9 HAFTA Fenomenoloji Grngbilim Fenomenoloji Fenomenolojiyi ksaca kendisinden
9. HAFTA • Fenomenoloji (Görüngübilim)
Fenomenoloji • Fenomenolojiyi kısaca kendisinden tüm deneyimin zorunlu ve evrensel hakikatleri çıkarabileceğimiz yaşam deneyiminin metodolojik bir analizi olarak tanımlayabiliriz. • Fenomenolojinin kurucusu Edmund Husserl’dir (1859 -1938). • Fenomenolojiyi “yeni bir felsefe inşa etmek” olarak gören Husserl, bu işe soyunmadan önce bir kriz tespitinde bulunur. Bu krizi (Avrupa’nın krizi) ona göre Batı kültürünün hakiki doğrultusunu yitirmiş olması olarak tespit eder. • Felsefe ona göre gerçek anlamda bir hakikat arayışı idi. Modern insanlığın krizi ise Antik Yunan’da ortaya koyulduğu haliyle felsefe idealinden bir kopuş olduğu için yaşanmaktadır.
Fenomenoloji Nedir bu felsefi ideal? • Antik Yunan felsefesi, insanın evrensel akıl yoluyla evrensel hakikatlere ulaşabileceği ideali olarak adlandırabileceğimiz özel ve manevi (tinsel) bir amaç taşımaktaydı. Felsefe, Husserl’e göre “evrensel bir bilim” yani bir bütün olarak dünyanın veya varlığın evrensel birliğinin bilimi idi. Ne var ki bu tek bilim, Rönesans ile birlikte müstakil bilimlere bölünmeye başlar. • Sonrasında ise, 16. yüzyıldan itibaren algılanan dünya matematiksel dünyaya dönüşmeye başlar ve 17. yüzyıldan itibaren matematiksel doğa bilimleri büyük bir hızla gelişir. • Bu gelişim ile birlikte her şeyin fiziki olduğu ve fiziki olandan türetilmiş olduğu nesnelci bir tutum ortaya çıkar. Bu da tinin ihmal edilmesi ya da yok sayılması anlamına gelir. Bu da krizin kökenidir: İdeallerin yerini doğalcılığın alması!
Analitik Felsefe X Fenomenoloji • Analitik felsefe, idealizme karşıdır. İdealist felsefede, gerçeğin görünüşlerden büsbütün bağımsız olduğu ve felsefenin de bu bağımsız alanla ilgilendiği kabul edilmektedir. Analitik felsefede ise felsefenin işlevinin duyularımızdan bağımsız olduğu varsayılan veya inanılan alanla ilgili spekülasyon yapmak değil; bilgi dediğimiz şeyin hangi anlamda bir bilgi olduğunu lingüistik araştırmalarla analiz etmek olduğu savunulur. • Analitik felsefe pozitivizmin 20. yüzyılda çağdaş bir görünüm almış şeklidir. Bu yaklaşıma göre felsefe; varlık, değer ve tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları çözümlemektir. Bu felsefe anlayışına göre bilime dayanan bilgi doğru bilgidir. • Analitik filozoflar tamamıyla İngiliz ampirisizminden yola çıkarak kendilerine David Hume’u yakın bulurlar. Zihin bütün analitik filozoflar için bütünüyle şeffaf bir yapıdadır; hatta o kadar şeffaftır ki analitik filozoflar zihni ve bilinci bir kenara bırakıp, onun konu aldığı nesneler üzerine yoğunlaşırlar.
Analitik Felsefe X Fenomenoloji • Fenomenolojik gelenek ise, esin kaynağı olarak Hegel’i alır ve Franz Brentano’nun (Alman psikolog ve filozof) “bilinç daima bir şeyin bilincidir” önermesinden etkilenerek bilincin özsel doğasına yani onun “yönelmişlik” olarak karakterize edilen asli özelliği ile ilgilenir; nesneyi değil bilinci felsefi araştırmanın esas konusu haline getirir. • Buradaki asıl mesele epistemolojik bir meseledir. Geleneksel epistemolojiye yani özne ile nesne arasına konulan net ayrıma karşı bir çıkış olan fenomenolojik gelenek, “bilinçten bağımsız bir gerçekliğin olduğunu nasıl garanti edebiliriz? ” diye sorar. Böylece analitik felsefenin doğalcılığına, nesnelciliğine ve bilimciliğine şiddetle karşı çıkar.
Descartes Etkisi • Doğalcılığın maddeden yola çıktığı her yerde, Husserl tin ya da bilinçten hareket eder. Bu anlamda, Descartes’ın hareket ettiği yerden, yani düşünen benlikten hareket eder. • Descartes için olduğu kadar Husserl için de benlik, olabilecek tüm bilgilerin kaynağı olmak durumundadır. Ancak benlik bir ilk aksiyom değil; sadece deneyimin kaynağı veya temelidir. Yani Husserl mantık yerine öncelikle deneyime vurgu yapar. • Deneyimin çok daha sağlam bir tasviri – Ego cogitatum – üç öğe – Bilinç, düşünme, düşünülen şey arasındaki ilişki – Sadece «Düşünüyorum» değil; «Bir şeyi düşünüyorum. »
Fenomenler • Husserl, fenomenlerin ötesine, yani deneyimde sunulan verilerin, bilinç için erişilebilir olan görünüşlerden türetilmiş verilerin ötesine gitmeyi reddeder. Kant’ın “kendinde şeylere ilişkin bilginin imkânsızlığı”yla ilgili iddialarını ciddiye alır ve fenomenler, yani “şeylerin kendilerine dönülmesini” talep eder. • Bilen zihin ile bilinen nesne arasında ayrım yapan bilgi kuramlarına karşı çıkar. Bilinç ile fenomen arasında ayrım yapmaz. Ona göre fenomenler kendilerini bilince sunan öznel edimde içerilir. Bu tutum, “orada” zihinden bağımsız bir şekilde var olan nesnel bir fizik dünyayı varsayan doğalcı tutuma tamamen karşıttır. • Deneyimimizin unsurlarını Husserl’e göre bilinci fenomenlere yönelip onları yaratma sürecindeki aktif rolünü açığa çıkarmak suretiyle anlayabiliriz. • Fenomenoloji – İnsan bilincinin bilimi
Yönelmişlik • Husserl, fenomenolojisinde bir yandan bilincin kendisini, bir yandan da kendisine bilinç tarafından yönelinen fenomeni ele alır. Bilinç her zaman bir şeyin bilincidir. Yönelmişlik halinde bilinç, fiilen var olan bir nesneye doğru sürekli bir yönelme içindedir. Bu noktada, bilincine varılan şey ile onun bilincine varan şey arasındaki ilişki asla birbirine indirgenemez. • Bilinç kendisini mutlak olarak yönelmişlik yoluyla açığa vurur ve bilinç verili bir yeti olmayıp, inşa edilen bir kavrayıştır. Bundan dolayı bilinç kendisine yönelen nesnenin bilinci olduğu gibi yönelinmiş olan nesne de ona yönelen bilincin nesnesidir.
Paranteze Alma (Epokhe) • Paranteze alma, nesnel dünya ile ilgili herhangi bir bakış açısı veya görüşten uzak durma anlamına gelen özel bir fenomenolojik tekniktir. • Husserl, dünyanın var olup olmadığıyla ilgili bir iddiada bulunmayı reddederek, bütün fenomenleri, deneyimin bütün unsurlarını paranteze alır; başka bir deyişle, deneyimle ilgili bir inanca sahip olmaktan geri durur. • Zihnin bütün önyargı ve kabullerini askıya alma işlemidir. Kendisini bir bütün olarak dünyayı içeren bir bilinç hayatı veya benlik olarak keşfetme imkânı veren şeydir.
Paranteze Alma • Kendilerine yönelinen şeyler sorgulanır ve nesnelerin özlerine ulaşılır. Bu özü doğrudan ve aracısız olarak kavrarız. Husserl’e göre önemli olan, bilincin kendisi ve bu bilincin doğrudan ve aracısız bir şekilde tecrübe ettiği işte bu özlerdir. Öz, fenomenin içindedir ve bilinç bu özü sezgi yoluyla yakalayabilir ve kavrayabilir. Öz, bir nesneyi, başka bir şey değil de kendisi yapan özelliktir, anlamdır. Bir fenomenin özüne ulaşabilmek için onun özüne ait olmayan tüm rastlantısal özelliklerin ve ilgisiz görüşlerin bir kenara atılması, “parantez içine alınması” gerekir. • Bu şekilde edilen özler zaman ve uzamdan bağımsızlaşır, rastlantıdan kurtulur, kısaca mutlak olurlar. Bu özler kesin ve genel geçer bilimin temelini oluştururlar; felsefe de böylece kesin bir bilim olur.
Fenomenoloji ve Sosyoloji • Husserl ayrıntılı bir sosyoloji tartışması yürütmese de bir felsefi çatı ve yöntem olarak fenomenolojiyi sosyolojiye kazandırır. • Fenomenologlar deneyimin yapısına ve özüne inmek isterler. Araştırmacı verileri toplamadan önce kendi sanılarını ve yargılarını ayraca alır. Deneyimin kendisi anlaşılmaya ve anlamlandırılmaya çalışılır. Araştırmada fenomenolojinin kullanılma amacı özne-nesne ikiliğini reddetmek, felsefeyi insan bilimlerine dahil etmek, ön kabulleri olmayan bir araştırma yürütmektir. • Araştırmada esas soru, “neyin nasıl deneyimlendiğidir. ” Araştırmanın sonunda merkeze alınan deneyimin ayrıntılı betimlemesi yapılır. Araştırmanın analizinde anahtar ifadeler listelenebilir, kategoriler inşa edilebilir ve anlam kümeleri oluşturulabilir.
- Slides: 11