1 Bilim ve bilimsel aratrma kavramlarn tanmlama 2
1. Bilim ve bilimsel araştırma kavramlarını tanımlama 2. Bilgi edinme yollarını sıralama 3. Bilimselliğin ölçütlerini sayma 4. Bilimin amaçlarını açıklama 5. Araştırmaları amaçlarına göre sınıflandırma 6. Araştırmaları yöntemlerine göre sınıflandırma 7. Bilimsel araştırmaların aşamalarını sayma
Dünya’da her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fen haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir. Mustafa Kemal Atatürk
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır. Yunus Emre
Edindiğimiz bilgiler her zaman güvenilir midir? � Hayır! O zaman ne yaparız? � Bilimsel araştırma sonuçlarına başvurabiliriz.
Bilim, belli bir konudaki kavramlar bütünüdür. Bilim, diğer bilgi edinme yollarıyla karşılaştırıldığında; Tarafsız Doğru Güvenilir bilgi sağlar.
Bilim, ilk çağda ilki nsanla başlamış ve orta çağda hızlanarak devam etmiştir. İnsana verilen akıl ve düşünme yeteneği, merak duygusu, sorma, sorgulama, öğrenme isteği nedeniyle insan etrafındaki olayları sorgulamaya başlamıştır ve bu da beraberinde bilimi getirmiştir. Bilim; insanlığın kafa ürünüdür. Kökleri ilkel toplumların yaşamına kadar uzanır. Bilim çağımızda en hızlı dönemini yaşamaktadır.
Bilim ilk defa on bin yıl önce orda doğuda parladı. Bilim, her ne kadar özellikle günlük insanların günlük yaşamına faydalı bilgileri toplamaya başlamış olsa da, doğuşundaki tek sebep bu değildi. Bitkilerin özellikleri kaydedildi. Bu bitkilerin arasında ilaç veya gıda olarak kullanılmayan fakat yalnızca merak duyulduğu için tanımlanan bitkilerde bulunmaktaydı. Hayvanlar yakalandı ve sınıflandırıldı. İhtiyaçlar da zamanla ek bilgiler getirdi. Ağır yüklerin nasıl kaldırılacağı bulundu; makaralar, palangalar ve tekerler icat edildi, tarım teknikleri geliştirildi, çanak çömlek yapıldı, bazı maddeler eritildi.
İnsanoğlunun bu tür buluşları yapabilmesini ve yeni şeyler öğrenmesini sağlayan şey neydi ?
. Bizi yönlendiren ve yeni şeyler öğrenip var olan olayların nasıl gerçekleştiğini anlamamızı sağlayan en büyük dürtü Merak’ tır. Önce keşif ve her keşif sonrası öğrenilenler ile bilimsel bilgi büyüyerek artmıştır. Keşifler ise merak dürtüsü ile tetiklenmiştir.
Merak, canlıları yeni şeyler öğrenmeye yönlendiren bir histir. Sadece insanlar değil, pek çok başka canlı türü de meraklıdır. Doğuştan gelen temel bir duygu olan bu his, bir güdü olarak sınıflandırılamaz.
Neden meraklı olduğumuzu açıklamak için ileri sürülen bir görüşe göre, yeni ve karmaşık şeyler beyinde belirsizlik hissine neden oluyor. Merak ise canlıların kendilerini hoşnutsuz hissetmesine neden olan bu histen kurulmayı sağlıyor. Yeni ve karmaşık şeyler hakkında daha fazla bilgi edinmek, bunların sebep olduğu hoşnutsuzluğu azaltıyor. Bu kuramın en büyük eksiği, insanların yeni ve karmaşık şeylerle karşılaşmadıkları zaman da meraklanmalarını açıklayamaması. Örneğin canı sıkılan birinin kendisini eğlendirecek ilginç şeyler bulmaya çalışması bu kuram ile açıklanamıyor.
Merak duyusunun nedenini açıklamak için öne sürülen başka bir kuram “en uygun uyarılma” modeli olarak adlandırılıyor. Bu kurama göre beyin her zaman en uygun uyarılma düzeyinde olmaya çalışır. Yeteri kadar uyarılma olmadığı durumlarda ise yeni şeyler öğrenerek uyarılma düzeyini artırır. Bu kuram daha önce bahsedilen kuramın açıklayamadığı durumları -canı sıkılan insanların yeni şeyler öğrenmeye çalışmasını- başarı ile açıklıyor. Fakat eğer beyin en uygun uyarılma düzeyinde bulunmaya çalışıyorsa, bu duruma ulaştıktan sonra neden yeni şeyler öğrenerek en uygun düzeyden uzaklaşsın? Kuram bu soruya cevap veremiyor.
Merak ile ilgili öne sürülen üçüncü kuram ise meraklı olmanın nedeninin, merak sonucu yapılan hareketlerin beyin tarafından ödül olarak algılanması olduğunu söylüyor. Bu düşünceye göre yeni bilgiler öğrenmeye çalışmak dopamin salgılanmasına neden oluyor. Beyin tarafından ödül olarak algılanan bu madde insanların kendilerini daha iyi hissetmesine neden oluyor.
İnsanoğlunun en çok merak ettiği konuların en başında şüphesiz Uzay gelmektedir. Çünkü insan en çok bilmediği şeyi merak eder ve bu konudaki merakımız da Uzaya dair bilgimizin çok sınırlı olmasıdır. Fakat gelişen teknoloji ile birlikte bu merakımızı daha çok giderme fırsatı buluyoruz.
Bir Örnek: Curiosity kelimesi türkçe "merak" anlamına gelmektedir. NASA'nın Mars Bilim Laboratuvarı misyonunun bir parçası olarak Mars'ta Gale kraterinde keşifte bulunan otomobil büyüklüğündeki kâşif robotuna bu isim verilmiştir.
Curiosity kâşif robotu, Mars Bilim Laboratuvarı'nın içinde 26 Kasım 2011 saat 10: 02'de Cape Canaveral Uzay İstasyonu'ndan fırlatıldı ve 6 Ağustos 2012 saat 05: 17'de başarılı bir şekilde Mars'taki Gale kraterinde Aeolis Palus bölgesine iniş yaptı. Kâşifin iniş yeri 563. 000 km'lik yolculukla hedefleyip inmek istediği Bradbury iniş bölgesinden 2. 4 km ötede gerçekleşti. Kâşifin hedefleri Mars iklimini, jeolojisini incelemek ve Mars'ta daha önce yaşam olup olmadığını araştırmak ve su barınabilirliği ve dünyasal yerleşim ileri zamanlarda insansı keşiflerin mümkün olup olmadığını araştırmaktır.
Bu hedeflere ulaşmaya çalışırken, Curiosity kâşif robotun sekiz temel bilimsel amacı vardır; 1. Organik bileşiklerin doğasını ve miktarını saptamak 2. Karbon, hidrojen, nitrojen, oksijen, fosfor ve sülfür gibi yaşam için gerekli kimyasal yapı taşlarının miktarını belirlemek 3. Biyolojik süreçleri temsil edebilecek özellikleri tanımlamak 4. Mars yüzeyinin kimyasal, izotopik ve mineralojik bileşimini incelemek 5. Kaya ve toprakların oluşum ve değişim süreçlerini incelemek 6. Mars atmosferinin 4 milyar yıllık uzun evrim sürecini araştırmak 7. Su ve karbondioksidin şu anki durumunu, dağılımını ve dönüşümünü incelemek 8. Galaktik radyasyon ve kozmik radyasyon da dahil yüzey radyasyonunu karakterize etmek
� Bilim dalları TÜBİTAK tarafından Frascati Kılavuzu’na (2002) dayanılarak şu şekilde sınıflandırılmaktadır. Doğa Bilimleri Matematik ve Bilgisayar Bilimleri. Fiziki Bilimler. Kimya Bilimleri. Dünya ve İlişkili Çevre Bilimleri. Biyoloji Bilimleri. Genetik Mühendislik ve Teknoloji Tıbbi Bilimler Tarımsal Bilimler Sosyal Bilimler Beşeri Bilimler . İnşaat Mühendisliği. Elektrik Mühendisliği. Elektronik. Diğer Mühendislik Bilimleri . Temel Tıp. Klinik Tıp. Sağlık Bilimleri . Tarım. Ormancılık. Balıkçılık ve İlişkili Bilimler. Veterinerlik . Psikoloji . Tarih. Diğer Beşeri Bilimler . Ekonomi. Eğitim Bilimleri. Diğer Sosyal Bilimler
Gözlenebilirlik (b) Ölçülebilirlik (c) İletilebilirlik (d) Tekrarlanabilirlik (e) Sınanabilirlik (a)
� Bilimsel bilgi görgül (emprical) olandır. Görgül, gözleme dayalı olandır. Bilimsel bilginin görgül olması, gözlemler yoluyla bilginin doğruluğunun ya da yanlışlığının kanıtlanabilir olması demektir.
� Ölçme; herhangi bir değişkenin niteliğini, niceliğini ya da derecesini saptama ve sayısal olarak belirtme işidir. Ölçme, gözlemleri, bu gözlemlerdeki farklılıkları yansıtacak şekilde sayılarla temsil etme, sayılara dönüştürme işlemidir.
� Aktarılmak istenenin tam olarak anlaşılmasını, ifade edilmek istenenden başkasının fjlanlaşılmamasını içerir. � İfadelerin iletilebilir olmasını sağlamanın yolu ise, işevuruk tanımlar kullanmaktır. � İşevuruk tanım, soyut ve öznel olan kavramların anlaşılabilmesi için somut ifadeler kullanılmasıdır.
Yapılan gözlemler ve alınan ölçümler, benzeri bir eğitimden geçmiş, aynı araç -gereç ve teknik imkanları kullanan diğer kişilerce de tekrar edilebilmelidir. Bilimsel çalışmalar, başkaları tarafından da tekrarlanabildiğinde, kişiye bağımlı ve öznel olma durumundan uzaklaşır, nesneye bağımlı hale gelir. Bu durum da güvenirliğin yüksek olması demektir.
� Hipotezlerin ya da olaylar arasında var olduğu düşünülen ilişkilerin doğruluğu araştırılabilmeli, sınanabilir nitelikte olmalıdır. � Diğer bir deyişle sonuçların, öne sürülen hipotezi ve iddia edilen ilişkileri destekleyip desteklemediği gösterilebilmelidir. Bunun için de uygun analiz teknikleri kullanılmalıdır.
� Gözlenebilirlik ve ölçülebilirlik temel nitelikte ölçütler olarak gözükmektedir. � Çalışmaların iletilebilmesi, tekrarlanabilmesi ve sınanabilmesi için, bunların gözlenebilir ve ölçülebilir olması gerekmektedir. � Tekrarlanabilirlik ve sınanabilirlik ise, iletilebilir olmaya bağlıdır.
� Araştırma en genel tanımıyla, birtakım olguların ortaya çıkarılması için bilgilerin aranması ya da bu amaçla yapılan her türlü sistemli çalışmayı içeren inceleme olarak tanımlanır. � UNESCO'nun tanımına göre araştırma, insan, kültür, toplum bilgilerinin birikimini artırmak ve bu bilgiyi yeni uygulamalar için kullanmak için girişilen sistematik yaratıcı eylemleri kapsar. � Herhangi bir konu hakkında araştırma yapan kişiye araştırmacı de denir.
� İlkelerin anlaşılmasını amaçlayan temel araştırmaya kıyasla, uygulamalı araştırma daha çok insanın evren hakkındaki bilgisini ilerletmek için yöntem ve sistemlerin keşfedilmesini ve geliştirilmesini amaçlar. � Bir araştırmada bilimsel yöntem kullanılabilirse de, araştırma terimi bilimsel yöntemin kullanılmadığı araştırmaları da kapsar. � Bilimsel yöntemin kullanıldığı araştırmalar bilimsel araştırma adını alırlar. Tarihsel araştırma bilimsel araştırmanın kapsamında yer alır.
Araştırmanın yürütülmesi beş aşamayı içerir. Aşamaların bazıları araştırmanın başında kararlaştırılabilir. Bazıları ise zaman içinde oluşur ve değişimlere uğrayabilir. Bilimsel ya da toplumsal araştırmaların gerçekleşmesinde birbirini izleyen aşamalar aşağıda verilmiştir: � 1. Araştırılacak sorunun saptanması � 2. Araştırma planının hazırlanması � 3. Araştırmanın uygulanması � 4. Uygulama ile elde edilen verilerin değerlendirilmesi � 5. Değerlendirme sonuçlarının sunulması
1. ARAŞTIRILACAK SORUNUN SAPTANMASI Bireyi fiziksel veya düşünsel yönden rahatsız eden, kararsızlık ve birden çok çözüm yolu olasılığı görülen her durum bir problemdir. Bu tanıma göre, etrafımıza baktığımızda, araştırma konusu olabilecek pek çok problem olduğu görülür. Ancak akla gelebilecek her konu araştırma problemi olamaz.
Araştırmaya alınacak sorunun isabetli olarak seçilmesi kuşkusuz kolay değildir. Araştırmaya konu olabilecek bir problemi bulmak onu çözmekten daha çok yetenek gerektirmektedir. Araştırmanın fikir aşamasında, fikirlerin netleştirilmesi, çerçevenin çizilmesi, açık, net ve belirgin hale getirilmesi gerekmektedir. Bu amaçla, önceden yapılmış araştırmalar incelenmeli, benzer konuların ne şekilde ele alındığı, hangi verilerin kullanıldığı, fikirlerin nasıl test edildiği ve sonuçlarının nasıl ölçüldüğü konularında bilgilenilmelidir.
Bunun yanısıra araştırma probleminin seçiminde dikkate alınması gereken genel ve özel ölçütler vardır. Genel Ölçütler: � Çözülebilirlik : Problem araştırma ile çözülebilir mi? Problemin çözülebilmesi için veri elde edilebilir mi? � Önemlilik : Problem önemli mi? Teorik veya pratik bir yararı var mı? � Yenilik : Problem orijinal mi? Araştırma daha önceden yapılan bir araştırmanın tekrarı olmamalıdır, yeni bilgiler eklemelidir.
� Araştırılabilirlik : Araştırmaya katılanların gizlilik hakkı ve sağlıklarının tehlikeye atılmaması, pişmanlık duyabileceği davranışlara zorlanmaması, fiziksel ve psikolojik baskı altında bırakılmaması gerekir. � Anlamlılık : Araştırmanın sonucunda varılacak bulguların, bilgilerin işe yarar olmaları gerekir. � Genellenebilirlik : Araştırma alanının geniş, araştırmadan yararlanabilecek grubun büyük olması gerekir.
Özel Ölçütler: � Alanda Yeterlilik : Araştırmacının, araştırılan konuya ilişkin bilgisi, sonuçları değerlendirmeye yeterli mi? � Yöntem ve Teknik Bilgilerdeki Yeterlilik : Araştırmacı, verilerin toplanması ve değerlendirilmesinde gerekli yöntem ve teknik bilgisine sahip mi? � Veri Toplama İznine Sahiplik : Verilerin toplanmasına izin verilecek mi?
� Zaman ve İmkan Yeterliliği : Araştırmanın tamamlanabilmesi için gerekli zaman, eleman ve mali güç var mı? Araştırmanın bu sebeplerden dolayı yarıda kesilmemesine güvence sağlandı mı? � İlgi Yeterliliği : Araştırmacı, araştırma sonucu ne çıkarsa çıksın onu savunabilecek cesarette mi? Araştırmacı, konuyla ilgili mi? � Güncellik : Problem ilgi çekici ve güncel konulardan mı seçildi? � Teknik olanaklar : İyi ve sıhhatli bir araştırma için uygun ortam sağlanabildi mi? � Teşvik : Araştırma problemi, yeni araştırmaları teşvik edip, yeni gelişmelere yol açabilecek nitelikte mi?
BIR ÖRNEK Newton, karanlık odada, prizmada kırılıp duvara yansıyan ışığı izlerken tarihin ilk elektromanyetik spektrumunu seyrettiğinin farkında değildi. Henüz bilimsel araştırma tekniklerinin içinde hangisinin doğru olduğunun bile tartışıldığı bir dönemde hiç kuşkusuz bu farkındalık beklenmeyecek bir atılım olurdu. O dönemlerde ışığın yapısının anlaşılması bir yana dursun, hala birçok kişi görme olayının gözün bir ışık kaynağı olarak kabul edilmesiyle açıklanabileceğine inanıyordu!
Hal böyleyken Newton’un saçılan ışıklarının aslında mini bir elektromanyetik tayf olduğunun anlaşılabilmesi için yaklaşık 200 yıl geçmesi ve Maxwell’in ışığın bir elektromanyetik dalga olduğunu ortaya koyması gerekecekti.
Tayfın gerçekte bu kadarla sınırlı kalmadığına yönelik ilk çalışma 1800’de William Herschel’den geldi. Herschel, Newton’un prizmada kırılan ışıklarını bir termometreyle incelemeye karar verdi ve sırasıyla prizmada ayrışan bütün renklerin sıcaklıklarını ölçtü. Kırmızı rengin ölçümünü aldıktan sonra çok ilginç bir şeyle karşılaştı.
Termometrenin, kırmızı rengin ötesinde de yükseldiğini gördü! Bu durum kırmızı rengin ötesinde onun görmediği ama termometrenin algıladığı bir ışımanın varlığına işaretti. Onu son derece şaşırtan bu kırmızı ötesi ışıma türüne “kalorifik ışınlar” ismini verdi. 19. yüzyılın sonlarında bu ışıma türü için kızılötesi terimi daha sıklıkla kullanılmaya başlandı ve öylede kabul gördü.
1800’de Herschel’in kızılötesi keşfiyle birlikte “görünmeyen” ışınımların da var olabileceği anlaşıldı ve izleyen yıllarda bilim adamları görünmeyen ışımalara karşı ilk şaşkınlıklarını üzerlerinden atmışlardı. Herschel’in keşfinin hemen sonrasında, 1801 yılında, Alman fizikçi Johann Wilhelm Ritter ışık tayfının kırmızı ötesinde ayrı bir ışıma türü varsa, mor ötesinde de başka bir ışıma türü olabileceğini düşündü.
O yıllarda ışığın gümüş klorürü kararttığı biliniyor ve bu teknik fotoğrafçılıkta kullanılıyordu. Ritter, gümüş klorürü tayfın farklı renklerini kullanarak kararttı ve bunu yaparken geçen süreyi ölçtü. Kırmızıdan mora giderken ışığın enerjisi arttığından gümüş klorürün kararma süresi de kısalıyordu. İnsan gözünün göremediği mor ötesinde ise, kararma işlemi tayfın diğer tüm renklerinden daha hızlı gerçekleşiyordu. Ritter, bu deneyle morötesindeki ışıma türünü keşfetmiş oldu.
Keşifler birbiri ardına gelmekte gecikmedi. İlk olarak 1888’de Heinrich Hertz, basit bir elektriksel salınımla spektrumun kızılötesi tarafında düşük enerjili radyo dalgalarını keşfetti ve bu dalgaların Maxwell’in teorisinde olduğu gibi ışık hızında ilerlediklerini doğruladı. Çalışmalarını ilerleten Hertz, radyo dalgalarıyla kızılötesi arasında radyo dalgalarına göre daha yüksek enerjili olan mikrodalga bölgesi elektromanyetik dalgaları da elde edebilmeyi başardı.
Hertz’in ortaya koyduğu bulgularla spektrumun kızılötesi tarafındaki elektromanyetik dalgalar tamamlanmış oluyordu. Spektrumun yüksek enerjili morötesi tarafındaki keşifler daha sonra geldi. 1895’te Wilhelm Röntgen, o dönemlerde fizikçilerin çokça üstünde çalıştığı Crookes tüpüyle deneyler geliştirirken yeni bir ışıma türü keşfetti. Bu ışımanın sınıflandırmada nereye ait olduğunu bilmediğinden ona X-ışınları demeyi uygun gördü. Onun bu keşfi günümüzde tıbbi alanda halen kullanılmakta olan yeni bir tanı yöntemini beraberinde getirirken, Röntgen’e de 1901’de tarihin ilk Nobel Fizik ödülünü kazandırdı.
- Slides: 53