tehdide dayanması gerekmektedir
DEVAM 7. H A F T A • İşçi olmayanların dolaşım serbestisi, üye devlet vatandaşlarının ve ailelerinin, geçerli sağlık sigortasına sahip olmaları ve yeterli mali kaynaklara sahip olmaları durumunda ikamet haklarına sahip olmalarını kapsar. Mesleki eğitim alan öğrenciler, yeterli mali kaynakları olmaları koşuluyla, eğitim süreleri boyunca oturum hakkında sahiptir. Oturum hakkı, AT Antlaşması’nın AB vatandaşlığını getiren 18. maddesine dayanmaktadır. Bu madde uyarınca, “AB vatandaşları, antlaşmada belirtilen sınırlamalar ve koşullar ile etkili olmaları için benimsenmiş önlemlere tabi olarak üye devletlerde serbest dolaşım ve ikamet hakkına sahiptir”. Bu hak, yönerge 90/364 tarafından düzenlenmekte ve kamu politikası, kamu sağlığı ve güvenliğinden kaynaklanan muafiyetlere tabi tutulmaktadır. Söz konusu serbesti benimsenecek önlemler tarafından uygulanır olduğundan doğrudan etkili değildir
Sermayenin Dolaşım Serbestisi 7. H A F T A • Sermayenin dolaşım serbestisi kapsamında (Madde 56 -60) amaç, üye devletler arasında ve üye devletler ile üçüncü ülkeler arasında sermayenin dolaşımı üzerinde var olan tüm kısıtlamaların kaldırılmasıdır. Sermayenin serbest dolaşımı, banka kredisi alma, gayrimenkul alanında yatırım yapma, sigorta paketleri satın alma gibi alanlarda üye devletler arasında sermayenin transferine ilişkin tüm kısıtlamaların kaldırılmasını kapsamaktadır. Söz konusu serbesti, malların, hizmetlerin ve işçilerin dolaşım serbestileri ile tamamlayıcıdır. Bir üye devletten diğerine para transfer etme serbestisinin olmaması durumunda diğer serbestiler de kısıtlanmış olur. Amsterdam Antlaşması ile sermayenin dolaşım serbestisi, üye devletler ile üçüncü ülkeler arasındaki sermaye dolaşımına genişletilmiştir. Ancak üye devletler, 31/12/1993 tarihinde yürürlükte olan kısıtlamaları uygulamayı sürdürebilirler; sadece yeni kısıtlamalar getiremezler.
DEVAM 7. H A F T A • Sermayenin serbest dolaşımı, özellikle vergilendirme veya mali kuruluşların denetlenmesine ilişkin olarak kamu politikası ve kamu güvenliği gerekçesiyle üye devletler tarafından ulusal hukukun ihlalini önlemeye yönelik olarak kısıtlandırılabilir. Sermayenin serbest dolaşımı üçüncü ülkelerle de kısıtlanabilir. Parasal birliğin işleyişine ciddi zorluklar getirmesi durumunda konsey tarafından ya da ciddi siyasi sebepler veya aciliyet durumlarında üye devletler tarafından kısıtlanabilir. Üye devletler, ulusal hukukun ihlal edilmesini önlemek amacıyla sermayenin dolaşım serbestine muafiyet getirebilirler. Örneğin, kara para aklamayla mücadele amacıyla devletler önemli orandaki meblağ transferlerinde deklarasyon talep edebilirler. Üye devletlerin kara para aklamayla mücadelede gerekli önlemleri almalarını düzenleyen spesifik bir yönerge bulunmaktadır
DEVAM 7. H A F T A • Söz konusu yönerge uyarınca bazı transferlerin raporlandırılması ya da kaydedilmesi ve şüpheli transferlerin de yetkililere rapor edilmesi gerekmektedir. Ancak bu önlemler keyfi ayrımcılık ya da sermayenin dolaşım serbestisi üzerinde gizli kısıtlama oluşturmamalıdır. Konsey, üye devletler ve üçüncü ülkeler arasında sermayenin dolaşım serbestisini düzenleme hakkına sahiptir. Bu tarz sermaye hareketlerinin “parasal birliğin” işleyişi için zorluk yaratması durumunda konsey, Avrupa Merkez Bankası’na danıştıktan sonra gerekli önlemleri alabilir. Üye devletler aynı zamanda ciddi siyasi nedenler veya aciliyet nedeniyle tek taraflı önlemler alma hakkına da sahiptir (Madde 60). Bu olası durumda, üye devletlerin aldıkları önlemler konusunda komisyon ve diğer üye devletleri bilgilendirmeleri gerekmektedir. Konsey, üye devletin söz konusu önlemleri iptal etmesi yönünde karar alabilir
DEVAM 7. H A F T A • Madde 30 uyarınca “Madde 28 ve 29’daki hükümler, ihracat, ithalat ve dolaşımdaki mallar üzerinde kamu ahlâkı, kamu politikası veya kamu güvenliği; insan, hayvan ve bitki sağlığının ve hayatının korunması; sanatsal, tarihi ve arkeolojik değeri bulunan ulusal hazinelerin korunması ya da endüstriyel ve ticari mülkün korunması gerekçelerine dayanan kısıtlamaları ya da yasaklamaları kaldıramaz. Ancak bu tarz yasaklamalar ve kısıtlamalar, üye devletler arasında keyfi ay rımcılık ve gizli ticaret kısıtlaması teşkil etmemelidir. ” Belirtilen muafiyet temelleri ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Ancak tüketicinin korunması ya da ekonomik politika gibi konularda istisnalar bulunmamaktadır. “Kamu ahlâkı” ya da “kamu politikası” gibi terimler daha net olarak tanımlandığından ötürü yorumlanmaya ve bundan dolayı da itirazlara açıktır. Üye devletler arası kültürel farklar ve hassasiyetler göz önüne alındığında genel ahlâk için iyi ya da zararlı olana devletler karar verir. Aynı şekilde, devletin genel düzenini ilgilendiren kamu politikasını tanımlanmak da zordur. Avrupa Adalet Divanı, kamu politikası istisnasının, ekonomik politika ya da tüketici korumasını kapsamasına izin vermemiştir.
Hizmet Sağlama ve Alma Serbestisi 7. H A F T A • Hizmet sağlama serbestisi (Madde 49), üye ülkelerin birinde yerleşik olan AT vatandaşlarının başka bir üye ülkede hizmet serbestisini kapsar. Hizmet özgürlüğü, başka bir üye devlette yerleşimi kapsamaz. Bu durumda, böyle bir hizmeti sağlayan kişi, o hizmeti verebilmek için geçici bir süreliğine o ülkeye gidebilir. Söz konusu üye ülke, diğer üye ülke vatandaşlarına ülkeye girmeleri ve hizmet süresi boyunca orada kalmaları, hizmet sona erdiğinde de gitmeleri için izin vermelidir. Vatandaşlığa ilişkin kısıtlamalar ya da diğer kısıtlamalar uygulanamaz.
DEVAM 7. H A F T A • Söz konusu madde, ücrete karşılık verilen ve malların, işçilerin ve sermayenin serbest dolaşımının kapsamı dışında kalan hizmetleri kapsar. Örneğin bir üye ülkeden diğerine bir mal satıldığında, bu bir mal teminidir. Ancak eğer bir üye ülkeden diğerine bir tatil satılıyorsa, bu bir hizmet teminidir. İlgili antlaşma hükmü (Madde 50), uyarınca “endüstriyel ya da ticari nitelikteki faaliyetler, esnaf faaliyetleri, meslek icraları, ulaştırma, sigorta ve banka hizmetlerini kapsayan hizmetler özel olarak düzenlenir ve hizmet sunma serbestisi tarafından kapsanmaz
DEVAM 7. H A F T A • Bu alanda hem doğrudan hem dolaylı sorunlar yaşanmaktadır. Hizmet sunma serbestisi öncelikle diplomaların tanınması sorununu gündeme getirmiştir. Bu serbestinin içeriği, iş kurma serbestisi ile büyük oranda örtüşmektedir. Bir kişinin başka bir üye ülkede yerleşmiş olmasından bağımsız olarak, hizmet sunma serbestisi de profesyonel faaliyete ilişkin olarak diplomaların tanınması problemini getirmektedir. İkinci olarak, işletmeler kapsamında, her ulusal kanun farklı tip şirketler tanımladığından ulusal kanunların altında oluşturulabilecek şirket tipleriyle ilgili sorunlar oluşabilir. Örneğin, Alman ulusal hukuku uyarınca tek ortaklı bir anonim şirket kurulabilirken, Türk ulusal hukuku altında bu mümkün değildir. Buradaki sorun, üye devletin böyle bir işletmenin kendi sınırları dahilinde hizmet vermesine ya da şube kurmasına izin verip vermeyeceğidir. Bu durum, işletmelerin kapasitesi, temsilcilerinin güvenilirliği gibi diğer sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu tarz sorunların üstesinden gelinebilmesi için hukukun uyumlaştırılmasına ilişkin bir dizi yönerge kabul edilmiştir.
İş Kurma Serbestis 7. H A F T A • Yerleşme serbestisi (Madde 43), AT vatandaşlarının başka bir üye ülkede serbest iş sahibi olarak çalışma ya da şirket, firma, şube, acente ya da bağlı ortaklık gibi bir teşebbüs kurma serbestisini kapsamaktadır. Devlet otoritesinin uygulanmasına ilişkin faaliyetler iş kurma serbestisinin dışında kalmaktadır. Yerleşim serbesti bir başka üye ülkede bir faaliyet oluşturulmasını kapsamaktadır. Söz konusu faaliyet bir mesleğin icrası ya da bağımsız bir teşebbüs, şirket ya da başka bir şirketin şubesi şeklinde iş kurulması halini alabilir
DEVAM 7. H A F T A • Yerleşme serbestisinden bir başka üye ülkede serbest çalışmak ya da girişimci olmak isteyen gerçek kişiler faydalanabilir. Söz konusu serbesti bir üye devlette yerleşmiş olan ve başka bir üye devlette şube ya da ajans kurmak isteyen tüzel kişileri de kapsamaktadır. Bu aynı zamanda ulusal hukuku altında bir üye devlette yerleşmiş olup da AT vatandaşı olmayanların, başka bir üye ülkede şube ya da acente kurma amacıyla yerleşme serbestisinden faydalanabileceği anlamına da gelmektedir. Burada en büyük sorun hekimler, avukatlar ya da mimarlar gibi, başka bir üye ülkede yerleşim serbestisi arayan profesyonel mesleklere ilişkindir, zira bu tarz meslekler belirli bir eğitim gerektirir. İlk başlarda üye ülkeler başka üye ülke vatandaşlarının kendi ülkelerinde bu tarz meslekleri icra etmesine izin verme konusunda isteksiz davranmış olsalar da, zaman içerisinde bu izin iş kurma serbestisi altında sağlanmış ve buna yönelik karşılıklı tanıma yönergeleri kabul edilmiştir
DEVAM 7. H A F T A • İş kurma serbestisi bir üye ülkenin, bir kişinin kendi topraklarında yerleşimine vatandaşlık gibi gerekçelerle sınırlamalar getirmesini engellemektedir. Diğer üye ülke vatandaşlarına iş kurmak amacıyla o ülkeye girme ve serbestçe ikamet etme izni verilmelidir Yukarıda da belirtildiği üzere, devlet otoritesinin uygulanmasına ilişkin faaliyetler iş kurma serbestinin kapsamına girmemektedir
DEVAM 7 • İş kurma serbesti, kamu politikası, kamu güvenliği ve kamu sağlığı gerekçeleri (Madde 46 ve 55) ve üye ülke. vatandaşlarının tabi olduğu koşullar temelinde H sınırlandırılabilir. Mahkeme, piyangolar kapsamında A kamu politikası kaynaklı bir istisnaya izin vermiştir. Mahkeme, piyangoları bir hizmet olarak tanımlamış, F böylece üye ülkelere kendi topraklarında kamu T politikası gerekçesiyle piyango teşvikini sınırlama izni A vermiştir. Bir üye devletin vatandaşına uygulanan özel koşullar, diğer üye ülkelerin vatandaşlarına da uygulanmaktadır. Örneğin, şirketlerin kuruluşuna ilişkin olarak, bir üye ülkede şirket kurma girişiminde bulunan bir kişi, o ülkenin şirketler hukukuna uymak zorundadır
DEVAM 7 • Bu özellikle öğretmenlik, avukatlık ya da hekimlik gibi mesleklerin icrasında belirginleşmektedir. Eğer bir kişi. bir üye ülkede eğitim almış ve o ülkede çalışmaya H uygun nitelik kazanmışsa, vatandaşlığa dayalı ayrımcılık A yasağından ötürü, o ülkede çalışma hakkı engellenemez. Ancak yeterliliklerini başka bir üye ülkede almış olan F kişilere ilişkin sorunlar sürmektedir. Bu sorunun T giderilmesi amacıyla söz konusu mesleklerin icrasının A uyumlaştırılması ya da diplomaların karşılıklı tanınmasına yönelik çabalar sürmektedir. Hekimlik, hemşirelik ve dişçilik meslekleri yönergeler aracılığıyla uyumlaştırılmış ve bu alanlarda asgari eğitim ve öğretim koşulları belirlenmiştir.
DEVAM 7. H A F T A • Uyumlaştırma beraberinde önemli bir sonucu getirmektedir. Bir mesleğe asgari koşullar konulması durumunda, üye ülke daha fazla koşulun yerine getirilmesini istemeyebilmekte ve bu da o üye ülke vatandaşlarına fayda edebilmektedir. Meslek kuruluşlarının davranış kurallarına getirdiği kısıtlamalar da uygulamaya konabilir. Örneğin barolar, avukatlara davranış kuralları koyabilen meslek kuruluşlarıdır. Bu tarz kurallar ayırımcılığa neden olmayacak şekilde uygulandığında, kamunun genel çıkarını gözetme gerekçesine dayandırıldıklarında ve korumanın amacına ulaşmada orantılılık ve uygunluk ilkesini barındırdıklarında (örneğin, inşaat mühendislerinin yerel yasalara ilişkin bilgi sahibi olması gibi) uygulanabilirler
DEVAM 7. H A F T A • Son olarak, vatandaşlık temelinde ayrımcılığın yasaklanması da iş kurma serbestisine ilişkin alanlarda önem taşımaktadır. Örneğin, bir üye ülkede geçici olarak hizmet verme ya da iş kurmak için, kişinin söz konusu üye ülkede konut veya ticari mülk alması ya da kiralaması gerekebilir. Bu kişilerin ev veya ofis satın almada ya da bu amaçla borç almada söz konusu üye ülke vatandaşlarıyla aynı haklardan faydalanmaları gerekmektedir.
Avrupa Birliği Yurttaşlığı 7. H A F T A • İngilizcede citizen, Fransızcada citoyen, İtalyancada cittadino, Almancada Bürger ve İspanyolcada ciudadano anlamına gelen yurttaş sözcüğü bu dillerde kullanılan kent sözcüğünden türetilmiştir. Modern anlamdaki yurttaş (citoyen, citoyenne) kavramı ilk kez, Fransız Devrimi’ni gerçekleştirenlerce eşitlik olgusunu vurgulamak amacıyla kullanılmıştır. Ancak, modern yurttaşlık kurumunun 1950’li yıllardan bu yana hızla yükselen ulusal ve uluslararası göç, nüfus hareketleri, etnik hareketler, gençlik hareketleri, kadın hareketleri, çevre hareketleri ve küreselleşmeyle çok-etnili ve çokkültürlü bir nitelik kazanan heterojen toplumların ihtiyaçlarına tam anlamıyla karşılık veremediği gözlenmektedir. Günümüzde artık, ulusal nitelikli yurttaşlık anlayışından çoğul yurttaşlık (multiple citizenship) anlayışına, diğer bir deyişle kozmopolitan, çok kültürlü (multicultural), ulusötesi (post-national), diasporik (diasporic), ulusaşırı (transnational), esnek (flexible), ekolojik yurttaşlık, radikal demokratik ve Avrupa yurttaşlığı gibi yeni açılımlara doğru yol alındığına tanık olmaktayız.
MODERN 7. H A F T A • Modern yurttaşlık kavramı, bireyin devletle olan ilişkisinde sahip olması gereken hakları ve yerine getirmesi gereken yükümlülükleri ifade eden anayasal bir kavramdır. Bu kurum, ortaya çıktığı ilk günden itibaren, özellikle modern ulus-devletin oluşum süreci içinde, yönetici toplumsal sınıflar (gruplar) tarafından halk yığınları üzerinde hegemonya kurmak amacıyla kullanılan ideolojik bir aygıt olagelmiştir. İdeolojik demek gerekir, çünkü kapitalist devlette iktidarı elinde bulunduran grupların siyasal, sosyal, medeni ve ekonomik kaynaklardan pay alma girişimiyle “kamusal alan”da görünür olmaya başlayan yeni toplumsal grupların taleplerine karşılık vermek ve bu tür grupların geliştirdikleri hareketleri etkisiz kılabilmek için yurttaşlık kurumunun kendilerine sağladığı bir takım imkânları kullandıkları bilinmektedir. Modern yurttaşlık kurumu, aynı zamanda, milliyetçi ideolojiye destek olma niteliğinde, bireylerin “benzerlik” temelinde aynı ulusal kültüre aidiyetlerini (inclusion) ve/veya “farklılık” temelinde “yabancıların” bu ulusal kültürden dışlanmalarını (exclusion) belirleyen bir kurumdur.
DEVAM 7. H A F T A • Yurttaşlık, Eski Yunan’dan günümüze değin oluşan siyasal toplumlar kadar geçmişi olan bir kurum olmakla birlikte, tarih içinde büyük dönüşümler geçirmiştir. Sözgelimi Aristoteles, yurttaşlığı şehir-devletleri yöneticilerinin sahip oldukları ayrıcalıklı bir sosyal ve siyasal statü olarak tanımlamıştır. Ancak, günümüzün modern demokratik devletinde ise, evrensel yurttaşlık kavramının ifade ettiği anlam, oy kullanmak suretiyle siyasal karar alma sürecine katılmak ve bir takım medeni, toplumsal, kültürel ve ekonomik haklardan faydalanabilmektir. Tarihte yaşanan toplumsal değişimlerle birlikte, yurttaşlık sadece belirli gruplara verilmiş bir ayrıcalık olmaktan çıkmış, ulusal devletin sınırları içinde ve/veya ötesinde yaşayan bireylerin çoğunluğunu kapsayan bir kurum haline gelmiştir
MARSHALL 7. H A F T A • İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, modern yurttaşlık kurumu önemli değişimlerden geçmiştir. Bu dönem toplumsal yurttaşlığın refah devleti içerisinde kurumsallaştırıldığı dönemdir. Toplumsal yurttaşlık aşamasına gelinceye değin, medeni ve siyasal haklarla örülmüş yurttaşlık kurumunun Batı Avrupa’da geçirdiği dönüşüm sürecini T. H. Marshall’a referansla özetlemek mümkün. T. H. Marshall’ın savaş sonrası dönemde, 1949 yılında kaleme aldığı “Citizenship and Social Class” (Yurttaşlık ve Toplumsal Sınıflar) adlı ünlü makalesi, yurttaşlık kavramı üzerine çalışan pek çok sosyolog ve siyaset bilimcinin öncelikli olarak başvurduğu kaynak haline gelmiştir. İngiliz İşçi Partisi’nin (Labour Party) sosyal refah devleti vaatleriyle henüz iktidara geçtiği bir dönemde makaleyi kaleme alan Marshall, büyük bir iyimserlik içinde görüşlerini dile getirmiştir.
MARSHALL 7. H A F T A • Marshall bu çalışmasında, serbest piyasa ekonomisine sahip toplumlar da yer alan önemli bir çelişkiye değinir. Bu çelişki, evrensel oy hakkıyla gündeme gelen siyasal eşitlik ile sosyalekonomik eşitsizliğin aynı anda var olmasıdır. Marshall, modern yurttaşlık kurumunu bu tür çelişkilerin çözümünde kullanılabilecek bir kurum olarak değerlendirmiştir. Ona göre, yurttaşlık, sosyal, siyasal ve ekonomik kaynakların sınıflar arası bölüşümü sürecinde ortaya çıkan gerilimlerin, yönetici siyasal elit tarafından çözümünde kullanılan ideolojik bir kurumdur
DEVAM 7. H A F T A • T. H. Marshall’ın İngiltere bağlamında yurttaşlığa ilişkin işaret ettiği noktalar günümüzde hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Ona göre, yurttaşlık kurumu, “eşitsizlik sistemi” olarak kabul gören kapitalizme paralel olarak yükselen bir kurumdur. Diğer bir deyişle yurttaşlık, kapitalizmin yarattığı eşitsizlikleri belli oranda gideren bir kurum olarak ifade edilebilir. Hatta Marshall, daha da ileri giderek, yurttaşlığın öte yandan, kapitalist toplumsal yapı içindeki eşitsizliklerin devamını sağlayan ve meşrulaştıran bir kurum olduğunu da söyler. Her ne kadar Marshall yurttaşlığa ilişkin kuramını İngiliz toplumunun deneyimlerinden yola çıkarak oluşturmuşsa da, onun bu kuramı bize modern yurttaşlık kurumunun arkasındaki itici gücün kapitalizm olduğunu açıkça gösterir
DEVAM 7. H A F T A • Marshall, modern yurttaşlığın oluşumunu üç temel eksende ele almıştır: Medeni haklar, siyasal haklar ve sosyal haklar. Kısaca özetlemek gerekirse, ilk eksen, 17. yüzyılda mutlakiyetçiliğe ve baskıcı rejimlere karşı bir tepki olarak gündeme gelen ve daha sonra hukuk mahkemeleri, habeas corpus (herkesin hukuk önünde eşitliği) ilkesi, adil yargılama, sözleşme hakkı ve mülkiyet hakkı gibi hakları içerecek şekilde yaygınlaşan medeni haklar olarak gündeme gelmiştir. İkinci eksen, 18. ve 19. yüzyıllarda modern demokrasinin oluşmaya başlamasıyla birlikte gündeme gelen evrensel seçme, seçilme ve örgütlenme gibi hakların ortaya çıkmasına yol açan siyasal haklar şeklinde belirmiştir. Üçüncü eksen ise, yirminci yüzyılda sağlık ve eğitim hizmetleri ile işsizlik parası ve çocuk parası gibi hizmetleri sunan, refah devletinin oluşumuna yol açan sosyal haklar şeklinde ortaya çıkmıştır
DEVAM 7 • Marshall’ın yurttaşlık kuramı, liberal kapitalizmin önemli sorunlarına çözüm bulma arayışındadır. Diğer. bir deyişle, Marshall, siyasal demokrasi ile kapitalist H iktisadî sistemin birarada yürütülmesi için gereken A koşulların nasıl sağlanacağı sorusunu yanıtlamaya çalışmıştır Bu sorunun yanıtı, “refah devleti yoluyla” F şeklinde olmuştur. Çünkü refah devletinin, olumsuz T koşullarda yaşayan işçi sınıfının hayat standartlarını A yükseltmesi beklenmiştir. Marshall’ın, Nikos Poulantzas’ın (1973) yaklaşımına benzer bir şekilde, yurttaşlığı bir tür siyasal ideoloji olarak algıladığı iddia edilebilir.
DEVAM 7 • Marshall’a göre yurttaşlık, merkezi kapitalist devletin, sistem karşıtı merkezkaç grupları birtakım ödünler ve. haklar vererek merkeze çekebilmek amacıyla kullandığı H bir ideolojidir. Öte yandan bazı yazarlar, Marshall’ın A gereğinden fazla refah devleti tartışmasına girdiğini ve diğer bazı önemli konuları gözardı ettiğini düşünürler. F Bryan S. Turner, Marshall’ın refah devletinin sunduğu T medeni, siyasal ve sosyal haklarla çok fazla ilgilendiğini, A ancak kültürel haklar konusuna hiç değinmediğini söyleyerek onu eleştirir. Benzer şekilde, Tom Bottomore (2006) da, Marshall’ın toplumsal cinsiyet, etnik azınlıklar, insan hakları ve doğal çevre gibi konulara gereken önemi vermediğini savunur
DEVAM 7. H A F T A • T. H. Marshall, teleolojik bir yaklaşım sergilediği, yani yurttaşlığın tarihsel açıdan gelişimini irdelerken, yurttaşlığın hemen her ülkede farklı tarihsel dilimlerde de olsa aynı süreçlerden geçeceğini öngördüğü için de eleştirilmiştir. Söz konusu bu teleolojik yaklaşıma göre, yurttaşlık kurumu ilk kez eski şehir-devletlerinde ortaya çıkmış ve daha sonra orta çağlarda yurttaşlık kurumu kilisenin tanrısal iktidarı ile kralların dünyevi iktidarları arasında sıkışıp kalmıştır. Modern ulus-devlet inşa edildiği zaman, yurttaşlık kurumu bu kez ulusal devletlerin iktidar alanına tabi olmuştur. Bryan S. Turner (1993)’e göre, bu sıranın her toplumda benzer şekilde gerçekleşmesini beklemek mümkün değildir. Turner’a göre Marshall’ın yaklaşımındaki diğer bir sorun da, medeni, siyasal ve sosyal haklar şeklinde olan sırayla ilişkilidir. Sözgelimi, günümüzde bazı modern devletlerde, kadınlar sosyal hakları elde etmelerine rağmen, önemli medeni ve siyasal haklara henüz kavuşamamışlardır
DEVAM 7. H A F T A • Yine günümüzde Almanya’da misafir işçi (Gastarbeiter) olarak bilinen Türk işçilerinin ve onların çocuklarının en azından bir kısmı, Alman yurttaşlığına geçmediklerinden henüz siyasal hakları tam olarak elde etmemişlerdir. Ancak, sosyal ve medeni haklardan büyük ölçüde faydalandıklarını söylemek mümkündür (Soysal, 1994; Kaya ve Kentel, 2005). Hatta İsveçli sosyal bilimci Tomas Hammar (1990), bu durumdaki kimseleri tanımlayabilmek için “denizen” kavramını üretmiştir. Bu her iki örnekte de görüleceği üzere, Marshall’ın çizdiği teorik çerçeveye göre medenisiyasal-sosyal şeklindeki sırayla elde edilen hakların, zaman farklı sıralarla elde edilmelerinin mümkün olduğunu söylemek yanlış olmaz.
DEVAM 7 • Marshall’ın yurttaşlık kuramındaki bu belirsizlikler nedeniyle, yurttaşlığın dünyanın her yerinde aynı. tarihsel süreçlerden geçerek kurumsallaştığını iddia H etmek hatalı olacaktır. Turner (1993), bizleri böyle bir A hata yapmaktan kurtarmanın yollarını ararken, Avrupa’da tek tip yurt taşlıktan söz edilemeyeceğini ve F yurttaşlığın dört farklı türde ele alınabileceğini söyler. T Turner, bu dört farklı yurttaşlık türünü anlatırken iki A farklı temel kriterden söz eder. Birinci kriter, yurttaşlığın yukarıdan mı yoksa aşağıdan mı gelen değişimlerle ortaya çıktığı (aktif ve pasif); ikinci kriter ise, yurttaşlığın “özel alan”da mı yoksa kamusal alanda mı oluştuğu konusudur (özel ve kamusal).
DEVAM 7. H A F T A • Yurttaşlık haklarının tepeden ya da tabandan gelen hareketlerle oluştuğunu söyleyen Turner’ın ileri sürdüğü aktif/pasif ayrımı, hemen her sosyal bilimci tarafından benimsense de, ikinci kriter olan özel/kamusal ayrımı, cinsiyet ayrımcılığına yol açtığı gerekçesiyle bazı yazarlar, özellikle feministler, tarafından eleştirilir. Kamusal alan ve özel alan ayrımı, bireylerin kamusal alanda ortak değerler etrafında birleşmelerini, özel alanda ise kendi kişisel tercihlerini ve geleneklerini devam ettirebilmelerini öngörür. Bu anlayış, kamusal alanda çoğunluğun oluşturduğu hukuksal, politik ve ekonomik yapıya azınlıkların mutlak itaatini, öte yandan dil, din ve aile gibi özel alanı ilgilendiren konularda ise özgür olmalarını gerektirir. Ancak bu anlayış, grupların kendi sınırları içerisine hapsedilmesine yol açar ve herhangi bir kültürün diğer kültürlerle karışmasını engeller.
DEVAM 7. H A F T A • Chantall Mouffe ve Iris Marion Young, özel/kamusal alan ayrımının, özel alanı aile özdeşleştirdiğini ve dolayısıyla kadını edilgen bir konuma getirdiğini düşünürler. Özel alan (aile) ekseninin, farklılığı, heterojenliği, tikelliği (particularism) ve kadınlığı ifade ettiğini düşünen Mouffe ve Young, kamusal alan (siyasal alan) eksenin ise, evrenselliği, homojenliği, benzerliği ve erkekliği ifade ettiğini düşünmektedirler, bu düşünceyi daha da ileri götürerek özel alan ve kamusal alan ayrımının sadece kadınları etkilemediğini, aynı zamanda etnik gruplar, yaşlılar, gençler, fiziksel engelliler gibi azınlıkları da olumsuz yönde etkilediğini söyler. Young’ın bu tespitinin altında yatan düşünce, kamusal/özel alan ayrımının çoğunluk toplularının azınlıklar üzerindeki iktidarlarının mutlaklaşması na katkıda bulunduğu şeklindedir
KÜRESELLEŞME İLE BİRLİKTE DEĞİŞEN AİDİYET BİÇİMLERİ 7. H A F T A • Uluslararası ve ulusal nitelikteki nüfus hareketlerinin yoğunluk kazandığı günümüzde, modern insanın aidiyet hissettiği büyük siyasal anlatılar, sadece ulus-devletle sınırlı tutulamaz. Küreselleşme sürecinin hem nesnesi hem de öznesi olan kitleler ulus-devletin dışında başka siyasal ünitelere de bağlılık veya sorumluluk duyabilirler. Eğer birey anavatanından uzakta yaşayan diasporik bir özne ise hem anavatanına hem de yaşadığı ülkeye siyasal anlamda bir aidiyet hissi besleyebilir. Bu durumda, bu kimsenin ihtiyacına karşılık verecek olan uygulama çifte yurttaşlık uygulaması olup, bir tür diasporik yurttaşlık veya diğer bir deyişle ulus-aşırı yurttaşlık (transnational citizenship), deneyimiyle karşıya kalınabilir. Sürekli hareket halindeki diasporik yurttaş, küreselleşmenin kendine sağladığı modern ulaşım ve iletişim araçlarıyla nehrin her iki yakasında (anavatan ve diaspora) aynı anda var olmayı başaran bireydir. Öte yandan çok-etnili bir toplumda yaşayan azınlığa ait başka birey, içinde yaşadığı ülkenin siyasal iktidarınca kendine verilen siyasal, sosyal ve kültürel haklardan yararlanarak siyasal katılımını kültürel eksen üzerinden ürettiği söylemlerle gerçekleştirebilir. Burada söz konusu bireyin deneyimlediği siyasal aidiyet biçimi, çok-kültürlü yurttaşlık (multicultural citizenship) denebili
DEVAM 7. H A F T A • Yine başka bir durumda diğer bir kimse, ulusal aidiyetin etnisite ile tanımlanmadığı, ancak anayasal değerlere sadakatin ön planda tutulduğu anayasal yurtseverlik (constitutional patriotism) projesi içinde ulusötesi yurttaşlık (post-national citizenship) deneyimini yaşayabilir. Böylesine bir anlayışta, siyasal aidiyeti asıl belirleyen etnisite veya kültür değil, siyasal (kamusal) olandır. Sözgelimi, Habermas’a göre kamusal alandaki problemlerin çözümü ancak ve ancak gruplar ve/veya bireyler arasındaki diyalog ile mümkündür. Habermas her ne kadar siyasal olana vurgu yapsa da, etnik ve kültürel farklılıkların kamusal alanda sergilenmelerine karşı değildir. Habermas etnik, kültürel ve benzeri sorunların ne pahasına olursa olsun sürekli bir diyalog ile çözümleneceğini düşünür. Bu nedenle, siyasal olana vurgu yaparken, kültürel ve etnik farklılıkların da kamusal alanda dile getirilebileceğini, ancak bu tözsel farklılıklardan doğabilecek sorunların sadece kültürlerarası bir diyalogla çözüme kavuşacağını ileri sürer. “Kültürlerarasılık” (interculturalism), “öteki”nin hassasiyetlerini ve anlam dünyasını bilmemizi sağlayan önemli bir araçsallığa sahiptir. Öte yandan Chris Shore (2004) gibi yazarlar ise milliyetçilikten ve etno-kültürel yakınlıktan soyutlanmış bir yurttaşlık anlayışının pratikte çok da mümkün olmadığını, bireylerin gündelik hayatta anayasal yurtseverlik, sivil toplum ve siyasal katılım gibi kavramlara çok da önem vermediklerini iddia etmektedirler
DEVAM 7. H A F T A • Yukarıda da değinildiği üzere, Marshall’ın çerçevesini çizdiği yurttaşlık kuramı, her ne kadar oldukça faydalı olsa da, günümüzdeki modern yurttaşlığı anlamak açısından yeterli olma maktadır. Savaş sonrası dönemde yaşanan küresel boyutlu toplumsal değişimler, bireylerin kamusal/siyasal alandaki haklarını, ödevlerini ve katılımlarını arttırıcı yönde bir rol oynamıştır. Halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahip oldukları; sömürgesizleştirme yoluyla görece uluslararası eşitliğin sağlandığı; göçmenlerin, sığınmacıların, tüccarların, akademisyenlerin ve öğrencilerin başrolü oynadığı ulusötesi nüfus hareketlerinin yaygınlaştığı; uluslararası sözleşmelerde insan haklarına saygı ilkesinin belirleyici bir unsur haline geldiği; uluslararası insani yardım ve sığınmacı kabulü konularında görüldüğü gibi ulus-devletlerin sorumluluklarının ulusal sınırları aştığı; küresel boyut kazanan çevre konularında bireysel sorumlulukların arttığı; ve ulus-aşırı siyasal örgütlenmeler ile bölgesel ve yerel siyasal örgütlenmelerin paralel gittiği bir dünyada yaşıyor olmanın gereği olarak bugüne değin tanık olduğumuz yurttaşlık kurumunun da bir değişimden geçmesi gerektiği anlaşılmaktadır
DEVAM 7. H A F T A • Geleneksel yurttaşlık kavramının oluşumu, modern ulusdevletin ve dolayısıyla modern kapitalizmin gelişimiyle paralellik gösterir. Günümüzde, ulusal devletin egemenliğinin pek çok alanda çözülmekte olduğunu söylemek hatalı olmaz. İnsanların, sermayenin, düşüncelerin, imajların, teknolojinin, ulaşımın ve iletişimin hızla ulusal sınırları aşarak küresel boyutlar kazanması, hiç şüphesiz daha önce kendine yeter nitelikteki ulusal devletlerin dokunulmazlıklarının belli ölçüde ortadan kalkmasına neden olmuştur. Diğer taraftan, hemen her ulus -devletin içinde yer alan yerel nitelikteki etnik ve dinsel milliyetçilikler, bu devletlerin bütünlüğünü içerden tehdit eden unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır
DEVAM 7. H A F T A • Aynı zamanda, ozon tabakasının hızla delinmesi, Çernobil faciası, küresel ısınma, sayıları hızla artan sel felaketleri, depremler, yanardağ patlamaları, buzulların erimesi ve tropik yağmur ormanlarının yok edilmesi gibi ekolojik dengeyi bozan çevresel sorunlar da, insanların küresel bir çözüm arayışı için ulusal sınırların ötesinde arayışlara girmelerine neden olmuştur. Son olarak, 11 Eylül 2001 tarihinde en belirgin küresel tehdit halini alan uluslararası terör, yine küresel düzeyde çözüm gerektiren sorunların başında yer almaktadır.
DEVAM 7. H A F T A • Ulus-devlet kurgusu genellikle bir etnik kimlik, ortak bir geçmiş, ortak bir söylenceler ve anılar dizini, ulusal bir marş, ataların uğruna öldüğü bir toprak parçası, ulusal bir ekonomi ile birlikte yasal haklar ve ödevler bütünü gibi objektif unsurlar üzerine inşa edilmiştir. Azınlıklar, göçmenler, sığınmacılar gibi “yabancılar”, yurttaşlık haklarının tamamı kendilerine verilmediğinden genellikle bu ulusal bütünün birer parçası olarak kabul edilmezler. Bu anlayış, uzun yıllardan beri devam eden bir uygulamanın ürünüdür. Yüzyılın başından itibaren önemli bir yeri olan ulusal yurttaşlık kurumu (milliyet - nationality), günümüz heterojen toplumlarının medeni, siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarına yeterince yanıt verememektedir
DEVAM 7. H A F T A • Uluslararası terörizm korkularının ve güvenlik kaygılarının kök saldığı modern dünyada İslâmofobi, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın yaygınlaştığı görülmektedir. Görece çokkültürlülük söylemi üzerine yükselen günümüz modern ulus-devletlerinin önemli bir kısmının etnik, dinsel ve diğer tür azınlıkları dışlayabilmek için yurttaşlığın kapsamını daraltma eğilimine girdikleri söylenebilir. 11 Eylül olaylarının ardından dünyanın girdiği uluslararası terör düzleminde insanların yanı başlarındaki “yabancıdan” korkmaları ve bu nedenle çokkültürlülük yerine tek-kültürlülüğü benimsemeye doğru yönelmeleri yine bilinen bir eğilimdir. “Yabancıları” dışlayan bu tür anlayışların ardında, milliyetçilik ideolojisinin olduğunu görürüz. Milliyetçilik ideolojisi, etno-kültürel ve dinsel azınlıkları dışlarken, aynı zamanda sınıfsal farklılıklar ile kadın-erkek arasında var olan eşitsizlikleri gizleyen sosyal-siyasal bir söylem olarak da karşımıza çıkar.
DEVAM 7. H A F T A • Milliyetçi ideoloji, ister popülist olsun, ister cumhuriyetçi, ister komünist ya da faşist, üzerine inşa edildiği kriterlere bağlı olarak, seçilmiş bir grup halkı “biz” diye tanımlarken, dışlamak istediği diğer grupları da “ötekiler” olarak tanımlayabilmektedir. Burada “halk” kurgusunu betimlemek için kullanılan “biz” kavramı, gerçek ve görsel anlamda birbirinin varlığından haberdar olmayan insanların, kurgusal ve hayali bir şekilde tasavvur edilmiş halidir. Bu çerçevede, Marshall’ın söylediklerini bugüne uyarlarsak, modern yurttaşlık kurumunun da, aynı şekilde, siyasal elit tarafından “yabancı” işçiler, göçmenler ve sığınmacılar gibi bazı grupların dışlanması sürecinde kullanıldığını söylemek mümkün olabilir. Burada altının çizilmesi gereken konu, milliyetçilik ve yurttaşlık ideolojilerinin “biz” ve “onlar” arasındaki sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik sınırların çizilmesi sürecinde birbirlerini tamamladıkları ve aynı amaca hizmet ettikleri konusudur.
AVRUPA BİRLİĞİ YURTTAŞLIĞI 7. H A F T A • Yurttaşlık üzerine yapılan tartışmalarda en sık ortaya atılan soru, “peki ulusal kimliğimiz ne olacak? ” sorusudur. Esasen yurttaşlık ve ulus iç içe geçmiş iki kurumdur. Diğer tüm kimlikler gibi ulusal kimlik de, önceden tanımlanamaz ve dinamik bir niteliğe sahiptir. Ulusal, bireysel, siyasal, toplumsal ya da etnik, tüm kimlikler “ötekini” tanıma, tanımama ya da yanlış tanıma tutumları tarafından belirlenir (Taylor, 1994). Birey kimliğini sadece diğerlerinin ona karşı olan davranış ve tutumlarını dikkate alarak inşa edebilir. Kültüre yönelik bütüncül yaklaşımın benimsendiği ülkelerde, toplumsal hayata yeni katılan grupların, çoğunluğun dikkate değer bir direnişine maruz kalmadan toplumsal sisteme adapte olmaları oldukça zordur. Ulusal kimliğin önceden tanımlandığı bu tür örneklerde yeni gelenlerin genellikle etno-kültürel ve dinsel açıdan farklı algılandıkları için dışlandıkları görülmektedir. Etno-kültürel ve dinsel farklılıkları nedeniyle çoğunluk toplumu tarafından tanınmayan ya da yanlış tanınan azınlıklar, genellikle radikal ya da merkezkaç kimlikler inşa etme eğilimi sergilerler.
DEVAM 7. H A F T A • Örneğin, AB ülkelerinde yaşayan Müslüman kökenli “göçmenler”in entegrasyonuna ilişkin olarak çeşitli ülkelerdeki katılımcılarla yapılan görüşmelerde ortaya çıkan temel beklentilerinden biri, sahip oldukları etno-kültürel ve dinsel farklılıkların resmi politikalar düzeyinde tanınmasıdır. Belçika’nın Flaman bölgesindeki ilkokullarda Türkçe’nin resmi ikinci dil olarak tanınmasının, Türk kökenli öğrenciler arasında kendi kültürlerine saygı duyulduğu hissini uyandırdığı belirtilmiştir (Kaya ve Kentel, 2008). Benzeri bir saptamanın Türkiye’de yaşayan Kürt, Alevi, Çerkes, Ermeni, Süryani ve benzeri pek çok farklı etno-kültürel grup için de yapılması mümkündür. Kendi kültürel kimliklerine çoğunluk toplumu ve devlet tarafından saygı gösterilmediğine inanan bu tür azınlık gruplarının ulusal kimliğe yabancılaşmaları söz konusu olabilir. Ulusal kimliğe karşı yabancılaşan bu tür gruplar, siyasal alana da yabancılaşmaktadır
DEVAM 7. H A F T A • Geleneksel yurttaşlık söylemi çoğunluk toplumunun çıkarlarını ve beklentilerini öne çıkarma eğilimindedir. Bu nedenle etno-kültürel açıdan farklı olan grupların birarada yaşama meselesi, geleneksel yurttaşlık anlayışları ile çözülemez. Çatışma ve yabancılaşma ihtimallerinden kaçınmak için atılması gereken temel adım, yurttaşlık kanunlarının önceden belirlenmiş kültürel, dinsel, dilsel ve etnik unsurlara dayandırılmamasıdır. Dünyadaki birçok etnik çatışma ve şiddet olayının tırmanmasına yurttaşlık ve önceden belirlenmiş ulusal kimlik arasındaki ilişkinin neden olduğu ortaya çıkmıştır. Bütünsel kültür anlayışından kaynaklanan ulus-devlet fikri, ortak geçmiş, paylaşılan bir ulusal bellek ve mitler, ulusal marş, ataların uğrunda öldüğü ulusal sınırlar, ulusal ekonomi ve ortak hukuki haklar ve görevler bütününden beslenir.
DEVAM 7 • İlk kez 1970’li yıllarda Avrupa Topluluğu çevrelerince dillendirilen ve çalışanların serbest dolaşımını öngören. topluluk yurttaşlığı daha sonra işçi olmayanları da H kapsayan bir hareketlilik öngörmüştür. 1975 yılında A kaleme alınan Tindemans Raporu’nda ayrıntılarıyla yer alan Topluluk Yurttaşlığı ilk kez 1992 yılında yürürlüğe F giren Maastricht Antlaşması’yla vücut bulmuştur. 1989 T yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla Avrupa’da ortaya A çıkan iyimser siyasal iklimi taçlandırmak ve siyasal entegrasyonu besleyebilmek için Avrupa Birliği Yurttaşlığı’nın Maastricht Antlaşması’nda yer aldığı bilinmektedir
DEVAM 7. H A F T A • AB yurttaşlığı aynı zamanda, yurttaşlık ve ulus bağının çözüldüğü bir düzlemde ortaya çıkmıştır. AB yurttaşlığında ortaya çıkan en önemli tehditlerden biri yurttaşlık ve ulusal kimlik arasındaki güçlü bağın sorgulanmasıdır. 1992 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’nın 8. maddesi, yurttaşlık haklarının “dinamik” ve “evrimsel” doğasına atıfta bulunur. Maastricht Antlaşması, değiştirilen Roma Antlaşması’na yeni bir bölüm olarak eklenmiştir. Madde 8 uyarınca “Üye Devletin uyruğuna sahip her kimse Birlik yurttaşıdır. ” Buna ek olarak, “Birlik yurttaşları bu Antlaşma ile düzenlenen haklara ve sorumluklara sahiptir. ” “Topluluk Yurttaşlığı, ” Avrupa Konseyi eski başkanı İspanyol Felipe Gonzales tarafından yazılan bir mektupla tartışmaya açılmıştır. Bu mektupta Gonzales, yurttaşlığın Avrupa siyasal birliğinin üç sacayağından biri haline getirilmesini öneriyordu. Diğer ikisi ise, Avrupa parasal birliği ve ortak dış ve güvenlik politikasıdır.
DEVAM 7. H A F T A • Her ne kadar Maastricht Antlaşması’nda, önceden belirlenmemiş ve değişmeye tabi olan “dinamik” ve “evrimsel” haklardan doğan Avrupa yurttaşlığı benimsense de bazı problemler çözülememiştir. Eleştirilen konuların başında, Almanya’da yaşayan ve Alman yurttaşlığına geçmemiş Türkler gibi AB üyesi olamayan ülkelerden gelen göçmenlerin siyasal entegrasyonu meselesi gelmektedir. Chris Shore, bu noktada dört önemli zorluk tespit etmiştir: 1) Öncelikle AB’nin yurttaşlık kavramı, onlara karşılık gelen ödevlerden bahsetmeden sadece haklara odaklanmıştır; 2) Antlaşma her üye ülke yurttaşı için meskeni neresi olursa olsun oy kullanma hakkını düzenleyen hukuki temeli oluşturmakta, ancak AB ülkelerinde uzun yıllardan buyana bulundukları ülkelerin yurttaşlığını edinmeden yaşayan topluluk-dışı [extracommunitari] üyeleri yurttaşlık haklarından yoksun bırakmaktadır
DEVAM 7. H A F T A • “Topluluk Uyruğu” fikri sorunlu bir kavramsallaştırmadır; şöyle ki, bir kişinin Birlik yurttaşı olması öncelikle onun bir üye ülke yurttaşı olmasına bağlıdır. Böylece AB yurttaşlığı, ulus-devlet yurttaşlığının bir alt kategorisi olarak gerçekleşebilmektedir (Dunne, 2008). Son olarak, yapılan eleştirilerden biri de, Birlik yurttaşlığının, AB üyesi olmayan ülke yurttaşlarına karşı ayrımcı olan dışlayıcı bir “Kale Avrupası” (Fortress Europe) oluşumuna katkıda bulunduğu yönündedir (
DEVAM 7. H A F T A • Ancak yine de Maastricht Antlaşması’nı yazanların AB yurttaşlığını gelişmeci, siyasal ve sosyal hakları içine alacak şekilde sivil ve ekonomik hakların ötesini kapsayan bir yurttaşlık olarak tasarladıklarını akılda tutmak gerekir. Bu bakış Maastricht Antlaşması’nın yurttaşlık haklarının “dinamik” ve “evrimsel” doğasını vurgulayan 8. Maddesinde açıkça görülmektedir. Bir anlamda Madde 8, AB’de yaşayan ancak AB yurttaşı olmayanları da kapsayacak düzenlemeler için temel oluşturma kapasitesi açısından umut vericidir. Kızıl-Yeşil (Sosyal Demokratlar ve Yeşiller) Koalisyonu döneminde Almanya’nın yeni yurttaşlık kanunu benimsemesi ve son dönemde Avrupa yurttaşlığının kurumsallaştırılması yönündeki çabaları, yurttaşlık ve önceden tanımlanmış ulusal kimlik arasındaki bağın aşındığına dair başka örnektir
DEVAM 7 • Yurttaşlık tarihsel olarak katılım ile özdeşleşmiştir. Ancak gelişmiş liberal demokrasilerde son dönemde. geleneksel katılım yöntemlerinde düşüş H gözlemlenmektedir. Bu düşüş göçmen kökenli gruplar A arasında daha da dramatik tir. Katılma meselesi, AB’nin ulusüstü düzleminin veya yerel, bölgesel ya da ulusal F hükümet mekanizmalarının yurttaşları içerme T kapasitesi ile ilişkilidir. Göçmenler ve çocuklarına A verilen resmi yurttaşlık, onların yaşadıkları ülkelerdeki kamusal hayata siyasal katılımlarını sağlamada her zaman yeterli olamayabilir. Herhangi biri, “göçmen” olarak etiketlenmişse resmi yurttaşlığa sahip olup olmaması çok fark yaratmayabilir
FARKLILIKLARIN BİRLİKTELİĞİ: ANAYASAL YURTSEVERLİK TARTIŞMALARI 7. H A F T A • İlk kez Alman sosyal bilimci Dolf Sternberger (1979) tarafından kullanılan anayasal vatanseverlik (vervassungspatritosimus) daha sonra Jürgen Habermas tarafından 1990’lı yılların başlangıcında Avrupa Birliği’ne giden yolda yeni Avrupa yurttaşlığının genel kriterlerini tanımlamak için kullanılmıştır. Kültürelci ve cemaatçi/komüniter yaklaşımların AB’yi milliyetçi bir çizgiye taşıyacağı tespitinde bulunan Habermas, farklılıklara saygı duyulan ve yurttaşların Avrupa’sı olacak bir AB kurgusunu cumhuriyetçi bir anlayışla betimlemeye çalışmıştır. Ancak bu cumhuriyetçi anlayış, giderek milliyetçi ve asimilasyonist bir nitelik kazanan Fransız cumhuriyetçiliğinden farklı bir anlayıştır. Bu anlayış, ulusötesi (ve milliyetçilik karşıtı) bir niteliğe sahip olup, farklılıkların birarada olması anlayışını yansıtmaktadır.
DEVAM 7. H A F T A • Habermas’ın burada vurgu yaptığı asıl önemli nokta ise, kültürel/dinsel/geçmişe dönük bir Avrupa yerine politik/rasyonel/geleceği kuran bir Avrupa projesidir. Zaten, Habermas bu kurguyu dile getirirken Fransız ihtilalinden çok, siyasal değerler ve anayasanın kutsallığı üzerine inşa edilmiş Amerika Birleşik Devletleri ve İsviçre modellerine referans vermiştir. Ayrıca, Habermas’ın siyasal değerlere verdiği önemin altında yatan temel varsayım, farklı geleneklerden, dinlerden, kültürlerden ve ulusdevletlerden gelen insanların ve halkların Avrupa Birliği bünyesinde, ortak çıkarlar için geleneksel kimliklerini gözardı ederek siyasal ve rasyonel ittifaklar kurabilecekleridir. Hatta Habermas daha da ileriye giderek, Fransız filozof Jacques Derrida ile birlikte kaleme aldıkları metinde, “aynılık ve benzerlik üzerine kurulu ulusal kimlikler yerine, AB bünyesinde ‘ötekinin’ ötekiliğini kabul eden etik anlayışın ortak bir kimliğin en temel öğesi olarak kurumsallaşmasının mümkün olduğunu” söylemektedir
DEVAM 7. H A F T A • Anayasal yurttaşlık veya anayasal yurtseverlik tartışmaları Türkiye bağlamında ele alındığında, gerek Almanya gerekse Avrupa Birliği için geçerli olan kaygıların ve sorunların belli ölçüde Türkiye için de geçerli olduğu görülmektedir. Almanya için bakıldığında temel sorunun, geçmişine yüz çevirmek zorunda kalan bir ulusun sayıları hızla artan göçmenlerle birlikte geleceğe yönelik siyasal bir ittifak yapması ve anayasal değerler etrafında yurtsever bir yurttaşlar topluluğu (Staatsbürgernation) inşa etme zorunluluğudur. Avrupa Birliği açısından da bakıldığında durum çok farklı değildir: Geçmişte ulusal, kültürel ve dinsel farklılıklar üzerinden birbirlerine karşı düşmanlık besleyen ulusların, oluşturulmaya çalışılan bir anayasaya ve inşa edilmeye çalışılan geleceğe doğru sadakati aranmaktadır.
DEVAM 7. H A F T A • Her iki örnekte de asıl belirleyici olan nokta, geçmişin farklı çıkarları, savaşları ve çatışmaları üzerine siyasal birliğin kurulamayacağının altının çizilmesi ve bu nedenle gelecekteki ortak siyasal hedef etrafında yurttaşların birliğinin sağlanmaya çalışılmasıdır. Kemalist, cumhuriyetçi ve laik değerlerin yoğun bir şekilde eleştirildiği Türkiye’de de Kürtlerin, Alevilerin, Çerkeslerin, Lazların, Ermenilerin ve benzeri grupların, kültürel haklar konusundaki taleplerini AB entegrasyon sürecinde yoğunlaştırdıkları görülmektedir. Görünen o ki, Soğuk Savaş sürecinin bitimine değin Türkiye için geçerli olan ve çimento işlevi gören Kemalizm ve laiklik gibi birleştirici ideolojiler 1990’lı yıllarda işlevlerini yitirmeye başlamışlardır. Bu ideolojiler, uzun yıllar, farklı etnik grupları sırasıyla emperyalizm, komünizm, radikal İslâm gibi ortak düşmanlar karşısında birarada tutmayı başarabilmiştir. Ancak, gelinen bugünkü noktada, geçmişe ait tarihsel söylemler üreterek etnik, dinsel ve kültürel grupların birarada tutulması ihtimali pek yüksek görülmemektedir.
DEVAM 7 • Geçmişin kullanılmasıyla ulusal bütünlüğün sağlanması mümkün değilse, o halde Türkiye’yi geleceğe ne. taşıyabilir sorusu çok yalın bir şekilde karşımıza H çıkmaktadır. İşte anayasal yurtseverlik tezi tam bu A noktada bir öneri olarak dile getirilebilir: Farklılıkların anayasal değerler etrafında, gelecekteki ortak hedefe F yönelik olarak birarada tutulması. Bu ortak hedef hiç T şüphesiz Avrupa Birliği tam üyeliği veya demokrasi ve A insan haklarına saygıyla bezenmiş ve çevresine barış götüren güçlü bir ülke olma arzusu olabilir. Bir başka deyişle, bu ülkenin farklı unsurlarını “ortak geçmiş” söylemi ile birarada tutmak mümkün olmuyorsa, “ortak gelecek” söylemi pekâlâ ön plana çıkarılabilir.
AVRUPA BİRLİĞİ YURTTAŞLARININ HAKLARI 7. H A F T A • Birlik yurttaşlarına ilişkin temel unsur, her Birlik yurttaşının üye ülkelerin sınırları içinde serbestçe seyahat etme, yerleşme ve çalışma hakkı elde etmesidir. Her Birlik yurttaşının üye ülke topraklarında serbestçe dolaşım ve oturma hakkı Maastricht Antlaşması’nda (Madde 8 A) ve daha yakın zamanda AB Temel Haklar Şartı’nda (Madde 45) yer almıştır. Bu hakların uygulanmasına bakıl dığında ise serbest dolaşımın tam anlamıyla ve koşulsuz olmadığı görülür. Veil raporu olarak bilinen Kişilerin Serbest Dolaşımına İlişkin Üst Düzey Panel Raporu’na göre, “Avrupa yurttaşlarının kafalarındaki serbest dolaşım hakkı Antlaşma ile düzenlenen haktan çok daha ileri gitmektedir” (1997: 89). Birçok insan için bu hak, Birlik ülkelerinden herhangi birinde hiçbir resmi formalite ile bağlı olmadan dolaşma ve yaşama anlamına gelmektedir. Serbest dolaşım, tüm Birlik yurttaşlarının her bir üye ülkede aynı haklara sahip olduğu anlamına gelmemektedir
DEVAM 7. H A F T A • Birlik içinde vergilendirme uyumlu olmadığı sürece, Birlik yurttaşları için eşit sosyal güvenlik sisteminden bahsedilemez. Böylece, başka bir üye ülkede engelli yardımı ya da emeklilik fonundan faydalanan bir kimse ulusal yurttaşlarla aynı haklara sahip olabilir. Ancak başka bir ülkede ikamet etmek, sosyal güvenlik ödemelerini garanti altına almaz. 2001 Mayıs’ında Komisyon, bu alanda var olan çok sayıda düzenlemeyi tek bir yasama aracı altında toplarken, bu hakkın kullanımını, koşullarını ve formalitelerini kolaylaştırmak ve bu hakkın, kamu politikası, kamu güvenliği ve sağlığı gibi kısıtlama gerekçelerini netleştirmek için yeni bir yönerge kabul etmiştir (Avrupa Toplulukları Komisyonu 2001: 1). Bu yönergeye göre dört yıl boyunca bir üye ülkede ikamet eden kişi başka bir koşula bağlanmaksızın daimi ikamet eden iznine sahip olabilecektir.
DEVAM 7. H A F T A • Öte yandan 2010 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması, sivil toplum kuruluşları ve Avrupa Birliği yurttaşları açısından önemli bir takım demokratikleşme önerilerini de beraberinde getirmiştir (Einhorn, 2010). Buna göre Avrupa Birliği Parlamentosu’nun yetkileri artırılmış ve böylece son yıllarda AB’ye yöneltilen “demokratik açık” şeklindeki eleştirilere karşılık verilmesi ve Yurttaşların Avrupası’na bir adım daha yaklaşılması hedeflenmiştir. 5 Her ne kadar, sembolik bir önem arz eden ve Avrupalılık kimliğinin oluşumunda önemli katkıları olan Avrupa marşı (Beethoven’in 9. Senfonisi), AB Bayrağı, “farklılık içinde birlik” (unity-in-diversity) söylemi ve AB Anayasası gibi sembollere yer vermese de, Lizbon Antlaşması yurttaşların Avrupa Birliği karar alma süreçlerinde daha yakından yer almasına olanak tanımayı amaçlayan bir niteliğe sahiptir. Lizbon Antlaşması, Avrupa Yurttaş İnisiyatifi hakkı ile Avrupa Birliği yurttaşlarına, üye devletlerin önemli bir bölümünden en az bir milyon imza toplanması halinde, Komisyona yasa taslağı önerme hakkı tanımıştır (Lizbon Antlaşması, Madde 8
DEVAM 7. H A F T A • Antlaşma, yurttaşlar, sivil toplum örgütleri ve Birlik kurumları arasındaki diyaloğun önemini onaylamakta ve Avrupa kararlarının alınmasında kuruluşların ve sivil toplum örgütlerinin yer almasına daha çok olanak tanımaktadır. Bu antlaşma ile Avrupa yurttaşlığı kavramı, Avrupa demokrasisinin yaratılmasında “merkezi unsur” şeklinde tanımlanmaktadır. 6 Ancak tüm bu çabalara rağmen, Avrupa Birliği yurttaşlarının AB Yurttaşlığı konusunda yeterince bilgili olduğunu söylemek oldukça güçtür. 2007 Eurobarometre sonuçlarına göre, AB yurttaşlarının % 78’i AB Yurttaşlığı kavramı konusunda genel olarak bilgi sahibi olduğunu belirtirken sadece % 31’lik kısmı bu kavram hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olduğunu belirtmişti
BU HAFTALIK BU KADAR GELECEK HAFTA GÖRÜŞMEK ÜZERE……… AB POLITIKALARI DERSI DOKTOR ÖĞRETİM ÜYESİ SONER AKIN
- Slides: 166