AB SOSYAL Ksm3 1970LER SONRASI Birinci Sosyal Eylem
AB Ç. SOSYAL Kısım-3
1970’LER SONRASI • Birinci Sosyal Eylem Programı Ekonomik ilerlemenin otomatik şekilde sosyal ilerleme ve tam istihdamı sağlayamayacağının anlaşılması üzerine, üye hükümet ve devlet başkanları 1972 yılında Paris Zirvesinde bir araya gelerek bir bildirge yayınlamışlardır. Bu bildirge sosyal politika alanında bir dönüm noktası oluşturmuş, bildirgede “ekonomik ve parasal birlik kadar sosyal alanda güçlü bir eylem birliği kurmanın önemi vurgulanmıştır
Sosyal Eylem Programı Avrupa sosyal politikasına yeni bir ivme kazandıran bu bildirge sonucunda 21 Temmuz 1974 tarihinde konseyin bir tavsiye kararı ile ilk Sosyal Eylem Programı kabul edilmiştir
İş hukuku odaklı program üç temel amacı gerçekleştirmeyi öngörmekteydi • Tam ve daha iyi istihdamın yaratılması, • Eşitlik içinde çalışma ve yaşama koşullarının geliştirilmesi, • İşletme düzeyinde işçilerin, Topluluk düzeyinde işçi ve işveren örgütlerinin sosyal ve ekonomik katılımlarını arttırmak.
1974 Faaliyet programının ağırlık noktalarını şu şekilde özetleyebiliriz. • · Topluluk içinde tam istihdamın sağlanması, • · Serbest dolaşımın geliştirilmesi, • · Yaşam ve çalışma standartlarının geliştirilmesi ve eşitlik içinde çalışma, • · İşçilerin işletme içinde kazanılmış haklarının korunması, • Sosyal tarafların, topluluğun iktisadi ve sosyal politika kararlarına ve işçilerin işyeri ve işletme kararlarına katılımlarının arttırılması, • · Toplu çıkarmalara karşı ve iş ilişkilerinde sürekliliğin mümkün olduğu ölçüde korunması, • · Avrupa toplu iş sözleşmelerinin yapılması yönünde faaliyetler, • · Kadın ve erkeklere iş hayatında eşit fırsatlar yaratılması.
sosyal uyumun sağlanması: • Program sosyal politika alanında ortaya çıkan sorumlulukları Topluluk düzeyinde tanımlamamış, üye ülkelere, Topluluk hedef ve normlarına göre, kendi içlerinde yapacakları düzenlemeler ile Topluluk düzeyinde sosyal uyumun sağlanması yönünde görevler vermiştir
1970’ler liberalizmi • 1974’te F. A. Hayek’in 1976’da ise Milton Friedman’ın Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanmaları Batıda bu dönüşümü sembolize eden olaylar olmuştur.
Ordo liberalizm-1950’ler • Çoğunluğu alman iktisatçılardan oluşan bir grup bilim insanı tarafından sosyal piyasa ekonomisine ilham olacak şekilde geliştirilmiş bir ekonomik düşünce biçimidir. • Ordoliberalizm, Walter Eucken, Franz Böhm, F. Meyer, K. paul hansel, Wilhelm Röpke, Alexander Rüstow, Leonard Milksch ve diğer bazı iktisatçılar görüşlerini uzun yıllar ORDO başlığı taşıyan bir dergi vasıtasıyla yayınlamışlardır. Böylece ordoliberalizm adı verilen bir akım ortaya çıkmıştır. Ordoliberaller hem merkezi planlamayı hem de laissez faire ilkesini reddetmektedirler. Bu düşünürler serbest mübadelenin erdemlerini açıkça kabul etmekle birlikte, serbest piyasanın sosyolojik, ekonomik ve ahlaki bakımlardan kendine işler olmadığını belirtmektedir.
sosyal piyasa ekonomisi • Ordoliberalleri piyasa ekonomisine fonksiyonel işlerlik kazandırmak için devletin düzenleyici kararlar almasını ve uygulamasının gerekli görmektedirler. Ordoliberalleri "serbest piyasa ekonomisi" kavramı yerine "sosyal piyasa ekonomisi" kavramını kullanmayı yeğlemektedir. Onlara göre sosyal piyasa ekonomisinde, klasik liberalizmin sınırlı devlet düşüncesinin yerine sınırlı ve fonksiyonel devlet düşüncesi almıştır.
Ekonomik düzen politikası • Ordoliberalleri laissez faire ekonomisine eleştiriler yöneltirken devletin ekonomideki görev ve fonksiyonlarını bir ekonomik düzen politikası içerisinde belirlemeye çalışmaktadırlar. Buna göre devlet; özel mülkiyet ve mülkiyetin kullanım kurallarını, para sistemini oluşturan kuralları, mali sistemi oluşturan kuralları, tekellerin kontrolü ve rekabete işlerlik kazandıracak kuralları ve benzeri diğer kuralları saptar. Ekonomik düzen politikası piyasa ekonomisine fonksiyonel işlerlik kazandıracak, böylece merkezi planlamaya ihtiyaç duyulmayacaktır.
Sosyal dışlanma • Sosyal dışlanma kavramının sosyal politika alanında ilk kullanımının, 1974 yılında Fransa Sosyal İşler Bakanı Rene Lenoir’a ait olduğu sosyal dışlanma yazınında sıkça belirtilir. Lenoir (1974), 1970’li yıllarda Fransız toplumunda her on kişiden birinin sosyal koruma sistemi dışında yaşadığını belirtirken sosyal dışlanmışlar olarak zihinsel ve bedensel özürlüleri, yaşlı ve sakatları, tek ebeveynli aileleri, uyuşturucu kullananları, suçluları ve işsizlik sigortası kapsamına girmemiş olan işsizleri kastediyordu.
sosyal koruma sisteminin güçlendirilmesi • Çözüm, sosyal koruma sisteminin güçlendirilmesi idi. Lenoir’ın sosyal dışlanması, işgücünün büyük bölümü ücretli olan kapitalist Fransa’da, düzenli ücretli çalışmadan ve kitlesel tüketimden dışlanmayı gündeme getirmiyordu. Tam tersine, o yıllarda, tüketim toplumunda ücretli olmak biçimindeki bir sosyal içermenin, yabancılaştırıcı niteliği üzerine tartışmalar sosyal bilim alanında yaygındı
emek ve sermaye • Sosyalist rejimin tehdidi, Fordist üretim sisteminin yarattığı uygun ortam ve benimsenen sermaye birikim rejiminin gereği olarak, II. Dünya Savaşı sonrasında kapitalist üretim ilişkileri içerisinde emek ve sermaye arasında tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir uzlaşma yaşanmıştır. Bu uzlaşma süreci içerisinde de sendikalar, bir yandan sanayileşmiş merkez kapitalist ülkelerde üye sayılarını ve etkilerini arttırırken diğer taraftan ILO’nun da çabalarıyla yeni sanayileşen ülkelerde de yaygınlaşmıştır.
asgari ücret, azami çalışma • Sendikaların üye sayılarındaki artış, çalışma koşullarının belirlenmesinde toplu pazarlık sisteminin de etkinliğini arttırmıştır. Toplu pazarlıklar yoluyla üretim ilişkilerindeki etkinliğini arttıran sendikalar, oluşturdukları toplumsal baskı gücü sayesinde ulusal düzeydeki karar alma mekanizmalarında da önemli etkiye sahip olmuştur. 1970’lere kadar gelen bu dönemde sendikaların da etkisiyle asgari ücret, azami çalışma saati gibi konular emeğin lehine düzenlenmiştir.
emeğin statüsü • Özellikle merkez kapitalist ülkelerde çalışma yaşamı ve sosyal politika alanındaki reformlarla emeğin statüsü de değişime uğramıştır. Böylece işçi sınıfı, kapitalist birikim modelindeki değişikliklerin etkisi altında, sınıf olarak kendisini yeniden oluşturmasını sağlayacak maddi olanakları elde eden ve harcayan ekonomik bir özne haline gelmiştir
Ücretliler ve altın çağ • Sosyal devlet uygulamaları, özellikle 1950’li yılların başlarından 1970’li yıllara kadar geçen süre içerisinde etkin biçimde uygulanmıştır. Bu dönem aynı zamanda, üretimin, tüketimin ve ücretlerin en fazla yükseldiği dönem olmuştur. Kapitalizmin “altın çağı” olarak da nitelendirilen bu dönemde sosyal güvence, piyasa mantığına göre değil, ücretin toplumsallaştırılmasından yola çıkılarak oluşturulmuş ve artan refahtan toplumun çok büyük bölümünü oluşturan ücretliler de pay alabilmişlerdir
ücretlilerin refahtan aldıkları pay • ücretlilerin refahtan aldıkları payın göreceli bir duruma işaret ettiğini belirtmek gerekir. • söz konusu dönemde karlar da önemli ölçüde artmış ve • bir çok ülkede ulusal gelirin ücretlere giden göreli payında kayda değer bir değişiklik olmamıştır • sosyal güvence sorunun sosyal devlet uygulamaları ile büyük ölçüde çözülmesi, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ya da bölüştürülmesi ile olmamıştır.
emekçi kesimler • ücretlilerin kendi arasında ve ücretlilerle sermaye sahipleri arasındaki gelir farklılığı son derece eşitsiz biçimde varlığını sürdürmeye devam etmiştir. • farklı toplum kesimleri, çalışma hakkı ve sosyal güvenceyi de içeren koruyucu haklardan aynı ölçüde yararlanamamıştır. • emekçi kesimler, eşitsizlikleri kabullenmişler ve eşitsizliklere karşı topluca bir mücadeleye girişmemişlerdir
Daralma • II. Dünya Savaşı sonrasında başlayan ve Keynesyen politikaların da etkisi ile yaklaşık 25 yıl süren toparlanma ve genişleme döneminde kapitalist ekonomiler, yüksek büyüme hızına ulaşmış, dış ticaret hacmi artmıştır. • Gerek merkez, gerekse çevre kapitalist ülkelerde yaşanan bu olumlu süreç 1969, 1970 yıllarında ABD’de çıkan stagfilasyon, 1971 yılında uluslararası para sisteminin çöküşü ve 1974 -1975 yıllarında dünya ekonomisindeki ani daralma ile birlikte sona ermiştir
1970’LER DEĞİŞİMİ • 1970’li yıllarda yaşanan ekonomik kriz ile Keynesyen talep yönetimi politikaları ve keynesyen uzlaşma sona ermiş, serbest piyasa tipi toplumsal örgütlenmeler Keynesyen sosyal devlet anlayışının toplumsal örgütlenmelerine göre daha üstün kabul edilmeye başlanmıştır. Serbest piyasa ekonomisi, sosyal devlet demokrasisine oranla açık bir ilerleme, ekonomik etkinliğin sağlayıcısı ve sosyal devletin desteklediği “devlete bağımlılığın” karşıtı olarak, bireysel bir özgürlük ve sorumluluk anlayışının güvencesi olarak sunulmuştur.
Yeniden yapılanma önerisi • Esas olarak, merkez kapitalist ülkelerin pazar paylarını kaybetmeleri ve buna bağlı olarak da kar oranlarındaki görece düşüşten kaynaklanan bu yeni kriz, öncülüğünü Chicargo Okulundan Hayek ve M. Friedman’ın yaptığı, yeni liberal akım tarafından fordist üretim sistemi ve Keynesyen ekonomi politikalarının krizi olarak değerlendirilmiştir. • Yeni liberal akıma göre, krizden çıkış diğer bir değişle sermaye birikim sürecinin yeniden canlanma koşullarının yaratılabilmesi için üretim süreçleri ve devletin ekonomideki işlevinin yeniden yapılandırılması gerekmektedir.
Emekçi odaklılık • Bu yeniden yapılandırmada temel hedef: Sermaye üzerinde yük olarak görülen unsurların ortadan kaldırılarak maliyetlerin minimum düzeye indirilmesidir. Sermayenin üzerinde yük olarak görülen unsurlar ise üretim sürecindeki emek maliyeti ve sosyal devletin gereği olan sosyal politikalardır. • Bunun anlamı, 19. yüzyılın sonlarından itibaren işçi sınıfını uyumlaştırmak ve 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan krizi aşmak amacıyla uygulanan politikaların sonlanmasıdır. • Diğer bir söyleyişle, başta sosyal güvenlik olmak üzere emekçilere verilen sosyal haklar, sermaye üzerine yük olduğu gerekçesi ile ortadan kaldırılmalı ve piyasa mekanizmasına dayalı liberal düşünce tekrar egemen hale gelmelidir.
aile ve bireyler • Yeni yaklaşıma göre toplumsal diye bir şey bulunmamaktadır. Sadece aile ve bireyler vardır. Diğer taraftan devlet düzenlemeleri ve kamu sektörleri, entegre olmuş küresel bir kapitalizmin önündeki en ciddi en büyük engelleri oluşturmaktadır. Pazar ekonomisini dünya çapında egemenliği temelinde, üretim, ticaret ve sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılmasını ifade eden küreselleşme yeni bir sermaye birikimi modeline geçildiğine işaret etmektedir. Üretim de küreselleşme ile üretim ve iş organizasyonlarının dayandığı teknoloji tabanının değiştiği anlatılmaktadır.
Talep doyumu • 1970’lerin başına kadar talep yönlü politikalarla desteklenen, büyük ve istikrarlı pazarlarda standart mallar, kitlesel ve seri üretimi ifade eden Fordist üretim sisteminin sınırlarına ulaşılması, verimlilik artışlarını yavaşlatmış kar oranlarını düşürmüştür. Talep doyması, tüketici tercihlerindeki değişmeler, ürün niteliğindeki değişmeler, pazarların daralması, üretim ve iş organizasyonundaki bozulmalar kar oranlarındaki düşüşün nedenlerini oluşturmuştur. Daralan pazarlara, artan rekabete uyum sağlayabilmek, ayrıca emek verimliliğindeki yavaşlama ve kar oranlarındaki artışı kesintiye uğratan kısıtları aşabilmek için post fordist üretim sistemini devreye sokulmuştur.
Vergi yükleri • Yeni liberalizmin krizden çıkış önerilerini daha açık olarak şu şekilde özetlemek mümkündür: Devlet ekonomiye müdahaleden vazgeçmeli, liberalizmin “laissez faire” ilkesi yani, serbest piyasa anlayışı tekrar geçerli olmalıdır; para arzındaki artış, ekonominin suni biçimde şişirilmesine engel olacak biçimde sınırlandırılmalıdır; dünya ölçeğinde meta, para ve sermaye akımlarına karşı her türlü engel ortadan kaldırılmalıdır; sermaye üzerindeki vergi yükü hafifletilmeli, devlet harcamaları yeniden bölüşümcü ve sosyal ücreti arttırıcı olmaktan çıkartılıp sermayeyi teşvik edici bir yapıya sokulmalıdır.
Ua pazar • Öte yandan, üretim sürecine ilişkin olarak azalan verimlilik, yetersiz artık değer ve azalan kar hadlerine karşı getirilen öneriler ise şunlardır: Uluslararası pazar genişletilmeli; artık değeri yükseltmek üzere ucuz emek bölgeleri bulunmalı; emek sürecinde verimliliği arttırmak üzere yeni üretim alanları bulunmalı, yeni örgütlenme biçimleri ve teknoloji geliştirilmelidir
Post fordist akım • Post Fordizm, istikrarsız ve küçük pazarlarda değişken nitelikli talebe cevap veren, üretimin ileri teknolojiye ve nitelikli işçi gücüne dayalı olarak yapıldığı, ürün niteliklerinin (kalite, tasarım) ön plana çıktığı bir üretim sistemi olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında üretim normlarında, tüketici tercihlerinde ve kurumsal formlarda (devlet, para-kredi, dış ticaret) köklü bir değişimin yaşandığı yeni bir süreç ortaya çıkmıştır.
Ekonomik kriz • Ekonomik kriz, devletin ekonomiye müdahalesini azaltması yönündeki eğilimlere hız kazandırırken, yeni liberal politikalara dönüş süreci de başlamıştır. Yeni liberal politikalarla, kamu müdahalelerinin serbest piyasa ekonomisinin işlerliğini azalttığı iddia edilmiştir. Artan kamu açıkları, sosyal harcamaların kısılmasının, sosyal politikalarda atılması gereken geri adımın gerekçesi olarak gösterilmiştir.
yoksulluk, işsizlik • Refah ve devleti ve sosyal politika önlemlerinin beklenen sonuçları gerçekleştiremediği öne sürülmüştür. ”Eleştiriler sosyal harcamaların ülkelerin ulusal gelirleri içindeki paylarının çok önemli miktarlara ulaşmasına karşın, tüm bireyler yönünden yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik sorunlarının aşılamadığı; eşitliğin sağlanamadığı: devletin bireyin yaşamına pek çok yönden müdahale ettiği; hantal bir kamu bürokrasisine neden olunduğu, refah devleti harcamalarının yüksek maliyetinin taşınamaz düzeylere ulaştığı ve harcamalarda etkinliğin sağlanamadığı noktalarında yoğunlaşmıştır.
Çıkar çatışmaları • Ekonomik büyümenin duraklamasının yanı sıra farklı çıkar gruplarının ortaya çıkışı ve bunların farklı taleplere sahip olmaları, işbirliği ve dayanışma duygusu gerektiren sosyal politikaların uygulanabilme şansını azaltmıştır. Örneğin çalışanlar içinde oranları artan beyaz yakalılar sendikalaşmaya sıcak bakmamakta, sendikal hareket güç kaybetmektedir. Mavi ve beyaz yakalılar arasında farklılaşan çıkarlar, dayanışmayı zorlaştırmaktadır
performansa dayalı ücret sistemi • Yeni liberal politikalar, 1970’li yıllarla birlikte merkez ve çevre kapitalist ülkelerde benimsenmeye başlanmış ve uygulamaya konulmuştur. Bu bağlamda sermaye, ucuz emek bölgeleri ve yeni pazarlara yönelmiş; fabrika tipi üretim, işçi sınıfı örgütlülüğünün zayıf olduğu (ya da hiç olmadığı) küçük ve orta ölçekli işletmelere kaymış; üretimde teknolojinin yoğunluğu artmış; üretim sürecinde istihdam ve çalışma biçimleri esnekleştirilmiş; işçilerin birbirleriyle rekabetini arttırarak verimliliği yükseltmeye dayanan performansa dayalı ücret sistemi uygulanmaya başlanmıştır
tabakalaşma • Üretim sistemlerindeki bu değişim, emeğin yapısında da değişime neden olmuş ve emekçiler arasındaki tabakalaşma artmıştır. • Emeğin yapısındaki bu değişim ile emekçiler arasındaki niteliksel ve mekansal farklılıklar, sendikal örgütlenmeleri de olumsuz yönde etkilemiştir. Öte yandan, devletin ve işverenlerin sendikalara karşı tutumları sertleşmiş ve karar süreçlerine sendikaların katılımı büyük ölçüde engellenmiştir(Müftüoğlu, 266).
sendikaların etkisizleşmesi • Bir taraftan, üretim sürecindeki değişim emekçilerin güvencesiz ve düşük ücretle çalışmalarına neden olurken, diğer taraftan örgütsüzleşme ve sendikaların etkisizleşmesi, kaybedilen hakların savunulmasını engellemiştir. • Ayrıca üretimin ucuz emek bölgelerine kaydırılması, bu bölgelerdeki işçiler ile merkez ülkelerdeki işçiler arasında rekabete neden olmuş, bu da merkez kapitalist ülkelerde işsizliğin artması ve sosyal hakların geri alınmasını kolaylaştırmıştır.
işçileşme • Öte yandan, sermayenin emek ucuz olduğu için üretimi kaydırdığı bölgeler, sanayileşme sürecini tamamlamamış, dolayısı ile geleneksel güvence mekanizmalarının egemen olduğu ülkelerdir. • Üretimin buralara kayması ile birlikte bu ülkelerde işçileşme yani, ücretli çalışan nüfus artmıştır. Buna karşılık, işçi sınıfı bilinci, örgütlenme ve sosyal haklar son derece zayıf olduğu için bu ülkelerde de güvencesizler giderek artmaktadır.
özelleştirilme • Yine aynı dönemde yeni liberalizmin, krizin diğer nedeni olarak gördüğü devletin sosyal işlevi ortadan kaldırılarak devlet, liberal ideoloji doğrultusunda yeniden yapılandırılmaya başlanmıştır. • Böylece devlet, bir taraftan üretimden çekilirken diğer taraftan, sosyal devletin gereği olarak gerçekleştirdiği ve sosyal politikaları da içeren (eğitim, sağlık, sosyal güvenlik vd) kamu hizmetlerini ya özelleştirilmiş ya da piyasa kurallarına göre yeniden düzenlenmiştir.
Tekrar klasik liberalizm mi? • 1970’li yıllarla birlikte başlayan üretim sistemi ve devletin işlevlerindeki değişim, 19. yüzyılın son çeyreğinde başlayan ve özellikle 20 yüzyılın ikinci yarısında etkin biçimde uygulanan sosyal politika anlayışının büyük ölçüde aşınmasına neden olmuştur. • Artık, devletin sosyal ve ekonomik düzenleyiciliği yerine yeniden piyasa ekonomisinin hakim olduğu bir anlayışa dönülmüştür. • geniş toplum kesimlerini sefalete düşürmekle suçlanan liberal ekonomi politikalarına yeniden dönüşü de ifade etmektedir.
- Slides: 36