1 DN SOSYOLOJS 3 BLM SOSYAL YAPI SOSYALLEME
1 DİN SOSYOLOJİSİ 3. BÖLÜM SOSYAL YAPI, SOSYALLEŞME, KİMLİK VE DİN Prof. Dr. Erkan PERŞEMBE
2 Sosyal Yapı Toplum; İnsan toplumsal bir varlıktır. Toplum, bir yelpaze gibi yana sıralanmış ekonomi, hukuk, sanat, eğitim, siyaset, din gibi tüm kültürel alanları kapsayan bir kavramdır. Toplum "ortak bir kültürü paylaşan, belli bir toprak parçasında yerleşik ve kendilerini birçok yönelen birleşik ve özgün bir varlık olarak gören insanlardan oluşan bir grup”tur. Toplum, büyük ölçüde yığınlardan oluşsa bile bu yığınları bir arada tutan bağlar (temel çıkarlar, ortak amaçlar, dil, tarih ya da kültür birliği) vardır.
3 Toplum veya grup içindeki bireylerin birbirlerine yönelik etki ve tepkileri sosyal etkileşim sürecini oluşturur. Sosyal etkileşim sayesinde bireyler, içinde yaşadıkları sosyal gerçekliği inşa ederler. Bireyler tarafından inşa edilen toplumsal yapı da döngüsel olarak bireylerin ilişkilerini düzenleyip yönetmeye başlar. Toplum, insanları etkileyen sosyal ilişkiler bütünüdür.
4 Toplumun demografik niteliği(nüfus sayısı, artış hızı, cinsiyete, yaşa ve mesleklere göre dağılımı, meeleki dağılımı, yerleşme şekli, eğitim seviyesi) toplumun kırsal ya da kentsel ayrımı gibi hususlar toplumsal yapıyı oluşturur. Toplumsal yapıda çeşitli ihtiyaçları karşılamak üzere beliren insan ilişkileri gelişigüzel değil 'statü' ve 'roller', 'değerler' ve 'normlar' gibi belirli düzen ve hiyerarşi içinde şekillenirler. Bireyler birbirleriyle etkileşime girdikleri anda, sosyal yapının söz konusu temel dinamiklerini, yani diğer insanların tutum ve beklentilerini dikkate almak zorundadırlar.
5 Toplumsal Normlar: Toplumsal normlar ise insan davranışlarının kendilerine göre ölçüldüğü, değerlendirildiği, beğenildiği ya da kınandığı ölçü ve kurallardır. Her kültürde toplumsal düzeni sağlayan, bireylere yol gösteren, doğru ve yanlışı belirleyen yazılı veya sözlü kurallara toplumsal norm adı verilir. Toplumsal normlar; hukuki, dinî, ahlâki, adabı-ı muaşeret, örf ve âdetler gibi toplumsal etkileşimi idealize eden sistemdir.
6 Trafik lâmbalarının, araçların belli bir düzen içinde birbirine girmeden trafik akışını düzenlemesi gibi, toplumsal normlar da sosyal ilişkilerin seyrinin belirli bir düzen içinde gerçekleştirilmesini sağlar. Norm ihlallerine genellikle, toplumda geçerli bulunan din, ahlak ve hukuk kurumu tarafından maddi veya manevi yaptırım uygulanır.
7 Toplumsal normlar Din Yaptırım gücü manevi: Günah Hukuk Yaptırım gücü maddi: Cezalandırma Ahlak Görgü kuralları Örf Adetler Yaptırım gücü manevi: Kınama Ayıplama
8 Toplumsal Değerler: Değerler, davranışlarımızı, belirleyen, yöneten, yönlendiren ilkelerdir. Onlar yararlı görülen, beğenilen, inanılan, arzu edilen şeyleri gösteren kıstaslardır. Hangi tutum ve davranışların iyi ve arzu edilir; hangilerinin kötü ve arzu edilmez olduklarına ait inançlara işaret eder. Örneğin, dürüst olmanın yüceltilmesi doğruluğun bir değer olarak görülmesindendir.
9 M. Rokeach değerleri, amaçsal değerler ve araçsal değerler olarak iki grupta toplar. Amaçsal değerler, hayatımızın gerçekliğinde olan aile güvenliği, eşitlik, kendine saygı gibi değerlerdir. Araçsal değerler ise bu amaca ulaşmayı sağlayacak nezaket, sorumluluk, zekâ, kişilik özellikleri gibi değerlerdir.
10 Robin Williams, 15 adet temel kültürel değerin varlığını vurgular: Başarı, iş disiplini ve çok çalışma, ahlaki değerlere bağlılık, insancıl olma, pratiklik ve yeterlilik, kendini geliştirme, iyi bir hayat standardı, eşitlik, özgürlük, uyumlu olmak, bilime olan inanç ve akılcılık, milliyetçilik-vatanseverlik, demokrasi, kendine ve başkalarına saygı, koltektif çalışmaya ve kollektif başarıya güven.
11 Sosyal psikolojide değerler dinî, ahlaki, İlmî, hukukî, İktisadî, siyasî, sosyal ve estetik değerler başlığı altında toplanır. Bununla birlikte "şunlar din' şunlar ahlaki, şunlar da hukuki değerlerdir" diyerek kesin bir kategorik tasnife tabi tutamayız. Durkheim bütün değerlerin kaynağının dinî hayat olduğunu zamanla toplumların evrimiyle birlikte değerlerin de evrim geçirerek dinden ayrıldıklarını belirtir.
12 Sosyal statü ve rol Sosyal Statü Toplumda bireyin yaşamını sürdürürken işgal ettiği yer(konum, mevki) onun statüsünü oluşturur. İnsanlar iletişim ortamlarındaki durumuna göre, karşılıklı olarak çok farklı statülerle görünürler. Bu durum büyük ölçüde başka insanların onun toplumdaki yerini nasıl tanımladıklarına ve ondan ne beklediklerine(role) bağlı olarak gelişir.
13 Örneğin evli çiftlerin birbirine karşı statüsü eş olarak nitelenirken, çocuklarına göre baba ve anne statüsü söz konusudur. Bu ailedeki Ali bey, oğluna karşı baba, kendi anne babasına göre evlat, yeğenine göre dayı, komşularıyla komşu, iş yerindeki arkadaşlarına göre müdür, markette müşteri statüsünde olmak üzere birçok statüyü temsil etmektedir. Bireyin toplumsal ilişki ağı genişledikçe, iletişim kurduğu insanlara göre farklı statülerle yaşamını devam ettirir.
14 Toplumda bireylerin anahtar konumunu belirleyen kimliğinin ana unsuru statüler, ikiye ayrılır. 1)Doğuştan gelen statüler, bireyin doğumunda genetik olarak taşıdığı cinsiyet, ırk gibi özelliklerdir. Bu statülerde insanın etkisi yoktur. Bireyin engelli olarak doğması, beyaz ya da siyah ırktan oluşu ve ailesini seçme imkânı bulunmadığından insanları, bu statülerine göre değerlendirmek ve yargılamak yerleşik bir kabul olsa da yanlış bir tutumdur.
15 Sonradan kazanılmış statüler, bireyin kendi iradesi ve yetenekleriyle elde ettiği statülerdir. Örneğin bir gencin eğitim alanında başarısı ile elde ettiği statüsü yüksek mesleki konumu, bir iş adamının ekonomik yatırımıyla elde ettiği zenginlik kazanılmış statülerle ilgilidir. Bireyin aile ortamının ona kazandırdığı değerler, dini bağlılık düzeyi de sonradan edinilmiş statüler içinde kabul edilmelidir.
16 Sosyal rol Rol, bireyin ilişkilerinde işgal ettiği statünün gerektirdiği tutum ve davranışıdır. Statü bireye belli sorumluluklar getirirken; rol, bunun gereklerini yerine getirmektir. İnsanlar aynı anda birden çok statünün gerektirdiği bir iletişim ortamında yaşarken, bu statülerin gerektirdiği rolleri de yerine getirmeye çalışmaktadır. Örneğin bir eş aynı zamanda bir baba, evinin reisi olarak sorumluluğunu yerine getirirken hayatını kazandığı mesleğiyle ilgili beklentileri de karşılayabilmelidir.
17 Sosyalleşme ve din Bir kimsenin doğduğu ve büyüdüğü toplumsal yapıda, o toplumsal grubun üyesi olurken öğrendiği değer, tutum ve rolleri içselleştirmesini kapsayan her türlü etkilenme sosyalleşme(toplumsallaşma) olarak tanımlanır. Toplumsallaşma, bireyin başkalarıyla olan etkileşimi sonucunda topluma ait değer, norm, tutum, alışkanlık ve yaşama tarzlarını benimsemesi anlamı taşır. Birey, toplumsal bir kişilik haline ancak, toplumsallaştığı ölçüsünde ulaşır. Bu süreç aracılığıyla birey, kişilik kazanmakta ve belli bir toplumda yaşamasını mümkün kılan davranışları edinmektedir.
18 Toplumsallaşma süreci doğuştan başlayarak tüm insan yaşamı boyunca devam eden dinamik bir süreçtir. Birey toplumsallaşma ile belirli bir toplumun davranış kalıplarını kişiliğine mal ederek o topluma ait bir insan durumuna gelir. Bu kişilik tipinin temelleri çocuğun ailesinde başlar, akran grupları, toplumsal çevre, okul ortamı, kitle iletişim araçları gibi etken ortamlarda olgunlaşır.
19 Toplum hayatından uzakta tek başına yaşama konusu ancak romanlar ve düşünce adamlarının hayallerinde tartışılan bir durumdur. İbn Tufeyl, Hay b. Yakzan adlı eserinde, ıssız bir adada tek başına, doğayla başa yaşayan münzevi insanın hayatını ve zihni gelişimini ele alır. İbn Bâcce, Mütevahhid (Yalnız insan) isimli eserinde; "insanlardan kaçabildiğin ölçüde kaçarken, akıl yetisini geliştirmeye çalışmalısın" tavsiyesinde bulunur ve en doğru yaşam biçiminin münzevilik olduğunu belirtir. Ona göre "Birey toplumdan mümkün olduğu ölçüde uzak durmalı, kaçınılmaz haller dışında toplumla temas kurmamalıdır. İbn Rüşd, olumsuz toplumda filizlenecek olan bir ‘düşünce insanı’, doğada vahşi hayvanlar arasında yaşayan bir kimse gibi niteler ve yırtıcıların hedefi olmadan yaşayabilme idealini tecrit edilmiş bir hayatı tercihle mümkün kılar.
20 “Uyanığın Oğlu Diri” anlamına gelen Hay Bin Yakzan’da ıssız bir adada tek başına büyüyen Hay’ın kendi imkânlarıyla gerçeği arama çabası ele alınır. Hay, tabiatla başa her türlü dış etkiden uzak bir ortamda varlığın sırlarını keşfeder. İnsanlardan ve dinden habersiz bir şekilde bu adada kâinatı, yaratılışı, hakikati özümseyerek Mutlak Varlık’a ulaşır. İçinde bulunduğu toplumun dini yaşayış şeklini doğru ve bilgi seviyelerini yeterli bulmayan Absal ise, malını mülkünü satıp yoksullara dağıttıktan sonra bu adaya tefekkür içinde yaşama gayesiyle gelir. Absal dini peygamber ve kutsal kitap aracılığıyla öğrenen biri olarak bununla yetinmemektedir. O ilahi mesajın gizli, batıni anlamlarını, işaret ve sembollerini çözmek arzusunda biridir. Absal’ın ayrıldığı şehirde bıraktığı arkadaşı Salaman ise dinine bağlı, günlük ibadetlerini yerine getiren, kendisine doğrudan verilenlerle yetinen bir insandır. Absal ve Hay kısa süre içinde yakınlaşır ve kaynaşırlar. Uzun istişare ve tefekkürlerden sonra Hay o şehre gidip insanlara Hakikatin Bilgisini anlatmayı teklif eder. Absal bunu boş bir hayal diye nitelese de arkadaşını kırmaz ve birlikte o insanların yanına giderler. Salaman’ın yönetici olduğu bu kentte başlangıçta çok iyi karşılanırlar. Ancak bir süre sonra Hay vakıf olduğu gerçekleri anlatmaya başlayınca halk önce şaşırır, sonra yadırgar. Bazı hakikatlerin topluma aktarılmasının imkânsız olduğu ve onlardan dinin doğrudan emirlerinin ifa edilmesinin ötesinde davranışlar beklemenin anlamsız olduğu hükmünü çıkarırlar.
21 İbn Tufeyl bu eserde şu üç temel sorunu çözümlemeyi amaçlar: 1. İnsan kendi başına, hiçbir eğitim ve öğretim görmeksizin, doğayı inceleyerek düşünme yoluyla “insan-ı kâmil” aşamasına ulaşabilir. 2. Gözlem, deney ve düşünme yoluyla elde edilen bilgiler, vahiy yoluyla gelen bilgilerle çelişmez, yani felsefe ile din arasında tam bir uygunluk vardır. 3. Mutlak bilgilere ulaşmak, bütün insanların üstesinden gelebileceği bir şey değildir. Yüce gerçekliklere ulaşmak, bireysel bir olaydır.
22 İbn Miskeveyh’e(1030) göre fert, mutluluğa ulaşmak için birçok kişinin bulunduğu bir şehirde yaşamak zorundadır. Her insan fıtraten bir diğerine muhtaçtır. Bu yüzden o, insanlarla iyi ilişkiler kurmak ve onları içten sevmek zorundadır. Çünkü insanlar onun özünü ve insanlığını tamamlar, o da ötekiler için aynı şeyi yapar. Erdemi zühtte, insanlardan uzaklaşarak dağlardaki mağaralara veya çöllerdeki manastırlara çekilmekte görenler erdemlerden hiç birini elde edemezler. Biz erdemleri insanlarla bir arada bulunmak ve onların sıkıntılarına katlanmakla öğreniriz
23 Dinî Sosyalleşme, bireyin kendi toplumuna ait dinî kültür unsurlarını, sembol ve değerlerini alıp kendi kişiliğine mal ederek dinî kişiliğinin ya da kimliğinin oluşum sürecidir. Bu durum, kişilerin dinî kimliklerini ve şahsiyetlerini kazanmalarından ibaret bir süreçtir. Aile, sosyalleştirme sürecindeki işlevi nedeniyle belli bir dinî kimliği çocuğa aktararak ona toplum içerisinde bir statü sağlar. Ailenin mekânsal ve toplumsal konumu çocuğun ilişki kurabileceği çevreleri belirlemekte önemli rol oynar. Eğitim yoluyla kazanılan dini bilgi ve öğretiler, toplumsal bünyenin ortalama dindar tipolojisini besler. Buna karşılık dini grup üyelikleri, bireylerin dindarlık derecelerini değişik düzeylerde dönüştürücü etkiye sahiptir. Böylece insanlar dahil olduğu dini cemaatin ya da tarikatın din konusundaki yorumlama biçimine tabi olmaktadır.
24 Benlik-Ayna benlik(Toplumsal Kimlik) Kişiliğin temel öğelerinden sayılan benlik, sosyalleşme sürecinde bireyin kendi tecrübeleriyle de oluşan sosyal bir yapıdır. Sosyalleşme sürecinde bireyin kendi hakkındaki duygu ve anlayışı kadar çevresindeki diğer insanların onun hakkındaki kanaatleri de önemli yer tutar. Herbert Mead, insanı, çevresinin ve ilişkilerinin sosyal bir ürünü olarak tanımlar.
25 Benlik kavramının sosyal etkileşimin bir ürünü olduğu görüşünü seslendiren bir başka sosyolog Charles Cooley'dir. Cooley, ayna benlik kavramını kullanarak benliğin sosyal bir süreç olduğuna işaret eder. Buna göre başkalarının bize yansıyan tavır ve hareketleri kendimize yansıtılanı gördüğümüz aynaya benzer. Benliğimiz de bu yansımaya göre gelişir; başkalarına nasıl göründüğümüzü düşünür ve bunun sonucunda edindiğimiz yargıya göre benliğimizi oluştururuz. Yakın sosyal çevremizdeki değer verip takdir ettiğimiz kimselerden aldığımız mesaj ve imajlar oldukça önemlidir.
26 Benlik, yalnız başkalarının kişiyle ilgili imajlarını yansıtmalarına bağlı değildir. Olumsuz yansıtma ve değerlendirmelerden kaçındığımız için çevremizdeki insanların beklentilerine uymaya çalışırız. Yansıtmanın benliğimiz üzerindeki önemi nedeniyle başta ailemiz ve yakın çevremiz olmak üzere dinî, siyasi, mesleki vb. aidiyet gruplarımıza yöneliriz ve böylelikle aidiyet ya da referans gruplarımız içinde, öz-saygımızı yüksek tutmaya çalışırız. Benliğimiz ve toplumsalın etkileşiminden toplumsal kimliklerimiz ortaya çıkmaktadır.
27 Dinî Kimlik kavramı Kimlik sözcüğü, aynilik (özdeşlik) ve sürekliliği içeren Latince 'identites' kökünden türemiştir. Kimlik kavramının "dünya görüşü" kavramı ile yakın ilişkisi vardır. 'Ben kimim? Nereden geliyorum? gibi sorulara vereceğimiz cevaplar kimliğimizi tanımlar. Bu sorulara verilebilecek cevaplar yerine göre bizim bireysel, kolektif, kamusal, dini, milli, yerel, etnik, vb kimliklerimizi yansıtacaktır. Kuşkusuz kimlik duygumuz tek parçadan oluşmaz. Kimliğin, birbiriyle kesişen bireysel, toplumsal, kolektif ve kamusal öğeleri vardır.
28 Toplumda yaşayan birey olarak, diğerleri tarafından görülmek, dinlenmek, dikkat edilmek, ilgi görmek ve var olduğumuzun bilinmesini isteriz. Geleneksel toplumda yeri ve konumu belirgin olan ferdin, modern dönemde başkaları tarafından fark edilme sorunu yaşadığı açıktır. Bir insanın toplumda hemcinsleri tarafından fark edilmeden yaşamaya mecbur edilmesi, ona verilebilecek en büyük ceza olabilir. Modern insan, bilinçli bir şekilde kendisini görmeyi reddeden insanlara karşı, kimliği sayesinde görünür olmak istemektedir.
29 Dinî Kimlik ve Yansıtma Kimlik, çocuğun çeşitli kişileri model alarak kendi benliğini kurmasıyla başlar ve sosyalleşme sürecinde şekillenir. Çocuk ilk referans sistemlerini ve özdeşleşme modellerini ailede ve yakın sosyal çevresinde bulur. Dindar kimliklerin oluşumunda benliğin Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını yansıtıcı bir aynalık yeteneğine sahip olması da oldukça önemlidir. Dindar kişi Allah'ın isim ve sıfatlarını yansıttığı ölçüde, ancak 'Allah'ın ahlakı' ile ahlaklanabilir. Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmayı başarabilen fert, aynı zamanda Allah'ın boyası ile benliğini ve kimliğini şekillendiren kimsedir. Başkalarının bize aynalık yapması da ahlaki kimliğimizin şekillenmesinde etkili olabilir.
30 Dinî kimliğin oluşumunda üç farklı sosyolojik aynalamanın faaliyette olduğunu söyleyebiliriz: a) Cooley'ci anlamda toplumun beklenti, istek ve baskıları doğrultusunda gelişen ayna benlik, b) Allah'ın isim ve sıfatlarına aynalık yapma, c) Başkalarının bireye aynalık yapması, yani başkalarının iyi ya da kötü davranışlarını "tercih ederek" alma ve bunları kimliğe yansıtma. Bu üçlü aynalama, daha birçok uzantı ve açılımıyla birlikte dinî kimliğin inşa süreçlerini şekillendirebilir.
31 Dinî Kimlikler ve Sosyo-Kültürel Süreçler: Her dünya görüşü, arzuladığı insan tipini yetiştirmek üzere, belli başlı unsurların önemine dikkat çeker. Bunlar bir toplumun oluşumunu sağlayan temel yapı taşlarıdır. Sosyo-kültürel yapının temel unsurları olarak bilinen zihniyet, aile, hukuk, ahlak, iktisat, din, edebi ve estetik durum gibi değer ve kurumlar, sosyal çevreyi de içerisine alarak bireysel ve toplumsal kimliklerin şekillenişinde önemli ölçüde etkilidirler.
32 Zihniyet ve Davranışlar: Bir toplumsal yapıyı oluşturan tüm sistemler, aslında belirli bir zihniyet içerisinde şekillenirler. Genel sistem içindeki alt sistemlerin her birinin kendi farklı zihniyet, ideal ve düşünce temelinde şekillenmeleri durumunda ister istemez bir çatışma ve kaos ortaya çıkar. Daha doğrusu sosyo-kültürel yapının temel unsurlar ortak ve türdeş bir zihniyet etrafında örülmediği durumlarda alt sistemlerden oluşan kurumlar arasında anomi ve dengesizlik durumu belirir.
33 Her bireysel eylem ve toplumsal sistemin temelinde belirli bir zihni boyut bulunur. Kelime-i tevhid ya da şahadet İslami zihniyet ve kimlik değişiminin gönül ve dil bağımında bir formülasyonudur. Bu söz, bir Yaratıcı ve O’nun elçisine olan imanı belirtmesine ilâveten, sosyolojik olarak, Müslüman kimliğinin temel zihniyet kodlarını ifşa etmekte; Müslüman topluma katılmayı ifade etmektedir. Kıyafetlerimiz, saç ve sakal şekillerimiz, aksesuar olarak kullandığımız çeşitli simgeler, hatta dilimize dökülen sözcükler, kimliklerimizde dinî bir renk olup olmadığını gösterecek kadar etkili olabilirler.
34 Hz. Peygamber, neredeyse tüm risalet görevi boyunca karanlığı çağrıştıran cahiliye zihniyetiyle mücadele etmiş; ortak bir zihniyet etrafında şekillenen bir Müslüman kimliği tesis etmeye çalışmıştır. Kur’an, "Bir topluluk kendini (zihniyetini, dünya görüşünü) değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez"(Ra’d, 111) ayetiyle, sosyal değişimde kolektif zihniyetin önemine işaret etmektedir.
35 Çevre kavramı, insan davranışlarını etkileyip genetik olmayan bütün etmenleri içine alır. İnsanın çevresini fiziksel ve sosyal olmak üzere iki kısımda ele alabiliriz. Besin, hava, sıcaklık, ışık, atmosfer basıncı, tüm organizmayı kuşatan fiziksel çevreyi; ferdi kuşatan toplum, inançlar, örf ve âdetler, gelenek ve görenekler, sosyo-kültürel çevreyi oluşturur. Hz. Peygamber; kişiliğin ve kimliğin gelişiminde kalıtsal ve çevresel şartlara birlikte dikkat çekmektedir: “Her doğan çocuk, fıtrat üzere doğar, konuşmaya başladığında ebeveyni onu Yahudi, Hıristiyan ya da müşrik olarak yetiştirir «(Müslim)
- Slides: 35